Dünya düzeni, değişmesi gerektiği zaman çok çabuk değişiyor,
değiştiriliyor. Muhtemel zaman ve ortam çok iyi tespit edilip, ayarlanıyor. Her
şey muayyen bir şebekenin kontrol ettiği düğmenin ucunda. Seçilmiş bütün
aktörlere işaret çakılıyor ve o aktörler bütün kamuoyunca destekleniyorlar.
Argümanlar zamana ve yeni kitleye uygun olacak şekilde seçiliyor. Aktörler hem
iç hem de dış kamuoyunun müzaheretleriyle palazlandırılıyor. Parlatılan yeni
aktörlerin karşısında duran ve eskiyi temsil eden aktörlerin de hem
yenilenememesi hem de bu şekilde pasifize olması sağlanıyor ya da onlar da yeni
düzen ikame edilinceye kadar ele geçiriliyor. Böylece yeni düzen için yürünecek
yol, handikaplardan tamamıyla arındırılmış oluyor. Büyük yalanlar, büyük
kitleler için kıvamına erdiriliyor ve çok iyi pazarlanıyor. Büyük yalanları
pazarlayacak medya zaten her zaman el altında hazırdır. Böylece temel
değişmiyor ama görüntüler değişiyor. Yani her halükarda baki kalan şeytanın
gizli imparatorluğu oluyor. Ama milletler şeytanın imparatorluğunun
sarsıldığını düşünüyorlar. Çünkü bu şekilde düşündürmek için her şey en
mükemmel şekilde ayarlanıyor. Mesela, arada bir şeytan taşlanıyor. Bu taşlamayı
yeni düzenin aktörleri yapıyorlar. En arka da duran baronlar, bu durumda
şeytanın kendini kontrol etmesini ve ortalığı dağıtmamasını istiyorlar. Çünkü
bu şekilde, piyasaya sürülen yeni aktörlerin ikame etmeye çalıştıkları düzen
oturacak ve bundan şeytan dâhil şeytana hükmeden büyük şeytanlarda
nemalanacaklardır. Yeni düzen için bir düşman icat ediliyor ve pekiştirme bu
düşmanın üzerinden yapılıyor. Kimse bunu çakmıyor. Çünkü yeni düzenin rantı ilk
evvelde paylaştırılıyor. Sonradan ne kadar da geri alınsa da. Geri alınıyor,
çünkü artık kimsenin pekişmiş düzene başkaldırması mümkün olmuyor. Siz, hiç,
değişen iktidarlarla, sermayenin gücünün azaldığına şahit oldunuz mu?
Olamazsınız. Çünkü böyle bir şeye müsaade edilmez. Sadece sermayenin rengi
değişmiştir. Rengi değişen sermaye ilk evvelde dikkat çekmez. Millette, artık
ezen, sömüren sermayenin devrildiğini sanır. Bu aldanmadır. Çünkü alıştığı bir
yapı vardır ve o yapı artık yoktur. Böylece o yapının tamamen yok olduğu
sanılır. Oysa bu koca bir düzenbazlıktır. Çünkü sermaye renk değiştirmiştir.
Ama öz değişmemiştir. Düzen yine ezenlerden, sömürenlerden yanadır. Sadece
ezenlerin rengi ve argümanları değişmiştir. Yani değişen elbisedir, bedendir,
yoksa ruh değil. Bunca zaman mahrum kalan kitleler bu değişimi büyük sevinçlerle
karşılarlar. Çünkü artık kendinden bildiklerinin boruları ötmektedir. Bu büyük
yanılgı, perde inip gerçek görünesiye kadar sürer. Ama iş işten geçmiştir
artık. Ve alışkanlık halini almıştır yanlış inanç. Bu oyun, ta ki yeni bir
düzeninin ikamesine kadar devam eder. Bir önceki düzeni devirecek yeni düzen
mimarları her zaman hazır beklerler. Görev verildiği an harekete geçerler.
Farklı ideolojik fraksiyonların varlığı da zaten bu yüzden gerekmektedir. Bilakis,
kurulmuş hiçbir düzenin değiştirilmesi diye bir şey olamazdı. Çünkü her eski
düzenin yıkılması ve yerine yeni düzenin ikamesi, büyük kitlelerin varlığını
koşul kılar. Büyük kitlelerde ancak bir fikirle harekete geçirilirler. Muhalif
fikirler ve kitleler her zaman olmalıdırlar. Bu yüzden kitlelerin bir bütün
teşkil etmesi her zaman tehlikelidir ve buna mutlaka engel olunur. İki parçaya
indirgenmesi de tehlikelidir kitlelerin, en az üç parça olması icap eder.
Bütün beşeri düzenlerin kökeni yalan üzerine müessestir. Hakikat,
beşeri düzenlerin ecelidir. Bu yüzden hakikate geçit vermez, bu düzenin
aktörleri. Ve hiçbir beşeri düzende milletin menfaati yoktur. Millet; verileni
alması, her söylenene inanması ve emredileni yapması gereken bir yığındır. Adapte
olmayan ya ekarte edilir ya da pasifleştirilir. Aşk, inanç, adalet, ahlak,
sevgi, fedakârlık, sadakat, merhamet barınmaz beşeri düzenlerde. Beşeri
düzenlerin indinde bu tür şeyler sefilâne duygulardır. İnsanın zaaflarının
ürünüdür. Büyük yalanlar olmadan eski düzenlerin devrilip yeni düzenlerin ikame
edilmesi kabil değildir. Her yeni düzenin ikamesin de bütün kirli işlere
başvurulur. Her düzen, şeytanın egemenliğinin uzatılması için ihdas edilir.
Şeytan sadece maske değiştirir ama yüzünü değiştirmez. Elbisesini değiştirir
ama beden aynı bedendir. Ve her düzenin bir miadı vardır. Şeytanın egemenliği
yara alasıya kadardır bir düzenin varlığı. Her yeni düzen için, eski düzen
çökertilmeden önce, yeni düzenin aktörleri tayin edilir ve zaman için de iyice
olgunlaştırılırlar. Eski düzenin aktörleri de tamamen pasifize edilirler. Eski
düzenler genelde maddeye dayanıyordu. Artık böyle olmayacak. Yeni düzenler
maneviyata dayanacak. Sömürü manen olacak. Şiddet manevi olarak yapılacak. Yani
sömürü yumuşatılacak. Yok olması gereken olgular, yumuşak vuruşlarla yok
edilecek. Çünkü alt yapı tam olarak hazırlandı sayılır. Kimlikleri, dinleri
zorla ortadan kaldıramazsınız. Ama bir kültür erozyonu yaratırsanız, kimlikleri
de, dinleri de tahrip ve tahrif etmeniz zor değildir. Ve bu fazla dikkat
çekmez. Çünkü fark ettirilmez. Zira
bedene dokunulmamakta, acı çektirilmemektedir. Bedene dokunmayan ve acı
vermeyen şeyin de fark edilmesi çok zordur. Ruhta ki tahribat ise fark edilmez
ya da geç fark edilir ama fark edildiği zaman ise çoktan alışkanlık
oluşturulmuştur ve gelinen yerden geri dönüş imkânsızdır. Yeni düzenin
yerleşmesi için bazı duygular ruha dokunuşlarla yok edilmeye çalışılır. Ama
ruhu harap eden duygular ise görmezden gelinir. Çünkü oralara dokunulmasının
emekleri zayi edebileceği söylenmiştir. Bu ise kirli bir tuzaktır ama yeni
aktörler büyük çıkarlar adına buna boyun eğerler. Misal; kimlik üzerinden
farklı çıkarımlar yapılarak, milletlerin kimlik hassasiyeti yok edilir. Ama
fuhuş gibi, faiz gibi vs. olgular görmezlikten gelinir. Buralar insanın zaafı
olarak gösterilir ve fazla üzerinde durulmaması sağlanır, bilakis yeni düzenin
ikamesinde zorlanılabileceği vurgulanır. Bu haddizatında yeni düzenlerle
birlikte eski düzenlerin öz olarak kaldığının, hiçbir şeyin değişmediğinin en
keskin delilidir. Her yeni düzen, değiştirilen bir elbise gibidir. Beden aynı
bedendir. Aktörlerin farklı olması bir anlam ifade etmez. Her aktör aynı
zamanda bir piyondur. Ama fark eden kimdir? Çünkü bu tür şeyler şeytanın
egemenliğinin idamesini baki kılan asıl araçlardır.
İnsanlık uyanmalıdır. Dönen dolapları fark etmelidir. Daha
büyük felaketlerden kendini kurtarması için gerçek kurtuluşun nerede olduğunu
keşfetmelidir. Kendini de, şeytanı da çok iyi analiz etmelidir. Alışkanlıklarından
kurtulmalı ve yeni alışkanlıklar edinmemelidir. Alışkanlıklarla değil,
hakikatle karakterini sağlamlaştırmalıdır. Maskeleri indirmeli ve yüzleri
görmeyi becermelidir. İnadına dinine ve kimliğine sarılmalıdır. Ama kimliğini
ve dinini de çok iyi bilmelidir. Bilakis, bu iki temel olgu ile sömürülmekten
ve dönüştürülmekten kendini kurtaramayacaktır. Kimliksiz ve dinsiz bir nesil,
fırtına önünde ki yaprak misalidir. Sürüklenmekten ve kaybolup gitmekten asla
kurtulamaz. Kimlik ve din, bedeni sağlam ve zinde tutan, ruhu canlı kılan iki
temel dinamiktir.
EKSTRA
BİR: Piyonlara inanmayın. Piyonlar sadece
gösterilen hedeflere odaklanmışlardır ve o hedeflere giden yolu esas adamlar
için temizlemek adına vardırlar. Piyonlar için temel olguların tahribi ve
tahrifi önemli değildir. Önemli olan elde edeceği paydır. Hizmetinin
karşılığında elde edeceği dünyalıktır.
İKİ: Bir insan, varlığına anlam kazandıran
ve varlığının belli olmasını sağlayan olgulardan utanmaya ve o utancı ranta
dönüştürmeye başladı mı artık sil gitsin. O insan değildir, insan görünümlü bir
yaratıktır ve mutlaka ekarte edilmesi icap eder. Çünkü bu türler şeytandan bile
aşağı düzeyde olan yaratıklardır. Kimliğinden ve dininden utanan bir nesil
ihdas edilmek istenmektedir. Buna imkân tanınmamalıdır.
ÜÇ: Bazı boynuna zincir geçirilmiş
mahlûklar vardır. Onlar zemin oluşturucudurlar. Mesela; bir milletin varlığının
somut düzeyde temsil edilmesini sağlayan yapıların, sırf düşmanın gönlünü almak
için ilga edilmesini isterler bu tipler. Artık bu yapıların anlamsız ve
işlevsiz kaldığını, ilga edilip edilmemesinin bir şeyi değiştirmeyeceğini
söylerler. Bu tür zerk edişler, manevi boyut ön plana çıkarılarak yapılır.
Bunlar kendilerini ‘’eski’’ dedikleri kimlikleri aracılığıyla pazarlarlar. Oysa
bunlar aşağılık ve şerefsiz birer şarlatandırlar. Hiçbir zaman benimsemedikleri
kimlikleri güya benimsemiş gibi görünürler ve bu şekilde çok kolay olarak
harcarlar.
DÖRT: Düşmanı şirin göstermek için ne
yaparsınız? Düşmana yeni bir rol biçersiniz. Düşman güya insafa gelmiştir.
Ruhunda kıvılcımlar çakmıştır ve birden hidayete ermiştir. Oysa bu alçakça bir
tuzaktır. Düşmanın, kendinden bildiği ama kendisiyle bir kılamadığı kitleler
üzerinde tesir uyandırabilmek içindir. Onları kendine çekmek ve büyük bir güç
kesbetmek adına başvurulan bir taktiktir. Ama kör gözler, elde edecekleri
menfaate odaklandıkları için bu gerçekleri algılayamamaktadırlar.
BEŞ: Her hizmetin ifa edilebileceği bir
alan vardır. Bu yüzden hizmeti olması gerektiği yerde değilde olmaması
gerektiği yerde vermeye çalışırsanız, o yerlerin gönüllerde ki kıymetini
düşürürsünüz. Buna meydan verilmemelidir. Eğitimin yeri bellidir, ibadetin yeri
bellidir. Eğitim yerinde ibadet olmaz. İbadet yerinde eğitim olmaz. Hayır,
hemen yanlış anlaşılmasın. Elbette eğitimin içinde ibadet vardır, ibadetin
içinde de eğitim vardır ve bunlar mutlaka verilir, yapılır. Biz, bildiğimiz
anlamda olanını konuşuyoruz. Yani, eğitim temelli olan ve eğitimin esas
öğelerini ilgilendiren bir toplantıyı gidipte toplu ibadet alanında yapmaya
kalkışırsanız bunda art niyet vardır ve bu haddini aşmaktır. Zihinlerin
bulanmasını neden olmaktır. İyi niyetli bir hizmet olarak görülmez.
ALTI: Asırlarca kapısına kilit vurulan
muhteşem bir mekânın kilidi kırılsa ve millete açılsa ama sadece bedenlerin
orada olmasına fakat ruhların girememesine yol verilse, bu ne anlama gelir?
Büyük çıkarlar karşılığında böyle bir şeyin vuku bulduğu düşünülür. Birilerinin
de bu yüzden müsaade ettiği ihsas olunur. Bunu niye söylüyorum? Çünkü böyle bir
şeyin olması kuvvetle muhtemel. Zira bir şeylerin elde edilmesi için, büyük
anlam taşıyan şeylerin olması gerekiyor. Zira son kozlar oynanacak. Arzulanan
düzenin temel taşları döşenecek. Bu yüzden bir daha ve ezici şekilde gelinmesi
gerekiyor. Yapılacak büyük işler yeni yapılacak. Bu işlerden şeytanda
nemalanacağı için, kilidin kırılmasına tepkisiz kalınacak.
YEDİ: Önemli olan bağırmak değildir. İş
yapmaktır. Görünen ve izlenen meydanda bağırıpta, görünmeyen ve izlenemeyen
meydanda boyun eğmek riyakârlıktır. Ve riyakârlık kâfirlikten tehlikelidir. Bir
insanı ve milleti asıl yıkan da budur. Bu yüzden zahire aldanmamak icap eder.
Batına gözleri dikmek, kulakları kabartmak, vicdanı odaklamak gerekir. Bazen,
düşmanı taşlamak prim yaptığı için taşlarsınız. Ama sadece taşlarsınız! Düşman
emellerine ulaşmak pahasına kafasının kırılmasına müsaade eder. Çünkü bazen,
bir söz bin emel demektir.
SEKİZ: Bazen merhametten maraz doğar. Bazı
kötülüğe batmış ruhlar iyiliğin ne olduğunu idrak edemezler. Bu yüzden,
kötülüğü içselleştirmiş olanlara karşı tetikte olunmalıdır. Teennili olmak
belayı def eder. Bu türlerin insanlık ailesine karışmasına müsaade
edilmemelidir. Ya infaz edilmelidirler ya da zincirlenmelidirler. Bunları
başıboş bırakırsanız, cepheyi genişletmiş, savunmayı zora sokmuş olursunuz. Bu
ise çok tehlikelidir. Artık her yürüdüğünüz yol tehlikelerle kuşatılmış
demektir.
DOKUZ: Düşmanın, bir şekilde ele geçiripte
bir zaman sonra serbest bıraktıklarını kendi hallerine bırakmak ahmaklığa
delalettir. Bu yüzden bu kişiler mutlaka takip edilmelidirler. Zira zehirlenmiş
olma ihtimali vardır. Nasıl olsa ortam müsaittir. Düşman da dost olarak
algılanmaktadır. Öyleyse büyük çıkarlar mukabilinde kirli hizmetler yapılabilir
ve ayarlanmış beyinler için bu normaldir. Büyük devlet olmanın gereği, küçük
kişiliklerin kirli oyunları yüzünden büyük kayıplar verilmesini engellemektir.
ON: Bir insanlık ailesinin kaderi, en
alçak ve aşağılık bir piyon tarafından tayin ediliyor hayret ki ne hayret! Buna,
o insanlık ailesinin bir ferdiymiş gibi görünenler müsaade ediyorlar. Yazık ki
ne yazık! Kadim bir aile eziliyor, yönetim mevkiinde iken, yönetilen ve
biçimlendirilen bir mevkiye düşürülüyor. En önde olması iktiza ederken, en
arkaya atılıyor. Ve o ailenin tüm fertleri adeta uykuda kaybolmuşlar ve yaşayan
ölüler. Sindirilmek, gerçekten aldanmak, aldatılmak böyle bir şey olsa gerek. Bu
aile, hiçbir zaman bu kadar aşağılanmamıştı, itibar kaybetmemişti. Arkaya
düşen, daima önde gidenin gösterdiği yolda yürür ve o yolun sonunu asla tahmin
bile edemez. Önde iken arkaya düşmek, düşürülmeye müsaade etmek züldür,
zillettir. Bir an önce uyanılmalı, kendine gelinmeli ve ayağa kalkılmalıdır!
ON BİR: Eskiyi ikame eden şeytandı, yeniyi
ikame etmeye çalışan yine şeytan. Eski olanlar yapının temellerini sarsmıştı,
yeni olanlar yapıyı tamamen ortadan kaldıracak. Eski olanlar kadim temellere ve
temel olgulara düşmandılar, yeni olanlar da kadim temellere ve temel olgulara
düşmanca yaklaşıyorlar. Eskinin aktörleri şeytanla pazarlıktaydı, yeninin
aktörleri de şeytanla pazarlıktadır. Yani değişen bir şey yoktur ve olmayacaktır.
Milletin istediği oluyormuş gibi görünmektedir ama bu sadece aldanmadır. Milletin
üzerinde durduğu kökler iyice zayıflatılmış ve cılızlaştırılmıştı, şimdi de
kesilmektedir. Peki, bu nasıl milletin lehine olan bir şeydir? Zihinler, kökler
temelinde yeniden yapılandırılacağına, tahrip ve tahrif edilerek iyice iğdiş
edilmektedir. Bu ise neslin katlidir. Görünen köy kılavuz istemez. Neslimizin
hali pür melali meydandadır. Kadim kökler üzerinde filizlenecek, boy ve soy
verecek olan yeni bir diriliş hamlesi gerekmektedir.
“Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra
sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun
önemini öğrendim evde. Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.”
Mevlana
"Devlet malını
yetim malı konumuna koydum. İhtiyacı olmayan yetim malına tenezzül etmesin.
Muhtaç olansa meşru surette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın."
Hz. Ömer (ranh)