Başkanlık mı? Mutlu azınlık mı? Koyun Psikolojisi mi?
Bugün Fenerbahçe – Galatasaray maçı ile Spor toto süper kupa sona erdi. Ve Galatasaray şampiyon oldu. Bu cümle ne kadar da masum sportif bir faaliyetler sonucu şampiyon belli olmuş gibi geliyor. Gerçek bence hiçte öğle değil. Mutlu azınlıkların koltuklarını korumalarını sağlayan bir süreç sona erdi. Yenisi çok yakında hemen başlayacak.
Dünya üzerinde belli gruplaşmaları incelediğimiz de ortaya çıkan bir tablo var. Bu tablo gereği insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için örgütleyen liderlerin hepsinde benzer bir taktik olduğunu görebiliriz.
En küçük topluluk birimi olan aileden başlayıp yukarı doğru sıralamaya baktığımız da ortaya çıkan tablo gruba hükmetmek isteyenlerin, grubu ellerinde tutmak için uyguladıkları toplu uyutma seansları görebiliriz.
Basit örnekler vereceğim.
Aile de aile reisi, ya her akşam veya haftanın belirli gününde kahvaltıda veya yatmadan önce belirli bir zaman diliminde aile bireylerine emir komuta zincirinde nasıl hareket edeceklerini anlatır.
Bu anlatılanlara ailenin kuralları diyoruz. Özellikle bireyimizin beyaz sayfasının ilk doğru yanlış sorgulamalarının çalıştırılmak zorunda bırakıldığı bilgilerimiz burada oluşmaktadır.
Tabi bu düzeye gelene kadar bireyin karar vermek yerine emredileni yapması için anne veya baba veya bireyi yetiştirenlerce yapılan bire bir şartlandırmaları yok sayıyoruz.
Buradan devamla başladığımız ilk toplu yaşam alanımız olan okullarda aynı eylemler devam etmektedir. Sınıfımızda öğretmen bir sürü şartlandırma yaparken, okul müdürleri de genel toplantılarla bu icraatlara destek vermektedirler.
Her noktada tek yönetici kavramı ile hareket eden insanlar daimi olarak emredileni yapma psikolojisi ile yüklenmektedir.
Evde, okulda, işte, camide(kilisede, sinagogda, havrada, tapınakta…), dernekte, statda… v.b.g. yerlerde sürekli olarak toplanılan yerlerde beyni şartlandırılan bireyler kolay yönetilir hale gelmektedirler.
İş devletler düzeyine gelince durum birden değişiyor.
Evde aile reisi tek kişi,
Okulda öğretmen tek kişi,
Her yerde Müdür tek kişi,
Hoca tek kişi,
Kulüp başkanı tek kişi,
Antrenör tek kişi,
A tek kişi, B tek kişi …
Olan sıralamada birden az gelişmiş ülkelerde veya zamanında zararlı işler yapılmış ülkelerin (Almanya örneği gibi) yönetimlerine gelince sistem değişiverip başkanlık kavramı kaldırıp icranın başındaki kişiye Başbakan, Sorumsuz Başbakandan yetkili kişiye ise Cumhurbaşkanı denen bir düzenek çıkıveriyor.
Ve bu düzenekte oluşturulan yapı ile ortaya öyle anormal bir sistem çıkıyor ki; kişi ideallerini uygulayabilmek için sürekli örgütünü elde tutmak zorunda kalıyor. Çünkü; devam edebilmesi için mutlaka örgütüne hakim olmak zorunda bırakılıyor.
Örgütler ise zamanla heyecanlarını kaybettikleri için liderin ideallerini değil günü geçiştirmek için koltuklarını koruma kaygısını ön plana çıkarıyorlar.
Bu rehaveti önlemek içinde liderler sürekli toplantılarla, organizasyonlarla örgütlerine adrenalin aşılamak zorundalar. Siyasilerin yaptıkları toplantılarda ki ajitasyonları buna örnek verebiliriz.
Evler, okullar, camiler, işyerleri, meclisler, kulüpler… dediğimiz toplu bulunulan mekanlarımızın hepsi liderin idealleri doğrultusunda bir nevi hipnoz etme noktasına dönüyor.
Baş köşe yazarımız diyebileceğim kişi olan İsmail Hakkı Cengiz bey benim Başbakanımızla ilgili olarak yazdığım yazıyı altındaki açıklamalarımı pekte önemsemeden farlı bir noktaya çekerek şu an cezaevinde olan isimlerini bile yazmayı doğru bulmadığım 3 kişi ile, Ülkemizin saygın 2 iş adamını mutlu azınlık olarak ilan ederek bunların etkinsizleştirildiğinden bahsedip öyleyse niye demokrasi gelmedi diyerek benden mutlu azınlığı açıklamamı istemiş. Devamında da AB ve ABD ülkelerinin Başbakanımıza emirler verip vermediklerini merak etmiş.
İsmail bey şahsında tüm milletime bahsettiğim ve sürekli vurgu yaptığım mutlu azınlığı açıklamak istiyorum.
Öncelikle mutlu azınlık tabirimle kast ettiğim sayı 5-10 kişi değil en az 500.000 ila 1.000.000 arasında dolaşan kişiden oluşmaktadır. Ve bu kişiler biraz şans, biraz miras, birazda gebe kalıp bebek sahibi oldukları için elde ettikleri konumu kaybetmek istemezler. Bu nedenle de gelene ağam, gidene paşam diyerek hep günü kurtarırlar.
Görülenin aksine Sayın İş adamlarımız pekte mutlu azınlık statüsünde değiller. Fakat iş adamlarımızın emrinde görünen bir çok kişi mutlu azınlıktır.
Lafı uzatmadan örnekleyelim. Sayın Rahmi Koç ve Aydın Doğan birer iş adamıdırlar. İş adamları maalesef mezara girene kadar pekte huzur bulamazlar. Çünkü sürekli olarak işlerini takip etmek zorundadırlar. Risk almayan sorumsuz yöneticileri ise mutlu azınlıktır.
Şöyle daha can alıcı hale getirelim konuyu.
İş adamı işini iyi takip edip iyi yöneticilerle çalışırsa 1 yılı karlılıkla kapatabilir.
Tersine giden işler olursa her şeyini kaybedip soluğu cezaevinde bile alabilir. Sayın Dinç Bilgin ve Cem Uzan bu durumun basit örnekleridir.
Mutlu azınlık olan yöneticiler ise iş konumu ne olursa olsun vergisi de patronları tarafından ödenmiş gelir sahibi olurlar. Hiçbir riske girmeden yaşadıkları çevrelerce önemsenirler. İstedikleri her şeyi gönüllerince yaparlar. Sonuçta ellerinde tuttukları koltuklarından olmaktan korktukları içinde düzenin kolay denetlenebilir olmasından korkarlar.
Yani asıl mutlu azınlık olan kişilerdir demokrasi kültürünün yerleşmesinden korkanlar.
Bu örneğimi aileden başlayarak toplumda ki tüm kademelere yaydığınızda Başkanlık sistemini asıl istemeyenlerin kendi çevrelerinde başkan olanlar olduğunu görebilirsiniz. Yani Akparti’de de şu anda mutlu azınlık bulunmakta olup bunlarda başkanlık sistemini istememektedirler.
Şu anki sistemde x bir noktada yetkileri elinde bulunduran mutlu azınlığın bir ferdinin yanlış uygulamalarını ortaya çıkarıp sonuçlandırmak en az 100 lere varan dürüst silsile ile kadro bulundurulması ile mümkündür.
Halbuki Başkanlık sistemlerinde aynı olayın gerçek bilgisinin başkanın kararına sunulması için 2 veya 3 kişinin dürüst hareket etmesi yeterlidir.
Şu anki Demokrasi adı altında yutturulan düzeneği ben Başbakanımızın içine sindirdiğine inanmıyorum. Fakat hiçbir şey yapılamayacağını çok iyi analiz ettiği için sabırla toplumun olayları anlayabilmesini beklemektedir. Mutlu azınlığın elinde bulundurduğu gücün farkında olan Başbakanımızın halktan gelen desteğe ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Bu nedenle de kalpten söylediği ve açıkça inancının gereği olan tek Din söylemini düzeltme ihtiyacı duyduğunu düşünüyorum.
Gerek Akparti teşkilatları veya diğer partilerimizin teşkilatları konuya sahip çıkıp ta tabanlarındaki yönetim kademelerini yani kendi sırtlarına binen mutlu azınlıkları sıkıştırmadıkları müddetçe Ülkemiz Başkanlık sistemine geçemeyecektir. Başkanlık sistemine geçilmesinin önündeki engel sanılanın aksine diğer partilerden daha çok Akparti engeline takılmaktadır.
Bu durumu bile doğru okuyamayan muhalefet liderleri Başkanlık sistemine karşı çıkmaktadırlar.
Milliyetçi cephemize de basit bir göndermede bulunmak istiyorum.
Sayın Devlet Bahçeli defalarca seçim kaybetmesine rağmen milliyetçi hareketin kurucusu olan ve ünvanı Başkan anlamına gelen Başbuğ olan merhum Türkeş’in felsefesine neden karşı çıkmaktadır. Çünkü defalarca seçim kaybetmesine rağmen mutlu azınlığın desteği ile koltuğunu koruyup hiçbir şey üretme ihtiyacı duymadan mutlu azınlık olarak yaşamını sürdürmektedir.
Sayın Bahçeli, sorum size varsa idealleriniz, varsa gerçek ufkunuz bunu halka anlatıp neden başkan olmayı hedeflemiyorsunuz. Ama ben sizin Ülkemiz için her hangi bir hedefinizin olmadığını düşünüyorum. Sizin göreviniz temsil ettiğiniz mutlu azınlığın pek rahatsız olmamasını sağlamak öyle değil mi?
Neden böyle mi diyorum. Siz sadece bu Ülkenin mutlu azınlığısınız. Çünkü; Sayın Merve Kavakçı meclisten atılırken Siz değimliydiniz sayın Nesrin Ünal’ın baş örtüsünü açtırıp meclise katılmasını sağlayan. Daha bir çoklarını yazabilirim. Fakat uzatmayacağım. Şu an Ülkemizde mutlu mutlu mazlum halka zulm ederek yaşayan mutlu azınlığın korunmasına en büyük destek sizden geliyor.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın enerjisine de teşkilatlarında ki tamamen menfaat sülüklerinin sömürülerine rağmen elinde tutabilmeyi başardığı yetkilerine de hayranım. Açık yazıyorum. Şu an Akpartinin bir çok teşkilatı asıl Akpartiler menfaat çeteleri ile mücadeleyi göze alamadıkları için menfaat sülükleri ile doludur. Çok basit müdahalelerle çözülebilecek sorunlar bu nedenle çözülememektedir. Çünkü menfaat sülükleri halkın dertlerini değil kendi mutlu azınlık konumlarını koruma derdindedirler.
Ben sayın Başbakanımızın hedeflerini
de, amaçlarını da tahminen biliyorum. Ve Ülkemizin gerçekten Dünyada söz sahibi
olmasını sağlayacak vizyonun sahibi olduğunu da, teşkilat yapısını biraz tanıyınca
anladım. Dünyaya Adalet istemekle eş
değer olan bu vizyonun başarıya ulaşabilmesi için halkın Başkanlık sisteminin
gelmesini sağlayabilmesi için bulunduğum yerden üzerime düşeni yapacağım.
Yazımı çok uzattım. Özür dilerim.
İsmail Bey! Sizi tanıyorum. Kişiliğinizi de gördüm. Benimle gerçek AKPARTİ li olanların hiç bir farkı yok. Buna emin olabilirsiniz.
Lütfen her devrin adamı olan mutlu azınlığa bakarak AKPARTİ’yi değerlendirmeyiniz.
Bu kadar büyük zulme rağmen sayın
Başbakan hoş görüsünden hiçbir şey kaybetmemektedir. Lütfen burayı bireylere
indirerek algılamaya çalışınız.
Dilerim yazdıklarımı bütün olarak okuyup gerçek sorgulamaları yaparak mutlu
azınlığın tetikçisi olmaktan vaz geçer gerçek kişiliğinizi yazılarınıza
yansıtırsınız. Sizin gibi dürüst insanların yeri başkanlık sisteminin
savunucularının yanında olmasıdır.
Umarım aynı zamanda halkımızda gerçekleri görerek bir an önce bulundukları
yerlerdeki teşkilatlara sahip çıkarlar. Bu satırları okuyan sizler hangi partiden
olursanız olunuz teşkilatınıza sahip çıkınız. Bal tutanların parmak yalamasını
keserseniz Ülkemiz ADALET ve KALKINMA’nın ne demek olduğunu gerçek anlamda
görecektir.
Saygılarımla