ZİHNİYET DEVRİMİ...13...

Özgür DENİZ - 29.02.2012

Artık akıllanmamız gerekir. Gerçekleri görmemiz gerekir ve kabullenmemiz gerekir. Gerçekleri dile getirenlere kızmamak gerekir. Eğer yapılabilirse, fikir ortaya koymak gerekir. Hayır yani, bugüne kadar inandığımız yalanlara aslında inanmayabilirdik ve kaybetmez, kazanırdık. Ama ne oldu, hep tepemizdeki sırıkların dedikleriyle hareket ettik, hiç kendi kafamızı kullanmadık. En basit misal; Sabahattin Ali isimli bir yazarımız vardı bir zamanlar ve öldürüldü. Ama bu ölümü kimin üzerine yıktılar, her ölümde ki gibi, sağ kesimin üzerine. Ve solun ağabeyi konumunda olanlar, solcu gençleri hep aldattılar böylece. Ama gün geldi ne oldu? Bir parti lideri, üstelik sosyal demokrat diye kendini tanımlayan bir partinin lideri, bu yazarımızı, partisinin öldürdüğünü açıkladı. Oysa bunu çoktan bilebilirdi sol gençlik. Ama kendi kafalarını kullanmak yasaklanmıştı bu kesime. Kendi özgür iradesi ile hareket etmek yasaklanmıştı. Böyle olunca da, her şey tepedekilerin istedikleri gibi öğrenilir ve yapılır olmuştu. Ama ele geçen ne vardı? Hiçbir şey yoktu ama olsundu. Yeter ki ideolojimiz kazansındı ve sağlam dursundu. Bizler sürünsekte olurdu! İşte bir zihnin felç ve iğdiş oluşuna en güzel örnek budur ve bizim içinde bulunduğumuz acınası halin en gerçek sebebi de budur.

 

Bugüne kadar hangi iktidar döneminde halk ne kazandı? Ya da hangi iktidar döneminde, kendi tabanı bir şey kazandı? Bir iki tane büyük kuyrukçunun, büyük makam elde etmesinden başka. Ya partinin tepeleri sömürürler ya da onların bir altında ki yağcılık yapan haysiyetsiz ve şerefsiz kuyrukçular semirirler. Ama milletin gariban evlatları, alın teri akıtanlar her daim ezilirler. Sonra da çıkıp, birbirlerinden şikâyetçi olurlar bunlar utanmazca. Çünkü milleti aldatabileceklerini çok iyi bilmektedirler. Zira milletin evlatları, adalet, ahlak ve vatan için değil; bu soyguncuların ballı yaşamları için kavga vermekte ve birbirlerini yemektedirler. Yazık, gerçekten çok yazık ve acınası bir haldir bu manzara. Hepsi de bunu bildikleri için, asla, çıkıpta erkekçe kavga vermezler. Sadece milletin sırtından kasalarsını nasıl doldururlar, masaları nasıl işgal ederler onu düşünürler. Zira millet bellidir ve belli argümanlarla hareket eder. O argümanlar, meydanlarda bir defa kullanıldı mı kâfidir. Artık oylar garantidir. Nasıl olsa, bu gelmezse, o gelecektir. Öyleyse bu gelsin diye, onun gelmesi engellenmelidir. Onun ne yaptığı hiç önemli değildir. Sadece o gelmezse, bu gelecektir ya, bu gelmemelidir gerisi önemsizdir. Adil ve ahlaklı olup olmaması, vatan hassasiyeti taşıyıp taşımaması tali meseledir.

 

Her şeye kızıyoruz ama hiç düşünmüyoruz. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi laiklik olayında da durum aynıdır. Birileri laiklik hakkında söz edince hemen yanıp tutuşuyoruz. Oysa bir düşünsek, laiklik bize ne verdi ve ne veriyor diye, ya da bu kavgadan kimler ne kazanıyor diye, ne büyük yol kat etmiş oluruz. Ama yapmıyoruz. Sanki laiklik bize aş, iş, eş veriyor. Sanki laikiz dediğimiz anda uzaya çıkıveriyoruz. Çocuklarımız süper beyin oluveriyor. Oysa bu laiklik kavgası falan, düşman oyunudur, hiç fark etmiyoruz. Birileri laiklikten ekmeğini çıkarıyor. Birileri de bunun karşısında dinden ekmeğini çıkarıyor. Bizlerde ara yerde öylece bakınıp duruyoruz. Gerçekten kafamızı hiç mi hiç çalıştırmıyoruz. Olan, ülkemize, milletimize, kaynaklarımıza oluyor. Düşman, üzerimizde ki görünmeyen egemenliğini perçinliyor bu yolla. Biri irtica diyor, biri laik diyor. Düşman da, bunu fırsat biliyor, bir laiklerin yanında bir de karşı tarafın yanında duruyor ve böylece de voleyi vuruyor, bizde uyuyoruz. Toplum hani adalet, ahlak diyemiyor. Yazık. Herkes, öylece bakınıyor; kimin adamı kazanacak, daha okkalı laf edecek diye. Hakikaten içler acısı bir haldeyiz. Hayır, samimiyet olsa, dürüstlük olsa eyvallah ama yok. Sadece laf var, nutuk var, icraat ise Kaf Dağı’nda kalmış.

 

Terör konusunda da aynıyız. Bir terör çıkardılar başımıza, milyarlarca dolarlık kaynağımız boşuna akıtıldı. Dağ taş bombayla doldu ama terör denilen lanet bitmedi. Ve bizler dağ taş bombalamayı marifet sandık, bombalayanları harbiden terörü yok etmeye çalışıyorlar diye düşündük. Buna haysiyetlice karşı çıkan olmuşsa da, onu vatan haini yaptık, ordu düşmanı yaptık. Peki, ne kazandık? Şimdi o sahiplendiklerimiz değil midir, ordumuzu mahv endeler ve ordumuz üzerinde operasyon yapılmasına yol açanlar? Yazık değimliydi onca kaynağa, o kaynağı eğitime aktarsak olmaz mıydı? Yanlış yapan kansız varsa, tam olarak tespit etsek ve aziz kurumlarımızın bünyesinden o kansızları def etsek olmaz mıydı? Hem kurumumuz temiz kalırdı, hem de daha güçlü olurdu. Yapılamaz mıydı bu? Üstelik, canlarımız da, boşuna toprağa düşmüş olmazlardı. Önüne gelen soysuz ordumuza karşı meydan okuyamazdı, düşmandan destek alarak. Ama her şey bir plan dâhilindeydi. Ordunun zayıflatılması ve toplum indinde itibarının sarsılması gerekiyordu

 

Bir kurum üzerinde ki operasyonlar şöyle tezgâhlanır. O kurumun bünyesine zamanında mutemet elemanlar yerleştirilir. Onlar, zamanla, kuruma tam olarak egemen olurlar. Kendilerine, toplumu da inandırırlar. Çünkü toplumun kabul göreceği argümanlarla hareket ederler. Sonra da zaman geçtikçe ve egemenlikleri perçinlendikçe, her türlü pisliği yapmaya başlarlar. Bir tarafı arkalarına alırlar, diğer tarafa karşı zulmetmeye başlarlar. Zulmetmeye başladıkları taraf ise, bu toprağın gerçek sahipleridir. Düşman olarak seçilen tarafın, kimliklerine ve dinlerine yönelik olumsuz tavırlar gösterilmeye başlanır. Böylece orduya sahip çıkacak olan asıl unsurun, kurumdan nefret etmesi sağlanır. Düşman bir taraftan, bu tarafa da sızar ve bu tarafı tahrik etmeye başlar. Milletin çocuklarının nefretini, yanlışları yapanlara değil de, direkt olarak kurumlara yönlendirmeye çalışır. Böylece kurumların kaderi çizilmiş olur. Düşüş başlamıştır. Kurumlardaki işbirlikçilerin egemenliği kırılmaya başlanınca, kurumlar üzerinde istenmedik operasyonlara da start verilir. Nihayet kurumların gücü kırılmış, toplum üzerinde ki itibarı sarsılmış ve kurumlara karşı her önüne gelen dikleşir olmuştur. İşte bizim ülkemiz üzerinde ve özellikle ordumuz üzerinde oynanan en büyük oyun budur. Bu taraftakiler de ahmaklık yapmaktadırlar. Bu oyuna gelip, orduya kızıp, ordunun gücünü kırmaya çalışmaktadırlar ki, bu vahim bir harekettir. Oysa ordu yeniden yapılandırılmalıdır belki ama gücü asla kırılmamalıdır ve ordunun bünyesinde, bu vatan uğruna, bin canı olsa adamaya hazır vatan çocukları egemen olmalıdır. Ordunun, gizli olarak, düşman işgaline uğraması demek, bu ülkenin ve milletin yarınlarının tehlikede olması demektir. Herkes uyanık olmak zorundadır. Kurumlarınızı, yarın olumsuz bir durumla karşılaşıldığı zaman, düşmanla bir olup sizin karşınıza geçecek karanlık elemanlardan koruyunuz. Sizin saflarınızda yer alacak ve düşmana karşı siper olacak vatan çocuklarıyla donatınız.

 

Ülkemiz sezdirilmeden işgal edilmeye çalışılıyor. Gözlerimiz hep açık olmalıdır. Bir tezgâh önce deneniyor, sonra da işlevsel hale getiriliyor. Birlik ve beraberlik bağımız tamamen çözülmeye çalışılıyor. Bazı şeyler yumuşaklıkla olmaz. Sertlik, devletin tabiatında olan bir şeydir. Sertlik, olması gereken düzeyde olduktan sonra sorun yoktur. Görüyoruz ki, Karadeniz Bölgemize de el atmış durumdalar. Tabi bu kıpırdanmaların sebebi, yanlış ayrıştırma politikalarının neticesidir. Siz toplumu kadim değerlerine karşı soğutursanız, kimliğine ve dinine karşı duyarsızlaştırırsanız toplum da düşmanların oyunlarına alet olur. Şerefli Laz kardeşlerimizin bu oyuna geleceklerine asla ihtimal vermiyorum ama içlerinden de bir Apo çıkarabilirler. Bu düşman için hiçte zor değildir. Basar parayı, bulur bir tane kimliksiz ve kişiliksiz Rum kökenli tip, sürer meydana. Tıpkı Ermeni kökenlilere PKK’yı icat ettirip, yönettirip, kadim kardeşlerin arasını açtığı gibi yapabilir. Önce, alttan alta taraftar bulması için destek verir. Belli bir duruma ulaşınca da yavaştan toplum yoklaması yaptırır. Sonra da güçlü kodamanlar bulur destek için. Bir iki tane de medya köpeği bulur, yeri geldiğinde havlatmak için. Böylece iş pişirilmiştir. Bir iki tane Laz öldürülür, devletin üzerine atılır ve kardeşlerimiz devlete düşman edilir. Sonra da yoğun propagandalarla, bu işin Türklerin işi olduğu söylenir. İşte size, Lazların, devlet ve Türk düşmanlığı. İşte ülkemiz dört bir yandan böyle kuşatılacak ve son darbeyle zincirlenecek. Bir kısmı Kürtlerin kandırılmasıyla ve öldürülmesiyle Ermenilere, bir kısmı Lazların kandırılmasıyla ve öldürülmesiyle Rumlara, diğer kısımları da yine kendi kardeşlerimizin kandırılmasıyla ve öldürülmesiyle düşmanlara teslim dilecek. Düşman, tek kurşun sıkmadan, meydanda görünmeden ve tek can vermeden ülkemizi işgal edecek, büyük plan bu. Tabi bu vatanın ölümsüz bekçileri müsaade ederlerse, yol verirlerse soysuz düşmana ve uşaklarına.  

 

 

Tarih: 29.02.2012 Okunma: 702

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?