Sevgili dostlar! Türk Milleti, insanlığı
aydınlatacak yegâne güneştir. Ama ilk evvelde, kendisi, yüce İslam Güneşi ile
aydınlanmalıdır. Zira aydınlanmadan aydınlatmak ham hayaldir ve İslam Güneşi
ile aydınlanmayan ebedi karanlıktadır. Türk Milleti, İslam Güneşi ile aydınlandığı
içindir ki, tarih boyunca insanlığa önderlik etmiştir. Türk Milleti, insanlığın
önderi olmadıkça ve insanlık Türk Milletinin önderliğini kabul etmedikçe daima
acılar içerisinde kıvranacaktır. Bunu, asla, ırkçılık olarak görmemelidir. Biz
burada Türk Milletinin, tarihteki gibi, bu önderliğe layık olmasını
istemekteyiz ve layık olmadıkça da bu şerefe nail olacağını düşünmemekteyiz.
Kuru kurya Türk Milletinin mutlaka önder olması gerektiğini söylemiyoruz.
Bilakis layık olduktan sonra önder olabileceğini ifade ediyoruz ve önder
olmasını da arzuluyoruz. Türk’ün İslamsızlığı ve insanlığın Türksüzlüğü çok
elim sonuçları intaç edecektir. Nesil ve ekin mahvolacak, zulümler fasılalı
olarak çoğalacak, doğa kirlenecek, yoksulluklar artacaktır. Ama Türk Milletinin
de önder olabilmesi için, İslam’ı ve İslam’ın izzetli, şerefli ve emin
tebliğcisi Hz. Muhammed’i (sav) kendisine önder kılması şarttır. Zira İslamsız
ve Hz. Muhammed’siz (sav) bir hayat kabil değildir. Bugün içinde bulunduğumuz
acınası halin yegâne sebebi, İslamsızlık ve Hz. Muhammed’sizliktir. Türk
Milletinin, önder olma ayrıcalığını kaybetmesinin temel sebebi de budur.
Sevgili dostlar! Türk kimliği kim olduğumuzu
anlatırken, İslam nasıl olacağımızı tayin etmektedir. Nasıl olduğumuz belli
olmadan, kim olduğumuzun hiçbir kıymeti yoktur. Zira bir insan da önce nasıl
olduğu aranır. Kim olduğu tali meseledir. Kim olduğunun kalitesini belirleyende
nasıl olduğudur. Zira nasıl olduğu mahiyeti izah eder. Kim olduğu ise kalıbı
belirler. Mahiyeti çürük olanın, kalıbı görkemli olsa da bir işe yaramaz. Tıpkı insanın beden olarak değil, kalp olarak
güzel olmasının önemli olduğu gibi. Kalp olarak güzel olmayıpta, beden olarak
görkemli olanlar Kur’an’da ‘’giydirilmiş odun kütükleri’’ olarak tarif
edilmektedirler. Türklük bilincine sahip olmayanın biteviye Türk’üm deyip
durması hiçbir anlam taşımaz. Türklük bilincine sahip olmak demekte, İslam’ı
bir yaşam temeli haline getirmek demektir ve İslam üzerinde bir hayat, bir
devlet, bir dünya kurması demektir. Eğer yaşamınızı İslam temeli üzerine
kurmamışsanız Türk kimliğini taşımanızın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur ve
olamaz. Çünkü İslamsız Türk, Türk değildir ve Türk’ün, İslamsız olarak dünyaya
bir şey vaat etmesi kabil değildir. Müslüman olmayan Türk’ün kendine hayrı
olmaz ki, başkalarına olsun.
Sevgili dostlar! Bugün yaşadığımız ve
insanlığın yaşadığı sancıların temelinde Türk Dünyasının maruz kaldığı sefaletin,
zilletin büyük etkisi vardır. Aynı şekilde diğer Müslüman milletlerin, kendi
oyununu değilde düşmanların oyununu oynaması vardır. Ümmetin birlik olmaması
hatta birbirlerine muhalif olması düşmanların ekmeğine yağ sürmektedir. Kendi
içinde birliğini sağlayamamış Türk dünyası ve Türk Milletine ihanet etmiş
insanlık, sürekli olarak düşmanların kanlı çizmeleriyle ezilmektedir. Kötülüğün
ve kötülerin zaferi için gereken yegâne şey; iyilerin vazifelerini
yapmamalardır. Bugün kâfirlerin farazi zaferlerinin yegâne sebebi, ümmetin
çocuklarının vazifelerini layığı ile yapmamalarıdır. Eğer İslam Milletleri,
ümmet bilinciyle hareket edip büyük birliği gerçekleştirmiş olsaydılar, kâfirler
asla bu kadar hayâsızcasına saldıramazlardı. Ne ülkemiz ne de ülkelerimiz bu
kadar kolay şekilde yağmalanmazdı. Ne milletimiz ne de milletlerimiz bu kadar
rahat şekilde sömürülemezdi.
EKSTRA
BİR
‘’Bir Şarkısın Sen’’ isimli pespaye ve müptezel program Türk Milletinin
çocuklarına kurulmuş bir tuzaktır. Kalıp olarak bakarsak bu izaha saçma der
geçeriz ama olayı derinden tetkik ettiğimiz zaman devasa ve vahim tehlikelerin
olduğu saf bir gerçektir. Çocuklarımız sekülerizme yem edilmektedir ve
geleceğin yozlaştırıcıları olarak hazırlanmaktadırlar. Ve bizim olmayan
kültürlerin taşıyıcıları kılınmaktadırlar. Evlatlarımız rezil programların
kıskacındadır. Kimliğine, benliğine ve yüce değerlerine yabancılaştırılmaktadırlar.
Bir yanda ‘’Türkçe Olimpiyatlarıyla’’, bir yanda ‘’Acun’’ denilen soytarı
aracılığıyla, bir diğer yandan da ‘’Bir Şarkısın Sen’’ denilen pespaye
programla çocuklarımız elimizden uçup gitmekte ve yabancı iklimlerin
karanlığında kaybolmaktadırlar. Millet ve devlet bir an önce çare bulmalıdır ve
bu kötü gidişe dur demelidir. Bu demek değildir ki, çocuklarımız zevksiz,
eğlencesiz kalacak, koyu bir karanlığın tutsağı olacaklardır. Hayır, asla böyle
düşünülmemelidir. Elbette, çocuk hırsızları, sekülerizmin sefil ve namussuz
köleleri, izahımızın bu şekilde anlaşılmasını isteyecek ve çabalarımızı geri
püskürtmeye çalışacaklardır ama bizler bu tuzağa düşmemeliyiz. Söyleyin lütfen,
daha neyin ne olduğunu bilmeyen bir çocuk, daha kendi varlığından bihaber bir
çocuk, ekranların karşısına kulağına küpe takmış olarak çıkarsa buna ne denir?
Bu çok rezil bir durumdur. İğrenç bir örnektir, izleyen ve neyin ne olduğunun
farkında olmayan yavrularımıza. O çocuğumuz içinde, derin bir yabancılaşmanın
ilk işaretidir. Ki, o küpeyi emin olun ki takanda kendisi değildir,
taktırılmaktadır. Aynı şekilde, küçücük yavrularımızın dans adı altında adeta
çırılçıplak soyulması ve öylece gözlere sunulması ne demektir? Yazık değil
midir? İnsanlık soyunarak nereye gitmiştir ve gidecektir? Ki, Türk Milletinin
dininde ve töresinde böyle iğrençlikler mevcut mudur? Bu çocuklarımız
yarınlarda kimliklerini ve dinlerini koruyabilecekler midir? Korumayı bırakın
düşman olmayacaklar mıdır? Yarın, kendilerine dinin hükümleri anlatıldığı zaman,
anlatana; ne kadarda yobazsın diye karşılık vermeyecekler midir? En derinlerde
ki gaye de bu değil midir? Onları o kılığa sokanlar bu ülkeye, bu millete, bu
dine ve insanlığa ne vermişlerdir ki, bu çocuklarımız yarınlarda verebilsinler.
Bu durum karşısında vicdanı sızlamayanın ve vicdan azabı çekmeyenin Türk
olduğunu iddia etmesi acınası bir hal değilde nedir?
Yine, oraya bir sürü ıvır zıvır konuk davet edilerek ve onlara çocukların
yaptıkları hareketler övdürülerek, yapılan şeyler zımnen adeta teşvik edilmektedir.
Bilinç sahibi olmayan, kimliğinden ve dininden bihaber olan garip milletimiz de
onların övgülerini dikkate alarak, yapılanın çok iyi bir şey olduğunu sanmakta
ve yapılanları onaylamaktadır. Ayrıca nice konukta, içinden geleni
söyleyememektedir. Ve mecburen gidişata uymaktadır. Misal; Ahmet Selçuk İlkan,
yazdığı nice şiirlerde sekülerizme adeta lanet yağdırırken, orada yapılan
hareketlere övgüler yağdırmaktadır. Bu ise tam bir çelişkidir. Oysa o manzarayı
namusluca ve layığınca tenkit edemeyecekseniz, oraya gitmenizin anlamı nedir?
Bunun adı her kalıba girmek ve girdiği kalıba uymak değilde nedir? Bu ahlaki
bir tavır mıdır? İşte bizim milletimize kaybettiren en büyük yanlışlardan
biride budur. Olduğumuz gibi olamamak. Her zamanda ve zeminde olduğumuz gibi
duramamak. Yani iğrenç bir bukalemunluk. Bu tür programlar, milleti dönüştürme
ve geleceğimizi ipotek altına alma amaçlı programlardır. Bu fark edilmelidir ve
gereken tedbir alınmalıdır. Gelecek, gençliğindir; gençlik sizin değilse,
gelecekte sizin değildir. Öyleyse gençlerimize sahip çıkalım ki, gelecek bizim
olsun. Gençliği kaptıran, geleceğini de kaptırmış demektir. Geleceği olmayanın
da, hükmü olmaz, tarihi olmaz, ismi olmaz.
İKİ
PKK kınaması eğer bilinçli yapılan bir hareketse aymazlıktan başka bir şey
değildir. PKK kınanmaz, yok edilir. Zira PKK denilen laneti kınamak, onu bir
devlet yerine koymak demektir. Çünkü yaptıkları alçakça hareketlerden dolayı
ancak devletler kınanabilir. Ama hiçbir soysuz ve lanet örgüt, terörist güruh
yaptıklarından dolayı kınanamaz. Terörü kınayamazsınız, onu ancak yok
edebilirsiniz. Yok etmeyipte kınamak acizlikten başka bir şey değildir. Bu
yüzden terörü kınamayın beyler, yok edin, yoksa siz yok olun gidin.
ÜÇ
Ülkemin muayyen dağlarına bayrak dikme olayında derin bir tuzak var gibime
geliyor. Sanki o yerler işgal altındaymış ve kurtarılmış gibi yansıtılıyor.
Çünkü bayrak ancak kurtarılmış bölgelere dikilir. Bu yüzden o yerler zaten
sizin hükümranlığınızın altında olması gerekir. Altındaysa da bayrak dikmeye lüzum
yoktur. Bayrak varsa var olarak durur, yoksa da sonradan dikmeye lüzum yoktur.
Bu olay, Siyonist yavrusu teröristlerin ülkeyi işgal ettiği anlamına gelir ya
da millete öyle yansır. Bu yüzden çok vahim bir durumu ifade eder. Dağları bir
an önce temizlemelisiniz ve dağlar bizimdir diyebilmelisiniz. Acımadan
vurmalısınız. Asla engellemelere boyun eğmemelisiniz. Teröristin infazını
engellemek isteyen kim olursa olsun, o iti orada infaz etmelisiniz. Türk Ordusu
artık kim olduğunu ve gerçek gücünü göstermelidir. Ve bayrak sadece bir
bölgenin değil, her bölgenin dağlarında hürce dalgalanmalıdır. Dalgalanmıyorsa,
bir an önce gereken yapılmalı ve dalgalanması sağlanmalıdır. Türk Milleti artık
kendine gelmeli, gücünü ortaya çıkarmalı, ordusuna destek vermeli, ordu da
vazifesini şerefi ve namusuyla yapmalıdır. Hiçbir Türk generali, vazifesi
dışında bir işle iştigal etmemelidir. Şirketlerin taşeronu olmamalıdır. Dünya
malına ve makamına vazifesini değişmemelidir. Değişen varsa da, ordudan
ayrılmalıdır, ayrılmıyorsa atılmalıdır. Türk askeri, şerefini asla
düşürmemelidir. Çünkü şerefi onun her şeyidir. Şerefi yoksa kendisi hiçbir
şeydir.
DÖRT
Hatay ve Antep illerimize dikkat edilmelidir. Oralar tehlike altındadır. Ülke
için sakıncalı durum mevcuttur. Orada misafir edilenler sadece misafir
değillerdir. Yarın büyük tehlike oluşturabilirler. Derin düşünülürse
tehlikeleri sezmek mümkündür, şimdi burada açıklamanın lüzumu yoktur. Eğer
kontrol altında tutmuyorsanız, vahim olaylara açık kapı bırakıyorsunuz
demektir. Gelenlerin kim olduklarını tespit etmeniz kabil değildir, bu ise
tehlikelidir. Ki, yazılıp çizilenler malumdur. Kimi Siyonist uşağı Esed’in
ajanı, kimi siyonistin ajanı, kimi de coninin ajanı olabilir. Ülkelerinde
kargaşa son bulur bulmaz geri gönderilmelidirler. Hatta gelmeleri bile aslında
olumsuzluk barındırmaktadır. Zira kaçak durumundadırlar ve savaştan kaçmak
onursuzluktur. Eğer insanca yaşanmak isteniyorsa, düşmanla savaşmaktan başka
yol yoktur. Öyleyse kaçış niyedir? Ayrıca misafir olduğu evde kargaşa çıkaran
itler vardır. O itler anında geri gönderilmelidirler ya da acınmadan infaz
edilmelidirler. Hem misafir ol, hem ekmek ye hem de isyan et. Bunun adı
itlikten başka şey değildir asla.
BEŞ
Ülkücülere ‘’faşist’’ diyenler önce aynaya bakmalıdırlar. Zira bu milletin aziz
evlatları, kimlerin faşist olduklarını, kimlerin kızıl emperyalizmin uşağı
olduklarını, kimlerin İslam ve Türk düşmanı olduklarını, kimlerin otomobil
bagajlarından polisimize bomba fırlattıklarını çok iyi bilir. Hatta kimlerin
PKK denilen lanet örgütün gerçek finansörü, gerçek aktörü, gerçek babası
olduklarını da çok iyi bilir. Herkim ki; söz söylemesini bilmiyorsa şayet,
ettiği lafa çok dikkat etmelidir. Zira ağızdan çıkan laf, ok gibidir, bumerang
gibi döner sahibini vurur. Ulan o faşist dediğin Ülkücüler olmasaydı, bu
memleket uşağı olduğunuz kızıl emperyalizmin çizmeleri altında kan ağlardı
belkide. Şehitlerimiz azap içinde kıvranırlardı. Ah ahhh, insanın, asıl, o
ülkücüleri bozguna uğratır gibi, değerlerine yabancılaştıranlara lanet okuyası
geliyor. Şimdi nerede gerçek ülkücülük? Oysa gerçek ülkücülük İslam’ın
hâkimiyetini savunmaktır ve İslamın hâkimiyeti için fasılasız mücadele
etmektir. Kimliğinin bilincinde olmak ve kimliğinin yozlaşmaması adına
direnmektir. Gerçek ülkücülük olaydı, ülkücülere faşist diyen gerçek faşistler
bu kadar kolay laf edemezdi, zira ettikleri laf ağızlarına tıkılırdı hem de
demir gibi hakikatli sözlerle ve en sert ve keskin hüccetlerle.
ALTI
Malum bir vekilin kaçırılması olayı tamamen planlı bir olaydır. Millet buna
aldanmamalıdır. Bu olayla nice hedefler kotarılmak istenmiştir. PKK nın bölgeye
hâkim olduğu düşüncesi yayılmaya çalışılmıştır. PKK’lı sefil teröristler şirin
gösterilmeye çalışılmıştır. Aslında bir bilgi alışverişi olduğuna inanıyorum
ben. Verilen verilmiş, alınan alınmıştır ve operasyon tamamlanmıştır. Aynı
şekilde, PKK denilen alçak örgütün, Alevi kardeşlerimize şirin gösterilmesi
diye bir kirli gayenin de kotarılmak istendiğine inanıyorum. Bu olayın arkası
tahkik edilmelidir, asla unutulmaya terk edilmemelidir. Devlet vazifesini
yapmalıdır. Aynı şekilde PKK ile kucaklaşanlarda kodesi boylamalıdır ve asla
oradan çıkarılmamalıdırlar. Artık gerçekleri de Kürt kardeşlerimize ve Alevi
kardeşlerimize mutlak açıklıkta anlatmanın zamanı gelmiştir hatta geçmiştir.
Eğer toparlanmak ve tek vücut olmak istiyorsak bu şarttır. Kayıplar geri
kazanılmadan zafer yoktur ve mücadele sancılıdır. Mutlak kurtuluş, mutlak
ittifakın meyvesi olacaktır. Gövdeden koparılan dallar gövdeye geri
getirilmeden bütün olmak ve sağlam hamleler yapmak zordur.
YEDİ
Vatan topraklarının satılması ağır bir ihanettir ve bu ihanetin bedeli de çok
ağır olur. Kendimize gelmeli ve haddimizi bilmeliyiz. Üstelik askeri alanlara
yakın olan stratejik bölgelerin satışı da yapılıyormuş. Bu gaflet ve dalalet
değilse apaçık bir ihanettir. Bu hainlik, topraklarımızın altında yatan
şehitlerimizin ruhlarını muazzep kılacaktır. Peki, bunu kaldırabilecek bünye
var mıdır? Varsa o bünye nasıl bir yapıya sahiptir? Beyler geleceğinizi
düşününüz. Siz bunu yapmakla aynı zamanda bu milletin geleceğini de
satmaktasınız. Peki, bunun bedelinin olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Kesinlikle
yanılıyorsunuz? Toprak alanlar sizi topraklarında misafir edecek değillerdir.
Aklınızı başınıza alınız ve bu ihanete son veriniz. Yoksa sonunuz düşman
illerinde köle gibi, izzetsiz ve onursuz şekilde yaşamak olur. Ki, kimin
toprağını kime satıyorsunuz? Bir insan bu kadar saf olabilir mi? Yetki
sahibisin diye, bir milletin malını satmak kimin haddinedir? Öyleyse herkes
haddini bilmelidir.
SEKİZ
Ey bu vatanın, bu milletin ve büyük ümmetin evladı olma şerefini taşıyan
kardeşim! NE YAPTIĞINI, NİÇİN YAPTIĞINI ve KİM İÇİN YAPTIĞINI mutlaka
bileceksin. Zahire aldanmayacak, mahiyete bakacaksın. Sözlere kanmayacak,
amellere odaklanacaksın. Bilakis, izzetsiz ve şerefsiz şekilde yaşayarak
geberip gideceksin. Başına gelenlerin, kendi elerlinle işlediklerinin ürünü
olduğunu bileceksin. Zira kendi kaderini kendin çizeceksin. Çünkü hiçbir kimse,
sana kader çizmez, çizerse de seni güldürmez.