Türk
Milletinin, atalarından, Mete’nin düşmanlara aman vermediği, Atilla’nın Papaya
diz çöktürdüğü de bir geçektir. Ve daha nice gerçekler vardır. Keşke kendi tarihimizin bütün saklı
hazineleri kendi dağlarımızın içinde olsaydı da her şeyiyle ortaya
çıkarabilseydik. Kimbilir, belki de, Papa’nın bugün yaptıklarının arka
perdesinde, Türk Milletine duyduğu derin kin vardır. Hâlâ, bir Türk hakanının
karşısında diz çökmesini kendine yedirememektedir ve hatırladıkça kini nüksetmektedir
kimbilir. Ve Türk Milletine manevi sahadan bir darbe vurmak peşindedir. Boynu
çekilemeyen bir milletin boynuna zincir vurma meselesidir mesele. Savaşla diz
çöktürülemeyen bir milletin, evcilleştirilerek uysal koyun gibi olmasını
sağlamaktır. Ama Türk Milleti uysal koyun değildir, boynu çekmeye gelmez.
Boynuna zincir vurmak kimsenin haddi değildir, o zincirler bedenlerde
parçalanırlar. Özgürlüğüne delicesine tutkun bir milletin boynuna tasma takmaya
yeltenmenin bedeli çok ağırdır elbette ki. Oğuz
Kağan Destanı ve Ergenekon Destanı, Türk tarihinin meşhur destanlarındandır.
Evet, mutlak manada gerçek oldukları şüpheli bile olsa yine de gurur duyulacak
hatıralardır bunlar. Zira en ufak delilleri olması hasebiyle, gerçekliklerinin
olma ihtimali de vardır. Olmasaydı, yazılı bir belgesi de olmazdı. Ki, Oğuz
Kağan Destanına dair yazılı bir belge mevcuttur, malum. O sözlü ve yazılı
belgeler dün üretilmişte değildir. Asırlardan asırlara aktarılarak gelen bir
şeydir. Yani yüz yıllık bir mesele olsaydı, belki kasıtlı üretilmiş
diyebilirdik ama öyle değil çok şükür.
Zaman gelmiş ve nice badirelerden geçmiş
Türk Milleti peyderpey İslam Dinine iltihak etmeye başlamış. Söylentilerde
olduğu gibi, ilk geçişi asla toplu şekilde değildir. O meşhur toplu geçişten
önce de dine girenlerin varlığı mevcuttur. Ve İslam dinine geçmesinde, yaşadığı
hayatın muhakkak olarak katkısı vardır. Zira belki adı İslam olmayan ama
kendisi İslam’a benzeyen bir hayat yaşamaktadır. En basitinden, İslam’ın
şiddetle reddettiği yalan olgusu, Türk Milletinin indinde de çok büyük bir
ahlaksızlık olarak addedilmekte ve yalana başvuran tecziye edilmekteydi.
Düşmana kin duyulsa bile, esir düştüğünde adaletsizlik edilmezdi. Alpaslan ve Romen Diyojen olayını
hatırlamakta fayda vardır. En güzel şekilde ağırlanan ve güvenli şekilde
ülkesine dönmesi sağlanan düşman komutanı kendi ülkesinde katledilmiştir, ne
garip. Aile yapısına verdiği değerde, İslam’la benzerlik göstermektedir. Yine
gaza konusu da, İslam Dininde ki cihatla örtüşmekte olup, Türk Milletinin Yüce
İslam Dinine girişinde en büyük etkenlerden biridir. İslam Dini, Türk
Milletinin bir arada olmasını sağlayan en büyük etkenlerdendir. Zaman
içerisinde diğer dinlere geçen Türk Milletinin boylarından hiçbirisi
kimliklerini dahi koruyamamıştır. Ama İslam’a geçen Türk Milleti hem İslam’la
yücelmiş hem de kimliklerini koruyabilmiştir. Vatan konusunda ki tavizsiz duruşları da, İslam’la ilintili gibidir.
Zira yurtları işgal edilenlere cihat etmelerini emretmektedir Allah. Türk
Milleti de, yurt savunmasında kesinlikle duyarsız kalmamıştır. Hiçbir hükümdar,
topraklarını kendi malı gibi görmemiş ve bütün bir milletin malı olarak
değerlendirmiştir. Düşmana başka konularda taviz vermiştir gerektiği zamanlarda
belki, ama toprak konusunda asla taviz verdiği görülmemiştir. Buna Mete’nin ve Sultan Abdülhamit Han’ın
tavırlarını örnek olarak gösterebiliriz. Türk Milleti, cennet ve cehenneme
de inanıyordu kendi inanışları doğrultusunda. Bu da, İslam’daki cennet,
cehennem inanışına benzer bir inanıştı.
Türk Milleti, putperestliğe ve
Hıristiyanlığa geçmeye çalışan boylarına karşıda mücadele vermişlerdir. Türk
Milletinin şöhreti zamanında dillere destan bir hal almıştı. Her komutanın kahramanlıkları bir anda
yayılıyordu. Düşmana korku, dosta güven veriyordu. Eğer İslam olurlarsa, hiçbir
gücün İslam’ın karşısında duramayacağı inancı yerleşmişti yüreklere.
Peygamberimize atfen söylenen ve birer iftiradan ibaret olan sözlerin aksine,
Peygamberimizin, Türk Milleti hakkında şöyle söylediği ve bunun da Kaşgarlı Mahmut tarafından nakledildiği
ifade edilmektedir. Peygamberimiz diyorlar
ki; ‘’Türk diye bir kavim vardır,
onların dilini öğreniniz, çünkü Türklerin uzun zaman sürecek hâkimiyetleri
vardır.’’ Evet, sahih ya da değil orasını kesin olarak bilemeyiz ama
mantığa vurduğumuz zaman ve tarihe baktığımız zaman gerçekliği gün gibi
açıktır. Zira Türk Milletinin hâkimiyeti gerçekten de çok uzun zamanlar
sürmüştür. Ve bu zamanlar içerisinde daima İslam’ın saflarında yer almıştır. Meşhur Arap edebiyatçısı olan Cahiz,
Türkler hakkında şunları söylemektedir; ‘’Savaş
sanatı, Türk’e, bilgi, tecrübe, siyaset ve sair yüksek vasıflar kazandırmıştır.
Türk daima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hakanı, hileyi sadece savaşta da
olsa yapmak zorunda kaldığını üzülerek belirtir ve ikiyüzlü olanları daima en
kötü insan sayar. Arap ordularını Türkler kadar titreten başka bir millet
yoktur. Türkler daima soylarıyla iftihar ederler, vatanlarına ve dillerine çok
bağlıdırlar. Düşmanlar esir alınca, onlara iyilik ve ikram eder, âlicenaplık
gösterirler.’’ Buradan Türk Milletinin takvaca da üstün bir yerde
olduklarını çıkarabiliriz. Üstelik meşhur bir Arap edebiyatçısının dilinden
aktarılmaktadır bu sözler.