BİR
İslam’ı
hayatın dışına atarsanız, elbette birilerine rant kapısı açarsınız. Şöyle ki,
kadınlara ve erkeklere varlık anlamlarını öğretemezsiniz, onlara birbirlerine
karşı olan ödevlerinin bilincini veremezsiniz. Böylece onlar mahiyetlerinin
bozulmasına yol açacak yollara başvururlar. İslam bilinmezse insanlar yoldan
sapar, yoldan sapınca da onları kurtarmak için yeni yollar bulurlar. Ama o yolu
bulanlar buradan devasa rantlar üretecek olanlar olurlar. Aslında onlar tedavi
için var değildirler, daha da hasta etmek için vardırlar. Çünkü böylece
kazançları sürekli olacaktır.
Kur’an; ‘’mümin kadınların mümin erkekler üzerinde,
mümin erkeklerin mümin kadınlar üzerinde hakları vardır’’ der. Şimdi hem
kadınlarımız hem de erkeklerimiz, dinlerini gerçekten bilselerdi, yöneticiler
ve âlim denilenler namusluca dini izah etselerdi ve yaşasalardı, insanlarımız
bu kadar bozulurlar, yozlaşırlar mıydı Allah aşkına? Tabi insanımız dinden
bihaber olup bozulunca, bozulup günahlara batınca ve günahlar yüzünden her şey
şirazesinden çıkınca hayatlar alt üst olmaktadır. Böylece alt üst olan hayatlar
için yeni kurtarıcılar ortaya çıkmaktadır. Yani yeni ve bol kazançlı rant
kapıları açılmaktadır. Dini hayat sahasının dışına itmek isteyenlerin en büyük
emellerinden biride budur işte.
İnsanlar bozulmasaydı,
dinlerini bilselerdi ve yaşasalardı, insanların kendi özlerine
yabancılaşmalarının ve yozlaşmalarının sonucunda büyük rant elde edenlerin
varlığı diye bir şey olabilir miydi? Siyonist maşası malum medya kendine alıcı
bulabilir miydi? Kimlik ve din düşmanı insanlar, peşlerini takip eden insanlar
bulabilirler miydi? Kumar, fuhuş, içki, faiz, eroin ve muhtelif kötülüklerin
baronları insanlığa hükmedebilirler miydi? İnsanları Allah ile aldatan
soysuzlar, insanları aldatmayı başarabilirler miydi? Çünkü insanlar bozuldukça,
kazananlar bunlar olmaktadırlar. İnsanları da işte tam da bu yüzden
bozmaktadırlar, dinden uzaklaştırmaktadırlar. Bozulmayan insanı köleleştirmek imkânsızdır.
Çünkü bozulmayan insan efendi kabul etmez. Onun efendisi bellidir. Ne hazin ki,
bütün bunlara rağmen insanlarda hala uyumaktadırlar. Gerçekleri gördükleri halde
algılayamamaktadırlar. Çünkü bütün algı sistemleri alt üst edilmiştir. Allah kurtarsın
diyeceğim ama insan önce kendi kendini kurtarmak için samimi olarak gayret
göstermelidir.
Burada bir
de şöyle bir kahpelik vardır. Hem dini hayat sahasının dışına atarlar hem
insanları dinden uzak tutarlar hem de insanlar kötülük yapınca bunu dine hamlederler.
Ne kadar iğrenç bir hareket, ne dehşetli bir soysuzluk değil mi? Bugün bir yerde,
koca olacak adiler tarafından kadına yapılan zulmü dine bağlıyorlardı iki tane
fahişe ruhlu mikrop. Sorsanız kendilerini Mustafa
Kemal’e yaslar bu fahişeler. Oysa Mustafa
Kemal’in şöyle bir sözü vardır ve onu da bilmez bu fahişeler. ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din; İslam
Dinidir.’’ Ama asıl suç, dindar geçinen sahtekârlardadır. Dini, çıkarlarına
alet etmek için kullanıp, aslını anlatmaktan ve yaşamaktan imtina etmeleridir. İnsanların
bozukluklarını dinle tedavi edeceklerine, şeytaniler gibi insanların
bozukluklarından istifade ederek rant elde etmeyi düşünmektedirler. Yazıklar olsun!
‘’Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık
yoktur’’ der Sophokles ve
gerçekten haklıdır. Çünkü akıl sahibinin bozulması cehenneme davetiye gibi bir
şeydir.
İKİ
İnsanlar, handiyse,
dinden uzaklaşmayı bırakın, çıkmak üzeredirler. Evet, belki fark etmiyor olabiliriz
hayatın bunca meşgalesi arasında ama maalesef derinden ve inceden bakarsak bu
saf gerçektir. Eğer hissiyatla ve hassasiyetle müşahede edersek bunu sarih
olarak fark edebiliriz. Hissiyatlarımız körelmişse, insanlığa dair
hassasiyetlerimiz dumura uğramışsa diyeceğim yoktur. Ama gidişatın acı verici
olduğu saf hakikattir. Elde ettiğimiz büyük rantlar, bizim, gerçeği görmemizi
engellemektedir. Çünkü kazandıklarımızla sarhoş olmuş durumdayız ve uyuşmuşuz. Ruhumuz
boşalmış, beynimiz donmuş ve dinimizi, kimliğimizi kaybetmek üzereyiz. Allah kurtarsın
ve korusun. Âmin. Ama hep dediğimiz gibi, önce sen kendini kurtaracak ve
koruyacaksın. Bir köpek gibi, dünya denilen leşten pay kapmaya çalışırsan ve
asli ödevini ihmal edersen maalesef batacak ve biteceksin! Coğrafyan yağmalanacak,
neslin tükenecek, milletin esir olacak, devletin çökecek ve bütün değerlerin
çürüyecek.
ÜÇ
Osmanlıyı reddedemezsiniz,
çünkü onsuz var olamazdınız. O sizin tarihiniz. O sizin kimliğiniz. O sizin
dininiz. Burada dininiz derken olayın anlaşılması icap ediyor, yoksa İslam
düzeyinde bir kabul sunmuyoruz, taş kafalılığın lüzumu yok. Üstat Cemil Meriç’e kulak verelim; ‘’bütün camileri yıksanız, bütün Kur’an’ları
yaksanız, Batı’nın gözünde Osmanlısınız. Osmanlı yani İslam’’ işte anlatmak
istediğimiz şey budur. Ayrıca tarih, zengin ve güçlü bir mirastır. O mirasın
sahibi ve kullanım hakkını elinde bulunduran ise, insandır. İnsan, ya mirası
yiyip tüketecek ya da aklını ve yüreğini kullanarak o mirastan istifade ederek
daha da güçlü ve zengin olacaktır.
Ama bu
arada Osmanlı gibi olacağız diyerek büyük yanlışların da içine düşmeyeceksiniz.
Yani Osmanlı şöyle yaptıydı, böyle yaptıydı diyerek büyük yıkımlara neden
olmayacaksınız. Zira o zaman uygulananların bu zamanda uygulanması diye bir şey
kabil-i mümkün değildir. Ki, o zamanda ki uygulamalarında nelere sebep olduğu
bellidir. Ama tabi Osmanlının devasa kudreti, yapılmak istenenlere meydan
vermemiştir o başka. Peki, senin öyle bir kudretin var mı? Yok. O zaman dar
kafalılığın, alıklığın da lüzumu yok. Kendini, haddini, hududunu ve yerini
bileceksin. Zamanında, yerinde ne yapabileceğini görecek ve onu yapacaksın. Boş
hayallerin peşine düşmeyeceksin. Birilerinin yönlendirmelerine, oyunlarına,
tuzaklarına gelmeyeceksin. Hülasa; kendini bileceksin ve yerinde ağır
olacaksın. Olmayacak şeylere yeltenipte, elindekini de kaybetmeyeceksin. Çünkü birileri,
sana, Osmanlı gibi olmalısın diyorsa, mutlaka senden çalacakları vardır da
ondan diyordur. Bunu sezeceksin. Tabi ki, Osmanlı gibi olmalısın ama Osmanlı
gibi yapmamalısın. Çünkü o, olduğu gibi yapıyordu ama sen onun gibi değilsin ki
onun gibi yapabilesin. Anlatılmak isteneni anlamaya çalış, dar kafalılık etme.
Burada gücümüzü,
kendimizi küçümseme yoktur, burada korkaklık empoze etme yoktur, burada
ilerlemeye ket vurma yoktur. Ama hem ideal olana gidelim derken hem de reel
olanı görmezlikten gelmeyelim uyarısı vardır. Yani taktik ve stratejik olalım
teklifi, tavsiyesi vardır. Çünkü düşman tam da bu şekilde davranmaktadır. Yani şimdi,
biz Osmanlı değilken ve olma imkânımız yokken, sanki Osmanlıymışız gibi
davranmak akıllılık mıdır yoksa alıklık mıdır? Demek istediğimiz budur. İdeal olanı
isterken, reel olanı görmezsek çakılır kalırız. Ama ne hazin ki, birileri bu
hayallerle kandırılmakta ve ülkeyi felakete sürüklemektedir. Bazı uygulamalar
bunu göstermektedir.
DÖRT
Bir vatan
var. Bu vatanın adı Türkiye’dir. Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya Türkiye’dir.
Osmanlının enkazı üzerine kurulmuş olan ve İnsanlığın son adası hüviyetini
taşıyan bir coğrafyadır. Kadim medeniyetlere beşiklik yapmış topraklar üzerinde
vücut bulmuş bir vatandır. Bu böyle gelmiştir, böyle gidecektir. Şu an ki
hiçbir şahsın etkisi yoktur bu isim üzerinde, bizlere göre kadim bir isimdir. Değişmez,
değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bu vatan var olduğu ve var
olacağı haliyle bir bütündür, asla parçalanmaz, parçalanmasına müsaade
edilemez. Yani bu vatan emperyalistlerin ve uşaklarının dikteleri ve arzuları
doğrultusunda ameliyat masasına yatırılamaz. Bu gerçeği kabul etmeyenler ve
kabul etmedikleri için bu gerçeğe ihanet edenler (kabul etmeyip, saygı duymak
ve durduğu yerde durmak farklı bir durumdur), eceline susamış it gibi
algılanırlar ve mutlaka bedelini öderler. Herkes bunu böyle bilmelidir. İsmi değiştirilecek
ve kaybedilecek bir vatan yoktur. Her kim ki, bunun aksini söylüyor, o, taş
kafalının, alığın tekidir ve mikrop gibidir, eninde sonunda o mikrop yok
edilir, o mikrobun bünyeyi işgal etmesine asla izin verilmez. Bu izahlar, ne
dinle ne de kimlikle ve kadim tarihle asla çelişmez. Bilakis, din, vatanın
korunmasını emreder. Bu vatanın evladı olmaktan gurur duyanlar bu gerçekleri
bilmeli, bu gerçeklerden zerre taviz vermemeli ve sorumluluklarının ağır yükünü
taşımayı bilmelidirler. Bunu yapmazlarsa, kızılmasın ama şerefsizce yaşamaya
layıktırlar. Çünkü bu dünya da Allah’tan gayrı dostları yoktur. Türk Milletinin
yegâne dayanağı, sığınağı, korunağı ve dostu Allah’tır.
Bir millet
var. Bu milletin tarihten gelen adı Türk Milletidir. Bu millet, İslam
Milletlerinden bir millettir. Tarih boyunca muhtelif liderlere sahip olsa da,
değişmez ve şaşmaz yegâne Önderi Hz. Muhammed’dir (sav). Bu milletin içinde
muhtelif halklarda yaşamaktadır. Ama bu vatan sathında büyük çoğunluğu
oluşturan ve dominant unsur olan millet Türk Milletidir. Bu izahlarımız, diğer
kardeş halkların yok olduğu ya da yok sayıldıkları anlamına gelmez,
gelmemelidir. Kimse de böyle algılamamalıdır. Ki, ben, burada bu vatanın sahibi
olan unsurlardan söz ediyorum. Yani aynı dine, tarihe, töreye, geleneğe,
kültüre sahip unsurlardan söz ediyorum. Yoksa hariçten gelipte burada
yaşayanlardan bazıları, misafir olanlardır ve onlar görevlerini, bu millette
onlara karşı ev sahipliklerini bileceklerdir. Burada Türk Milleti üstün
millettir ve diğerleri bu millete tabi olmak zorundadırlar diye bir şey
söylemiyoruz. Alıklığın âlemi yok. Böyle diyenlerde zaten ne Türk
Milletindendir ne de bu milletin dostu olabilirler. Böyle diyenler, ancak bu
milletin varlığından ve birliğinden rahatsız olup, kadim kardeşlerin kader
birliğinden sıkıntı duyanlardır. Misafir olanlar zaten hürriyetlerini sonuna
kadar kullanmaktadırlar hatta bu vatanın sahiplerinden daha ayrıcalıklıdırlar
dersek de yeridir. Kardeşlerimize gelince, geleneklerini, törelerini zaten yaşamaktadırlar.
Dillerini konuşmalarında sıkıntı yoktur. Evet, biz Türk Milletini her haliyle
kabul ediyoruz diye bir şey yoktur. Üstünlüğünde takvada olduğunu elbette
biliyoruz. Ama Türk Milletinin, bu vatan sathında yaşayan bütün unsurlarında
dayanağı, barınağı, korunağı olduğu gerçeğini görmeliyiz, bilmeliyiz. Türk
Milletinin, dünya sahnesinde geri planda kalmasına tahammül edemeyiz. Türk Milletinin
en önemli ödevi; ahlakın ve adaletin egemen olduğu bir düzen kurmaktır. Türk
Milleti Kur’an ve töre bakış açısıyla hayata bakmalı ve insanlığı bu eksende
tedvir etmelidir. Burada şunu da çok iyi bilmeliyiz; Türk’e düşman olan İslam
dinine düşmandır, İslam dinine düşman olan Türk’e düşmandır. Bu inkârı imkânsız
olan bir hakikattir. Türk bedeni, asırlarca, İslam ruhunu gövdesinde
taşımıştır. Bu ruh, Türk’ün hücrelerine, damarlarına, kanına işlemiştir. Bu ruh
çıktığı zaman, Türk’te Türklük’ten çıkacak ve yok olacaktır.
Olayları,
olguları, rastgele, düşmanların zımni yönlendirmelerine, dayatmalarına ve
kafamıza göre yorumlama lüksümüz yoktur. Yaşıyor muyuz? Çözülmesi imkânsız bir
sorunumuz var mı? Kimsenin üstünlük iddiası var mı? Kullanılmayan bir hak var
mı? Mutlak birlik diye bir şey kabil mi? İnsanların yaradılış icabı mutlak
olarak farklı olduğu bir yerde, mutlak birlikten söz etmek taş kafalılığın
daniskasıdır. Dünya gerçeğine göre de, herkesin her istediğini yapabilmesinin
olanağı yoktur. Reel olanla ideal olanı karıştırmamak zekiliğin gereğidir. Olmayacak
hayaller peşinde koşmak aptallıktır. Kendin kaybederken, birilerinin kazandığı
işler yapmak sefilliktir. Birkaç kişinin çıkarı için, bütünün kaybetmesine
fırsat vermek ihanetten ve şerefsizlikten başka nedir?
Ayrıca koca
bir tarihi sırtlanmak basit bir iş değildir. Acemilere ve tecrübesiz olanlara emanet
edilecek bir şey değildir. Kadim davanın sorumluluğunu deruhte etmek, kadim
tecrübe sahibi olanların işidir. İdeolojik ajanlar, siyonizmin Truva Atı
olanlar, ilkellik peşinde koşanlar, bu davayı sahiplenebilirler, kadim tarihi
sırtlanabilirler mi Allah aşkına? Türk’ü İslam’dan, İslam’ı Türk’ten koparmak istiyorlar.
Bu davayı, bu tarihi, bu vatanı sahipsiz bırakmak ya da sahip olacak tecrübeye
sahip olmayanların eline düşürmek istiyorlar. Bilakis, büyük mikyasta İslam
Milletlerine, küçük mikyasta da Türk Milletine egemen olamayacaklarını çok iyi
biliyorlar kadim düşmanlar, evresel şeytaniler. Bu coğrafyanın zengin hazinelerine
ve kaynaklarına sahip olamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu derin gerçekleri
fark ve idrak etmemiz gerekmez mi? Nasıl oyunlar döndüğünü, oyunların nasıl
sergilendiğini, kimler eliyle kimlere oynatıldığını nasıl olurda görmeyiz,
sezemeyiz?
Osmanlı’nın,
son Sultanın nasıl çökertildiğini, hangi oyunlar oynandığını, nasıl tuzaklar
kurulduğunu öğrenmeli, bilmeli, anlamalı ve ona göre hareket etmeliyiz. Acemice
hareketler, nefsi arzular ve kirli tahriklere aldanmalar bizi mahveder ve
etmektedir de. Düşman çok sinsidir. Maşa mebzuldür. Yollar muhteliftir. Tuzak sonsuzdur.
Öyleyse bizlerde çok akıllı olmak zorundayız. Birliğimizi bozacak hareketlere
fırsat veremeyiz ve vermemeliyiz. Birbirine düşman, birbirinden korkan,
kimliksiz, dinsiz, vatansız, değersiz, tarihsiz, davasız bir nesil üretmek
istiyorlar. Başları bir secdeden kaldırıp, binlerce secdeye eğdirmek
istiyorlar. Düşmana yol açan bizden değildir. Düşmanın çıkarlarına hizmet
edecek hareketlerde bulunanlar bizden değildir.
Bu vatan
sathında, Türk Milletinin, kadim kardeşleriyle birlikte verdikleri amansız mücadeleler
sonucunda ortak banisi oldukları bir devlet vardır. Adı da, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’dir. Her zaman söyleriz; devletsizlik kötüdür, babasızlık gibidir,
anasızlık gibidir. Devletsiz olan, sokağa atılmış çocuklarımız gibidir. Çaresizdir,
sığınaksızdır. Evet, bir insanın en büyük sığınağı Allah’tır. Ama dünya gerçeği
diye bir gerçek vardır. Bu gerçekler içinde de devlet diye bir gerçek vardır. Bu
gerçeği bilmek, fark etmek ve bir devlet yapılanmasına gitmek dine mugayir bir
şey değildir. Olayı anlamak gerekiyor. Evet, biz, ahlaksız ve adaletsiz bir
devlet teşekkülüne karşıyız ve böyle bir devleti de savunmuyoruz, insanlar
böyle bir devlete itaat etsin demiyoruz. Ama faraza devletimiz bu şekildedir,
yine de devletimizi yıkacak, tahrip edecek hareketlerden kaçınmalıyız. Onu tahrip
etmek yerine ıslaha çalışmalıyız. Yani ıslah etmek varken yok etmek ve yok
olmasını intaç edecek hareketler içine girmek, hainlikten ve şerefsizlikten
başka nedir Allah aşkına? Aklımızı azıcık çalıştıramaz mıyız? Vicdanımıza bir
nebze de olsa kulak veremez miyiz? Diyelim ki, bu devlet çatısını uçurduk,
teşekkül etmiş kadim devlet yapısını bozduk, geleneğini sarstık, elimize ne
geçecek? Dinin emrini mi ifa etmiş olacağız? Din algımız bu mu yani? Ki, din,
devletin elden gitmemesi için birliği emretmiyor mu, tefrikayı yasaklamıyor mu?
Bu devlet, kadim dine ve töreye göre işledikten sonra bozukluk nerededir,
sıkıntı nedir? Bundan gayrısı eceline susamaktan başka nedir Allah aşkına?
Aynı şekilde,
bu coğrafyaların, bu milletin ve bu devletin bir dini vardır. Dinin görünmez
kılınması, ya da dış düşmanların içeri de ki şerefsiz uşakları tarafından
hayatın dışına atılmaya çalışılması, bu gerçeği değiştirmez ya da bu olguları
(vatanı, milleti, devleti) reddetmeyi doğurmaz. Bu coğrafyaların, bu milletin,
bu devletin dini İslam’dır. Bunu kabul etmeyen şerefsizin bu coğrafyalarla, bu
milletle, bu devletle bağı yoktur ve olamaz. Şayet var olduğunu, var
olabileceğini iddia etse de bağı yoktur, yapılan da şarlatanlıktan başka şey
değildir. Herkes bunu bilecek ve dine saygılı olacak. Dinin hayat sahasından uzaklaşması
için çalışmayacak. Bunu yapan, eceline susamış it gibidir ve bedelini mutlaka
ödeyecektir. Mustafa Kemal diyor ki;
‘’Türk’ün tabiatına en uygun din, İslam
Dini’dir.’’ Aynı şekilde bütün İslam Milletlerine diyor ki; ‘’Hz. Muhammed’in izinden gitmedikçe asla
felaha eremez ve ilerleyemezsiniz.’’ Hiçbir kimse Mustafa Kemal’in arkasına
sığınarak, bu coğrafyalara, bu millete, bu devlete, bu dine karşı düşmanlık
edecek kadar şerefsizleşemez. Buna cüret etmeyi biliyorsa, bedelini ödemeyi de
bilecektir ve bedel; it gibi gebermektir ve bunu yapan hain it gibi
gebertilecektir. Bu milletin, kimsenin coğrafyasında, milli birliğinde,
devletinde gözü olmamıştır ve kendisi içinde aynısını bekler. Aynısıyla mukabele
etmeyenlere cevap verebilecek kudrette asil evlatları vardır ve zamanı geldiği
an, bir salise bile beklemeksizin vazifelerini yapmak için hazır
beklemektedirler evvelAllah.
BEŞ
Bu milletin
gençliği mütemadiyen yozlaştırılmaktadır, kendi benliğine yabancılaştırılmaktır.
Devlet mekanizması bunu engellemelidir. Aşağılık dizilerle hem gençlik rencide
edilmekte hem de muallimlerin itibarı sarsılmaktadır. Üstelik bu, kendini güya muhafazakâr
diye pazarlayan kodaman namussuzların kanalları aracılığı ile yapılmaktadır. Diğerlerinin
zaten en birincil vazifesidir bu ama kendini bu halktan biri gibi gösteren
rezillere ne olmaktadır? Bir insan rant için bu kadar alçalamaz, devlet buna
meydan veremez. Millet buna rağbet edemez. Bir millet, kendi varlığına sıkılan
kurşuna göğsünü bile isteye siper edemez. Bu bilinçsizlik ve şuursuzluktur. Gençlik
dizileri kasıtlı olarak pıtrak gibi çoğaltılmakta ve her kanalda birer tane yayınlanmaktadır.
Bu dizileri izleyen gençliğin hali nice olacaktır? Bu zulmü neslimize karşı
nasıl yapabiliyoruz ve yapılmasına müsaade ediyoruz? Bir devlet, kendi
varlığını ve bekasını idame ettirmeye aday evlatlarının çürümesine nasıl izin
verebilir? Bir devlet, ahlakın yozlaşmasına nasıl toleranslı davranabilir? Kumarın,
fuhşun, içkinin, eroinin endirekt yollarla yayılmasına nasıl imkân verebilir? Bunu
yapanları nasıl tecziye etmeden bırakabilir? Bir devletin ayakta kalmasının saç
ayakları nelerdir Allah aşkına? Ahlak olmadan bir devletin ayakta kalması kabil
midir? İnsanları arasında güven olmadan, bir devletin güçlü olması kabil midir?
Devlet, yapılan ahlaksızlıklara fırsat vermemelidir, ahlaksızlığın
yaygınlaşmasının önüne geçmelidir, ahlaksızlık fışkıran her şeyi adaletinin
kılıcıyla kesip atmalıdır. Devlet gücünün üzerine Allah gücünden başka bir güç
yoktur. Devlet isterse, bütün haydutları, hainleri, şerefsizleri, bozguncuları
dize getirebilir. Bunu mutlaka yapabilir ve yapması da gerekir. Devlet, kodaman
mikropları ezmekte tereddüt etmemelidir. Bunu isterse yapabilir ve yapmalıdır
da.
ALTI
ASELSAN
çalışanı beyinlerimizin katledilmesi devam etmektedir. Bunu yapan kimdir ve
nasıl yapabilmektedir? Bu katliamları gerçekleştirmek bu kadar kolay mıdır? Devletin
muayyen kurumlarının, MİT’in, Askeri İstihbaratın vazifeleri nelerdir? Bu katliamlar
gerçekleştirilirken, bu kurumlar uyumakta mıdırlar? Devlet, niçin, bu görevliler
için 24 saat özel koruma görevlendirmesi yapmamaktadır? Bunun bir izahı kabil
midir, kabilse bile akıl kabul eder mi? İşlenmiş bazı cinayetler nasıl
çözülememektedir. Bu milletin gözbebeği olan Muhsin Yazıcıoğlu Başkanın
katilleri hala niçin bulunamamıştır? Merhum başkan, bugünler bilinerek mi şehit
edilmiştir? Onun şehit edilişinde piyasada olanların bilgisi ve dahli var
mıdır? Zira bugünlerde yapılan ve sonsuz yanlış, sakat olan uygulamalara
göğsünü siper edecek ve milleti de ikna edecek tek insan kendileriydi. Acaba emperyalist
planlar tıkır tıkır işlesin diye mi şehit edilmiştir Muhsin Başkan? Bu milletin,
birilerinin en ufak yanlışında, hatasında, peşinden koşarak gideceği tek kişi
kendisiydi, acaba bu biliniyor muydu? Çünkü Muhsin Başkan bu milletin değişmeyen
özüydü, daim açık olan gözüydü, yalansız sözüydü, pak ve temiz yüzüydü. Kahpe düşman
da bunu biliyordu. Muhsin Başkanın alçak katilleri mutlaka bulunmalı ve hesap
vermelidir. Bunu yapamayanın, yapamayacak olanın, bu milleti temsil etmeye
hakkı yoktur ve layıkta değildir bu kutsal vazifeye.
YEDİ
Serra Siera
ve Coni Elçiliğine bomba işi, Coninin kendi işidir, bu gerçektir. Ayrıntıya girmeye
lüzum yoktur.
Polise alçakça
saldırılar devam etmektedir. Polisin itibarı kasıtlı olarak sarsılmaktadır. Buna
meydan verilmemelidir. Herkes haddini ve hududunu bilmelidir, bilmiyorsa
bildirilmelidir. Bu her kim olanlar, nerede olurlarsa olsunlar fark etmez. İster
servet, ister şöhret, isterse makam sahibi olsunlar hiç fark etmez. Çünkü
haysiyetsizlik, haysiyetsizliktir. Bunu sıradan bir insanda yapsa, toplumda
sözde bir yere sahip olan biri de yapsa değişmez. Tabi bu arada poliste kendi
yerini ve sınırını elbet bilmelidir ve zaten de bilmektedir. Bir iki çıkıntı
olursa da tecziye etmekte gecikilmemektedir. Ama polise karşı haysiyetsizce
saldıranlar ise tecziye edilmemektedir. Bu ne iştir?
SON TAHLİLDE; Yanlış yolda giden doğru adrese
varamaz. Öyleyse yolumuz adresimizle çatışmamalıdır. İlay-ı Kelimetullah davası peşinde olanlar, bu davaya düşman
olanların peşlerine takılarak istediklerine ulaşamazlar. Türkiye senin geminse,
kimliğin ve dinin o gemiyi hedefe götürecek olan küreklerindir. O kürekleri
kırmakla vazifeli olanların peşlerine takılmayın ey bu coğrafyaların yiğit ve
namuslu evlatları!