ZİHNİYET DEVRİMİ...8...

Özgür DENİZ - 24.02.2012

Gerçekten de, kadim bir milletin ve dinin müntesipleri olarak, aynı ülkülerde ve aynı yollarda yürüyemiyoruz ve güçlü bir birlik bağı oluşturamıyoruz. Hep kısır kavgaların ve şahsi düşüncelerin peşinde ömrümüzü heder edip gidiyoruz. Tefrika mikrobu birliğimizi harap ediyor. Elbette ki, herkes aynı düşüncede olamaz ve aynı yolda buluşamaz ama ortak bir düşünce ve yolda olamaz mı? Ahlak ve adalet herkese göre değişen bir şey midir? Ve her şeyin temeli de, ahlak ve adalet değil midir? Öyleyse ahlak ve adalet ilkelerinde ve ülkülerinde birliktelik sağlayamaz mıyız? Vatan, herkesin farklı algılayacağı bir unsur mudur? Aynı vatan üzerinde yaşamıyor muyuz, ekmeğimizi kazanmıyor muyuz, var olma savaşımı vermiyor muyuz? Herkesin başka bir vatanı mı vardır ki? Mezhepçiler bir yanda, kelamcılar bir yanda, ideolojik guruplar bir yanda, partiler bir yanda, cemaatler bir yanda, tarikatlar bir yanda, oradan oraya savrulup duruyoruz. Küçük çıkar hesapları için boğuşuyoruz. Ne grupsal olarak ne de bireysel olarak bilinç düzeyi yönünden yüksek bir yerdeyiz. Düşmanlarımız, her gurup üzerinde gizli bir tahakküm kurmuş durumda sanki. Herkes, hakikat temelinde, kendi tarihi, kültürü ve kadim kaynakları üzerinde, adalet ve ahlak pratiği mücadelesi ekseninde; kendi partisini, ideolojisini, cemaatini, mezhebini, sendikasını vs. tenkit edebilme asaletini gösterebilmelidir mutlaka. Sürü psikolojisinden kurtulmalıyız ki; bizleri temsil edenleri değiştirme ve dönüştürme iradesi gösterelim. Onların, bizleri, diledikleri gibi yönlendirebilecekleri sürüler olmayalım. Onların, her dediklerini tasdik etmek zorundaymışız gibi hareket etmeyelim. Ama maalesef bu olmuyor. Oysa insanları ve gurupları değerlendirmeye tabi tutacağımız şaşmaz bir kaynağımız olmalıdır ve bu da vardır. Ama zihnimiz işgal altındadır, irademiz yoktur!

 

Her grup, kendisine, sömürecek bir kitle var ediyor ve o kitleler üzerinden çarkını döndürüyor. Kolayca çıkarlarına ulaşıyor. Keyfince yaşıyor. Çünkü sürüleştirdiği kitlelerin sayısı ile kendilerine güç vehmediyorlar ve bu güçle işlerini döndürmeye çalışıyorlar. Nitelik değil, nicelik başarı sayılıyor. Kitleler, bu güç ve rant savaşında sadece pasif bir aracı oluyor. Ellerine geçen zırnık bir şey olmuyor. Ne maddi, ne de manevi olarak bir kazanım elde etmiyorlar. Hakları olan şeyi bile alamıyorlar. En basitinden, siyonist destekli malum cemaat yapılanmasını görüyoruz. Tıpkı partiler gibi, kendisine, sömüreceği ve kolayca çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak bir kitle var etti. Bu kitleyi din diye sunduğu masallarla uyuttu. Nereye isterse oraya götürdü. Adeta robotlaştırdı. Manevi prangaya vurdu her birini. Acımasızca kullandı. Üst yapıdaki, baronlaşmış ve uluslar arası güçlerle teşrik-i mesai yapmış zevatlar, alttaki kitleyi, kendi hesapları ve arka perdedekilerin hesapları adına insafsızca kullandı ve sömürdü. Müntesipler, din kılıfına aldandılar ve gerçekleri hiçbir zaman göremediler. Oysa durumu fark etmeli ve bu kirli ve lanet çarkın yağı olmaktan vazgeçmeliydiler. Kendileri üzerinde hegomanya kurmuş ve çıkar çarkı oluşturmuş olan baronların manevi zincirlerini paramparça etmeliydiler. Hayata daha geniş perspektiften bakabilmeliydiler. Millete karışmalıydılar. Kendi dışlarında bir dünya olduğunu ve o dünyada da insanların yaşadığını fark etmeliydiler. Kendilerinin dışındaki kitlelerinde etten ve kandan insanlar olduklarını ve bir düşünce taşıdıklarını bilmeliydiler. Ama bunu yapmadılar. Konfor ve rahatlık hoşlarına gitti. Düşünenler düşünsündü; kendileri, üstteki din baronları ne söylerlerse onu yapmakla mükelleftiler.  Bizler bunu söylüyoruz ama ne yalan söylüyoruz ne de yanlış söylüyoruz. Olan ne ise onu söylüyoruz. Kendilerinden olan bazı yazar takımları da nihayet gerçekleri itiraf etmek zorunda kalıyorlar köşeye sıkışınca. Dahasını da söyleyecekler ama hem cesaretleri yok hem de çıkar çarkının bir yanından tutmuş durumdalar.

 

Hem cemaat müntesipleri, hem de bu millet; küresel şeytaniyet ağının, bu topraklarda ki Truva Atı olma özelliği taşıyan, kirli ve netameli bir mahiyete sahip olan bu yapıyı çökertmeli ve ebediyen yok etmelidir. Millet, bunların manevi cehennemiyle tanışmadığı için olaya bigâne kalabilir ama tanışmamalıdır da. Bunların yapısı, tamamen çıkara odaklı bir yapıdır. Kimlik dertleri yoktur. Din dertleri yoktur. Ahlak ve adalet diye bir dertleri kesinlikle yoktur. Ne bunlar uzayda yaşamaktadırlar ne de bizlerin gözleri kördür. Bilakis, kimliksizleştirme ve dinsizleştirme savaşımı vermektedirler ve bu yüzden de küresel destek görmektedirler. Hep söylediğimiz gibi, zevahir asla aldatmamalıdır bizi. Bizler öze bakmalıyız, söze bakmalıyız ve yüze bakmalıyız. Öz çürüktür. Söz boştur. Yüz bulanıktır. Öyleyse bu millet ve ümmet bunlardan zerre hayır göremez ve görmemiştir de zaten. Müntesiplerde bizlere kızmasınlar her zaman söylediğimiz gibi. Çünkü bizler müntesiplere yönelik değil, tepelerde ki baronlara yönelik konuşuyoruz, söylüyoruz. Söylediklerimiz de yalan değildir. Haddizatında bu durum, içeride de bilinmektedir ama ses edecek cesaret bulunamamaktadır. Zira çark, kürsel baronlar adına da dönmektedir. Artık zincirler kırılmalı, barikatlar yarılmalı ve gerçeklerin farkına varılmalıdır. Hesaplar görülmeli, defterler dürülmelidir. Hiçbir kurumumuz, bunların inhisarına devredilemez ve edilmemelidir de. Bu kirli ve netameli yapının, bu toplumun çocuklarının, zihinlerini ve kalplerini zincirlemesine asla müsaade edilmemelidir. Bu toplumun kaderine musallat olmalarının önüne geçilmelidir. Belki sözlerimiz garip gelebilir, ağırmış gibi algılanabilir ama gerçekleri söylemek ve yazmakta boynumuzun borcudur, insan olmaklığımızın yegâne koşuludur. Hakkı hak bilip ittiba etmeyi, batılı batıl bilip içtinap etmeyi biliriz elhamdülillah.

 

Bizler, parti bazında da, medya bazında da, spor olayında da aynı yörüngedeyiz. Mutlak bir bağımlılıkla hareket ediyoruz. Sendikal olarak ta aynıyız. İdeolojik yönden de farklı değiliz. Gerçekten de garibiz. Oysa herkes kendinden olana karşı gerektiği zaman isyan edebilmelidir. Hakkını aramakta cesur olmalıdır. Hakikat karşısında boyun eğmelidir. Dostunu ve düşmanını bilmelidir. Futbola mutlak bir bağnazlıkla yaklaşıyoruz. Futbolun mutlak bir sömürü aracı olduğunu ve futbola mafyalaşmış yapıların egemen olduğunu gördüğümüz halde hala onların peşinden gidiyoruz, onlara adeta tapıyoruz. Oysa onlar, bizler için bir adım bile atmıyorlar hatta bizlerin sömürülmemizin en önemli unsurlarından biriside onlardır. Aldıkları bellidir, yaşadıkları bellidir ama ne yaptıkları belli değildir. Bir Milli Takımı yöneten şahıs ayda yüz milyarlarca lira alabilmektedir. Bir futbolcu trilyonları götürmektedir. Kulüpler derseniz zaten adeta birer devlettirler. Nasıl bütün bunları fark edemiyoruz ya da fark ediyorsak ta normal görebiliyoruz? Çünkü zihinlerimiz felç olmuş, iğdiş edilmiş. Bataklıkta çırpınıyoruz. Sendikalarda aynıdır, partilerde aynıdır, her bütüncül yapı aynıdır. Alttakiler ezilmekte, sömürülmekte ama hala da aynı yolda gidebilmektedirler. Basın olayında da aynı. Gidiyoruz, kimliğimizin ve dinimizin düşmanlarını takdis ediyoruz. Onları yüceltircesine sözlerine kıymet veriyoruz. Paçavralarına alın terlerimizi akıtıyoruz. Bir yazı yazsak, onlardan iktibas yapmayı marifet sanıyoruz. Üstelik onları bir de övüyoruz. Tüsiad denilen meşum, kirli ve netameli organizasyonun söylediklerinin ardına düşüyoruz. Onları adam yerine koyuyoruz. Eğer düşman bellediklerimize düşmanlarsa, hemen onları dost hanesine yazıveriyoruz. Oysa onlar bu milletin kimliğine de, dinine de mutlak düşmandırlar. Türk Milletini asla sevmediler, İslam Dinine hep öcü gibi baktılar. Basınıyla, iş dünyasıyla bunlar hep böyledirler. Hiçbir Müslüman Türk evladı, bunlara sempatiyle bakamaz ve bakmamalıdır oysa. Ama ne hazin ki, zihinlerimiz körleşmiş, bulanıklaşmış ve iğdiş edilmiştir. Gerçekleri göremeyecek hale gelmişiz. Dostu, düşmanı bilemeyecek hale düşmüşüz.

 

Siyonizme ve Hıristiyanlığa çalışan ve çalışanlara uşaklık eden kim varsa yüceltme ve yükseltme derdindeyiz. Ama Türk-İslam Medeniyeti için çalışan, yorulan kim varsa küçültmek ve görmezlikten gelmek derdindeyiz. Yazıklar olsun. Kendi insanımıza hor bakıyoruz. Yabancılara ve yabancılara uşaklık yapanlara adeta tapıyoruz, ne söylerlerse hap gibi yutuyoruz. Ne milletimize karşı sevgimiz var, ne ülkemize karşı sadakatimiz var, ne devletimize karşı bağlılığımız var, ne de dinimize karşı saygımız var. Düşünme derdimiz yok. Okuma derdimiz yok. Çalışma azmimiz yok. Kardeşlik bağımız yok. Bir medeniyet düşümüz yok. Aynı ideal de buluşma diye bir gayretimiz yok. Laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten yok. Ama olmalı, mutlaka olmalı. Zihinlerimiz özgürleştiği zaman, gövdemizi kuşatan maddi ve manevi zincirlerden kurtulduğumuz zaman, hakikati net bir şekilde algıladığımız ve anladığımız zaman olmayan ne varsa olacaktır inşaallah.   

Tarih: 24.02.2012 Okunma: 712

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?