Arkadaşlar! Aşağıda ki söyleyeceklerim, asla bir
hedefe matuf değildir, geneli kapsamaktadır. Zira birilerine yönelik olursa
mesaj dar alana hapsedilmiş ve etkisi kırılmış olur. Ve ben herkesi hedefe
koyacak bir insan değilim. Bir defa hedef, hedef olabilecek kadar etkili ve
yetkili olabilmelidir. Yani sağlam bir düşman olmalıdır. Ayrıca kafası basan,
hayatın ulaştırdığı verileri anlayan biri olmalıdır. Yüreğimin en dip
derinliklerinden gelen samimi ve deruni terennümlerdir bu sözlerim.
Omuzlarımızda ki sorumluluğu hafifletmek adına yapılan sessiz ve sözlü bir
eylemdir. Milli bir vazifenin ifa edilmesidir. Zoraki olarak yapılan izahlardır
bir yerde. Yani birilerinin zorlaması yoktur ama yapılmak zorunluluğu vardır.
Bu yüzden bizlerde yapmamız gerekeni yapıyoruz. Zira tehlikeli bir süreçten
geçiyoruz. Milli varlığımız tehdit altındadır. Devlet çatısı çatırdamaktadır.
Ordu zayıflatılmaktadır. Nesillerimiz tehdit ve tehlike ile karşı karşıyadır.
Türk Milleti geri plana atılmak istenmektedir. Din, hayat sahasından el
çektirilmekte ve töre çiğnenmektedir.
Arkadaşlar! Bazı izahlar yapmak şart
oldu. Tabi üzerinde düşünmek, bir tetkike ve tahlile tabi tutmak, derinlemesine
bilmek ve anlamak, nihayetinde de bir yargıya varmak kendi bileceğimiz şeydir.
Ama şunu bilelim ki; bu vatan bizim vatanımız. Bu millet bizim milletimiz. Bu
devlet bizim devletimiz, bu ordu bizim ordumuz. Yanlış varsa düzeltmek, doğru
varsa devamını sağlamak bizim vazifemizdir. Yanlış diye vazgeçemeyiz, düşman
olamayız. Doğrudur ve nasılsa böyle devam eder diye de vurdumduymazlık yapıp
kendi haline bırakamayız. Çocuğumuzun yanlışı var diye onu ölüme terk edebilir
miyiz? Ya da çocuğumuz nasıl olsa doğru yolda diye, onu yalnız başına
bırakabilir miyiz? Faraza düşman olduk, elimize ne geçer diye düşünmeliyiz. Ama
bilmeliyiz ki, hiçbir şey geçmez.
Arkadaşlar! Birileri, bu milleti geri plana düşürmek için her
türlü oyunu kurmakta, tezgâhı hazırlamaktadır. Bu milleti ayakta tutan
kolonları sarsmak için gayret sarf etmektedir. Bu milletin başına bir tezgâhta
bin türlü çorap örülmeye çalışılmaktadır. Herkes eşit olsun, herkes her türlü
hakkını kullansın gibi sayıklamalar mutlak olarak bilinsin ki, kendini bu
milletten ve dinden göstermeye çalışan ateist, komünist, faşist, liberalist
bozmalarıdır ve siyonizmin çocuklarıdır. Maksatta eşitlik, hak kullanma değildir,
bunlar arka planda ki karanlık emellerin yumuşak argümanlarıdır. Bu
söylemlerini güya İslam’a dayandırmaları, bu söylemleri haklı çıkarmaz asla.
Ki, zaten onlarda bilmektedir ama bu milleti din kanalından girerek
uyutabileceklerini, aldatabileceklerini sanmaktadırlar. Bunlar birer itham ve
iftira değildir. Bunlar saf gerçeklerdir. Maksadım sizleri yönlendirmek,
sizlere masal anlatmak değildir. Ki, haddime de değildir. Böyle bir şey
düşünerek, zımnen böyle bir yola başvurmam da terbiyesizliktir. Bundan emin
olabilirsiniz. En ufak aksi bir durum mevzubahisse insan evladı değilim.
Arkadaşlar! Vatanımı sevmek, milletimi saymak, devletimi
korumak, ordumun bekası ve güçlü olması için azami özen göstermek asli
vazifelerimdendir. Haddizatında hepimizin asli vazifesidir bu. Tabi hainleri
ayrı tutuyorum. Hanilik, damarlarında ki kanın dolaştığı gibi, damarlarında ve
hücrelerinde dolaşanlara değildir sözüm ve onlara karşı böyle şeyler söylemeyi
bile düşünmem. Hainliğin, damarlarına sindiği birilerine karşı yapılacak şey
bellidir ve mutlaka yapılır, yapılması icap eder ve yapılacaktır da. Her
davranışın kendine göre ya ödülü ya cezası mutlaka vardır. Ne vazife ihmal
edilir ne de ecel gecikir. Her şeyin bir vakti zamanı mutlaka vardır. Hayır,
vatanımızı sevmesek, milletimizi saymasak, devletimizi yıkmaya çalışsak elimize
ne geçer diye düşünmeliyiz. Ama asla bir şey geçmeyeceğini de bilmeliyiz. Bu
sözlerimi düşman gördüğüm birine yönelik mi söylüyorum? Asla. Benim, basit,
sığ, dar kafalı ve alık düşmanım olamaz. Ki, ben, bu türleri düşman sınıfına
bile sokmam. Zira böyle bir şeyi zül addederim. Benim düşman olarak gördüklerim
kendi çapında bir yere sahip olanlar, düşmanlıklarında bilinçli olanlar,
uşaklıklarını çok ustaca yapanlar ve sağlam tezgâh kuranlardır. Misal, Dalton
kardeşler, Çandaroğulları, Bayramoğulları vb. tiplerdir. Ve bunlar her kesimin
içerisinde vardırlar. Bunlara karşı da en amansız şekilde mücadele vermek bu
milletin evladı olan herkesin üzerine vazifedir.
Aslında tam da buranın, konumuzun
özüyle de bağlantısı vardır. Şöyle ki; burada bir topluluk var ve bu topluluğun
bir başı var. Bu topluluğun teşekkülüne kim sebep olduysa o kişiler burada
baştır ve o kişiler bu baş olma sorumluluklarını devredebilirler mi ya da o baş
olma sorumluluğunu taşıyanlar olmasa böyle bir teşekkül olur muydu ya da belli
bir nizam dâhilinde bu topluluk burada işlevini yerine getirebilir miydi?
Elbette başsız hiçbir şey olmazdı. Kaosa mahkûm bir yapı olurdu ve eninde
sonunda dağılırdı ya da varlığının ortaya çıkması diye bir şey olmazdı. Tabiat
boşluk kabul etmez arkadaşlar. Yani bir idari mekanizmanın, bir öncü gücün
olması şarttır, her şeyin yerli yerine oturması ve bir insicam içinde varlığını
idame ettirmesi için. Aksini düşünmek ahmaklığın saf delilidir. Yani burada ki
idari mekanizma, her önüne gelenle idari yapıyı paylaşabilir mi ya da her önüne
gelene istediği şeyi yapma imkânı verir mi? Bu eşyanın tabiatına münafidir
arkadaşlar. Dürüst olmak, adam olmak icap ediyor. Soytarılığın lüzumu yok.
Boşboğazlığın da lüzumu yok.
Arkadaşlar! Aptala aptal demek, gerçeğin direkt olarak
ifadesidir. Tıpkı ata at demek gibi. Aptala akıllı, ata it diyemeyiz. Eğer öyle
dersek gerçeği tahrif ve tahrip etmiş oluruz. Yani gerçeği olduğu gibi ifade
etmek asla hakaret değildir. Ama iftira atmak, hem hakarettir hem de gerçeğin
gizlenmesidir, nihayetinde çok büyük kötülüktür. İftira da gerçeğin tahrifi ve
tahribi vardır. Evet, belki aptala aptal derken gerçek çok sert şekilde dile
getirilmiş olabilir ve tek hata da bu olur ama burada asla hakaret yoktur.
Hakaret bile olsa, bu, hedef olana zarar vermez ama iftira hedef olana mutlak
olarak zarar verir. Bu yüzden hakaret değil iftira tehlike arz eder. Ki,
hakarette iftira yoktur ama iftira da aynı zamanda hakarette vardır. Ama bunu
ihsas ve idrak edebilmek için zekâya ihtiyaç vardır. Aptal, aptallığının
farkında olmazsa kendisine aptal denilmesini hakaret olarak algılar. Oysa niçin
bana böyle diyorlar diye sorgulaması, kendini hesaba çekmesi icap eder.
Bilakis, aynı şekilde devam edecektir yoluna. Bu ise kendisi için bir
tehdittir. Oysa biz uyandırmaya çalışıyoruz bu tür dördüncü sınıf beyinleri.
Yanlış yolun doğru olduğunu sanıp bilmeden gidenler ancak uçuruma varırlar.
Şunu kabul etmek zorundayız; bu vatanın adı Türkiye’dir.
Namuslu ve şerefli hiçbir kişi buna karşı çıkamaz. Karşı çıkılsa bile gerçek
değişmez. Sadece karşı çıkanın hain olduğu gerçeği ortaya çıkmış olur. Bu vatan
üzerinde hüküm süren Millet nesnel bazda İslam Milleti, öznel bazda ise Türk
Milleti’dir. Yani İslam Milletinin bir üyesi olan Türk Milletidir. Evet, bu
milletle birlikte muhtelif toplumlarda vardır bu vatan sathında ama dominant
millet Türk Milleti’dir. Aklı başında olan ve damarlarında hainliğin kan gibi
dolaşmadığı hiçbir kimse de bu gerçeği olumsuzlayamaz. Bilinmelidir ki, yapılan
bir araştırmada bu milletin yüzde sekseni kendini Türk olarak kabul etmektedir.
Bütün Müslümanlar genel bazda İslam Milleti olarak, özel bazda da kendi kavmi
kimlikleriyle bilinirler. Bu vatan Türk Milletinin dominant unsur olduğu halde vatan
kılınmıştır. Ve bu vatanın sahibi dünyanın her bir köşesinde Türkler olarak
bilinir. Türk Milleti, engin tecrübesiyle, kadim tarihiyle, köklü töresiyle
tarih boyunca hükümran olmuş bir millettir. Tarihe damgasını adeta kanıyla
vurmuştur ve silinmesi kabil-i mümkün değildir. Şerefli ve namuslu bir insan,
ister Türk dostu olsun ister Türk düşmanı olsun bu gerçeği yadsıyamaz.
Yadsımakta, yadsıyanın mal olduğunun ispatı olur. Ve tarih boyunca liderlik
vasfına sahip olmuştur Türk Milleti. Türk Milletini tarihten söküp atsanız
tarih diye bir şeyin kalmayacağı çok aşikârdır. Birkaç çakalın aksini söylemesi
ve kıt akıllarıyla izahlar getirmesi gerçeği değiştirmez. Yanlış, çoğunluk
tarafından savunulsa bile doğruluk özelliğini kazanamaz ve gerçek diye kabul
edilemez. Gerçekte, çok az kişi savunsa bile, gerçeklik özelliğinden zerre bir
şey kaybetmez.
Müslüman
Türk evladının vazifesi, hiçbir zaman, Müslüman Türk Milletinin ve Devletinin
tarihsel konumunu ve vazifesini sorgulamak değildir ve olamaz. Zaten Türk evladı
olan biri de bunu asla yapmaz, yapmak için sudan sebepler bulmaya çalışmaz. Bu
yönlü hain tuzaklara aldanmaz ve çekilmez. Yapılacak olan şudur; bulunulan
konumun nasıl ve niçin kullanıldığıdır. Vazifenin nasıl yapıldığı ve nasıl
yapılması gerektiğidir. Aksi bir durum düşünülemez. Yani konum ve vazife İslam
temeline mi oturuyor, seküler temele mi oturuyor, konuşulacak olan budur. Aksi
bir durum söz konusu bile olamaz. Bunun aksini yapanların Müslüman Türk evladı
olarak ortaya çıkmaları absürttür. Bu tiplere de inanmak alıklıktır. Çünkü
bunlar asla ve asla Müslüman Türk evladı olamazlar. Hiçbir milletin evladı,
kendi milletinin tarihsel konumunu sorgulamamıştır ve sorgulamaz. Çünkü böyle
bir şey gaflet, dalalet ve ihanetle eşdeğerdir. Bunu daha derin olarak izah
edebiliriz ama zaten bugüne kadar yazdıklarımızda detaylı olarak bulunduğu için
lüzum görmüyoruz. Bu vatanın evladı olanlara, bu milletin birlik ve
beraberliğini yürekten savunanlara, kadim milletin liderliğinden gocunmayarak
en ileriyle hep birlikte yürüme cesareti gösterenlere selam olsun. Ve herkes
bilsin ki; bu millet sadık olanı da hain olanı da mutlaka bilir. Kâfiri de
bilir, müşriki de bilir, münafığı da bilir ve mutlaka ekarte eder ve edecektir
Allah’ın izniyle.
Arkadaşlar! Devletsizlik kötüdür. Evet, en ideal bazda
söylemiyoruz. Ama bir dünya gerçeğidir devlet gerçeği. Ve devletsizlik, dünya
gerçeğine göre kötüdür. Babasızlık gibidir, devletsizlik. Aynı şekilde
milletsizlikte kötüdür. Ailesizlik gibidir. Açıkta kalmak gibidir. Başsızlıkta kötüdür.
Bedende muhtelif organlar vardır ama bedene anlam katan baştır. Bedenin kaptanı
da baştır, tabi kalple birlikte. Kafa kalpten bağımsız, kalp kafadan bağımsız
hareket ederse işler şirazesinden çıkar. Bir gemide, o gemiyi iyi bilen,
açılacağı denizlerden haberdar olan, gemide ki yolcuların güvenliklerini
sağlama alabilecek ve her türlü sorumluluğu üstlenebilecek bir kaptan olur.
Direksiyona hâkim olan o kaptandır. Acemi birini direksiyona geçirmezler,
geçirirlerse şayet gemi batar, tabi yolcularda boğulur. İşte dünya denizinde
yüzen bir gemi gibidir Türkiye ve Türk Milleti ise o geminin kaptanıdır, içinde
ki bütün unsurların güvenliklerinden, huzurlarından, mutluluklarından sorumlu
olan. Dünyayı iyi tanıyan bir millettir ve bu yüzden o gemiyi en ideal olarak
yürütebilecek yegâne millettir. Bu gerçeği, birkaç tane ahmağın, alığın kabul
etmemesi, bunun böyle olmadığı anlamına gelmez. Türkiye’nin ve Türk’ün
düşmanları elbette bunu kabul etmez ve etmeyecektir de. Ve bu doğaldır. Çünkü
düşmanlık diye bir gerçekte vardır dünyada. Düşman düşmanlığını elbette
yapacaktır, her türlü yola başvuracaktır bunu yapmak için ve muhtelif tuzaklar
kuracaktır aldatabilmek için. Ama dost olanlarda uyanık kalmasını ve
vazifelerinde ihmalkâr olmamasını bileceklerdir. Sen vazifeni ihmal edersen,
şeytanı itham edemezsin.
Arkadaşlar! Başı olmayana bir baş, kaptanı olmayana bir
kaptan bulunur. Mutlaka bulunur. Ama bu baş ve kaptan asla bu milletin,
devletin ve vatanın bekası, varlığı için çalışmaz. Öyleyse bu baş, bu kaptan
değişemez. Madem bir baş, bir kaptan illaki olacak ve mutlaka ki olur, öyleyse
bu baş ve kaptan niçin Türk Milleti olmasın. Bunun yorumu, açıklaması vs.
olmaz, olamaz. Bu böyledir ve böyle de olacaktır. Bunda olumsuzluk, yanlışlık,
hainlik yoktur. Kabul eden eder ve yanlış yapmaz. Kabul etmeyen saygı duyar.
Duymuyorsa defolur gider. Bunun başka yolu yoktur. Hainlerin kazandığı ve
kazanacağı yegâne şey; bir metrelik bez ve bir kulaç toprak olacaktır. Bu oyun
değildir. Milletler, devletler vardır ve onların bir nizamı vardır. Kötüyse
düzeltilir, iyiyse daha iyiye götürülür ama yok edilemez, kimse de yok etmek
için çalışmaz. Yok etmek için çalışan eceline susamış it gibidir ve eceli eline
verilir, boynuna asılır.
Herkes eşit olsun, kimse kimseden üstün olmasın, herkese her
türlü şeyi yapma imkânı verilsin. Bu tür safsatalar, bu ülkenin ve milletin
düşmanları olan it soylarının sayıklamalarıdır. İyi niyetli düşünceler
değildir. Bu milletin gücünü kırmak, bu milleti geri planda bırakmak için
kurulan tuzaklardır. Bu milletin çocukları bunu çok iyi bilmeli ve
anlamalıdırlar. Bir defa tabiat boşluk kabul etmez. Bu millet geri plana
itildiği vakit, mutlaka birileri ön plana geçecektir ve ön planda olan asla bu
milletin ve ülkenin dostu olan olmayacaktır. Onlar siyonistin hedefleri için
çalışan, çıkarları için havlayan itler olacaklardır. Bu millet baş olmadığı
zaman, hiç baş olmayacak diye bir şey yoktur, illa ki birileri baş olmaya
çalışacak ve olacaktır. İmamesiz tespih, imamsız namaz olursa başsızlıkta olur.
Tabiatta her varlıkta bir baş mutlaka vardır. Öyleyse başta olan, önde olan,
liderlik mevkiinde bulunan niçin Türk Milletinin kendisi olmasın. Öyleya madem
bir baş, bir öncü olacak, bu niçin Türk Milletinin kendisi değilde, düşmanı
olanlar ya da düşmanın maşalığını yapanlar olsun. Akıllı olmak oyuna gelmemek
lazımdır. Arkadaşlar! Düşmanı tanıyoruz, tuzaklarını biliyoruz, öyleyse uyanık
olmalıyız, aldanmamalıyız.
Sevgili arkadaşlar! Dünya gerçeği diye bir gerçek vardır. Bu
yüzden dünyada mükemmellik diye bir şey yoktur. Mutlak dostluk yoktur. Ama
mutlak düşmanlık vardır. İnsanlar arasında mutlak ya da ideal dostluk olabilir
ama milletler arasında ideal dostluk diye bir şey olamaz. Milletler arasında
çıkarlar vardır. Milletler arasında illaki düşmanlıklar olur. Bu bir dünya
gerçeğidir. Bu yüzden bir millet dinini yaşamalı, yaşatmalı, dinine göre bir
nizam kurmalıdır ama bu arada milli varlığını yok edecek yanlışlara
düşmemelidir. Düşmanın oyununa gelmemelidir. Din, hiçbir zaman motomot icra
edilmemiştir ve edilemez. Edilseydi imtihan diye bir şey olmazdı. Aptallığın
lüzumu yok. Hiçbir kimse, dinden yola çıkarak, milli varlığa düşmanlık güdemez.
Her dini ayakta tutan formları olduğu gibi, milli varlığı ayakta tutan formlar
da vardır. Bu bilinerek hareket edilmelidir. Bir milletin, milli varlığının
göstergesi ve nişanesi olan formlar, şayet dini varlığa, dini yaşama handikap
teşkil etmiyorsa, halel vermiyorsa sorun yoktur. Öyleyse herkes haddini ve
hududunu bilmelidir. Bilmezse mutlaka bildirilir ama iş işten geçmiş olur.
Son tahlilde; sevgili arkadaşlar! Karmaşık olan
bir şey yoktur, her şey olabildiğince nettir. Net olanı karmaşıklaştırıp, kendi
lehine netleştirmeye çalışan hainlere inanacak kadar saf olmamalıyız. Bu
vatana, bu millete, bu devlete, bu orduya ihanet edecek ve bu unsurları yok
edecek kadar soysuzlaşamayız, alçalamayız. Ancak yanlış varsa onu düzeltmektir
vazifemiz. Bir olguyu tümden yok etmek değil, ıslah etmek insanlıktır.
Şimdide Arthur
Schopenhauer’den iktibaslar yapmak istiyorum:
‘’Taş çamurda halka yaratmaz.’’
‘’Takırdayan nal, çivinin eksikliğini gösterir.’’
‘’Konuştuğumuz kişi, bizi, kendi düzeyine indirir. Böyle biri
karşısında, nitelikli kişi bütün niteliklerini yitirmiş gibi olur. Oysa onun bu
sırada kurban ettiği şeylerden ötekinin hiç haberi yoktur.’’ (BU SÖZ ÇOK DERİN VE ANLAMLI ve HAYAT BUNU
DOĞRULUYOR)
‘’Fikirsiz, düzeysiz, niteliksiz insanlarla, onlar gibi
olmadıkça konuşmanız imkânsızdır.’’ (MAALESEF
HAYAT BUNUDA DOĞRULUYOR)
‘’Düzeysizlik elektriğe benzer. Kolayca dağılır. İşte o zaman
kendi değerini düşürmek sözünün gerçek anlamını iyice anlarız.’’
‘’Nice kişide düşünmenin yerini görme almıştır.’’
‘’Alıklara, taş kafalılara anlama yetimizi göstermenin tek
yolu onlarla konuşmamaktır.’’