Sevgili dostlar! Artık büyüdüğümüzün farkına varmalıyız ve halimizin gerektirdiği ihtiyaçlara yönelmeliyiz. Hiçbir şeyin aynı kalmadığı bir âlemde, insanın da aynı kalması ve aynı şeylere ihtiyaç duyması düşünülemez. Çocuklar yetişme sürecinde üç evreden geçerler. Bunlardan ilki, eşya ile ilişkili oldukları evredir. Daha sonra, şahıslarla irtibatlı oldukları evreye girerler. Son olarakta, fikirler dünyasına ulaşırlar. Bu son aşama, reşitlik dönemi olarak bildiğimiz evredir. Çünkü kendimizi, hayatı ve insanları tanıdığımız ve yorumladığımız evredir. İslam toplumu genel olarak eşya ile ilişki çağındadır. Görünümü, hâlâ bu çağı aşamadığını haber vermektedir. Dolayısıyla beyne hâkim olan eşyacı zihniyettir. Eşya, hayatının bütününü kuşatmıştır. Bu yüzden de sürekli tüketen bir yapısı vardır. Oysa dünya, fikirler aşamasına ulaşmıştır ve bu aşamayı da geçmek için mücadele vermektedir. Çünkü ihtiyaçlar sürekli değişmektedir. Hayatımızın seyir ve devamı için, başkalarından ödünç fikirler alarak bunları uygulamamız mümkün değildir. İşte sömürülebilirliğe açılan kapı budur. Zira başkalarından fikir alırsan, onların yaşamlarını da almak zorunda kalırsın, bu da senin sömürülmeni intaç edecektir elbette. Çünkü başkasının fikrini alan, onun yaşantısını da almış demektir. Ekonomik sahada, düşmanın araç gereçleriyle iş göremeyiz. Çünkü bu tür gelişmiş enstrümanlara sahip değiliz. Olduğumuz yeri bilmeliyiz ve yerimize göre argümanları kullanarak daha ileriye sıçramak için gayret etmeliyiz. Çocuksak, çocukların yapabileceklerini yaparız, büyüklerin yaptıklarını yapmaya kalkışmayız. Ama sürekli büyüdüğümüzün de bilincinde olmak zorundayız.
Sevgili dostlar! Çocukluk evresinde yaşayanlar, dünyada ki gelişmeleri hissedemezler, algılayamazlar ve anlayamazlar. Sorunlarla yüzleşseler dahi, onları fikir düzeyinde değil, eşya düzeyinde algılarlar. Eşya düzeyinde ki algılama da, insanı akamete uğratır ve ilerlemesini sabote eder. Medeniyet düzeyinde ki toplumlara göre, medeniyet öncesi toplumlar çocukluk evresindedirler. Medeniyet düzeyinde ki toplumlar ise, fikirler evresindedirler. Müslümanların, Batı karşısında ki durumu maalesef budur. Yani eşya evresindedirler. Çünkü ürettiğimiz bir şey yoktur ama üretilenleri sürekli tüketmekteyiz. Biz, önce psikolojik zaruretlerle yüzleşmeliyiz. Bunlar her şeyden önce, şahsiyet denkleminde değişiklikleri dayatan zaruretlerdir. Mevcut durumda ise, onun kişiliğine hâkim olan denklem, eşya mantığıdır. Günümüz Müslüman’ı sorunlarını eşya ile sınırlı dairede algılamakta ve buraya koymaktadır. Fikirler evresine ise epey uzaktadır. Zira fikirler evresine yaklaştığı zaman, üretilenleri tüketmekten kurtulacak ve kendisi üretmeye başlayacaktır. Üretemeyen ama ancak tüketen milletler, eşya evresindedirler. Yani bir nevi, çocukluk evresindedirler.
OSMANLI-TÜRKİYE
Osmanlı Türk Devleti, nasıl, Talat, Enver ve Cemal
üçlüsünün cehaletine ve hırsına kurban gittiyse; aynı şekilde Türkiye
Cumhuriyeti Devleti de birilerinin cehaletine ve hırsına kurban gitmektedir.
Sorunlar büyütülmekte, yayılmakta, yanlış tanımlanmakta ve içinden çıkılmaz
hale getirilmektedir. Sırf Kemalizm cehenneminden kurtulmak adına, ABD desteği
alabilmek için bazı şeyler yanlış tanımlanmaktadır ve bu da yanlış hareketlere
neden olmaktadır. Oysa böyle bir şey bu milletin felaketidir. Misal; Türkiyelilik
kavramı diye bir ucube çıkarıldı. Burada Türk Milleti tanımlamasının ve Türk
Milletinin unutturulması tuzağı vardır. Bu tanımlama (Türkiyelilik) derin bir
oyunun yapı taşlarından biridir. Bilinçli şekilde pazarlanmaktadır. Aslında
buna Kemalistlerde taraftır ama muhalifmiş gibi bir tavır sergilemektedirler,
oy kaygısıyla. Tıpkı Osmanlı da olduğu gibi millet ayrıştırılmaya
çalışılmaktadır, ötesini düşünmek bile korkunçtur. Yüzde sekseni kendisini Türk
olarak (bir anket sonucudur) addeden bir milletin yaşadığı coğrafyayı olduğu
gibi tanımlayamamak zilletin, acziyetin ve dalaletin delaleti olsa gerek. Ayrıca,
böyle bir şey büyük bütünü küçümsemek ve dikkate almamak demektir. Yüzde
sekseni Türk olan bir coğrafya da, Türk olanların geride kalıp, diğerlerinin
önde bulunmaları demek, büyük felaketin yaklaşması demektir. Türk Milletinin
hiçbir sorunu yokmuş gibi davranıp, sanki bütün sorunlar diğerleri ile
ilgiliymiş gibi bir görüntü oluşturmak büyük tehlikedir. Bunu sözde İslami duyarlılıkla da izah
edemezsiniz. Oyun çok sinsice oynanmaktadır. Güya, bu ülkenin ve milletin
lehineymiş gibi gösterilmektedir sonuçlar. Oysa hepsi hikâyedir. Kaybeden Türk
Milletidir, kazanan siyonizmdir. Kürt kardeşlerimiz, bu sinsi politikalarla
büyük gövdeden koparılmak istenmektedir. Binlerce yıllık kardeşliğe darbe
vurulmaktadır. Ya bir kasıt vardır ya da derin cehaletin ve tatmin olmayan
hırsların karanlığında kaybolunmuştur.
Kürt kardeşlerimizin farklı siyasi yönelimlere mahkûm
edilmek istenmesi bile tuzaktır. Hem bin yıllık kardeşlik bozulmaya çalışılıyor
hem de içteki birliğe darbe vuruluyor. Tıpkı bu tarafta ki gibi, o tarafta da
değişik politik yapılar üretiliyor kasıtlı olarak. Kürt kardeşlerimiz tümüyle
büyük gövdeden koparılmak istenmektedir. Kendi bünyelerinde, Siyonizm mahreçli
muhtelif politikaların tutsağı edilmek isteniyorlar. Bu da bizim, herkesi
kuşatan, sarıp sarmalayan esaslı bir kökten mahrum olduğumuzu işaret etmektedir
haddizatında. Din, devlet, vatan, millet birliğinden kopuşun sancılarıdır bu. Derin
tahlil yaptığımız zaman, Kürtçenin eğitime dâhil edilmesinde bile sinsi
tuzaklar vardır. Zira bu işler domino taşı gibidir. Biri yıkıldı mı hepsi
yıkılır. Hepsi yıkıldı mı, hepsinin üzerinde durduğu zemin yıkılır. Buradan da
asıl yıkılanın kim ve ne olduğunu anlarsınız artık. Ve bu tür, küçük hamlelerin
asıl arka planını da çözmüş olursunuz. Zira bir soruna duygusal olarak değilde,
mantık temelinden de bakabilmek icap eder. Zamanı, insanlığı düşünmek icap
eder. Olaya dar pencerenden bakarsanız, dar tanımlamalar ve tahliller yaparsınız,
bu da sizi aldatır. PKK-BDP denilen müptezel ve hain yapıların Kürtçe’ye karşı
çıkıyormuş gibi yapmaları tamamen taktiktir. Esasında zil takıp oynadıkları bir
gerçektir. Ama Türk Milletine kabul ettirebilmek için, karşı çıkıyorlarmış gibi
bir imaj yaratıyorlar ki, olay netlik kazansın ve kökleşsin. Bu iş görüldüğü
kadar basit bir iş değildir ama güya basitmiş gibi algılatılmak ve kotarılmak
istenmektedir. Bütünlük bir bozuldu mu, artık birleştirmek imkânsızdır.
Ülkemiz, ABD-VATİKAN-SİYONİZM tarafından muhasara altına
alınmış ve zincirlenmiş bir CEMAAT DEVLETİNE dönüştürülmek istenmektedir. Kemalizm
cehenneminden kurtulmaya çalışan Türk Milleti, cennet maskeli Gülenizm
cehennemine döndürülmek istenmektedir. Görünmeyen arka planda, Kemalizm’in ve
Gülenizm’in baronlar teşrik-i mesai içindedir. Kim ne derse desin bu gerçektir.
Çünkü iki izm’in babası da Siyonizm’dir. Esas aktör; Siyonist şeytandır. Kemalizm
de, Gülenizm de, MOSSAD, KGB, CIA gibi kanlı ve karanlık örgütlerin kontrolüne
tabidirler. Ama Türk Milletinin masum ve mazlum evlatları aldatılmaktadırlar. Türk
Milleti, kendisi üzerinde, Allah’ın hükmüyle hükmedilmesinden korkan bu iki Siyonizm
düzeninin mengenesinden mutlaka kurtulmalıdır. Türk Milleti, Kemalizm’den ve
Gülenizm’den kurtulmadıkça asla kurtuluşa eremeyecektir. Bu da tarihini iyi
bilmekten ve dininin özünü idrak etmekten geçmektedir. Sahte kahramanlardan,
sahte tarihlerden ve sahte dinlerden kurtulmadıkça, kurtuluş yoktur. Olaylara
duygusal yaklaşmamalıyız. Evet, duygusallık çok önemlidir ama bazen de çok
tehlikelidir. Mantık çerçevesinde irdelemek gerekir yaşananları. En derin
maksat; Türk Milletinin boynuna tasma geçirmektir ve Türk Milletini
köleleştirmektir. Bu iki gayeyi de; Kemalistler ve Gülenistler tarafından
kotarmaya çalışmaktadır Siyonistler.
Olaylara geniş pencereden bakmalıyız. Ve taraftarlığımız
özgür bakışımıza engel teşkil etmemelidir. Bilakis kaybetmek kaderimiz olur. Eğer
bir izah, sevdiklerimize zarar veriyor diye, o izahı, tespiti ve teşhisi
görmezden gelirsek ya da kapatmaya tevessül edersek hepimiz kaybederiz.
Gerçekleri göğüslemeyi bilemeliyiz, becermeliyiz. Çünkü gerçekler acıtsa da,
nihayetinde bütün acıları dindiricidir. Zira gerçekler, gerçek çözümün adresini
göstericidir. Gerçekler, birliğin ve bütünlüğün esas unsudur. Gerçekler, ayna
mesabesindedir. Bizi mahveden, inadına gerçeğe direnmektir. Gerçeği haykıranları
susturmaya çalışmaktır. Oysa gerçek, hiçbir zaman susmayacaktır. Çünkü susan
şey, gerçek olamaz. Öyleyse gerçeklerle dost olmak zorundayız. Çünkü ihanet
etmeyecek yegâne dost, gerçektir. Ve mutlak gerçekler; Kur’an ve Sünnettir.