Düşünmek,
bilmek, tanımak, anlamak, inanmak, sevmek; bunların hepsi manevi eylemlerdir.
Ve kendi deruni âlemimizde tahakkuk eden, maddi eylemlerimize güç kaynağı olan
görkemli eylemlerdir. İnsanı, insan kılan eylemlerdir. İnsanın, hayvandan
ayrılış noktası burasıdır. Maddi eylemlerden daha yücedir ve yücelticidir.
Maddi eylemlerin ruhudur dersek mübalağa yapmış olmayız. Sokaklara çıkar
bağırırsın, taşları söker polise atarsın, eline bir iki yumurta alır
fırlatırsın, bundan daha kolay ne vardır? Ama bir de bunları niçin, kim için
yaptığını bilmek, anlamak; iyi mi, kötü mü olduğunu düşünmek çabası vardır. Bu
soruların cevabını bulmak ve ona göre istikamet tayin etmek iradesi vardır.
Hangisi daha anlamlıdır ve zorludur? Elbette ikincisi daha çetindir, çetrefillidir.
Ki, zaten bu yüzden de, ilkini yani papağan gibi aynı şeyleri tekrar etmeyi,
salakça bağırmayı daha kolay bulup, aptalca hareketlere tevessül etmiyor muyuz?
Ki, bu yönlü maddi eylemlerin neticesiz kalmasının en büyük sebebi de budur.
Manevi eylemlerden güç almamasıdır. Ruhsuz beden dirençsizdir, verimsizdir.
Çünkü ikincisi yani bilme ve anlama çabası işimize gelmiyor, konforumuzu
bozuyor, inandıklarımızı yok ediyor, putlarımızı deviriyor. Ki, haddizatında,
anlamlı olan, bir gayeye matuf olan maddi eylemlerinde tetikleyicisi olan
eylemlerdir manevi eylemler. Maddi eylemlerin anlam derecesi, manevi eylemlere
ne kadar yaslandığı ile doğru orantılıdır. Maddi eylemlere derinlik katan,
maddi eylemleri anlamlı kılan ve zaferle neticelendiren, manevi eylemlerdir. Bu
sessiz eylemlerin her biri büyük bedeller isteyen, zorlu süreçleri koşul kılan,
ciddi özveri gerektiren eylemlerdir. Büyük yüreklerin ve kafaların
gerçekleştirebileceği eylemlerdir bunlar. Düşünüyorum demekle düşünmek,
biliyorum demekle bilmek, tanıyorum demekle tanımak, anlıyorum demekle anlamak,
inanıyorum demekle inanmak, seviyorum demekle sevmek kesinlikle çok farklı
şeylerdir. Vatanımı seviyorum demekle, vatanı için fedakârlıkta bulunmak apayrı
durumlardır. Vatanı için nice acılara katlanan, sadece vatanımı seviyorum
demekle yetinenden binlerce kat daha şereflidir, asildir ve vatanını gerçekten
seven kişi de budur. Allah’a inanıyorum demekle, imanın gereklerini ifa etmek
apayrı durumlardır. Adaletin yüceliğini anlıyorum demekle olmuyor işler, anlıyorsan
adil davranmasını da bileceksin, zevzeklik yapmayacaksın. İhanetin alçaklık
olduğunu biliyorum de ama git ihanet et. Sen bir halt bilmiyorsun ahmak.
İnsanoğlunun en önemli sorunlarından biridir bu. İnsanlar genellikle,
düşünüyormuş, biliyormuş, tanıyormuş, anlıyormuş, inanıyormuş ve seviyormuş
gibi yaparlar ama gerçekte bu duygulanımlarla, manevi eylemlerle pek ilgileri
olmaz. Allah’a inanıyorum der ama gider kul hakkı yer. Peki, bu nasıl
inanmaktır? Seviyorum der ama sevdiğine bir zarar geldi mi, ben bunu kaldıramam
diyerek ucuz bahanelerle hemen terk eder. Bu hangi sevgidir? Tanıyorum der ama
birisi, dostu hakkında bir şey söyledi mi hemen ona inanarak dostuna ihanet
edercesine küsüverir? Peki, böyle tanımak olur mu? Evrensel Sosyolog Şehit Dr. Ali Şeriati’nin bir sözü vardır, der
ki; ‘’anlamak ve anlaşılmak; tek
sermayeleri söz olan gönüllerin niyazıdır.’’ Bu söz, ne kadar derin ve
anlamlı bir sözdür. Anlamak öyle
basit bir şey değildir ve ucuz elde edilecek bir yeti de değildir. Yine der ki;
‘’bir düşünürün çektiği onca acının
karşılığı, sadece anlamak ve anlaşılmaktır.’’ Anlamak ve anlaşılmak, çok
üst düzey bir durumdur. Anladım demekle iş bitmiyor ve anlama olmuyor maalesef.
Ali Şeriati bir kitabında şöyle
diyor; ’’ölüm, o kadar büyük bir olaydır
ki, büyükleri küçültür’’, ‘’nasıl ölüneceğini bilen insanlar aslında nasıl
yaşanacağını bilen insanlardır’’ bu sözler ne kadar derin ve anlamlı
sözlerdir. Onlarca satır yazı yazabilirsiniz sadece bu sözler üzerinde. Biz,
manevi eylemleri çok basite alıyoruz ve küçültüyoruz, değerini düşürüyoruz. Bu
eylemlerin seviyesine erişemeyince, eylemleri kendi seviyemize düşürüyoruz.
Şunu anlayamıyoruz; Kur’an bir kitaptır, Allah’ın ayetlerini barındırır aziz
bünyesinde. Bunu biliriz, herkes bilir. Elinize alıp yoldan geçen birine
sorsanız ve deseniz ki, bu nedir? Size hemen Kur’an diyecektir. Ama bu tür
bilmekle, özünde bilmek çok farklı şeylerdir. İşte bunu anlamamız gerekiyor ve
bunu anladığımız zaman sorunlarımızın çoğu kendiliğinden çözülmüş olacaktır.
Hissetmeden hassasiyet gösterilemez. Gösterildiği sanılır ama bu sahte bir
hassasiyettir. Sömürüyü intaç eden bir hassasiyet gösterisidir. Hissin de,
hassasiyetin de kaynağı bahsettiğimiz manevi durumlardır, eylemlerdir.
Kendimizi kandırmayalım sevgili dostlar! Dürüst olalım.
EKSTRA
BU ÜLKE-BU MİLLET
Bu ülke ve
bu millet üzerine düşünmek; bu ülkeyi, bu milleti bilmek, tanımak, anlamak; bu
ülkeye ve bu millete inanmak; bu ülkeyi ve milleti sevmek gerekir. Ama bu çok
basit bir şey değildir. Bu ülkenin dağlarında, bu milletin evladı olan
Köroğlu’nun dolaştığını hissedebiliyor ve manen görebiliyor musunuz? Ovalarında
Alpaslan’ın rüzgâr gibi koşan atlarının nal seslerini işitebiliyor musunuz?
Toprağının her karışında âlimlerin, bilginlerin, münevverlerin ayak izlerini duyumsayabiliyor
ve fark edebiliyor musunuz? Topraklarının damarlarına şehit kanlarının
sızdığını ihsas edebiliyor musunuz? Ve bu durumları bizatihi gözlerinizle
görüyormuş gibi bir hale girebiliyor musunuz? Yüreğiniz sağlam mı? Beyniniz
aktif mi? Ve tüm bunlardan sonra vicdanınızın sesini dinleyip, üzerinizde ağır
bir yükün durduğunu hissedebiliyor musunuz? İşte o zaman bu ülkeyi ve bu
milleti bilebilir, tanıyabilir ve sevebilirsiniz. Bu ülke ve bu millet üzerine
düşünmeden, bu ülkeyi ve milleti bilmeden, tanımadan, anlamadan; bu ülkeye ve
millete inanmanız ve bu ülkeyi ve milleti sevmeniz kabil midir? Yapılan
ihanetlerin kaynağı burasıdır işte. Bu ülke ve millet üzerinde, mütemadiyen, bu
ülkeyi ve milleti tanımayan, bilmeyen ve sevmeyen tipler hükümran olmuşlardır.
Türklük ve İslam ile ilintileri olmayan tipler hüküm sahibi olmuşlar ve
mukadderatımızı tayin etmişlerdir. Bu ülkeye ve millete ihanet eden insan
değildir ve olamaz da. Bu ülkenin ve milletin varlığına, hâkimiyetine,
güçlenmesine ve bekasına karşı çıkanlar, bu milletin kadim kimliğinden
gocunanlar, insanlıktan nasibini alamamış yoz birer mahlûkturlar.
Bu ülkenin
ücra bir köşesinde bulunan kerpiç damlı bir evde, ayazın buza kestiği bir
zamanda, kar; ayakkabılarınızı delip geçip, çoraplarınızı ıslatıp, teninize
değdi mi hiç? Soğuk, bedeninize ok gibi saplanıp, bedeninizi delip geçip
ruhunuza işledi mi? Üşüyen ayaklarınızı ve gövdenizi ısıtmak için, tezekle
sobayı yakmaya çabaladınız mı? Tezeğe son nefesinize kadar üflediniz mi ve bir
türlü yanmayan sobadan çıkan dumanlar genzinizi yaktı, gözlerinizi acıttı mı?
Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musunuz? İşte bunu başarabiliyorsanız, bu
ülkenin ve milletin değerini anlayabilirsiniz. Doyasıya gökyüzüne bakmayı
becerememiş, elleri nasırlı anaları tanımamış, toprağını işlemek için sabahın
köründe kalkıp yaya olarak beş bin metre yürümemiş, ayazın buza kestiği
geceleri tatmamış ve o gecelerde evlatları için saçta ekmek yapmamış, bu
toprağın damarlarına sızmış şehit kanlarını algılayamamış, Köroğlu’nu dağların
patikalarında haykırırken duymamış, Alpaslan’ın atının rüzgâr gibi gidişini
fark edememiş olanlar, bana; bu ülkeyi ve milleti bildiğini, tanıdığını ve
sevdiğini söyleyipte şarlatanlık yapmasınlar. Fildişi kulelerde yaşayan,
hizmetçiler, şoförler tutup dem süren ve bunun üstüne bir de bu ülke ve millet
adına ahkâm kesen pezeveneklere ve fahişelere inanmayınız sevgili dostlar.
Yaptığı politikayı münhasıran kendisine ve çevresine çıkar sağlamak için yapan
ve zamanı geldiğinde bu ülkenin ve milletin yücelmesi, yükselmesi, ilerlemesi
adına hiçbir iş yapmamış olarak defolup giden kanı ve südü bozuklara
inanmayınız sevgili dostlar. Kendini aydın ya da âlim olarak görüpte, hayatını
hakikati haykırmak için harcamayan, milletine gerçekleri söylemeyen, hiçbir yazısında
ve konuşmasında saf gerçeklere değinmeyen, ülkesi ve milleti üzerinde dönen
dolapları fark edipte çıkarının zedelenmemesi adına susan, saf hakikati
bireysel ya da gurupsal çıkarları adına tahrif ve tahrip eden şerefsizlere,
alçaklara inanmayın sevgili dostlar. Beni anlayabilen dostlarım, inanıyorum ki,
sözlerimin sertliğini de anlayabileceklerdir. Dayandığı acı bilinmeden, sözler yargılanamaz.
Bu
coğrafyanın kokusunu alıp, ciğerlerine kadar çekmeyenden; bu milletin tarih
boyunca yaptığı hizmetleri algılayıp, anlayamayandan, ne bu coğrafyaya ne de bu
millete hayır gelmedi, gelmez ve gelmeyecekte. Bahsettiğimiz duyguları
tatmayanlar, tatmamışsalar da hissetmeyenler, bu coğrafyayı ve milleti ciğerden
sevemezler. Çünkü bilmeyen ve tanımayan asla sevemez. Sevmek için, mutlaka
bilmek ve tanımak icap eder. Bu coğrafyayı ve milleti sevmek için, adam olmak
gerekir. Bu ülkeyi ve milleti sevmeyenler adam değildirler. Onlar ancak gâvur
tohumudurlar.
AÇILIM-APO-PKK-İNFAZ
Bu ülkede ‘’Kürt Sorunu’’ diye bir şeyin varlığına
hiçbir zaman inanmadım ve halende inanmıyorum. Çünkü bu ülkede Kürt Sorunu diye
bir sorun olamaz. Kürtlükle ilgisi olmayan hainlerin ve kirli ve kanlı
emellerine, Kürt kardeşlerimiz üzerinden ulaşabileceklerini düşünenlerin
ürettikleri hayali bir sorundur bu. İki tarafta ki, şerefsiz hainlerin ortak
çabalarının ürünüdür. Temelleri ‘’Kara
Eylül’’de, siyonizmin maşalığını yapan kapkara adamlar tarafından
atılmıştır. Bu tanımlama, haddizatında, Kürt kardeşlerimize karşı yapılmış en
büyük hainliktir. Binlerce yıldır süren kardeşlik zedelenmeye çalışılmıştır bu
tanımlama üzerinden. Kürt kardeşlerimizin, sanki sorunları varmış gibi bir
algıya kapılmaları sağlanmıştır kasıtlı olarak. Ve bu algıdan yola çıkılarak,
PKK denilen Siyonist maşasına da bir paye verilmiştir zımnen. Bu şerefsiz örgüt
için, güya var olan ve adı konan sorun adına mücadele ediyormuş izlenimi
verilmiş ve Kürt kardeşlerimiz nezdinde sempati toplaması sağlanmıştır. Her şey evrensel bir oyunun izdüşümüdür. Apo
denilen caninin bile yakalanıp, beslenir hale gelmesi ve nihayet muhatap alınıp
zımnen yüceltilmesi ‘’Büyük Oyun’’un
bir parçasıdır. Ama bunu hissedebilecek, algılayabilecek, anlayabilecek, kafa
ve yürek yoktur. Ya da bu ülkeyi ve milleti bilen, tanıyan, seven adam yoktur. ‘’Açılım’’ denilen zırva ile ancak
kadim kardeşlerin aralarının açılması sağlanmış olup, başkaca bir şey
yapılmamıştır. Açılım, tamamen açılmanın ve yok olup gitmenin yolunu açmıştır.
Hayali sorunun kanıksanmasını sağlamıştır. Yürekler, beyinler, vicdanlar,
bedenler tarumar edilmiştir. Bu zırvaya her iki taraftan inanmayanlar bile
inanır hale gelmişlerdir. Hainler için ne büyük başarıdır bu. Bu yönlü
gelişmeleri takip edip, vuku bulan olayları tahlil eden ve anlayanlar, maksadı
sarih olarak müşahede edeceklerdir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hiçbir
kimse de kendini gösterdiği gibi değildir. Maskeli yüzlere aldanmamak,
inanmamak icap eder. Zira bu millet ve ülke, maskeli yüzlerce talan edilmiş,
mahvedilmiş ve ezilmiştir. Bir defa, Türk kimliğinden gocunan, İslam Ahlakını
ortaya koymaktan hicap duyan hiçbir kimseden bu ülkeye ve millete zerre hayır
gelmedi, gelmez, gelemez ve gelmeyecekte.
Apo denilen
cani, Siyonist finosu, bugünler görülerek, planlanarak, bu ülkeye
getirtilmiştir. Şimdi kalkıp, bu hainden
medet ummak, bu millet için bir züldür haddizatında, ama bunu hisseden kim?
Anlayan kim? Bu caniyi muhatap almak çok tehlikelidir ama düşünen kim? Birileri
(İngiliz-Amerika, İsrail yani Evrensel
Siyonist Çetesi), bu caniyi
muhatap aldırırken, aslında kimi muhatap aldırdıklarını ya da aldırmak
istediklerini çok iyi bilmektedirler. Filhakika muhatap alınan PKK denilen şerefsiz örgütün ta
kendisidir. Bu ise ne acıdır. Türk
Devleti, Türk Milleti için züldür. Eğer gerçekten İslam değerleri ve kadim
töre üzerinde hayat bulan Müslüman bir Türk Devleti varsa şayet bu olaya
kesinlikle müsaade etmemeliydi. Maalesef, bu caniyi muhatap alanlar
yanılmaktadırlar. Bu caniyi besleyip, büyüten alçaklarda bu süreçten sonsuz
derecede sorumludurlar. Münhasıran muhatap alanlar değil, bu işi bu raddeye
getirenler en büyük suçlulardır. Hem bu caninin ve çakallarının kökünü kurutmak
için namusluca mücadele etme hem de yaratılan süreçten rahatsız ol, kimse buna
inanmaz. Ama buna inanmamak ve karşı çıkmak, asla bu hatayı tolere etmek anlamına
gelmez. Yine de muhatap alınma diye bir şey söz konusu olmamalıydı. Ne acı ki,
Müslüman Türk Milleti, tarihinde hiç bu kadar aşağılanmamıştı, ezik duruma
düşürülmemişti. Malum süreç, bilerek ve isteyerek yaratılmıştır. İçimize sızmış
alçak hainler, bu şerefsiz örgütle namusluca mücadele edilmesini kasten
engellemişlerdir ve halen de engellemektedirler. Gafil olanlarda bunu fark
edememekte ve hata üstüne hata yapmaktadırlar. Bu milletin kadim itibarını
sarsmaktadırlar.
BDP denilen
kravatlı teröristlerden müteşekkil yapının borazanlarına inanmak; gafletin,
dalaletin hatta ihanetin ta kendisidir. İnsan olmayı bile becerememiş olanlara
inanmak nasıl bir duygudur? Bunların şirinlik gösterileri, güya şehit
annelerine sitayişler düzmeleri, yönlendirmeli davranışlar ve sözlerdir. Bunlar
kukladan başka şey olamazlar. Bunların iradeleri, ruhları, vicdanları,
haysiyetleri ve beyinleri yoktur. Ne Apo denilen caninin, ne BDP denilen
politik teröristlerin, ne de PKK denilen çakalların ruhları, beyinleri,
iradeleri, vicdanları ve haysiyetleri yoktur. Bunların tümü, birer ‘’Kontrollü
Bunalım Stratejisi’’ uzmanları olan ‘’Küresel
Savaş Baronlarının’’ kuklalarıdırlar. Bunlar emredileni yaparlar.
Ağızlarına sokulan lafları gevelerler. Her birinin pozları ayrıdır belki ama
hedefleri birdir. Her birinin yürüttüğü rol farklıdır, bu da hedefe daha kolay
ulaşmak içindir. İpleri küresel baronların ellerindedir bunların. Bunlara en ufak bir inanış, bu ülkeye ve
millete sonsuz ihanet ediştir. Bunlarla analaşmaya, uzlaşmaya tevessül
etmek, hele bunlarla masaya oturmak diye bir şey kabil değildir, böyle bir
şeyin vuku bulması, bu millete, tarihinde görmediği ihaneti yapmaktır.
Türk
Devleti çok taktik hareket etmelidir. Çok uyanık davranmalıdır. Kesinlikle
tongaya düşmemelidir. Bu sürece müdahil olan, bu süreci teşvik eden şahıslara
karşı da dikkatli olmalıdır. Zira şirin görünerek, her şey iyi olacak denilerek
ne yanlışlar yapılmış, ne ihanetler kotarılmıştır. Apo denilen caninin muhatap
alınması talihsizlik olmuştur. Kimin aklıyla hareket edildiyse çok büyük hata
edilmiştir. Türk Milletinin (tüm unsurlarıyla birlikte) evlatlarını, Siyonist
emeller uğrun şehit eden bir caninin, haysiyetsiz ve şerefsiz birinin, adamdan
sayılıp dikkate alınması, Türk Milleti ve Devleti açısından zül sayılabilecek
bir tavırdır. Bu hale düşülmemeliydi. Bunun tehlikeli bir tuzak olduğu
görülmeliydi. Gafletten uyanılmalıdır ve vahim hatadan dönülmelidir. Bilakis,
bu millet, bu gafleti, dalaleti ve ihaneti asla affetmez, affetmeyecektir de.
Ayrıca aziz
ve necip Müslüman Türk Milletinin evlatları bilmelidirler ki; bu millet kadim
tarihinde hiçbir zaman el-etek öpmemiştir ama elini öptürmüştür. Bu da metazori
değil spontane olmuştur. Bu milletin kıymetini gerçekten idrak edenler,
vicdanlarında duyumsayanlar gocunmadan, yüksünmeden bu milletin elini
öpmüşlerdir. Varlıklarını el-etek öperek ortaya koyanlar, kendilerini el-etek
öperek varsaydıranlar, bu millete el-etek öpmeyi uygun görmekte, teklif
etmektedirler. Ama bu millet bunu asla yapmaz, yapamaz, yapanları da kesinlikle
affetmez. Çünkü yüksek şahsiyeti bu reziliği, alçalmayı kaldıramaz. Kimsenin bu milletin yüksek itibarını
düşürmeye hakkı da, haddi de yoktur, olamaz da. Olur diyen varsa şayet, bu
milletin evlatları da ne yapacaklarını çok iyi bilirler. Daha İslam’ın İ’sinden
bihaber olanlar, İslam tarihini derinlemesine idrak edememiş olanlar
kendilerini hüküm verme merciinde görmektedirler. Bu ise haddini bilmemektir.
Bilmiyorsan öğren, öğrenmiyorsan bildiğin kadar konuş, haddini ve hududunu
aşmana lüzum yok. El-etek öpmeye meraklıysan, zaten mütemadiyen öpmektesin ve
öpemeye de devam et ama midesi kaldırmayacak olanlara da teklifte bulunma.
Hz. Ömer
(r.a) halifemizin, Ümmet-i Muhammed adına en çok korktuğu kimseler,
kendilerini dilleri ve sözleri ile âlim diye yutturup, kalbi ile cahil
olduklarını gizleyenlermiş. Yine bakınız Yüce Allah Âli İmrân suresinin 73. Ayetinde
ne buyuruyor: "Ve sizin dininize
uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin." Tabi hakikatin önemli olduğu
kadar, hakikati çekinmeden, korkmadan, tereddüde düşmeden haykıracak asil ve
yüce bir ruhun varlığı da önemlidir. Kâfirin
ve kâfirin köpeğinin elini-eteğini öpecek kadar düşen ruhlardan ise yüce
hakikati haykırmasını, insanlığa duyurmasını beklemek alıklıktır. Bir defa
el-etek öpmek Müslüman’ın izzetine, şerefine dokunur ve ne Allah ne de aziz
Önder bunu bizden asla istemez. Müslümanlara böyle bir şeyi teklif etmek
gerçekten nasıl bir halet-i ruhiyenin eseridir anlamak kabil değildir. Böyle
birinin İslamlığı bile tartışma konusudur. Çünkü Kur’an’ın tek bir hafinde ve
Önderin hayatının hiçbir safhasında böyle bir şeye rastlanılamaz. Müslüman Türk
Milletine, kâfirin elini-eteğini öpmeyi teklif eden ya gafildir, ya cahildir,
ya da haindir. Bunun aksi mevzu bahis bile olamaz. Kitapta ve törede olmayan,
bu millete ters gelir. Ayrıca
burada kayda değer bir durumda şu olsa gerek; tam PKK
denilen çakal sürüsü hezimete uğramışken, Kürt kardeşlerimiz, hem Apo denilen
caniden, hem PKK denilen Siyonist güdümlü çakallar sürüsünden, hem de BDP
denilen Siyonist maşasından umut kesmişken ya da kesmeye başlamışken, böyle bir
sürecin başlatılması ve hükümetin bu tuzağa düşmesi dikkat edilmesi ve
sorgulanması gereken bir husustur. Yani tam mağlup olmuşken galip sayılmak diye
buna denir. Ne büyük idraksizlik, ne derin gaflet! Son tahlilde;
bakınız Yüce Rabbimiz ne buyuruyor: ‘’Sakın za’f göstermeyin. Üstün olduğunuz
hâlde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. Sizin amellerinizi asla
eksiltmeyecektir.’’ Muhammed-35
İnfaz olayına gelince; Sakine Cansız denilen hain,
PKK nın kuruluşunda bulunmuş biri. Yani yüzlerce, binlerce masum insanın,
polisin, askerin kanlarında eli var. Nice cahil ve zavallı gencin, ömürlerinin
boş yere çürümelerinde eli var. Aşağılık bir soysuz, siyonistin alçak bir
maşası. Geberdi gitti. Diğer geberen hainlerde bundan farklı değillerdir. ‘’Su testisi suyolunda kırılır’’ derler
ve doğru derler. Sözde barış süreci diye bir süreç işliyor. Bu dönemde Sakine
Cansız’ın dönebilme, konuşabilme ihtimali olabilir düşüncesinin derinden
yayıldığı düşünülebilir. Bu ise PKK ya yön verenler için çok tehlikelidir,
gerek içeridekiler, gerekse dışarıdakiler için. Ortak bir operasyonla infaz
edilmiş olabilir. Yine Apo denilen caninin barış sürecinde güya aktif rol
alabileceğini sanıp ahmakça laflar etmesi, birilerini kızdırmış olabilir ve
buna, sen kimsin lan sefil cevabı verilmiş olabilir infazla. Hatta Apo ile
görüşen kravatlı teröristin edindiği izlenimlerin bir sonucu da olabilir bu
infaz. Malum kravatlı kaşarlanmış terörist, olumsuz bir izlenim edinmiş
olabilir konuşmalardan ve kendi çarklarının kırılacağını, oyundan ekarte bile
edilebileceklerini ihsas etmiş olabilir ve birilerine bilgi aktarıp, zımnen bu
infazların yapılması gerektiğini ifade etmiş olabilir. Zaten politik
teröristlere güvenmek, onlara adamlık payesi vermek akıl karı değildir. Hatta
bu infazla ters köşe yapılmak isteniyor olabilir yani barış süreci denilen
gaflet ve dalalet kokan sürecin daha bir hızlı devam ettirilmesi isteniyor
olabilir. PKK asla alelade bir örgüt değildir. Bu bilinerek hareket
edilmelidir. Uluslar arası boyutu olan, çok önemli ekonomik getirisi olan bir
örgüttür. PKK, savaş baronları ve harici-dâhili çeteler için adeta bir banka gibidir.
Normal bankalardan sonsuz kez daha fazla kazandıran bir banka gibidir. Böyle
bir örgütten feragat etmek hiçte kolay olmayacaktır içeride ki ve dışarıda ki
baronlar-çeteler için. Türkiye’den büyük paylar koparılmak istenmektedir.
Birileri barışçıl gözükürken birileri öldürmeye devam etmektedir. Çok büyük
oyunlar dönmektedir. Çetrefilli bir uluslar arası güç derinden derine
emellerini gerçekleştirmektedir. İran ve Suriye bile hikâyedir. Bunlar destek
veriyorsa bile, önemsenecek boyutta değildir. Zira olsalar ve oluyorlarsa bile
ancak soysuz birer piyon olabilirler bu işte. PKK denilen şerefsiz örgütün
arkasında olan asıl güç; İngiliz piçidir. Amerika ve İsrail denilen itler ise
öne sürülen ve iş gördürülen piyonlardır. Yani Batı’ya hükmeden derin Siyonist
çete vardır en arkada. Akıllı olunmazsa, büyük bedeller ödetir bu iş adama. Bu
milleti küçük düşürmeye, aciz göstermeye kimsenin hakkı yoktur, böyle bir şey
haddine de değildir. Hatta şu iddia bile asla boş değildir. BDP denilen çetenin
de bu infazdan haberi mutlaka vardır. Kimbilir eli bile olabilir. Onların eli
böyle şeylere alışkındır.
GÜVEN BANA
Bir kanalda, ‘’Güven Bana’’ isimli bir yarışma programı var. Ama milli bünyeye
güvensizlik aşısı zerk etmeye çalışan rezil, iğrenç bir yarışma. Bu yarışma
kesinlikle yayından kaldırılmalıdır. Birlikte çalışılıp, birlikte mücadele
edilip ama birlikte paylaşılmayan bir ürün var ortada. Hatta bazen bir kişinin,
hiç ama hiçbir katkı sunmadan el koyduğu bir ürün var ortada. Bu ise iğrenç bir
gasp oyunudur. Bu milletin gençliğine namussuzca kazanmak öğretilmektedir.
Ayrıca, zımnen, güvensizlik tohumları da ekilmektedir, millet tarlasına. Bu
milletin evlatları, birbirine güvenilmeyeceğini öğrenmektedirler. Milletin
evlatlarına, güvenmenin, kendilerine kaybettirdiği düşündürülmektedir. Ne acı bir durumdur bu. Üstelik mukaddes
kitabımız bile bu kirli oyuna alet edilmektedir, kafası basmayan bazı zekâ
özürlü mal yarışmacılar tarafından. Kitabımız kullanılarak, karşı taraf
aldatılmakta ve bu da zihinlerde bazı çağrışımların oluşmasına neden
olmaktadır, bu ise kasten yapılmaktadır. Bu, milli bünyeye zarar veren
hainliğe, ahlaksızlığa bir an önce nihayet verilmelidir.
İNCE BİR HATIRLATMA
Siyonist,
bazen, bu millet sevsin diye, bazılarına cephe alır. Bu yüzden siyonistin cephe
aldıklarına dikkat edilmelidir. İsterse Müslüman Türk kimlikli olsun. Çünkü
işlerini bazen bu şekilde kotarır Siyonist domuz. Uyanık olmak iyidir! Millet uyanmadıkça, üsttekilerin uyanık
olması bişey değiştirmez. Çünkü onlar çıkarlarından yana uyanıktırlar,
milletten yana değil.