Ecdadımıza baş eğdiremeyen düşman, torunlarına baş eğdirmeyi başarmıştır. Çünkü ecdadın torunlarını, kendilerine benzetmeyi başarmışlardır. Bu milletin önce dilini katletmişler, sonra da kimliğini çalmışlar, nihayet hafızasını boşaltmışlar, aziz hatıralarını unutturmuşlar ve son darbeyi vurmuşlardır. Zira kimliğini ve kadim dilini, kültürünü, tarihini unutan bir millet ne yapacağını bilemez ve bilememiştir de. Kendisine sunulan yalancı tarihlerin, kokuşmuş kültürlerin kurbanı olmuştur. Ve düşman, bunu da, ürettiği teknolojinin neticesi olan sahtekâr ve uğursuz medeniyeti sayesinde yapmıştır. Önce bizim medeniyetimizin temelleri yok edilmiş, sonra medeniyetimize dair ne varsa hayatımızdan el çektirilmiş. Nesil adeta mankurtlaştırılmış, bunaklaştırılmış. Kimliği ve imanı inkâr ettirilmiş. Siyonist gibi dünya nimetlerinin müptelası olanlar, kendilerini dünya nimetlerinden uzaklaştıracak korkusuyla kendi köklerine ihanet etmişler. Dilimiz, resmen katledilmiş. Çünkü tarihi okumak, ecdadı anlamak, kültürü taşımak dille olur ve dil kopunca hayat durur. Zira hayat bir yerde dile bağlıdır, çünkü hayat iletişimdir ve en güçlü iletişim de dille olur. Peyami Safa’nın şu sözü çok manidardır: ‘’Yeryüzünde, milli kütüphanesine giripte iki satır okuyamadan çıkan tek nesil, bizim neslimizdir.’’ Ne acı bir şey değil mi? İşte bizler, milli kütüphanelerimize giripte, ecdadımızın ürettiklerini anladığımız zaman, kurtuluşun ilk kıvılcımları çakılmış olacaktır. İlk evvelde dilimizi öğrenmemiz, kesinlikle, kurtuluşumuzun mutlak ve ilk koşuludur. Hem dini dilimizi, hem de milli dilimizi aslına uygun öğrenmeli, kâmil manasıyla anlamalı, idrak etmeliyiz. Zira dilimizi öğrenmeden, tarihimizi iyi okuyamayız, ecdadımızı tam anlayamayız ve değerlerimizi geleceğe taşıyamayız.
Milletimizin, dili katledildiği, tarihi çalındığı, hafızası boşaltıldığı, gelenekleri ve hatıraları unutturulduğu için, milletimiz kahir ekseriyetle çok bilinçsizdir. Sürekli korkutulmuştur, ne yapacağını, nasıl yapacağını ve niçin yapacağını bilememektedir. Kendisine namusluca yol gösteren de çok azdır. Çünkü herkes, kendisinin bu halinden nemalanmaya çalışmaktadır şerefsizce. Yahudiliğin, temel ilkelerinden biri olan ‘’faydalanma’’ hastalığı bizim milletimize de sirayet etmiştir. ‘’Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır’’ diyor ya Önderimiz (sav), işte aynen öyle. Aydın dediklerimiz bomboştur, çıkarcıdır, ruhsuzdur ve maşadır. Dilsiz ve dinsizdir. Batının kusmuklarıyla beslenmiş garip bir hayvandır. ‘’Bizim aydınımız, Batı’nın kusmuklarını yutup gelen ve kendi topraklarına boşaltan garip bir tiptir’’ derken sonsuz haklıdır üstat Cemil Meriç. Konuşmaz böğürür, yapmaz bozar, anlatmaz bağırır, sevmez boğar. Münevverlerimiz ise korkaktır. Oysa korkusuz yaşamış bir neslin devamı olması gerekirdi. Kimlik sahibi, dil ve din sahibi olmaları lazımdı. Öncekilerin izlerini sürmeleri, sözlerini taşımaları gerekirdi. Siyasetçimiz pek yoktur zaten, ortalık politik kumarbazla, şarlatanla lebaleptir. Bilim insanımız hesabidir, hasbi değil. Âlim diye bildiklerimiz hakikati tahrif ve tahrip etmekle iştigaldedir. Zaten yaşamakta olduğumuz sorunlarda bu tür şeylerin bir sonucudur. Milletimizin hafızası yok edilmiştir, dili katledilerek. Hem din dili hem de milli dili üzerinde büyük tahrifatlar ve tahribatlar yapılmıştır. Bu nedenle, hatıralarımız, varlığımızın en önemli işaretleri olan ve varlığımızı görünür kılan geleneklerimiz unutturulmuştur. Oysa milletler, hatıraları ile yaşarlar, varlıklarını idame ettirirler ve kendilerini görünür kılarlar. Nihayet, başımızın eğilmesi mukadder olmuştur.
Millet olarak, sahtekâr, namussuz, hayâsız bir medeniyetin ağına düşmüşüz, düşürülmüşüz. Bunu, bizden olduğunu söyleyenler başarmışlar. Bu millete, sürekli, dünya nereye gidiyor denmiş ve milletten, kadim değerlerinden vaz geçmesi istenmiş. Ne derin bir ihanet ve ne büyük bir alçaklıktır bu. Uzun zamandan beri, milletin ruh haritası üzerinde ki operasyonlar netice vermiştir ne hazin ki. Emperyalizmin isim değiştirip küreselleşme adıyla sunulmasından beridir, küreselleşmenin peşine takılmışız gönüllü olarak. Bütün değerlerimizden taviz vermeye başlamışız. Çağdaşlaşacaz diye diye, çağdaş maymunlara dönmüşüz. Ne zeminimiz kalmış, ne yönümüz kalmış, ne yolumuz kalmış. Kimliğimizi ve imanımızı feda etmişiz bu yolda. Dilimizde demokrasi türküleri, elimizde kürselleşme bayrakları, kafamızda çağdaş dünya hayalleri egemen olmuş. Oysa küreselleşme denilen lanetin ardında, emperyalist zihniyet vardır yani sermaye vardır. Ve sermayenin daha kolay pazar bulabilme anlayışı vardır. Çünkü emperyalizm ismi, milletlere iğreti gelmektedir, bu yüzden de isim değiştirilmiştir, küreselleşme yapılmıştır. Küreselleştiğimiz ölçüde çağdaşlaşıyoruz, çağdaşlaştığımız ölçüde de kimliğimizden ve imanımızdan uzaklaşıyoruz. Ama bunu idrak edemeyecek kadar mankurtlaşmışız.
Mazimize dair ne varsa, varolan her şeyin dokusunu bozuyoruz. Kalan hatıraların izlerini tamamen silmeye çalışıyoruz. Kimliksizliği ve dinsizliği adamlık sanıyoruz, çağdaşlaştık sanıyoruz. Oysa mankurtlaşıyoruz, bunaklaşıyoruz, salaklaşıyoruz. Önce afyonlanıyoruz, sonra da her denileni hap gibi yutuyoruz. Kültürümüz, tarihimiz ve dilimiz gibi mabetlerimiz de, önemsizleşiyor, varlık sebebinden hızla uzaklaşıyor, kuru ve boş sözlerin zihinlere doldurulduğu yerler haline dönüşüyor, hatta namussuzca hamlelere alet ediliyor. Oysa bir milletin mehabeti, mabedinden doğar. Mabetsiz millet, mehabetsiz millettir. Mehabetsiz millette, zavallıdır, eziktir, siniktir, izzetsizdir. Ne hazindir ki, mabetlerimizle birlikte mehabetimizi de kaybediyoruz. Bütün olan biten karşısında acı çekmeyecek kadar katılaşmışız. Çünkü kalbimizi çalmışlar. Zira ancak kalbi olmayan bir varlık acı çekmez. Mabetler, maneviyat cephesinin temelleridir oysa. Maneviyatta, mehabetin membaıdır. Müslüman Türk Milleti de, mabetsiz ve mehabetsiz yapamaz ve yaapmamıştır.
Nihayetinde, evet, belki büyük bir medeniyet bitirildi ve o medeniyeti temsil eden görkemli ve heybetli çınar devrildi ama diri çocukları hala vardır ve daima da olacaktır. İşte o çocuklar, yeni bir medeniyetin beşaretçisi olabilirler, olmalıdırlar. Ve o kadim medeniyetin tohumları bu topraklarda atılmalı ve dirilişi de bu topraklarda olmalıdır. Yeni nesiller var olmadıkça, eskimiş ve kokuşmuş nesiller hiçbir şey yapamazlar ve yapamayacaklardır. Çünkü eskimiş nesiller, dilsiz nesillerdir, dinsiz nesillerdir. Arada çıkan iki üç haysiyetli vatan evladının nefesi, bu dilsiz ve dinsiz nesilleri ıskat etmeye yetmemiştir. Ki zaten başımıza ne gelmişse, onların elleriyle işlediklerinin neticesidir. Onların yaptıkları, ancak ve ancak, hırsla, dünya nimetlerine saldırmaktır. Dünya nimetlerine ulaşabilmek için düşmanla ittifak etmektir. Servet, makam ve mevki peşinde koşturarak ömür tüketmektir. Onlar için, kimlik ve iman tali meseledir. Ki bütün bu söylediklerimiz de yalan değildir. Zira her şey gözümüzün önündedir. Dinozorlaşmış olanların bu ülkeye verdikleri gram artı bir şey yoktur. Ama aldıkları nice kıymetli şeyler vardır. Hala da almaya çalışmaktadırlar. İyice kurutmak için mücadele vermektedirler. Çünkü eğilen baş, kalkma iradesini göstermektedir. Hafıza canlanma gayretindedir. Dilsizleştirilen nesil, dillenmektedir. Dinsizleştirilen nesil, dinini öğrenme çabasındadır. Hatıralar, hatırlanmaya başlamıştır. Çünkü yeni olan her şey can sıkıcıdır, bozuktur, kokmaktadır.