Soru sormayı bıraktığınız zaman bittiniz demektir.’’ Krişnamurti
Sevgili
dostlar! Düşünen sorar, soran düşünür. Ama muhtemelen düşünmek daha önce gelir.
Çünkü düşünmeyen birinin sorması söz konusu olamaz. Düşünmeyenin sorması söz
konusu olsaydı, hayvanlarda sorardı. İnsan, düşünmek ve sormak zorundadır. Bu,
seçimin, olmazsa olmaz koşuludur. Zira düşünmeden ve sormadan bütünü idrak
etmek zordur, bütünü idrak etmeden de gerçek bir seçim kabil değildir.
Parçalara bakarak seçim yapmak daima yanılgıların mahkûmu kılmıştır insanı. ‘’Bir kimse gününün en azından üçte birini
tutkusuz, insansız, kitapsız geçirmezse nasıl düşünür olabilir?’’ diyor Nietzsche. Evet, düşünür olmak,
kendimizi düşünceye vurmak zorunda değiliz, buna gücümüz yetmeyedebilir ama
düşünmeden de yaşayamayız. Şayet düşünmeden yaşarsak, bu, ot gibi, hayvan gibi
yaşamak olur. Ama böyle yaşamak, yaşamak olur mu takdir sizin. Düşünmeden
yaşamak, özellikle hayvanlaşmış kodamanlara mahsusudur. İnsan olan, düşünmeden
yaşayamaz. Mesela, şöyle bir düşünme egzersizi
yapsak kendi kendimize; bulut, yağmurun, kendisinden oluştuğunu; yağmur,
toprağın, kendisine ihtiyacı olduğunu; toprak, insanın, kendisine muhtaçlığını
bilerek mi hareket eder? Behey şaşkın! Öyleyse her şeyi doğa nasıl yapsın?
Üstelik kendini bilmeyen bir doğa, nasıl kendini bilenlerden haberdar olsun ve
onlara yardım etsin? Keza, legolardan bir at yaptınız ve bunu bizzat
ellerinizle ve aklınızla siz yaptınız ve sonra legoları bozup torbaya koydunuz,
daha sonra da karıştırıp orta yere yaydınız. Peki, bir at meydana geldi mi?
Behey divane! BİR’i müdahale
etmeseydi tabiat ve insan diye bir şeyin varolması kabil olur muydu ve senin
müdahalen olmasa, tabiatta bir değişim meydana gelebilir miydi? Tesadüf diye
bir şeye inanmak ahmaklık değil de nedir? Hakeza, bir testiden ancak içinde ki
su kadar istifade edebilirsin. Testiden deniz suyunu beklemezsiniz değil mi?
Çünkü testi deniz suyunu alamaz. İşte bunun gibi, zavallı akılda, kâinatı
kuşatamaz ve bütün bilgiye sahip olamaz. Akıldan, aklın çapı kadar istifade
edilebilir. Akıl her şeyi bilemez behey cahil! Akıldan, güç yetiremeyeceği şeyi
beklemek cehaletin zirvesidir. İnsanı gösteren düşüncesidir. Düşünce bitti mi
insan da biter. Düşüncesiz insan hayvanlaşır. Gerçeğe giden yol bir tek ise,
yalana, yanlışa giden yol binlercedir. Yolları bilmek, tanımak ve en doğru yolu
bulmak için düşünmek ve sormak iktiza eder. Seni zorlayan yok ey insanoğlu!
Allah, Ben iki yol gösterdim diyor; doğru yol ve yanlış yol. Seçimi yarattığı
kuluna bırakıyor. Hiç zorluyor mu? Hayır. Hatta zorlaştırılmamasını da
emrediyor. Ki, bu yüzden nadide, mümtaz, emin, aziz, sıddık elçisi de diyor ki;
zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız. Bakınız, hiç ideolojiler gibi çıkmaza
sokmak, zulmetmek, dikte etmek, baskı kurmak, ölümle tehdit etmek gibi bir şey
var mı? Bunu idrakten aciz miyiz en insan? Ama biz gidiyoruz, bizi yücelten
yüce hakikate yüzümüzü döneceğimize ondan yüzümüzü çeviriyoruz ve gidip
yalanlara ve yalancılara yüzümüzü dönüyoruz. Yazık bize, gerçekten yazık.
Taşıdığımız bu ruha, bu akla, bu vicdana yazık.
Sophokles diyor ki; “bozulduğu zaman, insandan daha korkunç yaratık
yoktur.” Peki, insan ne zaman bozulur?
EKSTRA
BİR
Diziler,
lanet diziler, Allah, kitap, peygamber, vatan, tarih, Türk ve bilumum mukaddes
değerlerin düşmanı diziler, gençliği derinden derine şiddete, ahlaksızlığa,
soysuzluğa, kimliksizliğe, dinsizliğe teşvik etmektedir. Devlet bu duruma el
atmalıdır. Hükümetler bu konuda vurdumduymazlığı bırakmalıdır. Örnek olmak
nasihat etmekten bin kat daha faydalıdır. Bol nutuk atılacağına, nasihat
edileceğine yaşanılmalıdır hakikatler. Sen yaşamadıktan sonra, binlerce kez
yaşanmasını söyle ne fayda eder behey ahmak! Bu yüzden diziler kontrol
edilmelidir ve sınırların aşılması önlenmelidir. Bırakınız faşist adam
desinler, bırakınız faşist devlet desinler. Siz yapılması gerekeni yapınız. İte
kopuğa kulak verecek olsaydık, ne bu millet ne bu devlet bugüne kadar
yaşayabilirdi. Kangren olmuş bir uzuv varsa kesip atacaksın, atmazsan bütün
vücudunu kaybedeceksin. Hangisi daha akıllıcadır? Biraz da faşist olalım değil
mi? Madem faşist diyorlar, bari hak yerini bulmuş olur. Zira liberal ve
demokrat olacaz diye namusumuzu kaybetmek üzereyiz. Namusunu kaybedenin,
kaybedilmemiş neyi kalabilir ki?
İKİ
Bakınız
arkadaşım! Kangren olmuş uzuv mutlaka kesilir ve atılır. Yoksa hastalık bütün
vücuda yayılır ve vücudu yok eder. Bu yüzden böyle durumlarda hissi davranmak
ahmaklıktır. Siz teröriste acırsanız, terörist size acımaz. Çünkü o, artık
insanlıktan çıkmış ve hayvanlaşmıştır. Bundan gayrı onun vazifesi yok etmektir.
Yok etmezse yaşayamayacağını bilmektedir. Diyeceğim o ki, o, yok edilmeyi hak
etmiştir. Teröriste acınmaz. Acınılmak istenen kişi de teröristlik yapmaz. Teröriste
acıyanın da teröristten farkı yoktur. Onun acıması aydın vicdanını taşıdığından
ya da devlet adamlığından değil, zımnen terörizme destek verdiğindendir. Yani
aynı duyguları taşıdığındandır. Bundan zerre şüpheniz olmasın. Çünkü hiçbir
insan evladı, daha aklı, kalbi, bilinci gelişmemiş kundakta ki bir yavruya
kıyan şerefsize acıyamaz. Hiç kimse, ilme susamış çocuğun yuvasını yakan ite
acıyamaz. Hiç kimse, bigünah bir polisi, bir askeri ensesinden kahpece vuran
bir kansıza acıyamaz. Acıyanın, kanında, kimliğinde, dininde muhakkak ama
muhakkak bir sorun, bir sıkıntı vardır. Bu yüzden, açlık grevlerini, bile
isteye, taammüden devam ettiren kim varsa, devlet onların malca taleplerini
dinlemek zorunda değildir, hatta bırakmalıdır ki gebersinler. Şayet dinliyorsa,
o devlet, asla Müslüman Türk devleti olamaz. Dinleyen şahısta, Müslüman Türk
evladı olamaz. Her şeyin bir kanunu vardır arkadaş! İnsanca davranmakta bir
yere kadardır. Ve ancak, insan olanlara karşı insanca davranılır.
ÜÇ
Bu ülkenin
ormanlarını, bu milletin hazinelerini, yani ciğerlerimizi, sırf çıkar ve rant
uğruna yok etmeye ant içmiş itleri, sizlerde aynı şekilde yok etmek için ant
içmelisiniz ve vazifenizi asla ihmal etmemelisiniz. Bu millet yeşilin
milletidir, bu medeniyet yeşilin medeniyetidir. Bu milletin ecdadı; ‘’yaş kesen baş kesmiş olur’’ diyen bir
ecdaddır. Öyleyse ne yaşlarımızı ne de başlarımızı fedaya izin veremeyiz. Böyle
bir kahpeliğe tevessül edenin başını alırız ve almalıyız. Acıyan, namertliği,
boynunda bir tasma gibi taşır. Ormanını göz göre göre, bile isteye
katlettirenin, namusunu satandan ne farkı vardır Allah aşkına? O can veren
canların katledildiği alanlara dikilecek betonlardan bir tanesini almak için o
canları katlettirmeye değer mi? O betonlara sığınan şerefsiz orada rahat
edebilecek mi? Üstelik katledilen canların üzerinde oturduğunu bile bile. İnsan
evladı olan insan bunu asla yapmaz, yapamaz. Ne aklı, ne kalbi, ne de vicdanı
buna müsaade etmez. Tabi hayvanlaşmamışsa! Müslümanlık ve Türklük kimliğini
terk etmemişse. Zira gerçek bir Müslüman Türk evladı böyle kahpeliğe müsaade
etmez, imkân tanımaz. Zira Müslüman Türk evladının ruhu şerefsizliği kaldırmaz.
Şerefli bir ecdadın torunu şerefsiz olamaz.
DÖRT
Merkezde
patlayan silah, acaba bir uyarı mıydı? Uyarı ise olumlu yönde bir uyarı mıydı,
olumsuz yönde bir uyarı mıydı? Uyarı ise kime uyarı idi? Bunlar düşünülmelidir.
Zira bu olay aklı feci şekilde karıştırmaktadır. Göründüğü kadar basit bir olay
olduğunu sanmıyorum. Mutlaka tetkik ve tahlil edilmelidir. Vatan, millet,
devlet, din ve sair değerlerden taviz verilmemelidir. Türk kimliği görünmez
kılınmamalı ve böyle bir hamlede bulunulmamalıdır. Terör meselesi de, varoluş
dinamikleri tahrip edilmeden çözülmelidir ve kodaman itlerin rant çarkı
paramparça edilmelidir. Terörü çözeceğim derken, milli ve manevi unsurlar,
dinamikler tahrip ve tahrif edilmemelidir. Terör, acımadan ve taviz verilmeden
çözülmelidir. Çocukları öldürenlere, üniversiteleri tahrip edenlere, okul
yakanlara, öğretmen kaçıranlara, kahpece polis ve asker vuranlara acıyarak bir
yere varamazsınız ve bu soysuzların tekliflerini dinleyemezsiniz. Bunların fino
köpeği olan kravatlı cellâtlarını da adam yerine koyup değer veremezsiniz. İlla
bunların her istediklerini yapmak zorunda değilsiniz. Zaten yapılacak olan ve
yapılması makul ve mümkün olan bir şey varsa da yapılmaktadır. Bıçak kemiğe
dayandı mı, bu millet iti de, domuzu da boğmasını muhakkak bilir. Herkes bunu
böyle bilsin ve bıçak kemiğe değdirilmesin.
BEŞ
Büyük bir
oyun oynanıyor gibime geliyor. Şöyle ki; PKK silah bıraksın her şey çözülür
deniyor. Yani deniyor ki; PKK, bazı şeyler çözümsüz olduğu için silah sıkıyor. Bunu
yapanlar da, güya PKK saflarından ayrılan ve yine PKK denilen Siyonist köpeğine
tavır koyanlar. Bir gün PKK örgütüne silah bıraktırılırsa ve istenen şeyler
olmazsa, ki istenen şeylerin olması zaten mümkün değildir ve mümkün kılacak
olanı hatta mümkün kılmaya yeltenecek olanı bu topraklarda yaşatmazlar, çünkü
istenen şey bu ülkenin ve milletin bölünmesidir. Ve bu isteneler olmadığı
vakit, demek ki PKK haklıymış denilecek. Nihayet, Kürt kardeşlerimizin topyekûn
PKK saflarına itilmesi sağlanacak. Bu yüzden silah bırakmaya falan kanmamak
icap eder. PKK denilen örgütün gerçek yüzü ifşa edilmelidir ve bu örgüt
acımadan yok edilmelidir. Çünkü bu örgütün Kürt kardeşlerimizle ve Kürt
kardeşlerimizin sorunlarıyla zerre alakası yoktur. Bu örgüt bütün yönleriyle,
hedefleriyle, maşalarıyla siyonizmin emrindedir, Batılı devletlerin fino
köpeğidir. Tek gaye, Türk Milletini ve Türk Devletini yıpratmak, Türk Vatanını
parçalamaktır. Gerisi hikâyedir! Çatışmalar da, it gibi leşleri serilenlerin
terörist İsrail’e götürülmesi de mi uyandırmıyor sizleri beyler?
ALTI
MHP camiasına
hayırlı uğurlu olsun. Sayın Doktor Devlet Bahçeli vazifeyi yine
aldı, sorumluluğu yüklendi. Görkemli bir Kurultay oldu, gözler doğru görüp,
beyin doğru algıladıysa. Sayın Doktor Devlet Bahçeli Beyin sunumu
kuşatıcıydı, isabetliydi. Elbette kadı kızında bile kusur bulunur, ki kusursuz
olan kim var? Ama tabi, görkemli kurultaylarla, parlak nutuklarla hayat
yürümüyor, varlık ispat olunmuyor ve beka sağlanmıyor. Bu yüzden doğru ve
istikametli eylem gerek, çalışmak gerek, gönül kazanmak gerek ve Milli
Birliği sağlamak gerek. Öze dönmek gerek işin hülasası. Türklükten
ve İslamlıktan haberdar olmak gerek. Tarihi bilmek, anlamak, idrak etmek gerek.
Yolu bilmek, tanımak gerek. Nereye gittiğini, nasıl gittiğini, niçin gittiğini,
kimlerle gittiğini ve kimin için gittiğini muhakkak bilmek ve bunun farkında olmak
gerek. Yanlış yolları terk etmek, yanlış adamlardan ayrılmak gerek. Kutlu bir
vazife için, yanlış adamlar görevlendirmemek gerek. İmandan, vatandan, dinden,
devletten, değerden nasipsiz olanları def etmek gerek. Bilinmelidir ki;
Ülkücüler, vatan, iman, devlet, millet ve bilumum mukaddeslerin
savunucusudurlar ve buna göre yaşamalıdırlar. Başkaları gibi terörizmin
payandası olmazlar, olamazlar. Bilakis terör karşısında çelikten duvar
gibidirler. Ülkücü demek; Allah davasını, insan davasını sahiplenmek demektir.
Ülkücü, çok farklı bir kişiliktir. Mübalağa yapmak istemem ama Ülkücü olunmaz,
Ülkücü doğulur. Çünkü gerçek Ülkücü, gerçek Müslüman’dır. Gerçek Ülkücü, gerçek
Türk’tür. Saf ve temiz Müslüman Türk olmayan Ülkücü de olamaz. Ülkücü,
insanlıktan sorumlu olandır. O, insanlığın umududur, ışığıdır, güneşidir. Çünkü
o, varlık âleminin biricik Önderinin (sav) ümmetinin ferdidir. Adaletten,
ahlaktan sorumludur o. Kâfire kılıç çekendir o. Müslümanlığın ve Türklüğün ne
manaya geldiğini bilendir o. Türklük derken, burada çok derin ve engin anlamlar
ifade edilmektedir. Öyle ırkçılık gibi iğrenç ve rezil kelimelerle
bağdaştırılamayacak kadar engin ve derin anlamalar. Ülkücüye ırkçı diyenler ya
da Ülkücüyüm deyipte kendisine ırkçı yakıştırmasını kabul edercesine tepkisiz,
sessiz kalanlar şereften yoksun tiplerdir. Ülkücü için tek dava vardır; İLAY-I
KELİMETULLAH. Bu yol kuru bir kavga yolu değildir. İnsanın ve Allah’ın
davasıdır bu dava. Allah nizamını yeryüzüne hâkim kılmanın davasıdır. Öyleyse
bu davayı sırtlanan da basit ve zavallı bir kişilik olamaz. Ülkücü demek, Allah
davasının kılıcı olmak demektir. Yeryüzünün bütün Ülkücüleri, Allah Davası’na
sahiplik şuuruyla hareket etmelidirler, etmek zorundadırlar. Bilakis,
vazifesini ihmal eden sorumsuzlardan olurlar ve bu da onları hainlik damgasını
yemeye kadar götürür. Zira hizmet etmeyen haindir. Ve Ülkücüler, gerçek
hizmetkârdırlar. Ülkücü gençliğin varlığı, birliği, diriliği, iriliği şüphesiz
bir kıvanç vesilesidir. Ama esas kıvanç vesilesi olacak şey; o gençlere sahip çıkmak,
onları doğru yöne kanalize etmek, onları hakikatin sarsılmaz, sönmez ve
pörsümez parlak güneşiyle aydınlatmak, onları teröre kurban etmemek ve ite,
kopuğa, soysuza ve namussuza kaptırmamaktır. İnşaallah yeni dönemde bu bilinç
ve şuur temelinde hareket edilir. Bilakis bu memleketin ve bu milletin talihi
gülmeyecektir. Ayrıca, bu arada, Ülkücü, asla demokrat, liberalist, kemalist,
kapitalist, faşist, komünist, anarşist gibi yozluklara özlem duyamaz ve bu
sapkın yolların yolcularının saflarına iştirak edemez. Ülkücü; bilinçli,
akıllı, şuurlu, vicdanlı insandır. Ayrıca kadim tarihini, ecdadı, Türklüğü ve
İslam’ı bilen, anlayan, idrak eden ve içselleştiren birinin demokrasi denilen
laneti de ittihaz etmesi kabil-i mümkün değildir. Zira demokrasi denilen lanetin
sunduğunu ya da sunduğunu sandığımız şeyleri, İslam ve kadim Töremiz,
sonsuzlarca kez daha üst düzeyde ve daha sonsuz mükemmellikte sunar ve
sunmaktadır. Tabi anlayabilecek beyin, hissedebilecek vicdan ve görebilecek göz
gerekir bunu fark etmeye. Hülasa; insanca, hürce, diğerlerinin haklarına
saygılıca yaşamanın adı asla demokrasi olamaz, ancak ve ancak İslam olabilir. Ben
soruyorum buradan; eğer demokrasi, diğerlerinin haklarını gözetmekse,
diğerlerinin yaşamlarına saygı göstermekse, düşünce özgürlüğünü savunmaksa,
bütün dünyanın politik baronları demokrat olduklarını ve demokrasi için
savaştıklarını söylemektedirler ve bizim ülkemizde ki demokratlarda malumdur.
Peki, sizler, hiç, bunların, diğerlerinin haklarına saygı gösterdiklerini,
düşüncelerine önem verdiklerini, diğerlerini yaşamlarına saygılı olduklarını
gördünüz mü? Irak’ı, Lübnan’ı, Mısır’ı, Kuveyt’i, Suriye’yi vs. bütün mazlum
milletlerin ülkelerini kan okyanusuna döndüren Siyonist İsrail, Amerika,
İngiliz, Rus, vs. bilumum küfür milletleri mi demokrattır yani? Eğer haysiyetli
ve hassasiyetli bir vicdana sahipsek insanca düşünür ve insanca yargıda
bulunuruz. Demokrasi denilen lanet, hakikat güneşini söndürüp insanlığı
karanlığa mahkûm etmek isteyen namussuzların, soyguncuların, vurguncuların,
ahlaksızların, emperyalist, liberalist, faşist ve komünist kodamanların
insanlığın kaderini ele geçirmek için vasıta olarak kullandıkları pislik dolu
bir rejimidir. Şimdi size çok kısa bir olay anlatmak istiyorum, alakası var
yok orası size kalmış can dostlar: kâinatın biricik aydınlığı, gözbebeği,
nuru ve insan olmaya layık olanların biricik önderi olan gül kokulu
peygamberimiz (selam O’na, ashabına ve yeryüzünün her zerresinde bulunun
sevenlerine olsun) muhtemelen Mekke’ye doğru olacak, bir sefere çıkar, epey
gittikten sonra bir köpeğin yavrusunu emzirdiğini görür ama köpek ezilme
tehlikesiyle karşı karşıyadır, bunu gören Büyük Önder (sav) hemen
emreder ve askerler yana kaydırılarak köpeğin keyfinin bozulmasının önüne
geçilir, yoksa köpek ve yavruları gerçekten ezilecektir, sırf bir köpek için
kalabalık bir ordunun düzeni ve istikameti değiştirilmek zorunda kalınır. Hey
gidi hayvan sevgisi taşıdığını iddia eden ruhu, bedeni, beyni mikrop kaplı
mahlûklar, siz mi hayvan sevgisi taşıyacaksınız? Daha insan sevgisi nedir
bilmeyen mahlûkta hayvan sevgisi olur mu? Sevgili dostlar! Her şey en yüce ve
en mükemmel düzeyde İslam’da bulunmaktadır. Gerisi hikâyedir, yalandır,
aldatmacadır!
‘’GERÇEĞİN DIŞINDA SADECE SAPIKLIK VARDIR.’’
Yunus-32
Peki, GERÇEK nedir Allah aşkına? ‘’HİÇ
AKLETMİYOR MUSUNUZ?’’ Allah.