Bu vatanın adı Türkiye’dir. Bu isim ezelde verilmiştir, ebede kadar yaşayacaktır, yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Osmanlının bakiyesidir. Bu vatan, bu vatan dâhilinde ki, bütün unsurların tek can ve tek fikir olması sonucu var olmuştur. Ortak ruh, İslam’dır. Akıtılan kan ve ter ortaktır, gösterilen çaba, dökülen gözyaşı, toprağa düşen can ortaktır. Üzerinde yaşayan millette, dâhilinde farklı unsurlar bulunsa da genel olarak Türk olarak anılır, bilinir. Bundan da gocunmamalıdır, siyonizmin oyunlarına alet olunmamalıdır. Siyonizmin ayrılıkçı politikasına aldanmamalıdır. Zira bu tür politikalara kanıpta, tarihte yapılan bazı yanlışlıkların bedeli çok ağır olmuştur. Nice milletler, arkadan vurdukları Osmanlıyı arar olmuşlardır. Zira tarih süreci içerisinde baş olan, öncü olan daima Türk Milleti olmuştur. Bu gerçeği, nice milletlerin evlatları olan büyük fikir adamları da kabul etmişlerdir ve söz ederken bu minvalde etmişlerdir. Ve öncü gücün arkada kalması yok oluşu intaç edecektir. Bu yüzden böyle bir gayret içerisine girilmemeli, millet buna müsaade etmemelidir. Bu milletin çocukları da oyuna gelmemelidir, kendilerini yüce görüpte yanlışlıklara düşmemelidir, birlik bağlarının daha da kuvvetlenmesi için çalışmalıdırlar. Baş olmaya, öncü olmaya layık olmalıdırlar, layık olacak hareketler yapmalıdırlar. Her halükarda layık oldukları vehmine kapılmamalıdırlar. Böyle bir telakki ahmaklığa delalet olabilir ancak. Çünkü hiçbir kimse, adil olmayan, ahlakı temel almayan ve insani erdemlerle beslenmeyen kimseyi baş olarak, öncü olarak görmez ve bunda da haklı olur. Yücelik, güzellik, üstünlük ancak ve ancak takvadadır. Yani ahlaklı ve adil olmaktadır. İslam’ı, ortak ruh olarak görüp, bu topraklarda egemen kılmaktadır. Zaten bu dava, layık olmayandan alınacaktır ve bu, değişmez bir kadim yasadır.
Bu toprakların ve milletin ortak ruhu da İslam’dır. İslam’sız kalan bir milletin, hayat damarlarında ki kan çekilmiş demektir. Zihni felç olmuş, kalbi iptal olmuş demektir. Varlık âleminde payidar olması kabil değildir. Bu, ilahi bir yasadır. İslam dini de iyi anlaşılmalıdır. Dinimizin kaynağı bellidir, dinimizi bize ulaştıran Önderimiz (sav) bellidir. Ve dinimiz, asla anlaşılamayacak bir din değildir. Dinimiz, kesinlikle, küresel şeytaniyete ve küresel şeytaniyetin bütün hücrelerine (ideolojilere) karşı savaşım içindedir. Kula kulluğun son bulması içindir varlığı. Egemenliğin şeytaniyetin baronlarına değil, Allah’a devredilmesi içindir ama egemenliği millet kullanır. Egemenliğin Allah’a ait olması demek; Allah’ın kanunlarının temelinde milletin kendi kendini yönetmesi demektir. Allah’ın hükümlerinin egemen olmadığı yerde, kesinlikle şeytaniyetin hükümleri egemendir. Bu millet, tarihte, daima küresel şeytaniyete karşı savaşmıştır, İslam’ın egemenliği için at koşturmuştur, kılıç kuşanmıştır. Adeta Allah’ın kılıcı olmuştur. Mazluma gül ve umut, zalime silah ve son darbe olmuştur. Ne tarihimiz, ne de dinimiz küresel şeytaniyete boyun eğmeyi meşru görür. Ahlak ve adalet, varlığın temelleridir. Ahlaksız ve adaletsiz bir hayat, ülke ve dünya berbattır, kokmuştur, çürümüştür. Türk Milleti daima kâfire karşı meydanlara inmiştir. Zaferlerden zaferlere koşmuştur. Yüce davayı asla akamete uğratmamış ve yere düşürmemiştir. Temsilini layığı ile yapmıştır. Baş ve öncü olmasının hikmeti de buradadır.
Marşımız bellidir, bayrağımız bellidir. Bayrağımız ve marşımız, dini ve milli kimliğimizi temsil eder. Bir zümreye ait değildir, geneli kuşatır. Bu vatanı bölmeye, bu milletin dinini ref etmeye ve değerlerini pasifize etmeye yönelik her hamle, karşısında; tek vücut olmuş şekilde, bu milleti bulmalıdır. Bu milleti ayak yapmaya yönelik her hakarette, aynı şekilde, karşısında bu milleti bulmalıdır. Ay yıldızlı bayrağa ve bağımsızlık marşına yönelik her suikastta yine milletin yekpare gücüyle karşılaşmalıdır. Bu millet, kendisini ayakta tutan ve varlığını garanti eden hiçbir değeri çiğnememelidir, çiğnetmemelidir, çiğnemeye yeltenenleri ayakları altında çiğnemelidir. Kadim köklerine yaslanmalıdır. İlhamını İslam’dan ve tarihinden almalıdır. Evet, muayyen ve sabit değerlerimiz bellidir. Bu değerler üzerinde kalarak, bu vatan sathında, ahlak ve adalet kavgası vermek boynumuza borçtur. Bu milletin ve vatanın payidar kalması için bu şarttır. Şeytaniyetin, yerli maskeli, maddi ve manevi kılıflı baronlarına diz çöktürülmelidir. Yüce değerlerimizi çürütmeye çalışan her türlü hareket, olması gereken şekilde bastırılmalıdır, diskalifiye edilmelidir. Bu ülkede, şeytaniyetin sözcüsü olan lanet basın kesinlikle hizaya sokulmalıdır. Yine bu ülkede şeytaniyetin kasası olma görevi gören bütün dinsiz ve kimliksiz kodamanlar hizaya sokulmalı, bunlara diz çöktürülmelidir. Devletimizin gücünü heba eden, milletimizin enerjisini çalan ve kardeşliğini zehirleyen, ülkemizin kaynaklarının yağmalanmasına neden olan her türlü terör şebekesi acımadan ezilmelidir.
Devletimizin bütün kurumlarında, dinimize ve töremize uygun bir çalışma hayatı tanzim edilmelidir. Kışlalarımız, camilerimiz, mekteplerimiz, yargımız, üniversitelerimiz, basınımız vb. her şeyimiz kimliğimizin ve dinimizin damgasını taşımalıdır. Türk-İslam Medeniyetinin izlerini taşımalı ve yine aziz medeniyetimizin yeniden dirilişine yönelik hamleler içerisinde olmalıdır. Bilakis, bu kurumlarımız bize ait olmuş olamaz. Kimse bundan gocunmamalıdır. Bu bağımsızlığımızın da işareti olacaktır. Çünkü ancak esir milletler ve ülkeler, efendilerine göre yaşarlar, yollarını seçerler ve onların istedikleri şekilde idare olunurlar. Ama bizim efendimiz yoktur. Bizim efendimiz, İlahımızdır. Özellikle Türk Milletinin çocukları manipülasyonlara aldanmamalıdır. Başörtüsü istisnasız bütün kurumlarımızda serbest olmalıdır. Bütün yaşantısında İslam’ı temel almaktan asla gocunmamalıdır. Birilerinin şeriatçı ve faşist nitelemelerine kulak asmamalıdır. Laiklik denen ucubeye uymak zorunda değildir bu toprağın çocukları. Demokrasi perdesi ardındaki ihanetlere geçit verilmemelidir. Çağdaşlık adına değerlerimizden vazgeçilmemelidir. Batıcılık hamlesi sonlandırılmalıdır. Liberal pisliklerin ve şarlatanların hadsizliklerine dur denilmelidir. Sol İslam ve ılımlı İslam tuzağına düşülmemelidir. Bu milletin çocukları sol İslam’la adaleti sağlayacak ve adil olacak değildir; ılımlı İslam’la hoşgörülü olacak değildir. Bu millet zaten adalet için mücadele vermelidir ve bu yolda da ilhamını tarihinden ve dininden almalıdır. Aynı şekilde bu milletin tarihinde hoşgörüsüzlük yoktur ki, ılımlı İslam elbisesi giymiş olan şeytaniyetin kuklalarından hoşgörü öğrensin. Birileri, bizi, hoşgörülü bilsin diye, tarihi ve diniz vazifemizden vazgeçecek değiliz. Tarihimizi ve dinimizi inkâr edecek değiliz. Bu kadar alçalmadık daha. Birileri bu millete, Hıristiyanlık dayatmasında bulunabilir zımnen, ama bu millet, bu, kirli ve kokmuş yemi yiyecek değildir. Bu milletin kitabı, ne tahrif ve tahrip edilmiş ve kullarca yazılmış Tevrat’tır, ne de İncil’dir. Bu milletin kitabı, sonsuzluk güneşi misali olan yüce ve ekmel Kur’an-ı Kerim’dir.
Bu milletin çocukları artık kim olduklarını ve görevlerinin ne olduğunu idrak etmek zorundadırlar. Birileri kimlikten, birileri dinden ilham alıp, bir diğer tarafta kifayetsiz kalmamalıdırlar. Lüzumsuz ayrılığa düşmemelidirler. Ne kimliksiz olabiliriz, ne de dinsiz yapabiliriz. Bizim medeniyetimiz bellidir. Dayanakları da bellidir. Bir öncü vardır, bir de o öncünü ruhu vardır. Ruhsuz beden olmaz. Bedensiz de ruh olmaz. İkisi bir arada olursa anlamlı olur, var olduğu belli olur. Artık, kendi ülkemizde köle gibi yaşadığımız yeter ve yetsin. Ayağa kalkmanın ve kendini göstermenin zamanı gelmiştir. Türk-İslam Medeniyetinin diriliş hamleleri başlamalıdır. Öncü, öncülüğü yapmalıdır ve düşen medeniyeti kaldıracak eylemlere sevk olunmalıdır. Kendi ülkesinde, bütün mevcudiyetine düşman olan unsurlara boyun eğmemelidir. Dinini; hayatına, ülkesine, devletine egemen kılmak için eğilen başını kaldırmalıdır. Hem sözünü hem de silahını kuşanmalıdır. Ne kılıçsız olur, ne de sözsüz. Medeniyetimizin temelleri da bunlardır. Söz ve kılıç, bizim varlığımızın en önemli ve hayati iki ulvi unsurudur. Türk milleti dendiği zaman üç şey akla gelir; at, kılıç ve buyruk.
Bizler, kimlik ve din konusunda ki algılarımızı düzelttiğimiz zaman, bütün hayatımız düzelecektir inanalım. Türk, bir binadır. İslam ise, o binanın boyasıdır. O binayı, görkemli ve kudretli gösteren, o boyadır. İslam, Türk Milletini niteleyen şeydir. Bir bina, odaları ile anlamlıdır ve bir bütünlük içerisinde olur. Diğer unsurlarda, bu binanın odaları gibidir. Vazgeçilmezleridir. İslam, bu binanın harcıdır, çimentosudur. Odaları bir arada tutan ve bütün kılan şeydir. O harcı çekip aldığınız zaman, bina toz olur. İslam, Türk Milletinin, ateşi, suyu, havası ve toprağıdır. İslamsız Türk, tatsız, tuzsuz, kokusuz ve manasızdır. Türk milleti de, İslam’ı taşıyandır, yaşayandır, yayandır ve İslam için yanandır. İslam’ı görünür kılandır. İslamın yüceliğini ve yüksekliğini, somutlaştırandır. Bir şey, temsil edilmedikçe soyut olarak kalmaya mahkûmdur. Tıpkı bir eşyanın, kullanılmadıkça anlamsız olması gibi bir şeydir bu. Bir erdem, hayata aktarılmadıkça, soyut kalmaya mahkûmdur, bilinemezliğe mahkûmdur. İşte bu yüzden, Türk Milleti ile İslam Dini mezcolunmuştur. Ayırmak, kabil değildir. Bundan da gocunmamak icap eder. Bundan gocunanlar, bu binayı yıkmak isteyenlerdir ve yıkmak isteyenler adına iş yapanlardır. Bu bina yıkıldığı zaman, binanın boyası da dökülecektir ve belirsizleşecektir. Odalarda anlamsızlaşacak ve varlıklarını kaybedeceklerdir. Bu yüzden, bu binayı korumak ve bir bütün olarak ayakta tutmak; milletlin meselesidir, milli meseledir. Kadim sorumluluktur.
İslam diyoruz ama İslam’ın da yaşanması gereken ve yaşandığı zaman bir anlamı olan şeriat olduğunu unutuyoruz. O şeriatın, birilerince taşınması, yaşanması ve hayata egemen kılınması gerektiğini idrak edemiyoruz. İşte o şeriatı, bütün unsurlarıyla birlikte yaşayacak, taşıyacak ve varlığa egemen kılınması adına mücadele verecek olan Müslüman Türk Milletidir. Yani bütünlük içerisinde olan bir binadır. Türk Milleti, İslam’ı, hayatının, varlığının temeli yapmalıdır. İstikbalinin garantisi olarak görmelidir, algılamalıdır. Su çekildiği zaman toprak nasıl olursa, İslam da bu milletin gövdesinden çekildiği zaman bu millet aynen öyle olacaktır. Evet, kim olduğumuz ve nasıl olduğumuz ve dahi ne yapmamız gerektiği, kimin için yapmamız gerektiği mutlak olarak bellidir. Yol bellidir, hedef bellidir, araç bellidir, dava bellidir. Bir belirsizlik yoktur. Öyleyse çalışmalıyız, mütemadiyen çalışmalıyız. Her alanda en ileri de olmak için çalışmalıyız. Ne teknik olarak ne de ahlak olarak ve ne de adalet olarak geri de olamayız, olmamalıyız. Zihnimizi ve kalbimizi hakikate açmalıyız. Sevgimizi ve bilgimizi bütün âleme saçmalıyız. Nihayet, Türk-İslam Medeniyeti Güneşinin doğuşunu selamlamalıyız!