Sevgili dostlar! Sorun, sömürüde değildir, nasıl sömürülebildiğimizdedir. Sömürü problemdir evet, ama asıl problem sömürülebilirliktir. Bu yüzden de, sorun sömürende değil, sömürülendedir. Etüt edilmesi gereken esas yön; nasıl sömürüldüğümüz meselesidir. Bizler sömürüye açık olmazsak, bizleri kim sömürebilir Allah aşkına? Sömürüyü biz davet ediyoruz dostlar. Çünkü sömürenin peşinden ayrılamıyoruz, onların ürettiklerini tüketiyoruz ve onları taklit ediyoruz. Onların kavramlarıyla hayata bakıyoruz. Papağan gibi onların sözlerini tekrar ediyoruz. Onların yaşamlarını yaşıyoruz. Kitabımızdan tek ayet bilmiyoruz ama onların bütün kavramlarını yutmuşuz. Kendi Önderimizin hayatından bihaberiz, sözlerinin cahiliyiz ama düşmanlarımızın önderlerinin ve sözlerinin bilgiciyiz. Gözümüz onların gözü, kulağımız onların kulağı, vicdanımız onların vicdanı, beynimiz onların beyni olmuş adeta. Onlar hangi delikten girerlerse, biz de aynı delikten girmeye çalışıyoruz. Onları, bilmeden yüceltiyor, üstün gösteriyoruz. Kendiniz olmazsanız, başkaları olursunuz ve olduğunuz başkaları da sizleri sömürür dostlarım. Bizi mahveden, yoldan çıkaran; düşünsel sapmadır. Yani, beyinlerimizin iğdiş ve işgal edilmesidir. Kolaycılığın ve rahatlığın tutsağı olmamızdır. Oysa kolaycılık ve rahatlık, insanları gevşekliğe ve verimsizliğe sevk der. Zorluklar ise, yaratıcıdır. İnsanları tepkiye ve verimli olmaya sevk eder. Milletler; fabrikalar, aletler, eşyalar ithal edebilirler ama insan ithal edemezler. İnsan çok önemlidir. Zira mevcudatın öznesidir. Her türlü meselenin başı da, sonu da insandır. Hayatta, yetecek kadarıyla yetinmeyi ilke edinmek tehlikelidir. Bu insanı durgunluğa, atalete yöneltir. Böylece de verimliliğin düşmesine neden olur.
Sevgili dostlar! Bugün sporla oturuyoruz, kalkıyoruz ama iş kitaba geldi mi yan çiziyoruz. Fikri bir meseleyi istişare etmeye geldi mi; bırak ya kardeşim fikir işini, kafam ağrıyor diyoruz. Oysa saatlerce sporu konuşuyoruz ama kafamız ağrımıyor. Takımımız kaybetti mi, hastalanıyor, kahroluyoruz. Aynı şekilde saatlerce parti kavgası yapmaktan bıkmıyoruz, ideolojilerimizi konuşmaktan yorulmuyoruz. Partimiz, grubumuz bir kayıp yaşadı mı kafayı yiyoruz. Ama dinimizin, vatanımızın, milletimizin ve medeniyetimizin kaybından, çöküşünden zerre huzursuzluk duymuyoruz. Sonrada niçin bu haldeyiz diye namussuzca soruyoruz ya da ciddi ciddi bu meseleyi düşünüyormuşuz gibi tavır yapıyoruz. Biz böyle olursak daha çok sürünürüz ve sömürülürüz dostlarım. Sizi şerefimle temin ederim ki, daha kitabından tek bir ayet bilmeyen ama sabah akşam spor konuşan ve adeta sporun kitabını yazacak kadar bilgiye sahip olan insanlarımız var. Üstelik bunlar topluma yön vermesi gereken konumdalar. İçler acısı bir halimiz var ama farkında bile değiliz ya da gözlerimizden kasıtlı olarak kaçırılıyor bu durumlar. Gerçekten çok basit, yoz, rezil bir hayatımız var. Yüce ülkülerimiz ve büyük davalarımız gönüllerimizi terk etmiş. Yerini, kısır kavgalar, basit ilişkiler, ucuz hesaplar almış. Spor baronları, sahtekâr ideologlar, nutukçu politikacılar, medya denilen lanet, televizyon denilen lağım, aydın denilen zibidiler, hayatımızı, bilincimizi, gönüllerimizi esir almış.
POLİSLERİMİZ
Polislerimiz sürekli hedefte tutulmaktadırlar. Zira milletimizin, polislerimize karşı tavır alması istenmektedir. Ama bu tür pespaye niyetli olanlar, kirli amaçlarına ulaşamayacaklardır. Zira Türk Milleti, asla polisine karşı kinli olmaz, olamaz. Gece gündüz demeden, milletinin güvenliği için koşturan bu fedakâr insanlara haksızlık yapmak namertliktir. Ki, zaten, namertlik yapanlar da bilinen namertlerdir. Bu azılı namertlerden biri şeytanın sesi olan biridir ve bir kanalda sürekli havlamaktadır. Özellikle son zamanlarda polisimize karşı saldırılar yoğunlaşmış durumdadır. Çünkü alçak düşman, herhangi bir ihanetinde, karşısında polislerimizi bulacağını düşündüğünden, polisimizin itibarını sarsmaya gayret etmektedir. Tıpkı, necip ordumuzda eskiden olduğu gibi at oynatamadıklarından ve ordumuzu içinden çıktığı milletine karşı tahrik edemediklerinden dolayı ordumuza kustukları gibi. Ama bu millet, itlerin salyaları ile hareket edecek kadar sefil bir millet değildir. Hem polislerimizin hem de askerlerimizin yanlışlarına hayır ama sevgimiz de tamdır. Ve hiçbir itin havlaması, bu sevginden tek bir kıymık bile alıp götüremez. Polislerimiz gariban insanlardır. Mazlum insanlardır. Fedakârdırlar. Zorluklarla mücadele eden insanlardır. Hiçbir vicdan, onlara ihanete onay veremez. Veren ise, şeytanın emrinde olan körleşmiş vicdandır.
Daha dünlerde malum bir olay oldu. Bir kişinin biber gazından öldüğü söylendi. Evet, üzücü bir olaydı ama olmuştu bir kere. Allah rahmet eylesin, ailesinin başları sağolsun. Olay tetkik edilmelidir. Aile, polise karşı düşman tavırlar sergilememelidir, hainlerin oyununa gelmemelidir. Ama bu olayda ki esas maksadın, biber gazının kullanılmasını yasaklatmak olduğu görülmelidir ve tuzağa düşülmemelidir. Polislerimiz, yanlışlara sevk edilmek istenmektedir. Biber gazı olmazsa polisimiz ne kullanacaktır ve nasıl kullanacaktır? Biber gazı kullanılmalıdır. Zira hainleri püskürtmek zordur. Tabi kontrollü olmalıdır her şey. Polislerimizin içinde bulunma ihtimali olan hainlere de fırsat verilmemelidir ve polislerimizin itibarı lekelendirilmemelidir. Her kurumun içinde, o kurumu lekeleyecek hain elbet bulunur ve bu doğaldır. Hainlerin varlığı, bulundukları kurumu külliyen lekeleyemez. Ama tespit edildikleri anda tard edilmelidirler. Zira çürükler atılmazsa, sağlamları da bozması muhtemeldir hatta kesindir.
Polislerimiz, sürekli sol örgütlerin hedefindedir. Çünkü devletimizin en esaslı koruyucu güçlerindendir. Her hainane direnişte, karşı darbedir. Bu da birilerini rahatsız etmektedir. Öyleyse polis kötüdür ve kötü gösterilmelidir. İşte durumun özeti budur. Taze bir haber çıktı; polislere demir cop verileceğine dair. Bu kesinlikle yapılmamalıdır. Zira Teşkilatın itibarını sarsacak ve milletin sevgisini azaltacak namussuz tuzaklar kurulabilir. İçeriden birileri ayarlanır ve bir eylemde demir copun yersiz kullanımı can alabilir ve bu fırsat bilinerek polis hedefe konur. Dikkatli hareket edilmelidir. Her yol gösterenin, gösterdiği yoldan gitmek ahmaklıktır ve gizli felaketlere davetiyedir. Lütfen uyanık olalım ve polislerimizin yanında duralım. Düşmana geçit vermeyelim, polislerimizi ezdirmeyelim. Ama haksızlıklara yönelmesine de müsaade etmeyelim.
Son olayları tahlil edebilmek için, komünizmin kirli ve kanlı taktiklerine vakıf olmak icap eder. Hepsi, tamamen komünizm taktikleriyle örtüşen olaylardır. Millet galeyana getirilmek istenmektedir. Toplumda huzursuzluk varmış gibi algı yaratıp, toplumu devlete karşı isyana sevk etmek istemektedirler. Özellikle Karadeniz Bölgemizde etkin olmaya çalışmaktadırlar. Bazı şehirlerde ki olayları kullanmaya yeltenmektedirler. Öteden beri, bu bölgemizde, tıpkı PKK benzeri bir yapılanma oluşturma hevesi vardır. Ama yiğit ve vatansever Karadenizliler buna geçit vermeyeceklerdir. AKP’ye muhalefet ediyormuş gibi bir izlenim doğurarak, MHP’nin tepki göstermemesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysa gaye bambaşkadır. Haddizatında bu da bir taktiktir. Aynı değerlerde buluşanların arasını açmak, en azından aynı noktada buluşmalarını engelleyerek karşı gücü zaafa uğratmak bir komünizm taktiğidir. Her olayı fırsata dönüştürerek, buradan halkın arasına sızmaya çalışmak ve halkı kendi tarafına çekmek komünizmin kadim taktiğidir. Türk Milleti, bu tuzağa düşmemelidir. Oyunu görmelidir ve piyonları bırakmalı, oyunu kurana bakmalıdır. Oyunu kuran siyonisttir ve siyonizmin içimizde ki Truva Atı olan Kemalistlerdir. Oynayanlar ne kadar da bizden biriymiş gibi görünseler de, bizden birileri değildirler. Türk Milleti uyanık olmalıdır, tuzakları fark etmelidir ve birbiriyle didişeceğine güç birliğine gitmelidir.