Sevgili dostlar! Nice ülkeler, nice badirelerden sonra kalkmayı ve yürümeyi becermişlerdir. Bunun da sebebi, onların fikirler evresine adım atmış olmalarıdır. Ve olayları fikirler dairesinde değerlendirmeleridir. Almanya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı gibi ağır ekonomik ve siyasal şartlarla ve sorunlarla baş eden şahsiyet, fikirleri esas alan bir şahsiyet olmuştur. Müslümanlar ise, maalesef meselelerini eşya ile sınırlı dairede algılamaktadırlar. Binaenaleyh, değişen şartları kuşatmayı becerememektedirler. Eşya dairesinde ki algıyı somut bir örnekle şöyle izah edelim; farz edelim ki, bir insan bizden iş istedi. Bu isteğe iki şekilde karşılık verebiliriz. Belli bir fabrikada ki personel listesine veya belli bir bilançodaki rakamlara bakarız. Yani o ferdin isteğine karşılık vermek için, eşyadan medet umarız. Muhtemelen o kişiye; kendisine iş veremeyeceğimizi söyleriz. Çünkü onun talebini eşya –fabrika ve bilanço- dairesinde değerlendirmiş ve belli şartlarda işe alınma imkânının olmadığını görmüşüzdür. Bize yöneltilen isteği, eşyaya bağlı değerlendirmelere tabi tutmaksızın doğrudan fikirler dairesinde işleme koyar ve genel ilkeye göre hareket edersekte şöyle düşünürüz; ‘’Bu insan çalışmalıdır.’’ İşte bu, olayı fikirler dairesinden değerlendirmek ve çözmek için irade ortaya koymaktır. Ve gerçek çözüm de budur. İleriye götürecek olan düşünce budur. Bir medeniyet inşa edecek ve yeni bir millet doğuracak düşünce budur. Ve bizim bu düşünceye ihtiyacımız vardır.
Sevgili dostlar! Eşyacı bakış açısı, dar bir bakış açısıdır. Düşürücü bir bakış açısıdır. İmkânları daraltır ve toplumu huzursuzluğa sevk eder. Zira eşyanın sınırları, hayatın her an çoğalan maceralarını, değişimlerini ve imkânlarını kapsayamayacak kadar dardır. Fikir dairesinden bakış ise, imkânları olabildiğince çoğaltmaktadır. Geniş ufuklar açmaktadır. İmkânların yaratılması için yol göstermektedir. Çünkü fikirler dairesinden bakmak, hayatı algılamak, anlamak ve yorumlamaktır. Sınırları yarmaktır. Üretim fikirler dairesinden olayları anlamaya çalışanların, tüketim ise eşyacı mantığa mahkûm olanların işidir. İşte bu yüzden, Batı daima üretmekle, Doğu ise daima tüketmekle iştigal etmiştir. Tam da bu yüzden medeniyetinin birikimlerini çok çabuk tüketmiştir. Nihayet, medeniyetiyle birlikte kendisi de tükenmiştir. Şimdi dirilme ve yeniden yapılanma zamanıdır. Algıları değiştirme zamanıdır. Yeniden okuma ve doğru anlama zamanıdır. Çocukluk çağını aşma, fikirler aşamasına ulaşma zamanıdır. İhtiyaçlarımızı ve imkânlarımızı tespit etme, ona göre tavrımızı belirleme zamanıdır. Yoksa serencamımız malumdur!
DÖN
GEL BİRTANEM(!) DÖNGEL, NEDİR Kİ SANA ENGEL?
Birine çağrı yapılıyor ve dön gel deniliyor. Gel ki hasret
bitsin, hüzünlü yürekler arzuladığına kavuşsun ve Müslümanlar üzerindeki
şaibeler de kalksın. Ama güya koskoca ülke sanki bunun dönmesiyle batacakmış ve
kadim bir millet bütün kazanımlarını kaybedecekmiş gibi dönmem, illede dönmem
deniliyor. Ülkeme, milletime zarar gelsin istemem deniliyor. Ben ülkeme,
milletime ihanet edemem deniliyor. Sanki gelse ihanet edecekmiş gibi. Bilinmelidir
ki, asıl ihanet, ülkeden kaçarak, ülkesinin güvensiz olduğu imajını vermektir. Oysa
ne ihanetler ediliyor arka planlarda. Ama orada durunca, birileri bunu fırsata
dönüştürüyor, bağlılıklar daha da kavileştiriliyor, sözler daha bir tesir
ediyor güya sürgünden (!) sesleniliyormuş olarak algılandığı için. Ayrıca bazı
sözleri sanki kendisi söylüyormuş gibi sunulup buradaki cemaat üyelerine ne mesajlar
verilerek ne gayeler gerçekleştiriliyor kimbilir. Sanılıyor ki, millette bunu
yiyor. Sanki bütün millet oturmuş bunun dönmesini beklemektedir. Milletin başka
işi gücü kalmamışta, gözlerini yollara dikmiş intizar etmektedir. Ağlamakla,
kendisini pahallıya satacağını sanıyor. Oysa yiyen kim, inanan kim? Kendi
kendine gelin güvey olmak demek diye buna deniyor herhalde. Sanki birileri topu
tüfeği almış, bunun yolunu gözlüyor ve gelir gelmez ülkeyi savaş alanına
çevirecekler. Vay be, ne büyük insanmış ta haberimiz yokmuş. Böylece milletin
duygusallığa boğulmasını ve cemaatine yönelmesini umuyor olmalı ki, sürekli
ağlıyor. Aslında dönmemesini sağlayan, kendi içindeki Siyonist destekli
diyalogcu şebekedir. Ama kendisi ya bundan bihaberdir ya da duruma vakıftır
fakat ses etmemektedir. Ve bu arada kendisine öyle bir paye veriyor ki, sanki
birileri bunun yolunu gözlüyor ve buna tuzaklarla iştigal ediyor, bu gelince de
ortalığı ayağa kaldıracak. Böylece de, milletin, kendisinin gerçekten çok önemli
bir kişilik olduğunu düşünmesini arzuluyor. Oysa umursayan kim. Gelsen ne olur
gelmesen ne olur. Ben asıl böyle düşünenler varsa şayet, o malların haline
acırım. Zira bunları büyüten de bu yönlü bakışlardır. Umursanmadıkları an,
bunların bitiş anlarıdır oysa ama bunu idrak edecek beyin nerede. Bu kişiye,
tuzak kuran varsa da onun beynine tüküreyim.
Sürekli söylemekteyiz, diyalogcu gurubun içerisinde Siyonist
müzaheretiyle iş yapan bir şebekenin olduğu su götürmez bir gerçektir. En tepedeki
bile bu oyunun kurbanıdır kimbilir. Haddizatında getirmeyen bile siyonisttir. Zira
dönüş olursa, açıklayacağı şeyler vardır muhtemelen. Çünkü kim ne derse desin,
bu cemaatin derinliklerinde siyonizmin çok ciddi etkisi, gücü ve yönlendirme imkânı
vardır. Kendi içlerinde ki insanlar bile olayların fevkindedir ama alıştıkları
için ses etmekten imtina etmektedirler. Zira bu cemaat öyle bir rant havuzu
haline gelmiştir ki, kimse ele geçirdiği rant kapısının kapanmasını
istememektedir. Keşke derinliklerini görebilsek ve dönen dolapları ihsas
edebilsek. AKP ye tavır almalarının ardında bile Siyonizm vardır. Gün gelecek
göreceksiniz, şu partiye destek verin diyecek Siyonistler ve anında karşılık
görecekler. Bu parti de muhtemelen Mustafa Sarıgül’ün başında olduğu parti
olacaktır. Bu sadece bir öngörüdür ve çıkmayabilir. Sen Siyonistlerin ve Vatikan’ın
desteğiyle iş yaparsan, gün gelir emir alırsın. Ezan’dan Peygamberi çıkarırsın
ama unuttum, bilmeden oldu numaralarına yatarsın ve milletinde bunu yediğini
düşünürsün. Olayın bir başka çarpıcı yönü de şudur ki; sürgün (!) denilen
durumda bilerek kotarılmıştır. Siyonizm marifeti ile. İçeride ki Siyonist uşaklığı
yapan Kemalistler tavassutu ile başarılmıştır bu. Zira aksi bir gidiş, asla
şimdiki gibi yankı uyandırmayacaktı ve destekte görmeyecekti.
Bu milletin Kur’an’ı gerçekten idrak etmesi bunların sonu
olacaktır ama milletin de böyle bir derdi yoktur. Maalesef milletimiz hazıra
alışmıştır, konfora ve rahata alışmıştır. Sorumluluktan kaçmaktadır. Düşünmekten
korkmaktadır. Aidiyet diye çıldırmaktadır. Mazlum görünenlerin her zaman haklı
olduğunu sanmaktadır. Ne hazindir ki, Müslümanlar bunlar eliyle
dünyevileştirilmektedir. Değerler bunlar eliyle yozlaştırılmaktadır. Kemalistler
bile bunların verdiği zararı verememiştir bu millete. Çünkü milletin nazarında
Kemalistler zaten bu milletin düşmanıdır, bu dinin düşmanıdır ve dolayısıyla
millet Kemalistlerin yaptıklarına ve yapacaklarına karşı tetiktedir,
teyakkuzdadır. Ama millet bunları kendinden sanmaktadır, kendi lehine iş
yapabileceğini düşünmektedir. Böyle olunca da, önleri sonuna kadar açıktır. İşte
en derin tehlike budur. Bizim politikamızda ki en büyük açmazımızda budur. Doğrudan
egemenlikten ziyade dolaylı egemenlik kâfirin arzuladığı şeydir. Zira böyle bir
durumda istenilen daha rahat şekilde kotarılacaktır. Kâfir direkt müdahale etse
şiddetle mukabele edilecektir ama kâfirin istediklerini yapacak olan yerli görünümlü
olanların müdahalesiyle işlerin yapılması ise daha kolay ve ucuzdur. Öyle olmadı
mı? Ezanımız Türkçeleştirildi ve şiddetli tepkiler oldu ama şimdi ezanımızdan
Peygamberimiz çıkarıldı ve ses eden çıkmadı. Niye? Bizden olanlar yaptılar
diye.
Artık uyanmak zamanıdır. Hem de Kur’an ile uyanmak
zamanıdır. Zira bizi Kur’an ile uyuttular. Kur’an’ın özünü aldılar, kabuğunu
bıraktılar ve bizler hep kabukla iştigal ettik, hiç öze inemedik, öze
inemeyince özümüzde de dönemedik. Bakınız şehit doktor üstat Ali Şeriati, Hacc kitabında ne diyor; ‘’bir aydın kendi halkına, bir Müslüman İslam’a,
bir Müslüman aydın ise hem İslam’a hem de halkına karşı sorumludur. O, ne
yüksek iman değerlerinin kılıktan kılığa girmesini ne de halkında gördüğü
sapmaları hazmedebilir.’’ Ama durum üstadın ifade ettiğinin tam tersidir. Böyle
bir aydını, böyle bir Müslüman’ı ve böyle bir Müslüman aydını arayın ki
bulasınız. Şimdikilerin, bırakın sapmaktan gocunmalarını, ellerinden geldiğince
saptırmaya çalışmakta oldukları katıksız bir gerçektir. Kendi kültüründen
süzülüp gelen güzellikleri hayata egemen kılmak yerine, batıldan süzülüp gelen
çirkinlikleri insanlarımıza sunuyoruz. Temiz gövdelerimiz, batıl pisliklerle
dağlanıyor adeta. Ezanımız, orucumuz, cihadımız, tevhidi temellerimiz, namaz
vakitlerimiz tahrif ediliyor. İmanımız tahrip ediliyor. Değerlerimiz bozuluyor.
Kimliğimiz ve dinimiz unutturulmaya çalışılıyor.
Son tahlilde; artık hakikatin kaynağına
dönmeliyiz ve dönmeyenleri de umursamamalıyız. Hislerimizi böyle lüzumsuz
yönlerde israf etmemeliyiz. Bizi bağlayan sadece Kur’an ve sünnettir. Hiçbir beşer
bizi ırgalamaz ve bağlamaz. Hiçbir beşer layüsel değildir. Peşin cennet yoktur.
Siyonizm ve Siyonizm dostları bizim düşmanlarımızdır. Allah ve Allah yolunda
olanlar ise bizim dostlarımızdır. Vatana kimlerin gönül verdikleri sözlerinden
değil, eylemlerinden belli olur. Zira ağzı olan konuşur ama yüreği olan eylem
yapar. Bu yüzden insan, esas olarak kendini eylemde gösterir. Zira laf söylemek
en kolaydır, ucuzdur, zahmetsizdir. Ama eylem yapmak bedel ödemeyi gerektirir,
bu yüzden de herkes eylem yapamaz. Allah, Kur’an ve sünnet ile uyananlardan ve
bu yüce kaynaklara uyanlardan eylesin. Allah, hakkı hak bilip ittiba etmeyi,
batılı batıl bilip içtinap etmeyi nasip etsin. Allah, tağutlara tabi olmaktan
korusun. Allah, şirke düşmekten emin kılsın. Âmin.