Tarih; öz itibariyle, mazi demektir. Yani,
tecrübeler, birikimler, hatıralar, yaşanılmışlar vs. demektir. Şimdi, tek bir
ferdin olduğu gibi, her milletin de bir tarihi vardır. Çünkü tarihsiz olmaz.
Tarihsizlik talihsizlik olduğu gibi, var olmamakta demektir. Zira bir tarihi
olmayan, nasıl olmuş olabilir? Yaşıyorsak, elbet bir tarihimiz olacaktır. Bu
tarih, iyiliklerle ve kötülüklerle anılabilir. Bu doğaldır. İnsanın olduğu
yerde, iyilikte, kötülükte olacaktır. Yalan mı? Mantık bunu olumsuzlayabilir
mi? Çünkü insan, insandır. Ne meleğimsidir, ne de şeytanidir. İnsan ortadadır.
Çünkü insanın doğasında, iyi duygularda, kötü duygularda vardır. Nefret varsa,
sevgi de vardır vs.
Şimdi, bir tarih var. Bizim tarihimiz.
Sevsekte, sevmesekte, o tarih bizim tarihimiz. Bizi anlatıyor. O tarihi
yapanlar, bizim ecdadımız. Biz onların torunlarıyız. Kabul etsekte, etmesekte.
Reddetmek ayrıdır tabi. Babanı reddersen, hükmü nedir biliyorsun. Ne tarihimize, ne tarih yapıcılarımıza
küfredemeyiz. Edersek, kâfirler safına iltihak etmiş oluruz. Namusluca tetkik,
tahlil etmek ve nihayet tenkit etmek ayrıdır. Ecdadımızı, melek gösteremeyiz,
zira insandırlar ve günahları vardır. Ecdadımızı şeytan olarak tanıtamayız,
zira insandırlar ve tövbekârdırlar. Tövbe etmediklerini de varsayamayız. Zira
bu haysiyetsizce bir iftira olur ki, onlarla yaşamış ve onların ölümüne
tanıklık etmiş değiliz.
Ecdadımızın sevapları vardır evet, ama o
sevaplar bize geçer ve bize yeter deyip yan gelip yatamayız, gayreti bir kenara
atamayız. Onların günahları var diye de, kâfirlere beş paraya satamayız.
Aklımız ve kalbimiz vardır. Ölçeriz, tartarız ve bakarız; neyi çok, neyi az.
Günahlar mı, sevaplar mı ağır gelmektedir. Ona göre tavrımızı koyarız. Ama
maalesef, tarihimize toptancı bir yaklaşım vardır. Ya sürekli küfrederiz ve
küffarın durumuna düşeriz ya da sürekli övgüler yağdırıp, farkında olmadan hem
kendi kendimize hem de ecdadımıza zarar veririz.
Bir defa şunu ifade edelim. Mantığın bile
reddedemeyeceği şeyi ifade edelim. Her evlat bir babanın evladıdır. Her
millette bir ecdadın mirasına konmuştur. Evlatlar, babalarının izlerini takip
ederler ama kendi akılları ve kalpleri vardır. Milletler de ecdatlarının,
izlerini takip ederler ama onlarında bir kalpleri ve beyinleri vardır.
İyilikler alınır, kötülüklerden de ders çıkarılır. Haddizatında, her şey bu
kadar basittir, açıktır. Ama maksat kâfirlik ya da münafıklık etmek olunca,
eğriltmek, yamultmak ya da yan çizmek marifet addedilmektedir. Oysa mantık
kabul eder ki; bir şeye bakarsın, üzerinde düşünürsün, olumsuz yönleri
görmezsin ve olumlu yönleri alırsın. On şeyi tümden reddetmen ya da kabul etmen
icap etmez ki? Ya da o şeyde ki ufak bir olumsuzluğu görüp, o şeyi kötülemeye
ve o şeye küfretmeye gerek yok ki. Zekâ ve vicdan diye bir şey var. Haysiyet,
hissiyat ve hassasiyet diye bir şey var. Ama yok, tarih ve ecdat düşmanlığı
damarlarımızda dolaşan kan gibi, bütün vücudumuza yayıldıysa o başka tabi. Onun
çaresi de başkadır.
Haddizatında, kapalı olan bir şey yok.
Kapalı olan varsa da, onu bilmeye gücümüz yok. Bilmediğimiz şeyin ardına da
düşmeyiz ve bilmediklerimizle ilgili hükümde veremeyiz. Deli değiliz. Bu
milletin evladı isen; atalarını lanetlemeye, tarihini kötülemeye, sevapları çokken,
günahları öne sürmeye lüzum yoktur. Zira kifayet edecek derecede kâfirimiz ve
münafığımız boldur. Kâfirlere yoldaşlık etmek istiyorsan onu bilemem. Kim
olduğunu bilmiyorsan öğrenmelisin. Öğrendiğin zamanda, kendine küfretmekten
utanacaksın. Bil ki, tarihin yoksa sen de yoksun demektir. Herhalde, bunu idrak
edecek zekân ve hissedecek kalbin vardır.
Okuduğun her şeyi iyi okumalısın. Doğru
algılamalı ve anlamalısın. Kendi benliğin-özün düzleminde okumalı, algılamalı
ve anlamlısın. Elini vicdanına koymalısın ve yüreğinin fısıldamalarını
duymalısın. Sağduyulu olmalısın. Kendine, kâfirlerin baktığı gibi bakamazsın.
Kendini, onların seni algıladığı ve anladığı gibi algılayamaz ve anlayamazsın.
Seni, sana düşman etmek isteyenlerin yegâne gayesi; seni, kadim ve muhkem
köklerinden koparmak ve yarattıkları suni ve acı rüzgârların önüne katıp
savrulmanı seyretmektir. Nihayet, kahkahayla gülmektir. Şeytanların
dostlukları, darağaçlarına kadardır unutma! Akletmeye zekân ve kalbin kifayet
mi etmiyor?
Ey bu milletin ve bu vatanın necip evladı!
Kim ne derse desin, kim ne herze yerse yesin, tarihine asla sırtını dönme,
ecdadından asla yüzünü çevirme. Küfredecek kadar alçalma. Kâfirlerin saflarına
düşecek kadar zelil olma. Bil ve asla unutma! Sen, mazinin ve temiz hatıraların
çocuğusun ve o mazi ve hatırlardır seni sen yapan. Bugün dünlerin, yarınlar da
bugünlerin üzerine kurulur unutma!
EKSTRA
BİR
Bu milletin anaları; evlatlarını,
yiğitlerini-ceylanlarını, helal sütleriyle, sağlam ve keskin Kur’an-Hadis
ilmiyle ve sağlam töreleriyle besleyip, yetiştirip, büyütüp terbiye
etmelidirler. Kalplerini ve beyinlerini aydınlık kılmalıdırlar. Öyle bir
yetiştirmelidirler ki; hiçbir zaman düşmanın oyununa gelmesin, en amansız
fırtınalar karşısında sapasağlam kalmasını bilsin. O da kendi evlatlarını aynı
şekilde besleyip, yetiştirip, büyütüp, terbiye edebilsin. Asırlar geçse de, bu
milletin, namı yeryüzünden silinmesin. Bu milletin, hiçbir nesl-i atisi,
kâfirler önünde diz çökmesin, vatanını işgale uğratmasın, dinini yüreklerden sildirip
attırmasın.