‘’Milletlerin ruhu, tarihlerinin derinliğinde
aranmalıdır. Ruhunu kazanmak için, maddeyi feda eden ve varını kurban veren
fedakârlığı, kendi tarihi içinde Anadolu tanımıştır. Çünkü hürriyet için kurban
vermiştir.’’ Diyor üstat Nurettin Topçu. Peki, milletini
tanımayan, tarihini bilmeyen, insanı zaferlerden zaferlere koşturan ruhtan bihaber
olan, maddeyi manaya tercih eden, fedakârlıktan ve feragatten iz taşımayan bir
nesil, nasıl kurban olacaktır ve niçin kurban olacaktır? Ve kurbansız hürriyet
kabil midir? Nesillerimiz gerçekten de, ruh cephesinden bakınca düşmüş
durumdadır ve uzanacak bir el beklemektedir. Peki, uzanacak el var mıdır ve
uzanacak bu eller temiz midir? Maalesef kirliyiz ve sürekli kirleniyoruz,
kirlendikçe de kirletiyoruz. Mirası da, sünepeler gibi tüketiyoruz. Tarihimizin
derinliğine dalacak derinlikten yoksunuz. Üretilmiş değerleri tüketiyoruz ama
yeni bir değer üretmekten aciziz. Değerli ve değerlerle yüklü bir ecdadın,
değersiz ve değerlerden mahrum ve uzak nesilleriyiz. ‘’Her medeniyet bir kitaba dayanır. Peki, senin kitabın hangisi?’’Diyor
Cemil Meriç üstat. Kitabın bilen,
değerlerini de bilir, değerlerini bilen bu değerlerin kimlerden tevarüs
ettiğini de bilir. Haddizatında, kitap, kendisi bir değerdir başlı başına. Ama
kitap ne? Kitabımız nerede? Bunu bilen kim? Kendimizi bulmak, bilmek ve yeniden
kendimiz olmak için; kitabın derinliğine inmeli, tarihin derinliğine
dalmalıyız. Bilakis, silinip gitmeye mahkûmuz.
Evet, bugün, kitabından bihaber,
tarihinden ve ecdadından bihaber bir neslimiz var. Çünkü bu nesil, dinsizlik ve
değersizlik üzerine yetiştirildi. Tarihini, tahrif edilmiş haliyle öğrendi. Kemal Tahir üstadın muhteşem tespitiyle
‘’tarihi çalınmış bir milletin’’
neslidir bu nesil. Dini, kendisine irtica olarak sunuldu. Ecdadı sürekli olarak
kötülendi. Kendi atalarının ürettiği ve bugün dünyanın dört yanında istifade
edilen bilimsel temeller, sanki yabancıların ürünüymüş gibi sunuldu kendisine. Atalarını
yobaz olarak tanıdı bu nesil. Dininden uzaklaştırılıp, batıl ideolojilerin
kıskacına alındı. Cemil Meriç üstat,
bizi şöyle tarif ediyor; ‘’Anadolu insanı: Dürüst, imanlı,
toprak kokan, ağaç kokan bir insandır.’’ Ama biz, böyle bir seciyeye sahip olan Anadolu insanını, yalancı, sahtekâr,
imansız, toprakla bağını koparmış, yeşilden uzaklaşıp betonarme yapıların
tutsağı olmuş bir insan kıldık. Bizler bu hale durduk yere gelmedik, bilinçli
ve denetimli bir şekilde getirildik. Bu ülke ve bu millet, yabancıların
pisliklerinin taşıyıcılığını yapan bir avuç güruh tarafından bu hale getirildi.
Cemil Meriç üstadı dinleyelim; ‘’Cumhuriyet
ve Varlık. Cumhuriyet, kurulduğu günden beri tefekkürü felce uğratmağa memur.
Kurulu düzenin gerçek koruyucusu. Genç dikkatleri eski fetihlere çivileyen
sahte bir ilericilik. 1974′te Atatürkçü. Varlık, Cumhuriyet’in aylık nüshası.
Aynı fikir sefaleti, aynı namussuzluk, aynı sahtekârlık. Nadir Nadi ile Yaşar Nabi ikiz kardeştirler.
Reculiyetten, samimiyetten mahrum iki harem ağası. Memlekette düşünen insanın
türeyememesi bu iki düzenbazın marifetidir. Bu iki düzenbaz belli emellerin
temsilcisi, yani fert değil lejyon. “Ortadoğu” bir meçhuldür. Kötü bir meçhul.
Ama meçhul. Ortadoğucularla bir miktar yol arkadaşlığı yapılabilir. Cumhuriyet ve Varlık kuruluşundan beri lağım.
Üstelik bu lağıma girmek hürriyetine de sahip değilim. Yani alçalmağa mizacım müsaid
de olsa beni almazlar. Güvenemezler. Ne ben kendim kalarak bunlara
katılabilirim, ne onlar beni içlerine alırlar. Yani kader hükmünü vermiştir.’’
Biz, millet olarak, gerçekten de çok büyük
talihsizlikler yaşamış bir milletiz. Ruh cephesinden yıkmışlar bizi. Beynimizi iğdiş
etmişler. Aydın sandıklarımızın, ya da bize aydın diye sunulanların peşlerinden
koşmuşuz şuursuzca ve hala da koşmaya devam ediyoruz. Oysa aydın diye bilinen
tipler, Batı uşağı, ecdat, din ve tarih düşmanı bir avuç ecnebi eniğiydi. Onlar,
Batı gibi yemeyi, içmeyi, giymeyi, konuşmayı, yaşamayı marifet sanan ahmaklar
sürüsüydüler. Kendi memleketlerinde birer Batı borazanıydılar. Oradan yuttuklarını
buraya kusuyorlar, öğrendiklerini papağan gibi tekrar ediyorlardı. Cahilleştirilen
milletin çocukları, bu gerçekleri algılamaktan çok uzaktılar. Bu, büyük laflar
yutmuş yobazlarda milletin cahilliğinden istifade ettiler. Bakınız Cemil Meriç üstat ne diyor; ‘’Sol, papağandır. Öğretilenleri tekrar
eder. Topaldır, koltuk değnekleri ile yürür. Hareket etmek için mutlaka bir Batılıya
muhtaçtır. Dost olmanız için dilini konuşmanız lazım. Dilini, yani seçtiği
pirin, mürşidin dilini. Sembollere ve sloganlara mahpustur. Reçete ister.’’
Evet, bu sözleri söyleyen insan, yobazlıktan uzak, papağanlığa düşman, özgür
düşünceye iman etmiş, bir şeyi her yönüyle tahlil ve tetkik etmeden insanlara
sunmamış bir insandır. Hatasız mıdır? Elbette ki her insanın hatası vardır. Ama
derin ve haysiyetli bir duruşa, samimiyete sahiptir. Bakınız gerçek entelektüeli nasıl tarif ediyor kıymetli ve şerefli
üstadımız Cemil Meriç; ‘’Gerçek entelektüel önce ülkesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla
görevlidir. Yani rüşeymî bir mahiyet taşıyan şu veya bu sınıfın ideolog veya
demagogu olmamak, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmek
vazifelerin en büyüğü değil mi?’’ Sevgili dostlar! Kendimize, özümüze
dönmekten başka çaremiz yoktur. Okumaktan, düşünmekten, anlamaktan başka çıkış
yolumuz yoktur. Çalışmayı ibadet telakki edip, mütemadiyen çalışmaktan başkaca
kurtuluş yolumuz yoktur. Değerlerimize sarılmaktan ve değerlerimiz temelinde
bir düzen inşa etmekten başkaca bir yolumuz yoktur.