Haddizatında, insanın verdiği en büyük ve zorlu mücadele; insan kalma ve insan olarak var olma mücadelesidir. Kendi topraklarında, kendi kaynaklarını, kendi için kullanma mücadelesidir. Kendi neslini, kendi köklerine uygun ve kendi ideallerine göre yetiştirme mücadelesidir. Ve bunların hepsi birbiriyle ilintilidir. Neslini kendi köklerine uygun ve kendi idealin yönünde yetiştirirsen, kendi kaynaklarını kendin için kullanırsan, insan olarak kalmayı ve var olmayı da hak edersin. Bilakis, hayvan gibi yaşamaya mahkûm ederler, kimliği-kişiliği olmayan ve sürekli sömürülen bir nesne olursun. İnsan olmak ve kalmakta durduk yere olmaz. Nutuk atmakla, beylik laflar etmekle hiç olmaz. Bir taraftan efelik yapmakla, diğer taraftan ise efeliği sıfırlamakla olmaz. Fasılasız bir mücadele gereklidir. Her an uyanık olmak, dik durmak gereklidir. Ölümle aynı yatakta olmak gereklidir. Milli sezginin, bilincin ve şuurun uyandırılması gereklidir. Buradan da milli dirilişin ve direnişin sadır olması icap eder. Çünkü haricimizde ki, nice şeyler, bizlerin insan olarak var olmamızı ve var kalmamızı engelleyen handikaplardır. İnsan, doğada var olan olguların ya da insan ürünü şeylerin kulu yapılmak istenmektedir. İnsanın fıtratında var olan sınırlar kaldırılmak ve hesapsızca dünyasına dalınmak istenmektedir. Aynı şey milletlere de, kürselcilik adı altında yapılmaktadır. Kimlikler, dinler iptal edilmek istenmekte, sınırlar kaldırılmak ve kaynaklar yağmaya açılmak istenmektedir. Ama insan, bu şekilde, asla insan olarak kalamaz ve var olamaz. Ancak kendi biricikliğini koruduğu, kadim köklerine bağlı kaldığı, Allah’a kul olduğu ve kulluk bilincine erdiği zaman, insan olarak kalabilir ve var olabilir. Bilgi kaynağı vahiy olmayan, kimliğini, dinini ve geleneklerini unutan, sınırlarını koruyamayan, topraklarına ve kaynaklarına sahip olmayan insan ve millet eninde sonunda köleleşecektir. Bizlere, kim ve nasıl olduğumuz, unutturulmaya çalışılmaktadır. Kim ve nasıl olduğunu unutan bir kişi de, kökünden kopmuş ağaca, dalından ayrılan yaprağa ve anasını kaybeden yavruya benzer.
İnsanlar; teknolojinin, paranın, benzerlerinin, ideolojilerin kulu kılınmak istenmektedir. İnsan, doğanın nimetlerine erişmedeki en büyük aracıdır. Bu yüzdende özünden koparılmak istenmektedir. Kimliksizleştirilmek ve dinsizleştirilmek istenmektedir. Kimliksizleşen ve dinsizleşen insan, hareket istikametini belirleyecek temellerden mahrum kalacak ve kendi dışındaki olguların kuklası olacaktır. Küreselliğin, sezilmeyen karanlığında kaybolacaktır. Kendini şekillendiremeyecek, başkalarınca şekillendirilecektir. Özüne yabancılaşmayan ve insan olduğunun bilincinde olan hiçbir kimse, başkalarının kötü niyetlerinin aracı olmaz, olamaz ve hariçteki şeylerin kulu-kölesi olmaz, olamaz. Haricimizde ki şeyler yüceltilerek, imanın ve değerlerin önemi sıfırlanmak istenmektedir. Kendin olarak var olma mücadelesi anlamsızlaştırılmak istenmektedir. Böylece insanlar, insan olmanın temellerini kaybetmektedirler. Dünya ve insanlık, zaten, imansızlıktan ve değersizlikten dolayı hastalanmış, kokmuş ve çürümüş değil midir? Öyleyse, bu sonuç, sanki imandan ve değerlerden sadır olmuş gibi, imanın ve değerlerin varlık evimizden el çektirilmek istenmesinin anlamı nedir ve insanların böyle bir tuzağa düşmelerinin mantığı nedir? İnsanlar, dehşetli bir bilinç krizindedirler. Ruhları ve zihinleri harap olmuş durumdadırlar.
Yaşadığımız çağda, para, insan ilişkilerinin hatta toplum düzenlerinin temelini teşkil etmektedir. Bu yüzden milli servetler yağmalanmakta, topraklar işgal edilmekte ve ülkeler borç bataklığına gömülmektedir. İnsanlar, sürekli, para peşinde koşmakta ve çıkarını gözetmektedir. Çıkar, gerçeklere ve insan kalmak mücadelesine tercih edilmektedir. Tek derdi para olan insanda bu süreç içerisinde sürekli yalnızlaşmaktadır ve yozlaşmaktadır. Küreselleşmekle zengin olacağını düşünmektedir. Kimliksizleştirilmenin ve dinsizleştirilmenin tuzağına düşmektedir. Paraya tapmak, bencileşmeye neden olmaktadır, bu durumda yalnızlaşmayı intaç etmektedir. Bencilleşen ve yalnızlaşan insan da, kolayca oltaya takılmaktadır. Bilinçler, adeta esir alınmıştır. Böylece, kitlelerin şekillendirilmesi kolaylaşmaktadır. İnsanlar, politikacıların, şirketlerin ve bankaların kıskacı altındadır. Sürekli bir borçlandırmayla, köle gibi çalışmaya ve para kazanmaya yönlendirilmektedirler. Zihinler, her yönden gelen yoğun bilgi bombardımanı altındadır. İdeolojik tazyikatların derecesi ölçülemeyecek durumdadır. İdeolojilerle; zihinlerimiz esir alınmıştır, bizlere kendi irademiz ve tercihimiz dışında ideal dayatılmıştır ve bu minvalde kimliklerimiz biçimlendirilmiştir. Bankalarla cebimiz, ideolojilerle zihnimiz, sahte dinlerle de kalbimiz işgal edilmiş durumdadır. Bizim, kendi kendimize kalmamızı engellemeye çalışıyorlar. Çünkü kendi kendine kalmak, kendi içinde ki sesi işitmeyi intaç edecektir. Kendi içinde ki sesi işiten de hariçten gelen seslere yabancı kalacaktır. Böylece bilinç uyanacaktır. İnsan, tehlikenin farkına varacaktır. Tehlikenin farkına varan insan, tehlikeyi ve tehlikenin nereden geldiğini, varacağı yeri sorgulamaya başlayacaktır. Nihayet, ayağa kalkacak, kendi özünü arayacak ve dirilecektir. Dirilişte, direnişe yol verecektir. Böylece küresel şeytaniyet ağları paramparça edilecektir. İnsan üzerindeki kurgulanan oyunlar da, başarısızlıkla intaç olunacaktır.
Uyandığımız, özümüze döndüğümüz ve kendimizin farkına vardığımız zaman; her şey olması gerektiği gibi değişecektir, dönüşecektir. Değişimin ve dönüşümün öznesi biz olacağızdır ve buradaki irade bizim irademiz olacaktır. Değişime temel olan olgular; kendi köklerimiz olacaktır, küresel şeytanların dayattığı hastalıklı fikirler değil. Ama önce hariçteki tazyikleri bir def etmemiz icap etmektedir. Kendi kendimize kalmayı başarmamız şarttır. Varlık evimizi inşa eden ve mutlak olarak koruyacak tek güç olan vahiy bilgisiyle aydınlanmamız gerekir. Kendimiz için yaşama bilincine eriştiğimiz zaman, kendi kafamızla düşünmeye başlayacağız. Ama başkaları için yaşamaya odaklı olduğumuz müddetçe hep başkalarının kafası ile düşüneceğiz ve asla bize ait olan hayatı yaşayamayacağız. Böylece bize ait olmayan sularda çırpınıp duracağız ve nihayet boğulacağız. Bizi, bu sulara çekmeye çalışanları bile bulamayacağız yanımızda, o zaman. Ki, onların da niyeti, bizleri bu kirli sulara sokmak ve bırakıp gitmektir. İnsanlar, her şeye, benim çıkarım ne diyerek bakıyorlar. İlişkilerin temeli para olduğu için bu anlayış zihinlere egemen olmuş. Bu yüzden de yaptıklarının neye mal olacağını değil, kendilerine getirisinin ne olacağına bakıyorlar. Çıkar için, gerçekler gizleniyor, değerler öteleniyor, var olma mücadeleleri engelleniyor. Oysa gerçeklerin önüne kimsenin özel çıkarlarının geçmesine izin vermemeliyiz. Unutmayalım ki; zihinlerin doğru yönde değişmesini ve kimliklerin doğru yönde biçimlendirilmesini, nihayet var olma mücadelesinin kemale ermesini, mutlak gerçekler sağlayacaktır. Öyleyse, gerçeklere kıymayalım efendiler! Tek bir zihnin değişmesi, bütün zihinlerin değişmesini tetikleyecektir, asla unutmayalım!