Müslüman Türk Milleti, tıpkı İslam dininde olduğu gibi, tarih boyunca en çok uğraşılan bir millet olmuştur. Savaşçı kabiliyeti ve yüksek cesareti nedeniyle kendisinden daima çekinilmiştir. Ve sürekli, hem içeriden hem de dışarıdan çökertilmek istenmiştir. Müslüman Türk milletine yönelik oyunlar hiçbir zaman son bulmamıştır ve badema da bulmayacaktır. Çünkü Müslüman Türk milleti, kâfirlerin karşısında ki en büyük, yenilmez ve en amansız güçtür. Tarihi tecrübesi ve varlığıyla, engin kültürüyle ve sağlam değerleriyle, savaşçı yönüyle, müntesibi olduğu aziz İslam diniyle, düşmanın karşısında çelikten bir kale, keskin bir kılıç, bükülmez ve şaşmaz bir oktur. Kâfirlerin dünyalık arzularını kursaklarında bırakan ve bütün planlarını alt üst eden bir millet olmuştur her zaman. Zamanımızda da, karşısında, handiyse bütün kâfirlerin gizli ittifak içinde olduğu bir millettir. Asırlardır, bu milletin boynuna ebedi kölelik tasmasını bir türlü geçirememişler ve mutlak köle yapamamışlardır. İçimizde ki mutemet elemanlarını, ne kadar da, kullanmış ve kullanmakta olsalar bile bunu başaramamışlardır. Bu mücadele hala da sürmektedir. Zamanımızda, bizi uğraştıran nice meselenin nihai noktası bu hedefe yöneliktir. İçimizde ki, vahiy ve milli varlık düşmanlarının desteklenmesi ve bunlar eliyle ilerlememizin engellenmesi yine bu hedefe yöneliktir. Müslüman Türk milletinin evlatları her an tetikte olmalıdır, uyanık olmalıdır ve muhtemel savaşa hazırlıklı olmalıdır. En kötü sonucu düşünerek hazırlık yapmalıdır. En iyiyi umsa bile, en kötüyü de düşünmelidir. Kâfir orduları, Boşnak kardeşlerimize topyekûn saldırdıklarında, kardeşlerimizin silahsız oldukları söylenmektedir. İşte tahribatın ağır olmasında, hazırlıksız bulunma hali ciddi bir nedendir. Bakınız Allah’ımız ne diyor; Ey o bütün iman edenler! Sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin ve cihad için hazır ve rabıtalı bulunun, uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup, zafere eresiniz.’’ Ali İmran-200. Müminler, kâfir ordularına karşı uyarılmaktadırlar. Öyleyse bu kutsal ve yüce uyarıyı dikkate almak zorundayız. Kâfir çizmeleri ve kırbaçları altında inlemek ve zillet içinde yaşamak istemiyorsak aklımızı kullanmalıyız.
Bazen Türk Milleti’nin, tarih boyunca kendi arasında ciddi savaşlar yaptığı, birlik sağlayamadığı, devletler kurup yıktığı söylenebilir ve bu söylediklerimiz hayali bir avuntu olarak algılanabilir. Ama dünyamızda, ortak ruh ve akıl ekseninde kurulmuş şirketlerin ve bir aile bireylerinin arasında bile entrikaların döndüğü düşünülürse, böyle bir durum yadırganmayacaktır. İnsanın olduğu her yerde, olmayacak şey yoktur. Bu yüzden böyle şeyleri gündem yapmak ve bu yüzen umutsuzluğa düşmek anlamsızdır. Ki, bu tür durumlar münhasıran bu millete özgü gerçeklerde değildir. Her milletin tarihinde böyle durumlar olmuştur. Nihayetinde, hâkimiyet mücadelesi vardır ve bu mücadele insanlık adına kadim bir mücadeledir. Fakat bu mücadeleler bile, Müslüman Türk Milletinin boynuna ebedi kölelik tasmasının takılmasını doğurmamıştır. Bu millet, kendi içindeki mücadelelerinde bile dengeyi korumayı bilmiştir. Üstelik tarihte ki olanlarla, bugün olanlar arasında da ciddi bir fark vardır, şöyle ki; tarihte ki mücadeleler egemenlik mücadeleleriydi ve milli unsurlar birbirlerine karşı mutlak düşman değildiler. Ama bugün, bu milletin içinde barınıpta, bu millete karşı düşmanlık güdenler mutlak düşman kategorisindedirler, çünkü Müslüman Türk Milletine karşı kâfirlerle ittifak içindedirler. Binaenaleyh, bizlerde topyekûn bir birlik tasavvur etmiyoruz zaten. İşte bu yüzden diyoruz ki; Müslüman Türk Milleti, sadece dış düşmanlara karşı değil, içimizde ki piyonlara karşı da tetikte ve hazırlıklı olmalıdır. Zira muhtemel bir savaşta, içimizdekilerin, düşmanların öncü güçleri olma ihtimalleri vardır.
Müslüman Türk milleti artık gerçekleri görmelidir ve gerçeklere göre hareket etmelidir. Hayallerle yaşamamalıdır. Kendisine dayatılan hayali hedeflerle avunmamalıdır. Her yüzüne gülene kanmamalıdır. Dostunu ve düşmanını çok iyi tanımalıdır. Artık kaderini kendi ellerine almalıdır. Kaderini, istiklalini ve istikbalini, vahiy ve milli varlık düşmanlarına emanet etmemelidir asla. Bu topraklarda, vahiy ve milli varlık düşmanlarına, devlet yönetimini kesinlikle bırakmamalıdır. Evet, içimizde ki vahiy ve milli varlık düşmanlarına zulüm edemeyiz. Onların iradelerini zorlayamayız, mukaddeslerimizi kabul etmeleri için. Ama kaderimizi de onların iradelerine ve inisiyatiflerine asla bırakamayız ve bırakmamalıyız. Bu aynı zamanda Allahımızın ve ecdadımızın da bir emridir. ‘’Topraklarınızı işgal edenlere karşı Allah yolunda cihad ediniz.’’ diyor Allahımız ve ‘’mazinize layık olarak savaşınız’’ diyor ecdadımız Fatih Sultan Mehmet. Çalışmalarımızı ve mücadelemizi şereflice yürütmeliyiz. Bizde olanı öldürmemeli, bize geleni de diriltmeliyiz. Ahlaktan ve adaletten kesinlikle taviz vermemeliyiz. Bu, birliğin, gücün ve zaferin temelidir. Artık bu topraklarda, vahiy ve milli varlık düşmanı unsurların istedikleri gibi at oynatmalarına fırsat vermemeliyiz. Zulüm etmeyelim derken, kendimiz zulme maruz kalmamalıyız. Dengeyi iyi korumalıyız. Bu düşmanların, çocuklarımızın, vahyin yüce ışığı ve tarihi tecrübelerin istikametinde yetişmesine karşı çıkmalarına aldırmamalı ve direnmeliyiz. Ahlakımızın, değerlerimizin ve aile yapımızın bozulmasına asla müsaade etmemeliyiz. Zira hiçbir kimsenin Müslüman Türk yurdunda, vahiy ve milli varlık aleyhine faaliyet içinde olmasına müsaade edilemez ve edilmemelidir. Bu karşı duruşu da zulüm olarak göremez hiç kimse. Aynı şekilde; vahye ve milli varlığa taraftarmış gibi görünüpte, arka planda zarar veren unsurlara da bırakılamaz bu ülkenin ve milletin kaderi. Yani ne kâfirlik ne de münafıklık yapanlara, bu ülkenin ve milletin kaderi emanet edilemez.
Müslüman Türk Milleti, kimliğine ve dinine karşı o kadar kayıtsız ve duyarsız kılındı ki; kendi kimliğine ve dinine düşmanlık eder oldu. İşte bu elim durum; vahiy ve milli varlık düşmanlarının eseridir. Bir de, bizden görünüpte, alçakça işler yapanların suçudur. Yani kâfirlerin ve münafıkların ortak eseridir. Ama artık, milletimizin ve ülkemizin makûs talihini değiştirmeliyiz. Bu milletin ve dinin temsilcisi olduklarını iddia edenlerin ahlaksızlıkları ve adaletsizlikleri yüzünden, bu millet kimliğinden ve dininden soğudu, nihayet kimliğine ve dinine düşmanlık güder oldu ve düşmanlarının yolunu takip eder oldu. Kendimize gelmeliyiz. Dinimize ve kimliğimize karşı ihanet sayılan hareketlerden vazgeçmeliyiz. Ahlakı ve adaleti esas almalıyız. Mutlak bilgi kaynağı ve yaşam prensibi olarak vahyi temel almalıyız. Hayatımızı ve bakış açımızı, vahiye göre şekillendirmeliyiz. Kesinlikle, vahyi, vahye göre yaşıyormuş gibi görünenlere bakarak anlamamalıyız. Bilakis, herkesi, vahyin yüce ışığına göre değerlendirmeliyiz. Vahyin ne olduğunu insanlar tayin edemez ama insanların kim olduğunu vahiy tayin edebilir. Bizlerin, Kur’an’a yaklaşımımızı, ya kişiler belirlemiştir ya da Müslüman bildiğimiz ülkeler. Böylece, ya vahiye bağlanmışızdır ya da vahiyden uzak durmuşuzdur. Ama bu sakat bir yaklaşımdır. Sonuçları da ağır olmuştur zaten. Hatta ülkemizde ki; vahiy düşmanlarının peşlerine takılmamızı bile bu yaklaşım belirlemiştir. Niye? Çünkü şu ülke gibi olursak, bu insanların peşinden gidersek karanlığa mahkûm olacağızdır; öyleyse vahiy düşmanlarının aydınlığına (!) iltica etmemiz gerekir. Ne büyük hamakatlık! Hayır yani, şu ülke ve bu kimse, gerçekten vahiy eksenli hareket etmektedir diye kim dedi de; şu ülkeye ve bu kimseye bakarak vahye bakışını belirliyorsun? Sen şu ülkeye ve bu kimseye bakacağına, al eline Kur’an’ı ve aç Önderinin (sav) hayatını oku. Yanılma ve aldanma.
Müslüman Türk Milletinin evlatları, kendi ülkelerinde, hep üvey evlat muamelesine tabi tutulmuşlardır. İşkenceler, zulümler, mahpuslar her daim bu milletin evlatları için olmuştur. Gayrısı hep el üstünde tutulmuşlardır. Bunların ölümleri bir sorun olmuştur, mahpusları bir sorun olmuştur, yönetilen olmaları bir sorun olmuştur. Müslüman Türk Milletinin evlatlarına yönelik tazyikatlar hiçbir zaman toplum meydanında yankı bulmamıştır ve sahiplenilmemiştir. Bu milletin evladı olduğunu söyleyenler bile naçar kalmışlardır bu durumda. Ya da duyarsızlaşmışlardır. Acı, bu milletin evlatlarına yaşatılmıştır ama o acılar üzerinde keyif sürenler; vahiy ve milli varlık düşmanı alçaklar olmuşlardır. Artık bu gerçekler fark edilmelidir ve gereği yapılmalıdır. Daha fazla tahammül edilemeyecek bir hal almıştır durum. En basitinden, bu ülkede, bu milletin kimliğine ve dinine sahip evlatlarının öldürülmelerine, mahpus edilmelerine ve işkence görmelerine karşı gösterilmeyen ilgi ve alaka; vahiy ve milli varlık düşmanı olanlardan esirgenmemiştir. Vahiy ve milli varlık düşmanı olanların katledilmeleri, bu milletin evlatlarının üzerine yıkılmış ve bu milletin evlatları, bu yüzden ömürlerini mahpushanelerde geçirmişler, işkence görmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Hatta hala mahpus olanlar bile vardır. Bu milletin evlatlarını, sırf düşmana şirin görünmek uğruna, hala mahpus tutanlara yazıklar olsun!
Müslüman Türk Milleti, artık kaynaklarını da kendi istikbali ve istiklali için kullanmalıdır. Yönetimde ki şahsılar şerefli ve namuslu olmalıdırlar. Ahlaki ve adil tavır içinde olmalıdırlar. Bu milletin kaynaklarını çarçur etmemelidirler. Düşmana peşkeş çekmemelidirler. Bilimsel çalışmalara ciddi kaynak ayırmalıdırlar. Devasa kütüphaneler, bilimsel laboratuarlar yapmalıdırlar. Çocuklarımıza bilimsel çalışma adına imkân tanımalıdırlar. Çocuklarımızın, vahiy ve milli varlık temelinde bilinçlendirilmelerine karşı çıkanlar asla dikkate alınmamalıdırlar. Engel olmak isteyene de hadleri bildirilmelidir. Dost, düşman herkes şunu öğrenmelidir; bu topraklarda vahiye ve milli varlığa düşman unsurlar artık hadlerini bileceklerdir, bilmezlerse bildirilecektir. Bu milletin çocukları, kim olduklarını ve nasıl olacaklarını bilerek yetişeceklerdir ve hiçbir alçak düşman buna engel olamayacaktır. Bu milletin, bu tür bir kakışmaya karşı direnmesi ve gereğini yapması en doğal hakkıdır. Çocuklarımız kimliklerinin ve dinlerinin farkında olarak ama özgür yaşayarak büyüsünler. Allah’ın yüce kudreti haricinde hiçbir kuvvetin önünde eğilmesinler ve eğilmeyeceklerini de bilsinler. Ne diyor Allahımız? ‘’İnsanlardan korkmayın, Ben’den korkun’’ Maide-44. Çalışma ve mücadele aşkını aşılamalıyız evlatlarımıza. Ki yarınlarda düşmanların kölesi olmasınlar. Tarihlerini öğretmeliyiz. Ecdatlarını tanımaları için ciddi çalışmalar yapmalıyız. Muhakkak mukaddes kitaplarını öğrenmelerini ve anlamalarını sağlamalıyız ki; hep kâfirleri hem de münafıkları çok iyi tanısınlar ve bilsinler, tedbirlerini de ona göre alsınlar. Ne kâfirlerce aldatılsınlar ne de dine dost görünenlerce aldatılsınlar. Asla aldatılmasınlar, aldanmasınlar. Bu da, kitaplarını çok iyi bilmeleri ile doğru orantılıdır. Çocuklarımıza asla kendi fikirlerimizi aşılamamalıyız. Onları, vahyin bilgisiyle beslemeliyiz. Onları, necip ve asil ecdatlarının mirasına sahip çıkacak şekilde büyütmeliyiz.
“Ey Türk Oğuz Beyleri! Bu sözümü iyi işitin! Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe biliniz ki, Türk milleti yaşayacaktır, yeter ki içeriden bir kaynaşma olmasın. Ey Türk milleti! Titre ve kendine dön!’’ Bilge Kağan
Ey Müslüman Türk Milleti! Varlığım, varlığına feda olsun. Biliyorum ki, sen var oldukça bende var olacağım! Ama asla unutma ki; senin varoluşunun yegâne yolu; vahiy temelinde yön bulan bir hayat, devlet ve dünya inşa etme çalışması ve mücadelesi içinde olmandır.
‘’Davamızın ve Düşüncemizin Esasları; Büyük vatan, Anadolu toprağıdır. Soyumuz; Oğuz çocuklarının, Anadolu’nun dokuz yüz yıllık tarihi içinde bu topraklardaki kaynaşmalarıyla eriyip, aslını kaybetmeyen Türk Soyu’dur. Dilimiz; bu muazzez ülkede bin yıllardan beri devam ede gelen tarihi olgunlaşma içinde varlık kazanan müşahhas ve zengin Türk Dili’dir. Devlet; kahir ekseriyeti köylü ve çiftçi olan kütlenin, iradesini yaşatan ve yansıtan Otoriteli Devlet’tir. İktisadi sistemimiz; halkın bütün içtimai ihtiyaçlarını karşılayan ve her ferdi iş ahlakıyla seferber eden Ruhçu-Devletçi sistemdir. Millet dini; onun ahlâkını, örfünü ve kalbini yoğurmuş İslâm Dini’dir.’’ Nurettin Topçu-Ahlak Nizamı
‘’Bize bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mana katacak; anlaşılmış, sistemleştirilmiş hikmetleri, bütün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin hakikatlerini ihtiva eden bir kitaba muhtacız. Bu kitabı, asrın anlayışıyla bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız:
İşte bu Kitap, Kur’an’dır.’’ Nurettin Topçu- Kasım 1959-Türkiye’nin Maarif Davası