KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...20…

Özgür DENİZ - 16.03.2013

Ne çilelerle, ızdıraplarla, emeklerle, acılarla, terlerle, kanlarla işler yapacaksın, başarıya ulaşacaksın ve bütün dünyaya hükmedebilecek güce erişeceksin ama bir saat içinde hepsini sıfırlayacaksın. Maalesef millet ve devlet olarak bizim halimiz işte tamda bu haldir. Bazen birey bazında da yaşıyoruz bu durumu. Binyıllarca egemen olacak bir devlet teşkilatı kur, onlarca savaşlar yap, nice düşmanlara diz çöktürüp üzengi öptür, uzak diyarlarda kanunlarını uygulat, istimdat bekleyen kralları kurtar, adeta tüm insanlığın umudu ol ama bir saat içinde her şey tersine dönsün. Var mı böyle bir şey? Evet, ne yazık ki var. Asırlar süren, çağların açılıp kapanmasına şahitlik eden bir tarih nezdinde yüz yıllık bile olmayan bir tarih olsa olsa bir saatlik tarih mesabesinde olur. Lord Byron ne diyor bakınız: ‘’Bir devleti kurmak için bin sene ister, yıkmak içinse bir saat yeter.’’ Biz, kendi kendini yok sayan, kendi mazisinden utanan, kendini kendisi yapan değerleri reddeden, varoluş kaynaklarını kurutan bir milletiz ya da böyle bir millet olduk. Şimdi kalkıp, niçin bu haldeyiz demek, sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Eğer bir beden yara almışsa, o yarayı iyi etmekten başka çare yoktur. O bedeni yok edemeyeceğine göre, acılarını dindirmek için yarayı iyileştirmen gerekir. Ne yarayı olduğu gibi bırakabilirsin ne de yaranın acısını yok etmek için bedeni ortadan kaldırabilirsin. Ama biz maalesef bedeni ortadan kaldırdık. Bunun için çok uğraştık. Beden gitti ama yara kaldı ve daha derin yaralara neden oldu. İdrakimiz, bunu algılamaya ve anlamaya kifayetsiz kaldı. Bedeni yok edip, daha derin yaralar açılmasına sebep olanlar şimdi yok sayılmayı kabul edemiyorlar. Kabul edeceksiniz beyim. Ne yaptınız ki ne bekliyordunuz? Rüzgâr eken fırtına biçer, biçecek. Her şeyi tüketenlerin birgün elbet kendileri de tükenirdi ve tükendiniz. Milletini tüketen düzenlerin kendileri de tükenirdi ve tükendi. Şimdi ağlama zamanı, ağlayın artık. Ağlatanlar elbet ağlayacaktı. Koca bir manayı, küçücük bir maddeyle yok ettiniz. Maddede boğuldunuz ve kaybolan manayı fark edemediniz. Oysa tersini yapabilirdiniz ve yıpranmazdınız. Tüketmez ve tükenmezdiniz. Ağlatmaz ve ağlamazdınız. Maddeyle her şeyi elde edebileceğinizi, ruhları esir alabileceğinizi sandınız ama yanıldınız. Ruhlara zincir vurulamayacağını düşünemediniz. Ki, ne zaman düşündünüz? Düşünseydiniz, düşmezdiniz. Çünkü düşünenlerin düştüklerine tarih hiçbir zaman şahit olmadı. Düşenler ya ihanetlerle düşürülenlerdir ya da ahmaklıklarından düşenlerdir.

 

Çok acılar yaşattınız ve sürekli yenilgilerin mahkûmu oldunuz. Metazori olarak kendinizi muzaffer saydırdınız. Oysa gönüllerin kabullenmediğini bedenlerin kabullenmiş gibi görünmesi neye yarardı, bunu idrak edemediniz. Sırtına bastığınız milleti, kendisinden beslendiğiniz koca bir tarihi mahvettiniz, çağa silinmeyecek şekilde mührünü vurmuş ecdadı tezyif ve tahkire yeltendiniz. İskeletiniz gibi sizi ayakta tutan değerleri hoyratça çiğnediniz, çiğnettiniz. Yenilenmek yerine yok etmeyi seçtiniz ve yenildiniz. Kaybedilen kolun yerine aslı gibi olmasa da yenisi konulabilir belki. Kaybedilen gözün yerine yenisi takılabilir, takılmasa da gözsüz yaşanabilir; kaybedilen ayağın yeri bir şekilde doldurulabilir ama yok olan gövdenin yerine bir yenisini koymak kabil-i mümkün değildir. Bunu algılayacak ve anlayacak kadar bilge olamadınız. Gövdeyi kaybedince artık her şeyin değişmesi mukadderdi ve öyle de oldu. Gövde değişince, gövdeye eklenen ya da ekli olan her şey değişti ya da yeni gövdeye uyum sağladı. Bu ise yok oluş sürecinin başlamasıydı. Yani var olduğunuzu sandığınız an aslında yok olduğunuzun resmiydi ama bu resmi görecek, algılayacak ve anlayacak kadar kafanız çalışmıyordu. Siz yokluğunuzu kabullenmiştiniz ama var olduğunuzu sanıyordunuz. Çünkü sizi buna inandırmışlardı. Şimdi de yok edilen gövdeyi toprağa gömüyorlar. Sizin yaptıklarınızın aynısını yapıyorlar. Fakat yanlış yapıyorlar. Siz yenilenmeden ilerleyeceğinizi sanıyordunuz, bunlar yenilendiklerini ve o şekilde ilerlediklerini sanıyorlar. İki büyük yanılgının semeresine katlanmak ise bu millete kalıyor. Evet, geçmişin argümanlarıyla, arabalarıyla, aletleriyle adım atmanız, bir yere gitmeniz kabil değildir belki ama geçmişi bilmeden de adım atmak ve bir yere gitmek kabil değildir. Biriniz geçmişi tamamen silmek istedi, diğeriniz ise geçmişi bilmek ve geçmişten ders almak istemedi. Oysa ne her eski, eski diye atılabilirdi ne de her yeni, yeni diye alınabilirdi. Ama bunu algılayıp, anlayacak beyin gerekirdi. Kendi kafamızı kullanmayı, kendi tecrübelerimizden ve değerlerimizden yararlanarak çözüm üretmeyi bir türlü beceremedik. Hep üretilen çözümlerin kurbanı olduk. Bu da bizi malum halimize mahkûm etti. Büyük bir maziyi, büyük sandığımız menfaatlere kurban verdik ne yazık ki. Bugün de aynısı oluyor. Bir ilke sahip olmak, öyle anılmak ve buna ulaşmak için de düşman olanlardan destek almak adına nice büyük kurbanlar veriyoruz. Tuzakları göremiyor, tehlikeleri fark edemiyoruz. Gözlerimiz tek bir şeye odaklanmış. Evet, güzel şeylerde yapıyoruz belki ama daha büyük şeyleri kaybediyoruz. Ve millet kaybedilenleri algılayamıyor, göremiyor ve anlayamıyor. Yapılanlar bu millete bir şey kazandırmaz ama kaybedilenler bu milletin yekpare olarak tarihten silinmesini intaç edecektir. Bütün bu olanların yegâne müsebbibi ise, birinci gruptakilerdir. Yani maziyi külliyen reddedenler ve gövdeyi imha edenlerdir. Millette onları tanıdığı için yeniye temayül göstermektedir ama yeninin de eskiden bir farkı yoktur. Fakat eskilerin korku imparatorlukları milleti feci yanılgıların mahkûmu yapmaktadır tabiatıyla. Ki, zaten, eskinin malum hali de, istenilen yeninin doğması içindi. Yarattıkları eskiden istedikleri yeniyi doğurtmayı başardılar maalesef.

 

Bu millet artık uyanmalıdır, gerçekleri görmelidir, yapılanları algılamalı ve anlamalıdır. Kadim tecrübelerini kullanarak, kendi değerleri temelinde şekillenecek bir dünya var etmek için gayret sarf etmelidir. Maziyi; ne topyekûn reddetmeli ne de maziye takılıp kalmalıdır. Ki, zaten, mazi reddedilemez, ancak yapılan yanlışların tekerrür etmemesi için direnilir. Mazi; tecrübeler ve dersler deposudur. Onu bilmeden, anlamadan, ondan istifade etmeden asla güçlü yarınlar kuramazsınız. Sağlam nesiller, düzenler, devletler teşekkül ettiremezsiniz. Mazisi olmayan insanlar bebek, milletler acemi, devletler ise yapmacıktır. Mazisiz ati olmaz. Mazi atiye tutulan ışıktır. Mazi bir yol feneridir. Patikasız yol yoktur ve patikalarla dolu yollarda tecrübesiz yürünmez. Ne varoluşunuzla birlikte var olmuş bir dini yok sayabilirsiniz ne de tarih sahnesinde kendinizi gösterdiğiniz an şekillenmeye ve hayatınıza yön vermeye başlamış törenizi görmezden gelebilirsiniz. Ne de düşmanlarınızın sunacağı ve büyük sandığınız menfaatler adına sizi, siz yapan ve tarihte anılmanızı, bilinmenizi sağlayan kimliğinize teğet geçebilirsiniz. Dünküler sağlam bir yapı kuramadıkları için bugün bu haldeyiz ve oyuncak gibi oynanıyoruz. Eğer bugünde sağlam bir yapı kuramazsak yarınlarda evlatlarımız oyuncak olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu ise, ihanetin en net resmidir. Lütfen artık namuslu ve dürüst olalım. Özümüze dönelim. Ferdi menfaatlerimizi geri plana atıp, amme menfaatine hasredelim bütün mesaimizi. Olayları, kişileri, zamanı derinlemesine tahlil ve tetkik edelim, hamlelerimizi ondan sonra yapalım. Vakit geç olmasın ya da biz geç kalmayalım!

 

‘’Birinin Kur’an okuması sizi aldatmasın. O, dilimizde ki bir sözdür. Asıl, kim O’na göre yaşıyor siz ona itibar ediniz.’’ Hz. Ömer (ranh)

 

''Kalplerinde hastalık bulunanların, ''biz başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek'' o kâfirlerin safına koşuştuklarını görürsün. Oysa Allah (müminler için) bir zafer veya kendi katından başka bir takdir getirebilir; işte o zaman, içlerinde gizledikleri düşüncelerinden dolayı pişmanlık duyacaklar.'' Maide-52

 

 

EKSTRA

 

BİR: Eli sıkılmayan PKK’lı şerefsiz olayı var. Bu olay sanki biraz tuzak gibi geliyor bana. Her ne olursa olsun, bırakılan insanlarımızın İstihbaratın kontrolünde olması gerektiğine inanıyorum. En azından muayyen bir süreliğine de olsa. Tabi olayın, millet ve devlet itibarımızı sarstığı ayrı bir mevzu. Yüreklerimiz dağlanıyor ama ne fayda. Şu ankilerden daha ve daha fazla olarak öncekilerin suçu var bu olayda. Hiç kimsenin de bağırıp çağırmaya hakkı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü suçsuz tek bir kişi görmüyorum. Maalesef bu kanlı ve kirli oyunda herkesin parmağı var. Belki her bir yapının tümden günahı yok ama her bir yapının içine gizlenmiş hainlerin parmağı var. Bugün her yapının eylemlerinde de, içeriye sızan hainlerin daha fazla etkisinin olduğunu düşünüyorum. Her yapıyı, o hainlerin yönlendirdiğini tahmin ediyorum. Bizim en büyük sancımızda bu haddizatında. Çünkü hiçbir yapı, kendi dini ve tarihi dinamikleri ekseninde hareket edemiyor. Kendi kadim tecrübelerinden ve hamulesinden faydalanarak bir taktik ve strateji geliştiremiyor, oyun kuramıyor. Ki, zaten bunu becerebilseydikte bugün içine düştüğümüz halde olmazdık. İnşaallah, bundan sonra kendi yarınlarımızı kendi tarihi ve dini hamulemiz temelinde kendimiz belirleriz.

 

İKİ: İsrail denilen Siyonist terör devletinin Türkiye’den ve Türk Milletinden özür dilememesini arzulayanlar varmış. Bunu çok normal karşılıyorum. Eğer aslı varsa; ki, muhtemelen vardır, hiç şaşırmıyorum. Çünkü bu ülkede tahmin edilenin ötesinde Siyonist muhibbi bulunmaktadır. Allah’tan korkmayıp, milletinden utanmayıp siyonistten korkan ve utanan yığınla zavallı bulunmaktadır. Onlar kendini tanıyamayıp, kendi olamayan sefiller sürüsüdür. Onlar himmete muhtaç, maddenin kölesi olmuş mahlûklardır. Göründüğü kadarıyla maddenin hâkimi de siyonisttir. Binaenaleyh böyle şeylere şaşırmamak gerekir. Allah, bu tipleri şöyle anlatmıştır biz kullarına: ''Kalplerinde hastalık bulunanların, ''biz başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek'' o kâfirlerin safına koşuştuklarını görürsün. Oysa Allah (müminler için) bir zafer veya kendi katından başka bir takdir getirebilir; işte o zaman, içlerinde gizledikleri düşüncelerinden dolayı pişmanlık duyacaklar.'' Maide-52

 

ÜÇ: Apo denilen Ermeni’nin, alçak katilin, müptezel maşanın asıl elaman olarak seçilmesi ve yolların sürekli ona çıkmasının sağlanması derin ve tehlikeli bir oyundur. Bunu görmek gerekiyor. Yoksa Apo denilen pespaye caninin, ne BDP ne de KANDİL nezdinde sivrisinekten farkı yoktur. Hem BDP hem de KANDİL denilen pespaye yapılar, Küresel Siyonist domuzların emirlerini ifa etmekten başkaca bir şey yapmamaktadırlar. Bu yapılarında Küresel Domuzlar diktatoryası nezdinde sivrisinekten farkları yoktur. Çünkü kanlı ve kirli düzenler hep böyle işler. En arkada biri olur, onun önündekilerin hepsi birer sivrisinektir, bataklıklarda dolaşan. En güçlüden en zayıfa doğru bir zincirin halkalarıdır tümü. Apo denilen sefil, malum örgütün yıllarca tepe noktasında dolaşmıştır. İstenilen her şeyi yapmıştır. Şimdi de taltif edilmektedir, hizmet ettiği yerlerce. Aynı zamanda, farklı kulvarlarda, bu alçağın yerini alacak pespaye ve müptezel kişiliklere de zımnen mesaj gönderilmektedir bu yolla. Yani yeni felaketlerin yolu açılmaktadır ama idrak edecek kadar zeki kişilikler yoktur. Ayrıca bu cani ile birilerine bir paye de verilmiş olacaktır. Çok çetrefilli bir meseldir bu. İçerisinde muhtelif mesajlar gizli olan bir meseledir.  Kürt kardeşlerimizin, bir Ermeni’nin güdümüne girmesi ve bir daha da onun güdümünden çıkamaması sağlanmaktadır bu şekilde. Kürt kardeşlerimizin önüne çıkan her kişi, bu zavallı hasta adamı kullanacak, Kürt kardeşlerimizin kaderi bir Ermeni sefilin hastalıklı fikirleri doğrultusunda şekillendirilecektir. Savaş onun önderliğinde yapılmıştır, barışta onun önderliğinde gerçekleşecektir; yapılan eylemlerin arka planında bu düşünce vardır. Allah, bu kirli oyuna alet olanlara akıl, fikir, vicdan ihsan eylesin. Âmin.

 

DÖRT: Sarıgül efsanesi var. Sürekli gündemde tutulan ve beslenen bir efsane. Her türlü makyajın yapılarak, yıpranmasının önüne geçildiği bir efsane. İşte milleti bu şekilde hazırlıyorlar, seçilmiş aktörü de bu yolla pazarlıyorlar. En arka planında Coninin ve Diyalog safsatasının mucitlerinin ortak bir operasyonu olduğunu düşünüyorum. Diyalogcular dört koldan operasyon üstündeler. Hangisini tutturabilirlerse artık. Sarıgül efendi, önce İstanbul’dan aday olacak ve muhtemelen de kazanacak. Diyalogcuların da desteklemeleri sağlanacak. Zira küresel derinlerden emir geldiği an icra edilmesi icap etmektedir. Diyalogcuların burada en büyük kâbusu malum zevatın sol tandanslı olması. İstanbul’u kazanan efsanenin çok iyi ve başarılı bir başkanlık dönemi geçirmesi ve millet nezdinde itibarının artması için gayret gösterilecek. Daha sonrasında ise, malum zevatın partinin başına geçerek genel başkanlık koltuğuna oturması sağlanacak. Merkezilik payesinin medya tarafından verilmesi ve bunun da topluma sunularak toplumun olaya hazırlanması işi kotarılacak. Böylece her kanaldan zevatların akın ederek oluşturulacak yeni yapıya kan vermesi temin edilecek. Toplumsal alanda özgürlük konusunda büyük vaatlerin verilmesi istenecek. Böylece toplum tamamen ikna edilmiş olacak. Nihayet; başbakanlığa oynayacak ve kuvvetle muhtemel hayal ettiği o koltuğa oturtulacak. Oturmayacak, oturtulacak. Tabi büyük bedeller mukabilinde. Diyalogcular da, küresel efendilerin istediği şeyleri bu vesile ile gerçekleştirme imkânı bulacaklar. Yani İslam’ı tamamen görüntü haline getirecekler. Değerleri tahrif ve tahrip edecekler. Bunun içinde, malum zevat biçilmiş kaftan. Zira kimlik, muhtemel eylemlerin en büyük ipucunu verir. Çünkü diyalogcuların istediklerini İslam’a adanmış bir ruh asla yapmaz, yapamaz. Kimliğinin bilincinde olan biri de yapmaz, yapamaz.  Nihayetinde; sözde özgürlükler verilirken, özde toplumun ciğerleri sökülecek. Yeni papanın da Ilımlı İslam ile ilgili eylemlerde bulunacağı söylenmektedir. O zaman, bu söylemlere münasip argümanlar ve aktörlerin de piyasada yer bulması gerekmektedir. Yeni Papa, Obama, Diyalogcular, Sarıgül; işte size muhtemel bir masa. Öyleyse başlasın yeni oyun! Tabi bunların bir tuzağı varsa, Allah’ın da bir tuzağı vardır elbet. ‘’Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.’’ Ali İmran-54

Tarih: 16.03.2013 Okunma: 788

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Doğan FİLİK

21.11.2012 - 19:27

Sayın yazar bu demek oluyorki biz çok nankör bir milletiz,:) karı,koca 6 bin tl elimize para geçiyor hala ağlıyoruz ne utanmaz insanlarmışız!!!!

Doğan FİLİK

21.11.2012 - 19:27

Sayın yazar bu demek oluyorki biz çok nankör bir milletiz,:) karı,koca 6 bin tl elimize para geçiyor hala ağlıyoruz ne utanmaz insanlarmışız!!!!