‘’Sen yaşamazsan, ben yaşamazsam, o yaşamazsa, nasıl
kalır ayakta hakikatler?’’ Önemli olan bilmek değil, bildiğini yaşamamaktır. Bilipte
yaşamamak, hakikatte bilmemektir. Tıpkı öğrenipte uygulamamanın, hakikatte
öğrenmemek olduğu gibi. Yaşamıyorsan, biliyorum diye tafra yapmana, kendini
aldatmana gerek yoktur. Böyle kaybeder insan hayatta. Kimliğini bildiğini
sanır, dinini bildiğini sanır ama bunların icaplarını yerine getirmez, böylece
de yozlaşır, yabancılaşır gider, kimliğine ve dinine karşı. Farkına bile
varamaz. Unutmayalım ki; bilmek değil,
yaşamak sarsar karanlığın egemenliğini. Kur’an’ın bilinmesinden rahatsız
olan tek bir kâfiri, münafığı, müşriki
gördünüz mü hiç? Ama Kur’an’ın yaşanmasından rahatsız olan kâfirlerin, münafıkların, müşriklerin haddi hesabı yok. Kur’an
yaşansın, hayata müdahale etsin dediniz mi, hemen Şeriatçı derler size. Bazıları da bundan ürker, korkar ve
sinikleşiverir. Sanki bu anlamda Şeriatçı
olmak çok iğrenç, tehlikeli bir şeymiş gibi. Ulan, Kur’an’ın hayata
müdahale etmesini istemek eğer Şeriatçı olmaksa,
bunun size söylenmesinden gurur duyunuz, gocunacağınıza. Bir defa bu anlamda
Türk Milleti zaten Şeriatçıdır. Bazı Şeriatçı geçinipte, hainlikte zirve yapmış
tiplere bakarak bu vasfın kötü olduğunu düşünmek ya da bu vasfı sahiplenmekten
ürkmek alıklıktır. Ama bizim yegâne iki vasfımız vardır ve önemli olan da
budur; bizler kimlik olarak Türk’üz,
din olarakta yani yaşam tarzı olarakta İslam’ız.
Gerisi ise teferruattır. Siz,
bildiklerinizi yaşamadığınız müddetçe, şeytanilerin karanlığı hükümranlığını
sürdürecektir. Yolsuzluk kötüdür deyip durup yolsuzluktan el çekmedikçe;
aldatmak günahtır deyip durup aldatmaktan vazgeçmedikçe; ihanet etmek
alçaklıktır deyip durup ihanetten geri durmadıkça; paylaşmak güzeldir deyip
durup saymaya ve yığmaya devam ettikçe; kardeşlik güzeldir deyip durup ama
kardeşlerini düşmana sattıkça; mikrop ve kusmuk saçan dizler ruhumuzu çalıyor
deyip durup ama izlemeye devam ettikçe; Türk
Medyası denilen ama gerçekte saf Siyonist
Medyası olan medyayı takip edip, onların paçavralarına paranızı verip,
onların köşelerinde ruhumuza kusan südü ve kanı bozukların lağım gibi akan
laflarıyla beyninizi ve ruhunuzu harap etmeye devam ettikçe; alçak gönüllük
güzeldir deyip kibirden taviz vermedikçe, şeytanın egemenliğini tahkim etmekten
başka bir şey yapmayız. Aklımızı başımıza almalıyız ve hayatımızı yeniden
gözden geçirmeliyiz. Acil bir ‘’Ahlak
Devrimi’’ne ihtiyacımız vardır. Çünkü
ahlaken çürümüş, kokuşmuş ve tükenmiş vaziyetteyiz.
Şeytanın ve şeytanilerin tuzaklarına düşer miydik,
bildiklerimizi yaşasaydık? Gerçekleri korkusuzca ortaya koymaktan ürker miydik,
bildiklerimizi yaşasaydık? Şeytaniler, bildiklerini yaşadıkları için bu kadar
güçlüdürler. İçkiyle, kumarla, fuhuşla,
dizilerle, şovlarla, abuk sabuk eğlencelerle milleti yozlaştıracaklarını,
milletin çocuklarını kendi özlerine yabancılaştıracaklarını ve böylece
kendilerine bağlayacaklarını bildikleri için, korkmadan, bu pislik kokan
davranışların reklamını yapabilmektedirler ve bunları hayatta
uygulayabilmektedirler. Milletin evlatlarını terörizm bataklığına saplayabilmektedirler.
Ama bizler ne yapmaktayız? Sadece içkinin, kumarın, fuhşun, terörün vd. kötü
olduğunu bilmekteyiz ya da bildiğimizi sanmaktayız. Zira hakikaten bilmiş
olsaydık, bunların ortadan kaldırılması için gerekeni de yapardık. Bu
pislikleri savunanların dalkavukluğunu yapmazdık. Bu pislikleri savunanları
övmezdik, bunların yaptıklarını farkında olmadan finanse etmezdik. Bugün Türk
Medyası denilen Şeytani Medyanın
bünyesinde ki muzır tipleri övüyorsak eğer, bir şey bildiğimizi sanmayalım.
Bunları söylerken; şunu da ifade etmiyorum: Yandaş Medya diye tavsif ettiğiniz medyanın övülmesini istediğimi
sanmayın. Ama sırf onları yermek için de, Şeytani
Medyayı şaha kaldırmanın anlamı yoktur. Bu tavır, cehaletin müşahhaslaşmış,
bedenleşmiş halidir. Çünkü Türk Medyası
denilen Şeytani Medya, filhakika Siyonist Medyasıdır, asla Türk Medyası değildir. Bunlara Türk Medyası denilmesi Türk Milletine ihanettir ve Türk Milletinin çocuklarını namussuzca
aldatmaktır. Çünkü Türk Medyası dediğimiz bir medya, töreye ihanet edemez, içkinin,
kumarın, fuhşun reklamını yapmaz, ecdada küfredemez, dinin hayatın içine
girmemesi için mücadele veremez, bütün kötülükleri ifşa edip iyilikleri
gizleyemez, aziz şehitlerin kemiklerini sızlatırcasına onlara kurşun sıkan
teröriste sitayişler düzemez. Türk Medyası diyebileceğimiz bir medya;
kapitalizme, komünizme, liberalizme, anarşizme ve faşizme karşı amansızca
savaşır. Türk Milletinin kadim tarihinden alır ilhamını ve asrın idrakine
söyletir İslam’ı. Türk Medyasında yazanlar, kanı ve südü temiz insanlardan
teşekkül eder, kanı ve südü bozuk insan görünümlü hayvanlardan değil. Gerçekler acıdır ama uyandırıcı ve
dirilticidir de.
Artık
zaman, bilmek değil yaşamak zamanıdır. Bilmeden yaşanmaz ama bildiğini de
yaşamak icap eder. Kitap yüklü eşekler
isek, vay halimize! Namazı kılıp açı doyurmayanlar isek vay halimize! Verirken
az verip, alırken çoğa göz dikenler isek vay halimize! Alçakgönüllülüğün insanı
yücelttiğini bilipte kibirden burnu havalarda dolaşanlardan isek vay halimize!
Adaletin, varlığın mayası olduğunu bilipte çıkardan vazgeçmeyenler isek vay
halimize! ‘’Kibrin hasmı Allah’tır’’
diyor Önderimiz (sav) ve bunu bile
bile kibirli olmayı bir halt sanıyoruz. Sorsanız, bunu bilmeyen mi var diyorlar
ama uygulamaya gelince bildiğinden zerre iz yok. Ne de haysiyet ve şeref
yoksunuyuz değil mi? Bir de tutup
Allah’tan, Önder’den, Kitap’tan dem vuruyoruz. Her şey dilde ama o dil yarın
hesap soracak senden. Yazıklar olsun! Hem bütün kötülüklerin ilacı, şifası ‘’Kur’an Ahlakı’’dır de hem de
Kur’an’ın hayata müdahale etmesinden kork. Böyle bir sahtekârlık olamaz. Ulan
ahmak; madem Kur’an bütün kötülüklerin panzehiridir, o zaman Kur’an’i bir
yaşamdan niçin korkuyorsun? Dürüst
değiliz, asla dürüst değiliz ya da mutlak cahiliz ama kendini akıllı sanan
ahmaklarız.
‘’Gerçeğin dışında sadece SAPIKLIK vardır.’’ Yunus-32
‘’Uyarılanlardan, söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl
olduğuna bir bak.’’ Yunus-173
EKSTRA
RIZK-NEFES
‘’Kimse rızkı bitmeden ölmez’’ kaidesi
vardır İslam’da. Buradaki ‘’rızk’’
mevhumu filhakika ‘’nefes’’e tekabül
etmektedir kanaatimce. Çünkü her insan ‘’nefes’’
aldığı sürece yaşar ve alacak nefesi kalmadığı zaman hayata veda eder. Eğer
alacağınız nefes varsa, hareket edebilirsiniz, gülebilir, eğlenebilir,
ağlayabilir, çalışabilir, ekmeğinizi kazanabilirsiniz. Yani, şahsımca, ‘’rızk’’ mevhumu yiyeceğe tekabül
etmez. Tabi en iyisini, doğrusunu Allah bilir ama mantığa en uygun geleni bu
oluyor. Zira dünyada ki yiyecek bitmez ama insanın nefesi tükenir. Nefes
tükendiği zaman ‘’sen’’ olmazsın ama
yiyecek, içecek hala vardır ve var olmaya devam eder. İnsanın her nefes alış
verişinde ömründen gider. Bu yüzden nefesini heba etmemeli insan. Herkese
verilmiş bir nefes miktarı olduğunu düşünüyorum ve herkesin, kendinse verilen nefesi
tükenince hayata veda edeceğine inanıyorum. Hiç kimse nefesinin ne zaman
tükeneceğini asla bilemez. Haddizatında İslam’ı tahkik ettiğimiz zaman bile ‘’nefes’’in kıymetini ihsas edebiliriz,
fark ve idrak edebiliriz. ‘’Ömür eşittir
nefestir’’ diyebiliriz. Bu yüzden ‘’ömrünü
nerede ve nasıl tükettiğinden hesaba çekilecek’’ olan insan, haddizatında
nefesini nasıl kullandığından hesaba çekilecektir. Aziz Önderimiz’in (sav) şu sözleri de tam burada hatırlansa yeridir; ‘’ya hayır konuş sus.’’ Yani malayani
ve abesle iştigal ederek nefesini boşa tüketme, çünkü ona ihtiyacın var.
PARA KAPTIRMA
Şahsen bu ‘’para kaptırma’’ olayına asla
inanmıyor ve olaya muhatap olan kişilere kesinlikle güvenmiyorum. Bu namussuzca
bir oyun gibime geliyor. Para kaptırdığını iddia edenlerin, damarlarını açıp
baksanız, ciğerlerini teşrih masasına yaptırıp kontrol etseniz emin olunuz ki
bir sorun olduğu görülecektir. Tabi benim burada bahsettiğim kişiler, eski
parayla milyarlarca lira kaptıran tiplerdir. Bunlardan birisi bir ara 500
milyar lira, geçenlerde de birisi 50 milyar lira kadar kaptırmıştı. Bunun,
terör örgütlerine sorunsuz para aktarma yolu olarak keşfedildiğini düşünüyorum.
Çünkü bu yolla birisi para kaptırdığını söylediği zaman suçlu olmaktan çıkmış
oluyor, terör destekçisi olduğunu gizlemiş oluyor. Sorunsuz, sorgusuz
vazifesini ifa etmiş oluyor. Devlet, bu olayı mutlakla tetkik ve tahkik
etmelidir ve gerekeni yapmalıdır. Söylediklerimizin aksi çıkacak olsa da devlet
yapması gerekeni yapmalıdır.
CAMİ-KADIN-ERKEK
Ezanda
kulağı, namazda gözü olmayan gövdesi ve ruhu mikrop kaplı mahlûklar, camilerde
kadın-erkek eşitsizliği olduğunu söylüyorlar. Siz gidin kendi faşist dininizin
bozukluklarını düzeltin. Kendi ruhunuz kapkarayken, el âlemin temiz ruhunu
kirletme gayretine düşmeyin. Artık bu milletin çocukları sizin de, itlerinizin
de kimler olduğunuzu biliyor. Elinde gelse yüzünüze tükürecek ama tükürüğünün
mukaddesliğine kıyamıyor. Çünkü temiz tükürüğünün, pis mikrop ve iğrenç
suratlarınızda kirlenmesini ruhu kaldıramıyor. Hadi işinize aşağılık maymunlar!
İSLAM-KİMLİK
Şu sarih ve
beliğ hakikat, inkârı imkânsız bir hakikattir. İslam, şeksiz ve şüphesiz ki,
bir şemsiyedir, bir bayraktır. O şemsiyeyi tutacak, o bayrağı taşıyacak olanlar
ise İslam Milletleridirler. O
şemsiyeyi binlerce yıldır tutmuş, o bayrağı binlerce yıldır taşımış olan İslam Milleti ise Türkler olmuşlardır. Bundan
sonra da, o şemsiyeyi tutacak, o bayrağı taşıyacak ve ancak bu yüce şerefe
layık olmayı başarabilecek olanlar Türkler olacaklardır. Umuduz, inancımız odur
ki, bu yüce şeref yine Türk Milleti’nin olacaktır ve olması içinde bu milletin
çocukları çalışmalıdırlar. Ama ilk evvelde Türk Milletinin çocuklarının bu
şerefe mutlaka layık olmaları gerekmektedir. Zira Allah demektedir ki; ‘’Benim dinime yardım edene Ben’de yardım
ederim. Ve yardım etmezseniz, yardım edecek birini seçerim.’’ Evet, yüce
şerefe kuru kuruya layık olmak yoktur ve seçilmiş olmak öyle kolay ve basit
değildir. Haddini ve hududunu bileceksin. Vazifeni namusluca, şereflice yapacaksın.
İslam’sız bir milletin ehemmiyeti yoktur. Ruhsuz
beden ne işe yarar Allah aşkına? İşte, milletlerin ruhu da İslam’dır. Ve
asla unutmayalım ki; Allah, bedenlere-kimliklere değil, ruhlara-kalplere bakar.
Kim olduğunuz değil, nasıl yaşadığınız önemlidir. Zira sonsuzluk âleminde sana;
‘’sen kimdin?’’ Diye değil, ‘’sen nasıl yaşadın?’’ Diye
sorulacaktır. Bu saf hakikat, asla akıldan çıkarılmamalıdır. Ki, sizlere şöyle
sorsak ne dersiniz sevgili dostlar? ‘’Bir
dost seçeceksin, bir lider seçeceksin, onun bedenine-kimliğine mi kıymet
verirsin yoksa ruhuna mı?’’ Olay budur işte. Burada bedenin-kimliğin
önemsiz olduğunu söylemiyoruz, ki haddizatında çok önemlidir ama bir detayı
ifşa ediyoruz, olayı doğru dürüst anlamak gerekir, alıklığa-sapkınlığa lüzum
yoktur. Bedene-kimliğe değil, ruha-öze-kalbe-manaya bakılır. İçine zehir
gizlenmiş nesneler dışarıdan bakınca can alıcıdır ama yediğiniz zaman sizi yok
eder!