SÜRÜ PİSKOLOJİSİ...

Özgür DENİZ - 18.03.2012

Maalesef, bilinç ve akıl, hareketlerimizde etkisiz kalmaktadır. Nefsimiz, hırslarımız ve isteklerimiz, hareketlerimizin yönünü belirlemektedir. Bu durumda, bizleri sürüye dönüştürmektedir. Kendi irademizi, beynimizi ve kalbimizi bir kenara koyuyoruz ve başkalarının iradeleri, beyinleri ve kalplerinin belirledikleri temellerde hareket ediyoruz. Esas temeli ıskalıyoruz. Misal; İslam’a bakarak yönümüzü tayin edeceğimize, İslam olduğunu söyleyen kişi ve kurumlara bakarak yönümüzü belirliyoruz. Ya da, kitleleri bir araya toplayan kurumsallaşmış yapıların peşlerinden sürükleniyoruz. Bu durumda, bizi, güdülenmiş ve iradeleri sıfırlanmış sürülere dönüştürüyor. Oysa bizler, esas temel üzerinde, kendi beynimizi ve kalbimizi kullanarak, karşımızdakileri sorgulayabilmeliyiz. İradelerimizi, zincire vurdurtmamalıyız. İslam dairesinde, şahsiyetimizin hür olmasına dikkat etmeliyiz ve haysiyetimizi korumalıyız. Çünkü o daire de, hiçbir kimseye, belirleyicilik ayrıcalığı tanınmamıştır. Konuşulur, tartışılır, müzakere edilir ve ortak bir karara varılır ve o karar, İslam’a uygunsa, millet menfaatini gözetiyorsa tabi olunur, değilse reddedilir ve bu açıkça söylenir. Karar doğruysa, karar verenlere takıntı yapılıp, komplekse girilerek nefsi karşı duruşlar sergilenemez. Bu bölücülüktür ve ihanettir. Nihayetinde, bizler güdülecek sürüler değil, akılları, iradeleri ve kalpleri olan insanlarız. İnsanız yani, koyun değiliz. Kulların, kulları değil; Allah’ın kullarıyız! Kullar, bizi kullanır ama Allah bizi kurtarır!

 

Misal; bizler ne yapıyoruz? Politikacıların peşlerine takılıyoruz ve onları sürekli pohpohluyoruz, asla sorgulamıyoruz, onlardan yana bir beklenti içine giriyoruz ve bu beklenti psikolojisi bizlerin sürekli ezilmemizi ve sömürülmemizi tevlit ediyor. Böylece, politikacılar haysiyetsizce yaşıyorlar, bizlerde buna şaşıyoruz. Oysa kendi ellerimizle bu sonucu doğuruyoruz. Onlar karşısında boynumuz eğik duracağına dik dursa, onları hep tasdik edeceğimize gerektiği zaman reddetmesini de bilsek, işte o zaman, onlara, sahiplerinin kimler olduklarını hatırlatmış oluruz ve adam olmalarına yardım ederiz. Onların peşlerine takılmış ve gösterdikleri yöne giden sürüler olmayız.

 

Keza; futbolda da durum aynısıdır. Futbolun baronları ve piyonları (futbolcular) adına kendimizi yiyip tüketiyoruz. Birbirimizin kalbini kırıyoruz. Nice zorluklarla kazandığımız paramızı, tuttuğumuz takım için harcamaktan çekinmiyoruz. Stadyumlarda çılgınca bağırıyoruz, zamanımızı ve enerjimizi heba ediyoruz, hatta birbirimizi katlediyoruz. Kazananlar ve keyiflenenler, piyonlar (futbolcular) ve piyonların üzerinden devasa rant elde eden baronlar oluyorlar, bizlerde birbirimizi yediğimizle ve kendimizi tükettiğimizle kalıyoruz. Futbolun müptelası olmuş sürüler olarak, sürünüyoruz.

 

Hakeza; sanatçı, şarkıcı denilen güruh bazında da, aynı durum söz konusudur. Bu tür maymunların peşine takılıyoruz, bunların boş, kuru ve niteliksiz, manasız lakırdılarıyla kendimizden geçiyoruz. Bunların ürettikleri zehirleri, ballı süt sanarak, içiyoruz. Bunlar, sizler adına bir hayırlı iş yapmadıkları halde ve bunu da bildiğiniz halde, bunların peşlerine takılıp sürünüyorsunuz. Sürekli bunlara kazandırıyorsunuz. Nice zorluklarla kazandıklarınızı, acımadan harcıyorsunuz. Nitelikli müzikler yapanlara da itibar etmiyor, paranızı vermiyorsunuz, ruhunuza yabancı, kimliğinize ve dininize yabancı sefillere kazandırıyorsunuz. Misal; bir Osman Öztunç’a, bir Ömer Karaoğlu’na ve bir Uğur Işılak’a paranızı vermiyorsunuz ama gidip bir Serdar Ortaç denilen, Tarkan denilen tiplere paranızı vermekten imtina etmiyorsunuz hatta hicap etmiyorsunuz. Oysa bir Osman Öztunç, Ömer Karağolu ve Uğur Işılak, bu ülke, bu millet ve bu ümmet adına müzik yapan şerefli, nadide, haysiyetli vatan evlatlarıdır. Ama bir Serdar Ortaç, bir Tarkan, eroin ve kumar seanslarında sizlerden çaldıklarıyla kirli zevklerini tatmin ediyorlar, ayrıca Milli Kültürü de tahrip ediyorlar. Bu ülkeye, bu millete, bu ümmete zerre faydaları olmuyor. Ama sizler bunlara destek veriyorsunuz, bunlar için deliye dönüyorsunuz ve aslında böyle yaparak, bunların kendi varlığınıza, kendi köklerinize kurşun sıkmalarına yardım ediyorsunuz. Yazık değil mi?

 

Ve hakeza; cemaat yapılanmalarına da kayıtsız şartsız tabi olarak, yanlış yapıyorsunuz. Cemaat liderleri layüsel görülerek, bir sorgulanmazlık, dokunulmazlık kılıfı elde ediyorlar. Böylece istedikleri gibi hareket etme hürriyetine kavuşuyorlar. Üzerinizde mutlak otorite oluyorlar. Sizleri diledikleri gibi yönlendiriyorlar. Peygambere, Allah’a küfrediliyor ses etmiyorsunuz ama cemaat liderinize en ufak bir harekette ayağa kalkıyorsunuz, savunmak adına kendinizi yiyorsunuz. Cemaat için çalıştığınız kadar, din için ve yekpare Müslümanlar için çalışmıyorsunuz. Cemaatinizden başka şey düşünmüyorsunuz. Tabi bu durum, cemaat dâhilinde muayyen konum elde etmiş olan ve bu durumu kendi lehlerine kullanan baronlara yarıyor. Zira liderin gölgesinde, müntesiplere istedikleri gibi hükmediyorlar, onları diledikleri gibi yönlendiriyorlar ve böylece parsayı topluyorlar. Sizlerde bakınıyorsunuz ve üstelik kimbilir, belki de cenneti kaybediyorsunuz. Bunu söyledim diye hemen tutuşmayınız. Zira elinizde cennet tapusu yok ve cemaat müntesibisiniz diye de cennete gideceğiniz diye bir garantiniz yok. Zaten böyle bir düşünce içindeyseniz şayet, mutlak ahmaksınız demektir.

 

Son tahlilde; kulların kulu oluyorsunuz ve bu size zor gelmiyor ama Allah’ın kulu olmak zor geliyor. Peki, bu, nasıl bir Müslümanlıktır? Bu, nasıl bir imandır? Bu durum, nasıl bir bilinç ürünüdür? Peki, bizler, adalet, ahlak, özgürlük, bağımsızlık arayışımızda samimi miyiz? Peki, bizler, vatan, kimlik, kültür ve din davamızda samimi miyiz? Allah, bizleri, derin uykumuzdan uyandırsın ve bize, irademizi, beynimizi ve kalbimizi kullanabilme bilinci bahşetsin! Sonsuz âminler olsun.

 

Tarih: 18.03.2012 Okunma: 616

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?