Mütemadiyen, mutlak samimiyetle ve safi niyetle, yazmaya, konuşmaya ve söylemeye çalışıyoruz aklımızın erdiğince. İnsanız ve insanca yaşamak istiyoruz. Fani bir âlemdeyiz ve var olduğumuz müddetçe, var olanlardan meşru şekilde istifade etmek istiyoruz. Hakkımızın gasp edilmesine karşıyız. Mümkün mertebe düşünmeye çalışıyoruz. Güzel olan ne ise, bulma gayreti içerisindeyiz. Okuyoruz, araştırıyoruz, karşılaştırma yapıyoruz, bir sonuca ulaşmaya çalışıyoruz ve en güzelini seçme çabası gösteriyoruz. Güzele, doğruya ulaşmalıyız ama onu da paylaşmalıyız. Çünkü paylaşmak, çoğalmaktır. Bir iş, bir kişi tarafından başarılamaz; illaki, karşıda da birileri olacaktır. Zira zaferler, birliğin eseridirler. Bazı şeyleri kavramak zor oluyor. Ama yan gelip yatmakla da bir şey olmuyor. Doğanın içindeyiz, gök altında ve yer üstündeyiz, olgularla bir aradayız, kadim bir milletin bağrında yaşıyoruz, bir hayat mücadelesiyle baş başayız. İllaki, düşünmek, bilmek ve kavramak zorundayız. Sonra da uygulamak gerekir tabi. Eğer gerçekten kurtulmak, güzel günler görmek ve her daim umut denizinde yüzmek istiyorsak dürüst olmak ve gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Bir şeyi çok iyi tahlil etmek, gerçeğe ulaşma cehdi içinde olmak ve gerçeği bulunca da sindirebilmek gerekiyor. Yalanlarla yaşamak, bizleri bir yere götürmez. Ki, hep yalanlarla yaşadık, şimdi neredeyiz?
İllaki, benim dediğim olacakla olmuyor. Benden başka doğru yokla, güzel yol bulunmuyor. Gerçeğe göz kapamakla, bir sonuca ulaşılmıyor. Karşımızda ki insanları da dinlemeliyiz, onların düşüncelerine de önem vermeliyiz, gerçeği çıplak gözle görmeliyiz ve sindirebilmeliyiz. Bu dünya da yalnızca biz yaşamıyoruz ve kendi düşüncemizi de metazori olarak herkese kabullendiremeyiz. Kendimizi merkeze koyarda, dışımızdakileri ötelersek; buradan bize ekmek çıkmaz, çıksa çıksa düşmana ekmek çıkar ki, aynen de öyle oluyor. Eğer kör değilsek ve ahmak değilsek, bu saf gerçektir. Bir defa herkesi ilgilendiren ortak noktalarda buluşmak gerekiyor. İnsanlığın ve doğanın hakikatleri temelinde hareket etmek gerekiyor. Ve kavgayı da burada yoğunlaştırmak gerekiyor. Yoksa herkes kendi sevdasında olduğu zaman, kazanan kimse olmuyor. Herkes birbirini yemekle ömrünü çürütüyor. Sen bir yanda, ben bir yanda, başkası bir yanda kısır bir kavganın ortasında boğuşup duruyoruz. Pek kim kazanıyor? Bizi ayrılıklara mahkûm eden, sonra bizi birbirimizle vuruşturan ve kenarda oturup kahkahayla izleyen düşman kazanıyor.
Mesela; herkes bir kavga veriyor. Kendine bir yol çizmiş, bir hedef belirlemiş, araçlarını da tespit etmiş. Ama hep aynı yerde sayıyor. Peki, bu kişi düşünmez mi hiç, ben niçin aynı yerdeyim diye? Ya da ne yapmam gerekir ki, yolumda bir adım da olsa ilerleme kaydetmiş olayım diye kendini hiç sorgulamaz mı? Maalesef karşımızda ki resimde, böyle bir incelik gözükmüyor. Aynı tas, aynı hamam, aynı şekilde yola devam. Kazanan yok, kaybeden herkes. Tabi, arkadaki efendiler hariç. Oysa hepimiz, mutlak ortak dava olan adalet davasında birlik sağlayabiliriz. Ahlak davasında birlik sağlayabiliriz. Vatan davasında birlik sağlayabiliriz. Ama düşman bu birliğimizi engelliyor. İçimizde ki hainler buna engel oluyorlar. Niçin bu noktalarda birlik olmak gerekiyor? Çünkü kimse vatanından yana taviz vermez. Adaletten taviz vermez. Ahlaktan taviz vermez. Bu söylediklerim, birilerinin anlayışına göre değil, genel anlayışa göredir. Çünkü bir kişinin adaleti, ahlakı, vatanı diye bir şey olmaz. Mutlak hakikat temelinde bu anlayışlara sahip çıkmak lazımdır. Çünkü ancak o zaman genel tarafından kabul görebilir.
Yani, bugün herkes bir ideoloji peşinde koşmakla ne elde ediyor Allah ve insanlık aşkına? Senin ideolojin hâkim olduğu zaman, adaletin olacağından yana mutlak bir güven içinde misin? Olamazsın kardeşim. Ki bu tecrübeleri de yaşamadık değil. Yani kısır ideolojik kavga vermekle eline hiçbir şey geçmez, bilakis her şeyini zamanla kaybedersin ki, kaybediyorsun da ama farkında değilsin, çünkü gözlerini örtmüşler, zihnini çürütmüşler senin ve ağzına iki slogan sokuşturmuşlar, mütemadiyen tekrar edip duruyorsun papağan gibi ve kendini avutuyorsun. Seni aldatıyorlar, görevlendirilmiş tipler. Çünkü hem kendileri hem de arkalarında duran efendileri kazanıyor bu işten. Sen sadece bir piyonsundur. Bunu, sen bilsen de, bilmesen de bu böyledir. Ortak değerlere düşman olarak ta, adalet davası yürütülemez. Çünkü inandırıcılığı olmaz. Vatana düşman olursan, millete düşman olursan, dine düşman olursan; ne kadar da çırpınırsan çırpın kimseyi inandırmazsın ve bir avuçla, güya adalet, emek, özgürlük davası verdiğini sanırsın. Sen böyle kendi kendini kandırmakla meşgulken; biri gelir, biri gider ve sen de döner durursun ara yerde. Hem sen ezilirsin, hem karşındakiler. Hem seni yönlendiren efendiler kazanır, hem karşındakileri yönlendiren efendiler.
Şöyle düşünelim; birileri emek ve adalet mücadelesi verdiğini sanıyor ama vatan, millet ve ahlak konusunda genele aykırı bir yol izliyor. Ama çok ciddi bir kitle, bu temel değerlerden vazgeçemez ki, bu da biliniyor. Zaten kimse de vazgeçsin diyemez. Çünkü bunlardan vazgeçen insanlığından da vazgeçmesi gerekir. Böylece ne oluyor? O kitle bir avuç haliyle yapayalnız kalıyor. Kimseyi de yanına çekemiyor. Yine ne oluyor? Bu tarafta ki sömürücüler prim yapıyor. Toplumun kanına giriyor ve toplum üzerinde egemenlik kuruyor. Toplumun lehine bir şeyde yapmıyorlar. Çünkü kendi egemenliklerini garanti görüyorlar. Sırf adalet diye bağırıpta, kadim değerlere muhalefet edenler yüzünden. Toplumda bu iki taraf arasında ezilip gidiyor. Birileri çıkıpta, bütün bu olanlara inat; hem vatan, hem ahlak, hem de adalet kavgasını haysiyetlice veremiyor. Oysa kadim değerlere muhalefet etmeden, ahlak ve adalet davasında tek fikir ve tek vücut olarak sımsıkı sarılsak, güç birliği etsek, bizleri sömüren bütün kan emicilere kaşı ne görkemli zaferler elde ederiz. Ama fikir gerek, vicdan gerek, idrak gerek!
Hayır yani, kazandığın ne var ki, aynı yolda yürümeye çalışıyorsun. Sana lazım olan, seni mutlu ve huzurlu edecek olan adalet midir yoksa ideolojik hâkimiyetin mi? Ki, kendi ideolojin hâkim olduğu zaman, adaletin olacağını mı düşünüyorsun? Kesinlikle yanılıyorsun. İdeolojinin hâkim olduğu durumda, ancak ideolojinin baronları yaşarlar, sen ise yine ezilmeye devam edersin. Ama ortak bir adalet davasında bileşilirse, kazanan sen olursun, herkes olur. Olaya 28 Şubat denilen lanet dönem temelinden bakalım. Ne oldu? Çıktılar, iki üç beyinsiz, siyonist köpeği olan medya ve birkaç alçak kodaman kışkırtmasıyla bir halt işlediler, güya kudretli olduklarını ispat ettiler, millete kan ağlattılar, kaynakları yağmalattılar, her şeyi berbat ettiler, sözde İrticayı bitirdiler. Peki, iyi mi ettiler? Böyle düşünen varsa, acilen bir doktora gitsin ve beyin kontrolünden geçsin. Hayır, haysiyetlice hareket edemezler miydi? Millete zulmetmeden duramazlar mıydı? Orduyu yıpratmasalar olmaz mıydı? Milletin değerleriyle oynamasalar olmaz mıydı? Milletin emeğini yağmalatmasalar yapamazlar mıydı? Siyasetle iştigal edeceklerine, terörle namusluca mücadele etseler ve asıl işlerini yapsalar çok mu kötü olurdu?
Peki, şimdi kalkıpta mevcut dönemden şikâyet etmekte ne kadar samimidirler bunlar ve bunlara zımnen yol açan soysuzlar ve köpekler? Bunları bir yerde doğuran sizsiniz. Siz adam olaydınız, millet bir adam peşine düşmezdi. Diyojen gibi, sokakta millete adam aratır oldunuz. Hayır yani, kudretliydiniz, astığınız astık, kestiğiniz kestikti. İstediğinizi yapabilirdiniz. İsteseniz, bütün milleti peşinize takabilirdiniz. Bu ülkede adalet kılıcını kuşanıp, zalimleri hizaya getirebilirdiniz. Ama yapmadınız. Niye? Şimdi de çıkıp höykürürsünüz. Bu adaletsiz, bu ahlaksız diye yırtınırsınız. Adam bir defa eline geçirmiş, sizi adam yerine koyan bir millette yok. İstediğiniz kadar yırtının. Üstelik bunlar, kendilerini adaletli ve ahlaklı olmak zorunda da görmez. Niye? Çünkü bunlar olmadığında, millet indinde bir yılan gibi görülen sizler olacaksınız ama sizlerin olduğunuz zamanı da bu millet biliyor. Öyleyse, bu millet bunlardan vazgeçmez, bunlar da bunu bilir ve kendilerini adaletli olmak zorundaymış gibi hissetmezler. Ordu üzerinde istedikleri gibi operasyon yapabilirler. Çünkü toplum avuçlarındadır. İşte biz, hep böyle kaybediyoruz. Ve bu kaybedişleri, arka perdede bize yaşatan, görünmeyen düşmanlardır. Her iki egemenlik döneminde de kazanan düşmanlardır. Dün birileri kazandırıyordu düşmanlara ve artık kazandırmaz oldular, şimdi de kazandıracak yeni elemanlar buldular. Gün gelecek, başkalarını bulacaklar ama bizler hep kaybedeceğiz. Egemenler yine, sömürdükleriyle kalıyorlar, bizler ise süründüğümüzle.