Kerkük demekle Irak Türklerini anlatma istiyorum. Aslına bakılırsa Kerkük dâvası, Kıbrız dâvasından öncedir. Birinci Cihan Savaşının sonunda, Osmanlı İmparatorluğunun içinde Türkler için teknik bir sınır çizilirken, o zamanki Musul vilayeti bu sınırın içinde sayılmış, fakat Lozan barışında ve ondan sonraki Musul anlaşmasında İngilizlerin sonuna kadar diretmelri yüzünden Irak Türkleri yabancı hâkimiyeti altında bırakılmıştı. Son gücünü harcayarak doğuda Ermenileri yenen, batıda Yunan orudusunun yarını yok edip, yarısını Yunanistana kaçıran, fakat buna rağmen Yunanistan’dan Adalarla Batı Trakya’yı alamadığı gibi tazminat da koparamayan yorgun ve bitkin Türkiye için Musul yüzünden İngiltere ile çarpışmaya imkân yoktu. Ancak, Irak Türklerinin millî varlıklarını korumaları için İngiltere’den ve ona halef olan Irak devletinden sağlam teminat almak mümkündü. Bu yapılmadı veya yapılamadı.
Irak bağımsız bir devlet olduktan sonra Irak Türklerinin ipdidaî ve düşman bir idare altında oldukları düşünülerek o yönde bir siyaset izlenmemesi Cumhuriyet hariciyesinin millî bir dış siyaset güdememe vasfının normal sonucudur. “Balkan vatandaşı olmayı Türk vatandaşı olmaya tercih ederim” diyen Tevfik Rüştü Aras ve “bizim için Kıbrıs dâvası diye bir dâva yoktur” diyen Fuad Köprülü gibi şaheser bakanlar gayrımillilik hastalığının arazlarıydı.
Bugün durum değişmiştir. Son Dışişleri Bakanlarından Fatin Rüştü Zorlu ile Feridun Cemal Erkin’in şahıslarında, bu ikisinin eksikleri ne olursa olsun, millî bir dış siyasetin kuvveti gibi gözüküyor. Demek ki millî şuur dış Türklere yönelmiştir. Zaten yaşamak isteyen millet, güçlü millet, siyasî sınırları dışındaki ırktaşlarını umutmayan, unutamayan millettir. Geçmişi hatırlayan millettir. Geçmişi unutmak, soydaşını ve kardeşini hatırlamamak, bilmemek hayvanlara mahsus bir özelliktir.
Bugün Kerkük Türkleri dediğimiz 1.000.000 Irak Türkünün mukadderatı ile ilgilenmek millî görevimizdir. Çünkü altı yıl önce, 14 Temmuzda bu Türklere karşı girişilen kırgın hareketi, Irak Türklerinin asla emniyet altında bulunmadıklarını gösteren kokunç bir delildir. Bir yandan İsrail’e yenilmesinin suçunu Türklere yüklemeye çalışarak Türk düşmanlığını millî siyaset haline getiren Arap devletlerinden biri olan Irak, öte yandan Moskova’da yetiştirilmiş önderleriyle komünist düşüncelerini benimseyen ve bağımsız devlet hayali ardında koşan iptidaî Kürtler bu 1.000.000 Irak Türkünü yok etmek için fırsat bekliyor. Bu Türklerin, Irak’ın petrol bölgelerinde yaşamaları da hem önemlerini, hem de kendilerini tehdit eden tehlikeyi artırmaktadır.
Milletlerde bir düşünce olgunlaştığı zaman o düşüncenin “davranış” haline gelmesi için küçücük bir sebep yetişir. Böyle zamanlarda düşüncenin bayrağını açan kimse “Türk tarihinin kişileri” arasına girer. Türkiye’nin pasif bir dış siyaset güttüğü yıllarda, meslektaşları arasında oldukça geri saflarda bulunan bir gazeteci, merhum Sedat Simavi, Kıbrıs dâvasını millî bir dâva diye öne sürmekle tarihte şerefli bir satır olmuş ve onun ileri attığı düşünce artık millî bir siyaset, bir ülkü haline gelmiştir.
Kıbrıs dâvasında hemen her devlet, dost ve müttefik sandıklarımız bile aleyhimize olmasına rağmen işte 100.000 Türk, 400.000 Rum’la boğuşuyor. Bu orantısız vuruşmada yenilmeyişinin sebebi Anayurdun kendisini desteklediğini bilmesidir. Hele bu destek, kritik anda Erenköyünde yapılan hava saldırısı gibi olunca Kıbrıs Türk’ünün savaşı daha yıllarca sürer. Türk birlikleri Kıbrıs’a çıkıncaya veya Selanik’e girinceye kadar...
Kerkük Türk’ünün de desteğe ihtiyacı var. Üstelik Kerkük Türkü daha da talihsizdir.. nasıl talihsiz olmasın ki Barzanî adında bir Kürt eşkiyası devlet kurmaya ve Kerkük Türklerine azınlık hakkı vermeye kalkıyor. Kurtuluş Savaşındaki bir türkü, Yunan gibi aşağılık bir düşmanın Türkiye topraklarına ordu sokmasını.
Ankara’nın taşına bak,
Gözlerimin yaşına bak,
Biz Yunan’a esir olduk,
Şu feleğin işline bak.
Mısralarıyla anlatıyor ve talihin böyle hain bir tecellisine karşı Türk milletinin öfkeli şaşkınlığını belirtmiş oluyordu. Bu acı hatıra yetişmiyormuş gibi, şimdi bir de Kürt devlet kuracak da 1.000.000 Türk’e azınlık hakları mı verecek?
Bu küstahça iddialar karşısında Türkiye’nin kültür ve fikir hayatında söz sahibi olan, söz sahibi olduğunu iddia eden bunca kalem sahibi arasından, Sedat Simavi gibi bir çıkıp da Kerkük Türkleri’ni millî bir dâva haline getiremez mi?
Yaşamak ve güçlenmek isteyen insan da, millet de iştahlı olur. Bu gerçek ortada iken tarihî hakların dile getirilmesini emperyalizm diye şamataya alan alıklara söz hakkı verilmemelidir, unutulmamamıdır ki bir milletin meseleleri yalnız iktisadî değildir. İktisadî problemler birer vasıtadan ibarettir.
Kafalara ve gönüllere kazılması gerek başka bir gerçek de şudur: Türkiye 67 ilden ibaret değildir.
ÖTÜKEN, 17 TEMMUZ 1965, Sayı. 19