MADDE-MANA
Nasıl, insanın, görünmeyen yüzünde sırlar, yücelikler, ilginçlikler gizliyse ve insan sadece zevahirde ki bedenden ibaret değilse; hiçbir madde de sadece görünen yüzüyle var değildir ve bir arka plana sahiptir. İşte inançlılar ve inançsızların durumunu belirleyende bu ince noktadır. İnançsızlar, gözlerini zevahire diker ve sadece maddi boyuta takılır kalır ve oradan ayrılamaz. Böylece maddenin mutlak olduğunu sanır. Her şeyi maddeye endeksler. Dünyanın da maddi yüzüne odaklanır ve varlığını maddi yöne göre ayarlar. Nihayet yegâne gayesi madde olur ve maddeye ulaşmak için çırpınır durur. Bilmez ki madde sınırlıdır ve yok olucudur. Sınırsız olan ve yok olmayan manadır. Her maddenin arka planında, görülmese de, sezilen ve hissedilen bir nokta vardır. Zaten, bütün ilerlemelerin, bilimsel gelişimlerin temelinde de bu arka plan vardır. Zira madde, manadan yoksun olsaydı şayet dünya da bilim diye bir şey asla olmazdı. Sanat diye bir şeyde olmazdı. Çünkü bütün üretimlerin esas kaynağı, maddenin görünen yüzü değil, görünmeyen yüzüdür. İnançta burada gizlidir işte. İnançlı insan, görüntüye değil, görüntünün ardına odaklanır. İnançsız insan ise, görüntünün kendisine odaklanır. Bu yüzden inançlı insan değişmeyen hakikati keşfeder ama inançsız insan sürekli değişen görüntülerle oyalanır durur.
Maddeye varlığını adayan, madde gibi yok olmaya mahkûmdur. Ama manaya kendini adayan mana gibi sonsuzluğa ulaşır. Bu durum, her şeyde böyledir. Madde muvakkati, mana muhakkakı temsil eder. Madde sınırlıdır ister istemez, mana ise sınırsızdır. Beden sınırlı, ruh sınırsızdır. Hayvanla insanın farkı da gizlidir burada. İnsan sınırsız duygulanımlar yaşar ama hayvanlarda böyle bir şey kabil değildir. Bu yüzden, inançsızlık temelinde üretilen sanatta, filmde, yazıtta boğucudur, sıkıcıdır, serttir ve monotondur. Maddeye odaklanmak, sıradanlığa dalalettir. Manaya odaklanmak ise, sıra dışılığın, farklılığın göstergesidir. Büyük beyinler, hiçbir zaman madde eksenli yaşamamışlardır. Hep manaya odaklanmışlardır. Çünkü sıradan insanların duyguları, düşünceleri maddeye ayarlıdır. Zira maddeye ulaşmak isterler ve sahip olmakla tatmin olurlar. Bilgelerin duyuları ise, manaya ayarlıdır. Onlar da, maddenin ötesinde gizli olanlara ulaşmakla, görünmeyeni keşfetmekle tatmin olurlar ve huzura ererler. Manevi hazlar, maddi hazlardan şüphesiz ki üstündürler. Görünür olmayanda, görünür olandan daha kıymetlidir. Maddeye odaklı insanlar ve milletler hep alçalmışlar ve kıymetlerini düşürmüşlerdir ama manaya odaklanan insanlar ve milletler ise yücelmişler, yükselmişlerdir. Büyük medeniyetlerde, mana üzerinde yükselmiş medeniyetlerdir. Kendileri olmasa bile, izleri ve solukları bakidir.
İSLAM
İslam da, sınır vardır, ölçü ve denge vardır. İnsan, bir şey yaparken eğer İslam’a müracaat ederse, İslam ona sınırları ve olabilirleri hatırlatacaktır. İnsan, öğrendiklerine ya uyacaktır ya da sınırı tanımayacaktır. İşte sınırı tanımamak hayvanlaşmaktır. Zira İslam zorlama yapmaz, sadece izah ve ikaz eder. İnsanda ki, özgür iradenin ve aklın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Din, izah ve ikaz edecek, sen de aklını ve iradeni kullanarak doğruyu ve yolunu bulacaksın. Batı insanı hayvanlaşmıştır, çünkü sınırları aşmıştır. İnsanın, insan kalması ve hayvanlaşması arasında ki, ince sınırı tayin eden yegâne şey İslam’dır. İslam, hayali şeylerle de uğraşmaz. Uygulanması mümkün olan yalın, basit ve net ilkeler sunar. Bunlar, insana dair olan ve uygulanması insana zor gelmeyen ilkelerdir, mutlak gerçeklerdir. Sair ideolojiler gibi olmayacak şeylerle uğraşmaz ve insanı da uğraştırmaz. Gerçekleşmesi kabil olmayan hayallerin peşinden koşturmaz insanı ve insanın taşıyamayacağı yükü de yüklemez. Gerçek budur; uyarsan kazanırsın, uymazsan kaybedersin der. İşte şu olursa şu olacaktır gibisinden saçmalıklarla ilgilenmez. Her şey yerinde ve zamanındadır. Ya hep ya hiç yoktur. İslam olayı mutlak özlükte ifade eder, izahları asla çoğaltmaz ve kafaları karıştırmaz.
İNSANLAR
İnsanlar; edebiyatla, müzikle, sporla, partiyle, dizlerlerle, sinemayla, muhtelif eğlencelerle, ideolojilerle kuşatılmıştır. Ve sürekli sömürülmektedir. Her kitlenin bir edebiyatı, müziği, sporu, sineması, eğlencesi, partisi, dizisi vardır. Böyle bir durumda, insanların paramparça olmasını netice vermektedir. Herkes kendi yazarına inanmakta, kendi takımının peşinden koşturmakta, kendi partisine itaat etmekte, kendi müziğini dinlemekte, kendi eğlenceleriyle vakit geçirmekte, kendi ideolojisinin kavgasını vermekte, kendi dizisini ve sinemasını takip etmektedir. Harice gözlerini kapamakta, kulaklarını tıkamakta, kalbini kapamakta, beynini örtmektedir. Mutlak doğru olarak kendisini görmektedir. İnsanlar, mutlak hakikatten mahrumdurlar. Bu yüzden bir arada olmalarını sağlayacak olgulardan da mahrumdurlar. Mezkûr olgular, insanları asla doğru olana yönlendirmemektedir. Zira tüketilmek zorundadır ve insanları, kendilerini tükettirmek için kullanmaktadırlar. İnsanları uyandıracak ve kendine getirecek, sadece kendisi ve milleti için çalıştıracak yegâne şey vahiydir. Bin tane ilah, bin tane kitap, bin tane önder olmaz, olamaz. İlah ta, kitapta, önderde tektir. Bu büyük gerçeği idrak ettiğimiz gün uyanacağız ve bizleri uyutanları ve sömürenleri net bir şekilde göreceğiz. Bizler, hakikate ve hakikatin kaynağına göre hareket etmediğimiz için, gerçekleri ıskalıyoruz ve iş işten geçtikten sonra gerçeğin bilgisine ulaşıyoruz. Ama faydası olmuyor, zira giden gidiyor, olan oluyor.
ÖNDEKİLER
İstediğiniz kadar okul açınız, istediğiniz kadar eğitim sistemi deneyiniz, eğer yönetim kadrosu ve münevver-âlim tayfası izzetli, şerefli şekilde yaşamazsa ve örneklik teşkil etmezse boştur, anlamsızdır. Zira insanları bir kalıbın içine sokarak yetiştirmek kabil değildir. Bir örnek olacak ki, insanlar karşılarında nasıl olmaları gerektiğine dair bir görüntü izleyecek. Yönetimdekiler, âlimler, münevverler sefahatin, lüksün ve şatafatın içerisinde yüzüyorlarsa ve gerçekleri kendi çıkarları için gizliyorlarsa, istedikleri kadar eğitim sistemi değiştirsinler, istedikleri kadar din eğitimi versinler hepsi anlamsızdır, görüntüden ibarettir. Köpeklik yapmayacaksınız. Adam olacaksınız. İşte gerçek değişim, dönüşüm ve devrimsel hamle budur. Topluma örneklik ve önderlik teşkil edenler değişmelidir. Hz. Ali ne diyordu; ‘’ümmetin önderleri, ümmetin en garipleri gibi olmalıdır.’’ böyle olmadıkça toplumlarda asla düzelme olmayacaktır. Bir defa millet, önündekilerin dürüst olduklarına gerçekten inanacaklardır. Önderimiz (sav) dürüsttü, düşmanlarının bile emin olduğu bir şahsiyetti, yalansızdı, yansızdı, sadece Allah karşısında eğiliyordu. Hiçbir insanoğlundan korkmuyordu. Hiçbir kimseyi hor görmüyor, hiç kimseyle alay etmiyordu. Yönetici takımının yaşamaya zorlandığı hayat, çağdaş dünyanın dayattığı bir hayattır. İşte, yöneticiler belli konumda olmalıdırlar, insanlardan farklı yaşamalıdırlar, insanlardan farklı giyinmelidirler, farklı arabaya binmelidirler, daha yüksek ücret almalıdırlar, farklı yemelidirler gibisinden zımni dayatmalardır bunlar. Peki, yüce ve büyük İslam böyle bir şey söylemekte midir? İt gibi yaşıyorlar, sonra da kendilerince kılıf buluyorlar. İslam dediğiniz anda da, ya başlama yine, olayı çarpıtma oluyor. Vay köpekler vay. Yöneticilerde, münevver denilenler de, âlimcik oyunu oynayanlarda namusuz, haysiyetsiz ve hissiyatsız. Böyle olunca da, yapılanlar bir anlam ifade etmiyor, bir anlam ifade etmeyince de köklü bir dönüşüm tetiklenmiyor, birlik bağı sağlam olmuyor, sağlamlaşmıyor.
DEVLET VE HİZMET
Devlet, hizmet tarafıdır. Vatandaşlarına hizmet içindir. Emniyeti sağlamak, iş alanları açmak, belli ihtiyaçları karşılamak vb. görevidir. Ve devlet görevini yaparken, zengin ve fakir diye ayırarak yapmaz. Devlet ne yapıyorsa, iki tarafta istifade eder yapılanlardan. Yani devlet, iki taraf içinde harcama yapar. Ama iki tarafın alımı aynı değildir. Öyleyse devlet, hizmetlerinin karşılığını almalıdır. Ki, zaten alıyor da. Ama bu karşılık alımında adaletsizlik vardır. Daha az faydalanandan tamı tamına alırken, daha çok faydalanandan alması gerekeni alamamaktadır. Bu da azim bir adaletsizliğe neden olmaktadır. Devlet, belli sınırda yaşayan vatandaşlarının beş lirasını koruyorsa, yüksek standartlarda yaşayanların beş trilyonunu korumaktadır. Öyleyse, alımda da farklılık olmalıdır. Denge olmalıdır. Ölçü olmalıdır. Devlet, hizmet için ve yoksulun hakkı için zenginden ziyadesiyle almalıdır, gerekirse metazori almalıdır. Çünkü bu gasp değil, haktır. Eğer akledersek, idrakte edebiliriz.
ÇALIŞMAK VE EĞLENMEK
Hep mi okuyacağız, çalışacağız? Hiç eğlenmeyecek miyiz, keyiflenmeyecek miyiz? Kim olduğumuzu ve nasıl olmamız gerektiğini bir an bile unutmaya terk etmeden ve unutmayacak şekilde, elbette olması gereken haliyle, eğlenmeye ve keyiflenmeye hakkımız vardır. Yeter ki, eğlencelerde yitmeyelim, kendimizi kaybetmeyelim. Eğlenceler, zevkler, bizi bize düşman etmesin. Ama maalesef istediğimiz gibi olmuyor. Eğlenceler de yitiyoruz, zamanla kendimize düşman hale geliyoruz ve kendi özümüzü kaybediyoruz. Ayrıca, eğlencenin de bir zamanı vardır. İşgal altında iken, eğlenceye harcayacak zaman olamaz, olmamalıdır. Önce kurtulmak gerekir, egemen olmak gerekir. Ondan sonra da egemenliğimizi tahrif etmeyecek şekilde, kimliğimize ve dinimize muhalif olmayacak şekilde keyiflenebiliriz. Zira kimliğimize ve dinimize bizi düşman eden eğlence, birgün gelecek bizim egemenliğimizi de çalacaktır ve yeniden işgal edilmemize neden olacaktır. Öyleyse denge önemlidir. Zaman önemlidir. Sınır önemlidir. Uyanıklık önemlidir. Kötülere ve kötülüklere izin vermemeliyiz. Kötüleri zincirlemeliyiz ve kötülüklerin yayılmasını önlemeliyiz. Kötülerin yolundan gitmemeliyiz. Kötülerin tuzaklarına düşmemeliyiz. Bizim hazzımızla, onların hazzı asla aynı olamaz. Bizim eğlence anlayışımızla, onların eğlence anlayışları arasında dağlar kadar fark vardır. Bizim hayatımızın temelini vahiy oluşturur, onlarınkini çağdaşlık, laiklik ve demokrasi gibi olgular. Birisinde cennet gizlidir, diğerinde cehennem.
CEHALET:
Dünyada korkunç bir cehalet var. İnsanlar kurtuluşun neyde olduğunu bilmiyorlar ama bilmek için gayrette etmiyorlar. Ve bu pahalıya mal oluyor insanoğluna. Günden güne kötülükler sarıyor dünyayı. İnsanoğlu, kendi cehennemini hazırlıyor. Zaten cehennemde yaşaya insan, yine cehenneme gitmeye çalışıyor. Ne büyük ve derin akılsızlık!
KENDİ KAFAMIZ
İnsanlar maalesef kendi kafaları ile düşünmüyorlar. Hep başkalarının, benzerlerinin kafaları ile düşünüyorlar. Bu yüzden de sürekli aldanıyorlar. Gerçekleri ıskalıyorlar. İş işten geçtikten sonra öğreniyorlar. Yalan dünyaya alıştıkları içinde, gerçek dünyaya dönüş yapamıyorlar.
Yalan mıyım? Bizim ülkemizde ki Kemalist kitle, daima yalanlarla yaşadı ve hiçbir zaman kendi aklını kullanmadı. Hep öndekilerin büyük yalanlarıyla avundu. Gerçeklerle karşılaşınca da şok yaşadılar. Oysa kendi kafalarını kullansalardı, çoktan gerçeği görecekler ve gerçek mücadele zeminini keşfedeceklerdi. Belki, nice fail-i meçhul bile yaşanmayacaktı. Bugün, bütün inandıkları şeylerin asılsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Madımak, muhtelif fail-i meçhuller vb. Ki, Sebahattin Ali vb. şahısların katilleri açıklanmaktadır. Gerçekler acıtıcıdır. Üstelik Mustafa Kemalin peşinden gittikleri bile yalandır ama kitleyi yönlendirebilmek adına böyle görünmek zorundaydılar. Bu kitle gerçeklerin peşine düşmedikçe aldanmaya, aldatılmaya mahkûmdur. Gerçekleri, asırlar geçtikten sonra öğrenmek kaderleri olacaktır. Oysa çıkarlara, gerçekler feda edilmemelidir. Muhaliflerine kaybettirdiklerini düşünseler bile kendilerinin de büyük kayıplar yaşadıkları mutlak bir gerçekliktir.
Diğer kesimlerde, Kemalistler gibi olmasa da, gerçeklerden epey uzak kalmışlardır. Din konusunda ve vatan konusunda uzak kalmışlar ve sunulanı almışlar, arkasını önemsememişlerdir. Oysa önemsemek zorundaydılar. Ortak akılda ve ruhta buluşabilmek adına. Aslında bu vatanın çocukları, ortak akılda ve ruhta buluşabilseler, ideolojileri atıpta birbirleriyle kaynaşabilseler mutlak gerçeğin VAHİY de olduğunu görecekler, birleşecekleri yegâne olguların VATAN, KİMLİK ve DİN olduğu gerçeğini idrak edeceklerdir ve bu temeller üzerinde AHLAK ve ADALET mücadelesi vermelerinin tek çıkar yol olduğunu göreceklerdir. Nihayet ortak zeminde buluşup, güç birliği edip, ortak düşmana karşı mücadeleye sevk olunacaklar ve herkes için iyi olacak bağımsızlığı elde edeceklerdir. Bundan başka hiçbir yol, bu ülkeye ve millete kazandırmayacaktır. Kazananlar sürekli düşmanlar ve düşmanlara köpeklik edenler olacaklardır.
CEMAAT
Sen tut, çıkarlarını korumak adına milleti yalnız bırak, git güçlünün saflarında yerini al, sonra da çık ülkenin selameti adına yaptım de. Tabi yersek! Yazık. Yaptıklarını bile savunmaktan acizler. Siz hangi zamanda bu milletin ve ülkenin selametini düşündünüz ki? Allah, ‘’insanlardan korkmayın, Ben’den korkun’’ dediği halde, sizler sürekli insanlardan korktunuz hatta bu korku o kadar ileri boyuta ulaştı ki, dünyanın en soysuz ve alçak milletini otorite olarak kabul ettiniz, dikte ettiniz. Sadece bu bile, sizi yalancıların şahı yapar. Ne söylerseniz boştur beyim. Akıttığınız gözyaşları, yalandır. Sizde hissiyatın ve hassasiyetin zerresinin bile olduğuna ihtimal vermem ve vermiyorum da. Ki kesinlikle de eminim olmadığından. Zira hissiyat ve hassasiyet, kendini çok belli eder ve yapaylığa yer vermez bünyesinde. Malum şubatlarda, hedefler gayet açıktı. Ve bütün aklımla ve yüreğimle ifade ediyorum ki; maksat darbe değildi. Ki, zaten darbe yapamazlardı. Vallahi yapamazlardı. Ama yapıyormuş izlenimi vererek, korku salmak ve toplumu yönlendirmekti. Zira sürekli bahsedilen HAVUZ SİTEMİ yöntemi, bazı kan emicileri rahatsız etmişti. Çıkarlar alt üst olmuştu. Yine bazı hareketler, bazı siyonist tohumlarını rahatsız etmişti. Ve işte bu yüzden değişim olmalıydı. Ve üstelik o kaosta büyük soygunlar da yapılabilirdi ve yapılmalıydı ve yapıldı da. Yenice açıklanıyor. Soysuz köpekler, milletin milyarlarca dolarını ceplerine indirmişler. Yazık değil mi bu millete. Nerede milletin ve ülkenin çıkarı ve selameti beyim? Yoksa darbe yapılacağından değildi. Şimdi tutmuş, darbe olacaktı, ciddiydi ve ülkenin selameti önemliydi diyorsunuz. Siz kimi kandırıyorsunuz? Siz hangi durumda ahlaki ve adil oldunuz da, size inanmamızı istiyorsunuz? Sizin varlığınız sahte beyim. Bana, hangi yaptığınızı Kur’an ile destekleyebilecek durumdasınız? Yüreğiniz yetiyorsa buyurun. Kemalistlerin aldatmacasından daha beterdi sizin aldatmacanız. Yazık ettiniz bir milletin evlatlarına. Kuzu gibi büyütülen nesiller, yarınlarda koyun gibi güdülecekler ve siyonist çakallara yem olacaklar. Ahlak ve adalet veremdiniz beyim. Sadece riyakârlığı, korkaklığı öğrettiniz. Emperyalizmin yedeği olmayı benimsettiniz. Mücadeleden uzak tutunuz. Makam müptelası kıldınız ve bu yolda eğrilmeyi ahlak olarak benimsettiniz. Dini tahrif ve tahrip ettiniz. Milli varlığı ve kadim kimliği mahvettiniz. Müslümanlardan kaçtınız, her nevi din düşmanlarının kucaklarına sığındınız. Yaptığınız şeylerin hiçbirini, Kur’an’a tasdik ettiremezsiniz asla. Ne vahiye uyarsınız, ne de töreye. Ancak Vatikan istikametinde yol alırsınız. Emperyalizmi yaşatırsınız. Bu millete ve bu dine, hiçbir kimsenin vuramadığı darbeyi vurursunuz.
Bu millet, hep yaşamaya susuzmuşçasına yaşamamalı, bir de yaşatmak için yaşadığını ve gerekirse vatanı, milleti, dini ve devleti için ölüme hazır olduğunu hissettirmeli ki, görelim bakalım siyonisti ve tohumlarını ne halt edecekler. İşte bu yüzden de, sizin korkularınız, başa beladır beyim, asla selamet değildir. Bu yüzden Allah’tan korkun sadece, kullarından değil ve ölüm mutlaktır, bilin!