Spinoza diyor ki; ‘’kitleler Tanrı’yı kandırma peşindedir.’’ Bu, gerçek ve isabetli
bir tespittir. İnsanlar, Allah’ı aldatmaya yeltenmekte ve aldattıklarını
zannederek yaşamaktadırlar. Çünkü her an Allah demektedirler ama Allah’ın
sözüyle bir ilgileri yoktur. Gerçekten yoktur. Hissi ve hassasiyeti olmayanın
Allah’ı olduğunu da sanmıyorum. Çünkü Allah demek aynı zamanda hissetmek ve
hassasiyet göstermektir. Allah diyenler duvara toslamışlar ve tıpkı Allahsızlar
gibi kalıpların mahkûmu olmuşlardır. Kendini Allah yerine koyma, kendi sözünü
Allah sözüymüş gibi yansıtma normal bir davranışmış gibi kanıksanmıştır. Tıpkı
Allahsızların yegâne doğruyu kendilerinin bildiklerini ve kendilerinden başka
bilen kimsenin olmadığını sanmaları gibi. Bir derdi, bir davası, bir hıncı, bir
öfkesi olmayanlar, konformizm bataklığında debelenenler; tam zıt konumda
bulunanlara tahammül edememekte ve bunları dine ihanet etmekle ve dinin dışına
çıkmakla itham etmektedirler. Sanmayın ki, bu tür ithama maruz kalanlar müşrik,
münafık, kâfirdirler; hayır bilakis mümin ve müslümandırlar ve haysiyetli bir
yaşamın derdindedirler. Yıllarca belli şeylerden mahrum kalmış olanlar ve
mahrum kaldıkları şeyleri elde etmek için mukavemet gösteremeyenler, elde
edilen sahteliklerle şaşkına dönmüş durumdadırlar. Hakkı olan bir şeyi elde
etme dirayeti gösteremeyenler, hak olanı düşmanın lütfetmesine
sevinebilmektedirler. Bu yüzden de zımni bir mandacılığı farkında olmadan
tensip etmektedirler. Hem hiçbir şey yapmayıp hem de bir şeyler yapanlara karşı
çıkılmaktadır. İstenmektedir ki, susulsun ve elde edilen kazanımlarda elden
gitmesin. Oysa kazanılan hiçbir şey yoktur. Varsa bile, bu, kölelikten başka
şey değildir. Verilen menfaatlerin karşılığında özgürlükler ve varoluşun
idamesini sağlayan kaynaklar gasp edilmektedir. Menfaatler dururken, özgürlükte
neymiş!?! Hem Allah deniyor hem de Allah için söylenilenler, çıkarlara darbe vuruyor
denilerek örtülmeye çalışılıyor. Allah öteleniyor (hâşâ), putlaştırılan
liderler berileniyor. Allah ahlakının yerini parti ahlakı alıyor. İzzet ve
şerefin Allah’ın yanında olduğu bilindiği halde, bu yüce erdemler Allahsızların
yanında aranıyor. Sonra da Allah deniyor, ahlak deniyor, adalet deniyor.
Sanıyorlar ki, bu denilenler yeniyor. Oysa herkes bir imtihandadır ve
deneniyor. Geçmişte hem özgürlükler gasp ediliyordu hem de yaşayanlar
düşmanlardı. Şimdi ise, hakkımız verilsin, düşman yine yaşasın deniyor. Peki,
bu anlayışta adaletin ve ahlakın zerresi barınmakta mıdır?
Nietzsche diyor ki; ‘’hıncı, öfkesi olmayanlar Tanrı olamazlar.’’ Biz, bu sözü fıtri
varoluşa ve insan olmaklığımıza mugayir görsek bile, burada Tanrı yerine ‘’insan’’ olgusunu koyduğumuz zaman
tolere edebilmemiz kabildir. Çünkü insan olmak, aynı zamanda öfkesi olmaktır.
Zira haksızlığa karşı öfkelenmeyenin insan olarak algılanması kabil değildir.
Haksızlığa ancak hayvanlar, fıtri varoluşları muktezasınca, tepkisiz ve sessiz
kalmak zorundadırlar. Hani Albert Camus
diyordu ya; ‘’başkaldırıyorum, öyleyse
varım’’ diye, işte insan olan da, olması gerektiği yerde başkaldırmasını da
bilmelidir. Zira öfkesi olmayan, başkaldırmayan insanlığıyla birlikte her
şeyini kaybeder. Nasıl, kitleler Tanrı’yı kandırma peşinde iseler, liderlik
pozlarıyla toplum sahnesine çıkmış olanlar da milleti kandırma peşindedirler. Birilerinin
dağıttığı sahte kahramanlıklarla kendilerine bir rol biçenler toplum kaderini
biçimlendirmeye tevessül etmektedirler. Yapılanlarında millet tarafından
istendiğini ve benimsendiğini sanarak daha da ileri gitmektedirler. Oysa millet
korku imparatorluğunun baronlarının elinden kurtulduğunu sanmakta ve yeniden
onun eline düşmekten korkmaktadır. Bu yüzden de ne yaptığını bilecek durumda
değildir. Ve tam da burada, bahsettiğimiz birileri de, bizlerden, her şeyin
farkında olduğumuz halde, söylenenlere ve yapılanlara kanmamızı
istemektedirler. Artık konforları yerindedir, göstermelik haklarda verilmiştir,
mücadele edecek dirayette yoktur, öyleyse yanlışta olsa gidişata dur demenin ne
anlamı vardır. Durduk yere rahatını bozmak ahmaklıktır! Biz haklarımızı aldık,
bırakalım düşman yaşarsa yaşasın zihniyeti bütün mevcudiyetimizi işgal etmiş
durumdadır. Oysa bu, insan olarak yaşamanın ruhuna münafidir. Ki, zaten hak
olan bir şeyin lütfedilmesi diye bir şey de olamaz. Hak olan varsa vardır,
yoksa icap ettiği takdirde zorla da olsa alınır, alınmak zorundadır. Düşman
bana zaten hakkım olan şeyi lütfedecek, bende düşmanın namussuzluklarına
eyvallah deyip geçecem öyle mi? Bunu insan şerefi kaldırmaz.
Yenidünya
dedikleri şey böyle bir şey maalesef; susacaksın. Gerekirse kan kusacaksın ama
susacaksın. Konforun yerinde mi, keyfin hoş mu gerisi teferruattır artık. Din
mi dedin? Hikâyeden başka bir şey değildir (hâşâ). Din dediğin, benim
dediklerimdir, başka din yoktur! Vatan mı dedin? Kuru bir toprak parçasıdır! Bayrak
mı dedin? Önemsiz bir bez paçavrasıdır! Ahlak ve adalet mi dedin? Deli
saçmasıdır ya da sen komünist misin? Eski gitmiş yeni gelmiştir! Öyleyse
kabullenmek zorundasın! Emperyalizm sana verecektir, sen de yaşayacaksındır.
Emperyalizm sana söyleyecektir, sen de aktaracaksındır. Ama emperyalizmin
çarkına çomak sokmamak şartıyla. Sen barış diyeceksin, anlayış diyeceksin,
hoşgörü diyeceksin ama emperyalizm istediği gibi hareket edecek, çıkarları için
gerekirse kan dökecek, kaynakları yağmalayacak, namusları kirletecektir. Gasp
ettiği haklarını lütfedermiş gibi geri verecek ve sen direniş ateşini
söndüreceksin. Seni kendi atlarına bindirecek ve o atları onun istediği
istikamete süreceksin. Seni vuranları, seni yaratanlar olarak sunacak, sende
kabulleneceksin. Gövdenin her bir parçasının haddizatında ayrı birer unsur
olduğunu söyleyecek eyvallah çekeceksin. Ve bütün bunlardan sonra yaşıyorum
diyeceksin! Oysa ne Hz. İsa da, ne Hz. Musa da, ne de Hz. Muhammed de (sav)
böyle bir düşünce ve yaşam yoktur. Hatta Türkler olarak bizim kadim tarihimizde
de böyle bir yaşam mevcut değildir. Bunun adı teslimiyettir ve İslam da
teslimiyet münhasıran Allah’adır.
Son tahlilde; şeytanla pazarlık yapılamaz,
şeytanla uzlaşılamaz, şeytana teslim olunamaz. Hakkın olan şeyleri kimse sana
lütfedemez, hakkınsa alırsın ve almalısın. Adaletin, ahlakın, vatanın,
özgürlüğün pazarlığı olmaz ve yapılamaz. Direnişsiz sevgi sahtekârlıktır.
Zalime hoşgörü, mazluma ihanettir. Hak ile batıl kesin olarak ayrılmıştır ve
karıştırılamaz.
EKSTRA
BİR: Maalesef zımnen Türkiye bölünmüş,
Türk Milleti geri plana atılmıştır. Kadim Türk Devletinin ve Türk Milletinin
itibarı beş paralık edilmiştir. Siyonist finoları kahraman yapılmıştır.
Siyonizm adına binlerce insanı katleden haysiyetsiz cani adeta din önderi gibi
sunulmuş ve Kürt kardeşlerimiz ebedi köleliğe mahkûm edilmiştir arka planda.
Çünkü Siyonist maşası sefil kâfir Müslüman’mış gibi sunulmuş ve Kürt
kardeşlerimizin aldanması kolaylaştırılmıştır. Ve tüm Kürt kardeşlerimizin
pespaye yapıların çatısı altında toplanmasının yolu açılmıştır. Bir Ermeni’nin
yol göstericiliği kabullendirilmiştir. Çok ustaca yazılan ve çerçevesi çizilen
bir metin, sanki ruhu, beyni ve gövdesi mikroplu hasta yaratık tarafından
kaleme alınmış gibi aksettirilmiştir. ‘’Ben
yarı Tanrı’yım’’ diyen bir mal, şimdi Tanrı’ya boyun eğdiğini deklare
etmeye başlamıştır. Evet, ırkçı olmamalıydık ama gerçekleri de
ıskalamamalıydık. Bu topraklarda hiçbir zaman ırkçılık yapılmadığı halde
ırkçılık yapılmış gibi bir algı oluşturulmuş ve zihinlerde, kronikleşen bir
nefretin doğmasına neden olunmuştur. Sanki kadim bir milletin kaderini, zavallı
bir maşa tayin ediyor görüntüsü oluşturulmuştur. Tüm Kürt kardeşlerimizin,
kendinden sandığı yapıların dış görünüşlerine aldanmasının yolu açılmış ve
Ermeni’nin ülkemiz üzerinde ki kirli emellerine bilinçsizce alet olup, hizmet
etmelerine neden olunmuştur. Ayrıca aziz şehitlerimizin ruhlarının da muazzep
olduğundan kuşku duymuyorum. Hiç düşündük mü acaba, bu hasta mahlukun soyadı
niçin ‘’ÖCALAN’’ dır? Hatta acaba ‘’ÖÇALAN’’ dı da sonradan yumuşatıldı
mı? Araştırmak ve düşünmek gerekiyor. Ve kimin öcünü kimlerden almıştır?
Sormak, sorgulamak gerekiyor. ‘’Ermeni
Soykırımı’’ denilen ve Siyonist itlerinin sürekli uğrunda havladıkları
büyük yalanın öcünü mü almıştır? Ödüllendirilmesinin altında yatan gerçek sebep
bu mudur? Yine, malum kutlamada zavallı birinin oraya gidip şarkılar söyleyip
şirinlik gösterisi yapmasının arka planında da derin tezgâhlar olduğuna
inanıyorum. Kadim ve koca bir milleti paramparça ettik yanlış hareketlerle,
derin yönlendirmelerle ne hazin ki. Maalesef oyun kurmadık, kurulan oyunları
oynadık. Kadim tarihi tecrübemiz minvalinde strateji ve taktik geliştirmedik ve
hainlerin tezgâhına geldik. Oysa daha akıllıca hareket edilebilirdi ve malum
manzaranın oluşmasına imkân tanınmazdı. Başından beri yürünen yol yanlış yol
ama hala farkına varmış değiliz maalesef!
Tabi burada
münhasıran mevcut yapıyı itham etmek haksızlık olur. Mevcut yapının yegâne
yanlışı kendini oyunumuzu kurmaması, yanlış strateji ve taktiklerin kurbanı
olmasıdır. Hiç gereği yokken ve tamamen saçma kaçacağı belli iken, milleti
paramparça etmesi ve müspet milliyetçiliği menfi imiş gibi tavsif edip adeta
lanetlemesidir. Esas suçlu olanlar, bu lanetli örgütü ve hasta mahlûku başımıza
bela edenlerdir. Ki, bugünler bilinerek bela edilmiştir. Bela edenlerde
siyonizmin itleridir, aynı bela olan it gibi. Türk Milleti her zaman aldatılmış
ve piyon yerine konmuştur. Türk Milleti kendisine sahip çıkabilecek kimse
bulamamıştır. Sahip çıkacakları da anlamamıştır. Kürt kardeşlerimiz de bu
oyunda kullanılmıştır. Kendini Türk ve Kürt olarak sunan ama siyonizme çalışan
şerefsizlerin ürünüdür malum yapılar, şahsılar ve mevcut halimiz. Artık
gerçekleri görmemiz, kendi kafamızla düşünmemiz, kendi tarihimizden beslenerek
kendi oyunumuzu kurup oynamamız gerekiyor. Ayrıca bilinmelidir ki; mektup
denilen laf torbası da asla sunulduğu gibi değildir. Her satırı tuzaktır. Hem
de büyük belalara davetiye çıkaran bir tuzak.
Bir de şunu ifade edeyim ki; olayın
arka yüzü hiçte tahmin edildiği gibi aydınlık değildir, bilakis kapkaranlıktır.
Küresel Domuzlar Diktatoryası, kesinlikle bir ‘’İç Savaş Planı’’ yapmaktadır. Tüm dizaynlar buna matuftur. Sefil
caninin sürekli olarak İslam ile ilintilendirilmesi, hidayete ermiş gibi
gösterilmesi ve kendi yazdığı iddia edilen mektuptaki ifadeleri bu kirli
hedefin kotarılmasına yöneliktir. Olası bir iç kargaşada tüm Kürt
kardeşlerimizin Ermeni sicilli örgütle, PKK-BDP, hareket etmesini sağlamaya
yöneliktir. Akıllı olmak, iyi düşünmek ve ne yaptığımızın farkına varmak
gerekiyor.
İKİ: Şimdi PKK-BDP denilen lanetli
yapılara köpeklik yapmak, onlar adına havlamak revaçta. Kimi şırfıntı sefil
caninin posteri ile şanlı bayrağımızı bir tutar ve kimisi PKK yı terörist
olarak görmez. Kimi pezevenk PKK teröristlerini kutsar ve kimisi PKK emelleri,
gerçekte Siyonizmin emelleri, için havlar. Yine kimi it PKK adına PR çalışması
yapar. Bunların geneli de PKK-BDP yapısından vekillik uman ve bu arzuları için
havlayanlardır. Çünkü bundan böyle oradan aday olabildikten sonra seçilebilmek
daha kolaydır. Zira hedef kitle yanlış taktiklerle çoğaltılmıştır. Hakikatte
ise insanlara zulmedilmiştir. Çünkü bile isteye küfre yönlendirilmişlerdir. Zira
PKK-BDP özünde kâfirdir. Kürt kardeşim, bu canilerin peşini bırakmalıdır. Önce
zalim ağalar zulmetmiştir sonra da vekil markalı ağalar zulmetmeye
başlamışlardır Kürt kardeşlerimize. Ama sanki Türkler zulmediyorlarmış gibi
gösterilmeye çalışılmıştır. Kürt kardeşlerimiz, Ermeni, Yezidi kökenli ağaların
ve teröristlerin ırgatlığını yaparak ömürlerini tüketmişlerdir. Artık gerçekler görülmeli ve olunması gereken
yerde olunmalı, durulması gereken yerde durulmalıdır. PKK-BDP denilen Siyonizm
maşalarının Kürt kardeşlerimize verebilecekleri hiçbir güzellik, iyilik yoktur
ve olamaz. Vallahi de, billahi de, tallahi de yoktur ve olamaz. PKK-BDP özünde
Ermenidir. Vallahi de, billahi de, tallahi de Ermenidir ve Siyonizmin emelleri
için çalışmaktadırlar. Kafası az biraz basan, gözü az biraz gören, kulağı az
biraz duyan, yüreği az biraz hisseden biri, PKK-BDP yapılanmasında Kürt
kardeşlerimizin ezildiğini, katledildiğini ve insandan sayılmadığını ama Ermeni
kökenlilerin ve Siyonizme muti olmuşların ise devran sürdüklerini mutlaka fark
edeceklerdir. PKK-BDP yapılarının kimyası ile Kürt kardeşlerimin kimyası asla
ve asla uyuşmaz, badema uyuşmayacaktır da.
ÜÇ: Rüzgâr gibi geçen zamanları hatırlatmaya yeltenen ama
bunu yaparken de kin ve nefret tohumları eken, tarihi şerefsizce tahrif ve
tahrip eden namussuzlar var. Onca can vermiş nadide yapıları ve o yapıların
müntesiplerini katil gösterme cüretinde bulunulmaktadır. Şerefsizce tezgâhlar
kuran kodamanların sanki bu yapılarla bağı varmış gibi gösterilmektedir. Gerçek
katiller ve hainler ise temize çıkarılmakta, masummuş gibi sunulmaktadır. Oysa
her iki tarafta suçlu ya da suçsuz olsa bile, eşit bir değerlendirme yapılacak
olsa şayet, faşist katil olarak gösterilen insanlar kesinlikle haklı çıkarlar.
Çünkü onlar haydi aldatıldıklarını düşünelim. En azından vatan, millet, din,
devlet gibi kadim ve kuşatıcı değeler adına kavga vermişlerdir. Ya diğerleri;
bu milleti ve ülkeyi kızıl emperyalizmin kölesi yapmak için kavga vermişlerdir.
Erkekseler yalanlayabilsinler bunu, tarihi tahrif ve tahrip eden ve bu milletin
masum gençliğini aldatan namussuzlar. Bu meşum yapım mümkünse yayından
kıldırtılmalıdır. Çünkü göz göre göre kin ve nefret tohumları ekmekte, yeni
felaketlere davetiye çıkarmaktadır. Aslında kirli emellerin altyapısı
hazırlanmaktadır. Ama gençlik bu tür derin yönlendirmelere kanmamalı ve
gerçekleri keşfetmelidir. Kendi kitabını ve tarihini iyi okumalı, anlamalıdır.
DÖRT: Tüm olan biteni bizatihi müşahede
ettikten sonra, Ayyıldızlı al bayrağın asılmamasına sitem etmek, bana pek
inandırıcı gelmiyor. Kimse kusura bakmasın ama eylemler ve söylemler tutarlı
olursa inandırıcılık özelliği artar. Bilakis inanmak kabil değildir. Bu arada,
şanlı bayrakla kimyası uyuşmayan bazı namussuzlar var, hemen bunu fırsat bilip
hücuma geçen. Bu necip milletin evlatları sanmasınlar ki, bu mikroplar şanlı
bayrağımıza tutkunlar. Asla böyle bir şey yoktur. Bilakis bu zamanlarda yüce değerleri
suiistimal ederek kendilerine pay çıkarmaya çalışırlar bu tipler. Ama
aldanmamalı, inanmamalıyız. Bayrağı sevenler, ancak o bayrağın mahiyetini idrak
edebilecek seviyede olanlardır. Din düşmanları o aziz bayrağı sevemezler.
Millet düşmanları o aziz bayrağa yürekten tutkun olamazlar. Sefil bir caniye
müsamaha gösterenler o aziz bayrağa hak ettiği saygıyı gösteremezler. Ey
Müslüman Türk evladı! Kim olduğunu bilirsen, nerede, nasıl, niçin ve kim için
çalışacağını da bilirsin. Gerçekleri ayan beyan görürsün. Kitabını ve tarihini
iyi oku! Kitabına ve tarihine yüz çeviren ve ihanet eden milletler köpekleşmeye
ve köleleşmeye mahkûmdurlar ve layıktırlar.
BEŞ: Katil devletin, masum Müslüman
yavrularının kanına giren alçak siyonistin özrüne kanmamak icap eder. ‘’Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez’’
diye bir şey vardır. Siyonist şeytandır. Şeytan emeline ulaşmak için taviz
verir, kandıracağı kişinin emrine amade bile olur. Bu olayın da asla masum
olduğuna inanmıyorum. Allah korusun! Âmin. Maalesef Müslüman Türk Milleti öyle
çıkmazlara itiliyor, öyle kararlara mahkûm ediliyor ki; hiçbir zaman
mukadderatını kendi tayin edemiyor. Biri geliyor, kötülük ekiyor; öteki geliyor
isteyerek ya da istemeyerek yine kötülük ekiyor. Böylece millet bir türlü
felaha eremiyor, kendine gelemiyor ve yolunu bulamıyor. Allah düşmana fırsat
vermesin. Allah bu milleti korusun. Âmin. Çünkü bu milletin yıkılışı demek;
insanlığın yitişi, tükenişi ve yok oluşu demektir bir yerde. Kalıba bakarak
anlaşılmaz bu. Hissetmek gerekir.