Ne
çilelerle, ızdıraplarla, emeklerle, acılarla, terlerle, kanlarla işler
yapacaksın, başarıya ulaşacaksın ve bütün dünyaya hükmedebilecek güce
erişeceksin ama bir saat içinde hepsini sıfırlayacaksın. Maalesef millet ve
devlet olarak bizim halimiz işte tamda bu haldir. Bazen birey bazında da
yaşıyoruz bu durumu. Binyıllarca egemen olacak bir devlet teşkilatı kur,
onlarca savaşlar yap, nice düşmanlara diz çöktürüp üzengi öptür, uzak
diyarlarda kanunlarını uygulat, istimdat bekleyen kralları kurtar, adeta tüm
insanlığın umudu ol ama bir saat içinde her şey tersine dönsün. Var mı böyle
bir şey? Evet, ne yazık ki var. Asırlar süren, çağların açılıp kapanmasına
şahitlik eden bir tarih nezdinde yüz yıllık bile olmayan bir tarih olsa olsa
bir saatlik tarih mesabesinde olur. Lord
Byron ne diyor bakınız: ‘’Bir
devleti kurmak için bin sene ister, yıkmak içinse bir saat yeter.’’ Biz,
kendi kendini yok sayan, kendi mazisinden utanan, kendini kendisi yapan
değerleri reddeden, varoluş kaynaklarını kurutan bir milletiz ya da böyle bir
millet olduk. Şimdi kalkıp, niçin bu haldeyiz demek, sahtekârlıktan başka bir
şey değildir. Eğer bir beden yara almışsa, o yarayı iyi etmekten başka çare
yoktur. O bedeni yok edemeyeceğine göre, acılarını dindirmek için yarayı
iyileştirmen gerekir. Ne yarayı olduğu gibi bırakabilirsin ne de yaranın
acısını yok etmek için bedeni ortadan kaldırabilirsin. Ama biz maalesef bedeni
ortadan kaldırdık. Bunun için çok uğraştık. Beden gitti ama yara kaldı ve daha
derin yaralara neden oldu. İdrakimiz, bunu algılamaya ve anlamaya kifayetsiz
kaldı. Bedeni yok edip, daha derin yaralar açılmasına sebep olanlar şimdi yok
sayılmayı kabul edemiyorlar. Kabul edeceksiniz beyim. Ne yaptınız ki ne
bekliyordunuz? Rüzgâr eken fırtına biçer, biçecek. Her şeyi tüketenlerin birgün
elbet kendileri de tükenirdi ve tükendiniz. Milletini tüketen düzenlerin
kendileri de tükenirdi ve tükendi. Şimdi ağlama zamanı, ağlayın artık.
Ağlatanlar elbet ağlayacaktı. Koca bir manayı, küçücük bir maddeyle yok
ettiniz. Maddede boğuldunuz ve kaybolan manayı fark edemediniz. Oysa tersini
yapabilirdiniz ve yıpranmazdınız. Tüketmez ve tükenmezdiniz. Ağlatmaz ve
ağlamazdınız. Maddeyle her şeyi elde edebileceğinizi, ruhları esir
alabileceğinizi sandınız ama yanıldınız. Ruhlara zincir vurulamayacağını
düşünemediniz. Ki, ne zaman düşündünüz? Düşünseydiniz, düşmezdiniz. Çünkü
düşünenlerin düştüklerine tarih hiçbir zaman şahit olmadı. Düşenler ya
ihanetlerle düşürülenlerdir ya da ahmaklıklarından düşenlerdir.
Çok acılar
yaşattınız ve sürekli yenilgilerin mahkûmu oldunuz. Metazori olarak kendinizi
muzaffer saydırdınız. Oysa gönüllerin kabullenmediğini bedenlerin kabullenmiş
gibi görünmesi neye yarardı, bunu idrak edemediniz. Sırtına bastığınız milleti,
kendisinden beslendiğiniz koca bir tarihi mahvettiniz, çağa silinmeyecek
şekilde mührünü vurmuş ecdadı tezyif ve tahkire yeltendiniz. İskeletiniz gibi
sizi ayakta tutan değerleri hoyratça çiğnediniz, çiğnettiniz. Yenilenmek yerine
yok etmeyi seçtiniz ve yenildiniz. Kaybedilen kolun yerine aslı gibi olmasa da
yenisi konulabilir belki. Kaybedilen gözün yerine yenisi takılabilir, takılmasa
da gözsüz yaşanabilir; kaybedilen ayağın yeri bir şekilde doldurulabilir ama
yok olan gövdenin yerine bir yenisini koymak kabil-i mümkün değildir. Bunu
algılayacak ve anlayacak kadar bilge olamadınız. Gövdeyi kaybedince artık her
şeyin değişmesi mukadderdi ve öyle de oldu. Gövde değişince, gövdeye eklenen ya
da ekli olan her şey değişti ya da yeni gövdeye uyum sağladı. Bu ise yok oluş
sürecinin başlamasıydı. Yani var olduğunuzu sandığınız an aslında yok olduğunuzun
resmiydi ama bu resmi görecek, algılayacak ve anlayacak kadar kafanız
çalışmıyordu. Siz yokluğunuzu kabullenmiştiniz ama var olduğunuzu sanıyordunuz.
Çünkü sizi buna inandırmışlardı. Şimdi de yok edilen gövdeyi toprağa
gömüyorlar. Sizin yaptıklarınızın aynısını yapıyorlar. Fakat yanlış yapıyorlar.
Siz yenilenmeden ilerleyeceğinizi sanıyordunuz, bunlar yenilendiklerini ve o
şekilde ilerlediklerini sanıyorlar. İki büyük yanılgının semeresine katlanmak
ise bu millete kalıyor. Evet, geçmişin argümanlarıyla, arabalarıyla,
aletleriyle adım atmanız, bir yere gitmeniz kabil değildir belki ama geçmişi
bilmeden de adım atmak ve bir yere gitmek kabil değildir. Biriniz geçmişi
tamamen silmek istedi, diğeriniz ise geçmişi bilmek ve geçmişten ders almak
istemedi. Oysa ne her eski, eski diye atılabilirdi ne de her yeni, yeni diye
alınabilirdi. Ama bunu algılayıp, anlayacak beyin gerekirdi. Kendi kafamızı
kullanmayı, kendi tecrübelerimizden ve değerlerimizden yararlanarak çözüm
üretmeyi bir türlü beceremedik. Hep üretilen çözümlerin kurbanı olduk. Bu da
bizi malum halimize mahkûm etti. Büyük bir maziyi, büyük sandığımız menfaatlere
kurban verdik ne yazık ki. Bugün de aynısı oluyor. Bir ilke sahip olmak, öyle
anılmak ve buna ulaşmak için de düşman olanlardan destek almak adına nice büyük
kurbanlar veriyoruz. Tuzakları göremiyor, tehlikeleri fark edemiyoruz.
Gözlerimiz tek bir şeye odaklanmış. Evet, güzel şeylerde yapıyoruz belki ama
daha büyük şeyleri kaybediyoruz. Ve millet kaybedilenleri algılayamıyor,
göremiyor ve anlayamıyor. Yapılanlar bu millete bir şey kazandırmaz ama
kaybedilenler bu milletin yekpare olarak tarihten silinmesini intaç edecektir.
Bütün bu olanların yegâne müsebbibi ise, birinci gruptakilerdir. Yani maziyi
külliyen reddedenler ve gövdeyi imha edenlerdir. Millette onları tanıdığı için
yeniye temayül göstermektedir ama yeninin de eskiden bir farkı yoktur. Fakat
eskilerin korku imparatorlukları milleti feci yanılgıların mahkûmu yapmaktadır
tabiatıyla. Ki, zaten, eskinin malum hali de, istenilen yeninin doğması içindi.
Yarattıkları eskiden istedikleri yeniyi doğurtmayı başardılar maalesef.
Bu millet artık
uyanmalıdır, gerçekleri görmelidir, yapılanları algılamalı ve anlamalıdır. Kadim
tecrübelerini kullanarak, kendi değerleri temelinde şekillenecek bir dünya var
etmek için gayret sarf etmelidir. Maziyi; ne topyekûn reddetmeli ne de maziye
takılıp kalmalıdır. Ki, zaten, mazi reddedilemez, ancak yapılan yanlışların
tekerrür etmemesi için direnilir. Mazi; tecrübeler ve dersler deposudur. Onu
bilmeden, anlamadan, ondan istifade etmeden asla güçlü yarınlar kuramazsınız.
Sağlam nesiller, düzenler, devletler teşekkül ettiremezsiniz. Mazisi olmayan
insanlar bebek, milletler acemi, devletler ise yapmacıktır. Mazisiz ati olmaz.
Mazi atiye tutulan ışıktır. Mazi bir yol feneridir. Patikasız yol yoktur ve
patikalarla dolu yollarda tecrübesiz yürünmez. Ne varoluşunuzla birlikte var
olmuş bir dini yok sayabilirsiniz ne de tarih sahnesinde kendinizi
gösterdiğiniz an şekillenmeye ve hayatınıza yön vermeye başlamış törenizi
görmezden gelebilirsiniz. Ne de düşmanlarınızın sunacağı ve büyük sandığınız
menfaatler adına sizi, siz yapan ve tarihte anılmanızı, bilinmenizi sağlayan
kimliğinize teğet geçebilirsiniz. Dünküler sağlam bir yapı kuramadıkları için
bugün bu haldeyiz ve oyuncak gibi oynanıyoruz. Eğer bugünde sağlam bir yapı
kuramazsak yarınlarda evlatlarımız oyuncak olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu
ise, ihanetin en net resmidir. Lütfen artık namuslu ve dürüst olalım. Özümüze
dönelim. Ferdi menfaatlerimizi geri plana atıp, amme menfaatine hasredelim
bütün mesaimizi. Olayları, kişileri, zamanı derinlemesine tahlil ve tetkik
edelim, hamlelerimizi ondan sonra yapalım. Vakit geç olmasın ya da biz geç
kalmayalım!
‘’Birinin Kur’an okuması sizi aldatmasın. O, dilimizde
ki bir sözdür. Asıl, kim O’na göre yaşıyor siz ona itibar ediniz.’’ Hz. Ömer
(ranh)
''Kalplerinde hastalık bulunanların, ''biz başımıza bir felaket
gelmesinden korkuyoruz diyerek'' o kâfirlerin safına koşuştuklarını görürsün.
Oysa Allah (müminler için) bir zafer veya kendi katından başka bir takdir
getirebilir; işte o zaman, içlerinde gizledikleri düşüncelerinden dolayı
pişmanlık duyacaklar.'' Maide-52
EKSTRA
BİR: Eli sıkılmayan PKK’lı şerefsiz olayı var. Bu olay sanki
biraz tuzak gibi geliyor bana. Her ne olursa olsun, bırakılan insanlarımızın
İstihbaratın kontrolünde olması gerektiğine inanıyorum. En azından muayyen bir
süreliğine de olsa. Tabi olayın, millet ve devlet itibarımızı sarstığı ayrı bir
mevzu. Yüreklerimiz dağlanıyor ama ne fayda. Şu ankilerden daha ve daha fazla
olarak öncekilerin suçu var bu olayda. Hiç kimsenin de bağırıp çağırmaya hakkı
olduğunu düşünmüyorum. Çünkü suçsuz tek bir kişi görmüyorum. Maalesef bu kanlı
ve kirli oyunda herkesin parmağı var. Belki her bir yapının tümden günahı yok
ama her bir yapının içine gizlenmiş hainlerin parmağı var. Bugün her yapının
eylemlerinde de, içeriye sızan hainlerin daha fazla etkisinin olduğunu
düşünüyorum. Her yapıyı, o hainlerin yönlendirdiğini tahmin ediyorum. Bizim en
büyük sancımızda bu haddizatında. Çünkü hiçbir yapı, kendi dini ve tarihi
dinamikleri ekseninde hareket edemiyor. Kendi kadim tecrübelerinden ve
hamulesinden faydalanarak bir taktik ve strateji geliştiremiyor, oyun
kuramıyor. Ki, zaten bunu becerebilseydikte bugün içine düştüğümüz halde
olmazdık. İnşaallah, bundan sonra kendi yarınlarımızı kendi tarihi ve dini hamulemiz
temelinde kendimiz belirleriz.
İKİ: İsrail denilen Siyonist terör
devletinin Türkiye’den ve Türk Milletinden özür dilememesini arzulayanlar
varmış. Bunu çok normal karşılıyorum. Eğer aslı varsa; ki, muhtemelen vardır,
hiç şaşırmıyorum. Çünkü bu ülkede tahmin edilenin ötesinde Siyonist muhibbi
bulunmaktadır. Allah’tan korkmayıp, milletinden utanmayıp siyonistten korkan ve
utanan yığınla zavallı bulunmaktadır. Onlar kendini tanıyamayıp, kendi olamayan
sefiller sürüsüdür. Onlar himmete muhtaç, maddenin kölesi olmuş mahlûklardır.
Göründüğü kadarıyla maddenin hâkimi de siyonisttir. Binaenaleyh böyle şeylere
şaşırmamak gerekir. Allah, bu tipleri şöyle anlatmıştır biz kullarına: ''Kalplerinde hastalık bulunanların, ''biz başımıza bir felaket
gelmesinden korkuyoruz diyerek'' o kâfirlerin safına koşuştuklarını görürsün.
Oysa Allah (müminler için) bir zafer veya kendi katından başka bir takdir
getirebilir; işte o zaman, içlerinde gizledikleri düşüncelerinden dolayı
pişmanlık duyacaklar.'' Maide-52
ÜÇ: Apo
denilen Ermeni’nin, alçak katilin, müptezel maşanın asıl elaman olarak
seçilmesi ve yolların sürekli ona çıkmasının sağlanması derin ve tehlikeli bir
oyundur. Bunu görmek gerekiyor. Yoksa Apo denilen pespaye caninin, ne BDP ne de
KANDİL nezdinde sivrisinekten farkı yoktur. Hem BDP hem de KANDİL denilen
pespaye yapılar, Küresel Siyonist domuzların emirlerini ifa etmekten başkaca
bir şey yapmamaktadırlar. Bu yapılarında Küresel Domuzlar diktatoryası nezdinde
sivrisinekten farkları yoktur. Çünkü kanlı ve kirli düzenler hep böyle işler.
En arkada biri olur, onun önündekilerin hepsi birer sivrisinektir,
bataklıklarda dolaşan. En güçlüden en zayıfa doğru bir zincirin halkalarıdır
tümü. Apo denilen sefil, malum örgütün yıllarca tepe noktasında dolaşmıştır.
İstenilen her şeyi yapmıştır. Şimdi de taltif edilmektedir, hizmet ettiği
yerlerce. Aynı zamanda, farklı kulvarlarda, bu alçağın yerini alacak pespaye ve
müptezel kişiliklere de zımnen mesaj gönderilmektedir bu yolla. Yani yeni
felaketlerin yolu açılmaktadır ama idrak edecek kadar zeki kişilikler yoktur. Ayrıca
bu cani ile birilerine bir paye de verilmiş olacaktır. Çok çetrefilli bir
meseldir bu. İçerisinde muhtelif mesajlar gizli olan bir meseledir. Kürt kardeşlerimizin, bir Ermeni’nin güdümüne
girmesi ve bir daha da onun güdümünden çıkamaması sağlanmaktadır bu şekilde. Kürt
kardeşlerimizin önüne çıkan her kişi, bu zavallı hasta adamı kullanacak, Kürt
kardeşlerimizin kaderi bir Ermeni sefilin hastalıklı fikirleri doğrultusunda
şekillendirilecektir. Savaş onun önderliğinde yapılmıştır, barışta onun
önderliğinde gerçekleşecektir; yapılan eylemlerin arka planında bu düşünce
vardır. Allah, bu kirli oyuna alet olanlara akıl, fikir, vicdan ihsan eylesin.
Âmin.
DÖRT: Sarıgül efsanesi var. Sürekli gündemde tutulan ve beslenen bir efsane.
Her türlü makyajın yapılarak, yıpranmasının önüne geçildiği bir efsane. İşte
milleti bu şekilde hazırlıyorlar, seçilmiş aktörü de bu yolla pazarlıyorlar. En
arka planında Coninin ve Diyalog safsatasının mucitlerinin ortak bir operasyonu
olduğunu düşünüyorum. Diyalogcular dört koldan operasyon üstündeler. Hangisini
tutturabilirlerse artık. Sarıgül efendi, önce İstanbul’dan aday olacak ve
muhtemelen de kazanacak. Diyalogcuların da desteklemeleri sağlanacak. Zira
küresel derinlerden emir geldiği an icra edilmesi icap etmektedir. Diyalogcuların
burada en büyük kâbusu malum zevatın sol tandanslı olması. İstanbul’u kazanan
efsanenin çok iyi ve başarılı bir başkanlık dönemi geçirmesi ve millet nezdinde
itibarının artması için gayret gösterilecek. Daha sonrasında ise, malum zevatın
partinin başına geçerek genel başkanlık koltuğuna oturması sağlanacak. Merkezilik
payesinin medya tarafından verilmesi ve bunun da topluma sunularak toplumun
olaya hazırlanması işi kotarılacak. Böylece her kanaldan zevatların akın ederek
oluşturulacak yeni yapıya kan vermesi temin edilecek. Toplumsal alanda özgürlük
konusunda büyük vaatlerin verilmesi istenecek. Böylece toplum tamamen ikna
edilmiş olacak. Nihayet; başbakanlığa oynayacak ve kuvvetle muhtemel hayal
ettiği o koltuğa oturtulacak. Oturmayacak, oturtulacak. Tabi büyük bedeller
mukabilinde. Diyalogcular da, küresel efendilerin istediği şeyleri bu vesile
ile gerçekleştirme imkânı bulacaklar. Yani İslam’ı tamamen görüntü haline
getirecekler. Değerleri tahrif ve tahrip edecekler. Bunun içinde, malum zevat
biçilmiş kaftan. Zira kimlik, muhtemel eylemlerin en büyük ipucunu verir. Çünkü
diyalogcuların istediklerini İslam’a adanmış bir ruh asla yapmaz, yapamaz.
Kimliğinin bilincinde olan biri de yapmaz, yapamaz. Nihayetinde; sözde özgürlükler verilirken,
özde toplumun ciğerleri sökülecek. Yeni papanın da Ilımlı İslam ile ilgili
eylemlerde bulunacağı söylenmektedir. O zaman, bu söylemlere münasip argümanlar
ve aktörlerin de piyasada yer bulması gerekmektedir. Yeni Papa, Obama, Diyalogcular, Sarıgül; işte size muhtemel bir masa. Öyleyse başlasın yeni oyun! Tabi
bunların bir tuzağı varsa, Allah’ın da bir tuzağı vardır elbet. ‘’Allah, tuzak kuranların en
hayırlısıdır.’’ Ali İmran-54