Sefil bir muhafazakârlığın mahkûmlarıyız hepimiz. Kendimizden başkasını düşünmeyiz hiçbirimiz. En üstte olmak, servet, şöhret, makam sahibi olmak tek derdimiz. Ahlaklı olanı desteklemek ve adil olmak iken tek görevimiz, lortlara kulluk olur her devirde kaderimiz. Çıkarları için dünyanın ve insanlığın anasını ağlatan kompradorlara eyvallah çektiren afyon olur dinimiz. Fark edemeyecek kadar ruhumuz ve beynimiz tükenmişse de, gerçeği asla yok sayamayız; rezil ve sefil bir hayatın kıskacındayız. Her şeyi ezberliyoruz. Alışıyoruz, alışmamız istenen şeylere. Gülerken birileri, ağlıyor milyonlar ezberlediği ve alıştığı şeylerin çıkmazında. Vatan deniyor susuyoruz, Atatürk deniyor susuyoruz, Allah deniyor susuyoruz. Ama bu suskunluğumuz yüzünden sürekli kan kusuyoruz. Allah demek adalet getirmiyorsa ve Allah diyen adaletten kaçıyorsa böyle bir Allah telakkisini ne yapayım ben? Vatan demek adalet aşkımızı gölgeliyorsa ve vatan diyenlerin kalpleri adalet için atamıyorsa tükürürüm böyle vatan telakkisinin içine. Atatürk ve laiklik söz konusu olduğunda her şeyi göze alanlar, höykürenler adalet denince sesten, soluktan kesiliveriyorsa böyle bir Atatürk ve laiklik benim neyime? Ben ağlıyorken, kan kusuyorken ve birileri sürekli semirip palazlanıyorken, Allah, vatan, Atatürk diyecek kadar ve bu şekilde uyutulacak kadar ahmak mıyım be? Görmüyoruz, görmekte istemiyoruz yapılan şerefsizlikleri. Allah, vatan, Atatürk diyen kompradorların arka planda insanlık adına değilde, münhasıran kendi çıkarları, cepleri adına çalıştıklarını bir türlü sezemiyoruz. Sezenlerin seslerini kesiyoruz. Makam, servet, şöhret mamalarıyla daha vicdanlardan hayata aksetmeden boğuyoruz çığlıkları.
İnsanlığı ilgilendiren yegâne olguların ahlak ve adalet olduğunu bilemiyoruz. Bunlar olmayınca Allah, Atatürk, vatan demenin bir hükmünün olamayacağını idrak edemiyoruz. İnsanlığın kanını, ortak olguları kullanarak emenlerin, kendi ortak noktalarında birleştiklerini ama insanlığın ortak çıkarları olunca kavgaya tutuşup işi çıkmaza soktuklarını ve buradan da rant devşirmeye, oy çalmaya çalıştıklarını bir türlü göremiyoruz. Şeyhlerin, ortaçağ kalıntısı ağaların, politik madrabazlarla işbirliği yaparak, terimizi, yaşımızı ve kanımızı onlara peşkeş çektiklerini bir türlü algılayıp, anlayamıyoruz. Allah, namaz, oruç diyorlar ama mütemadiyen kul hakkı yiyorlar. Müstesnaları istisna saydığımız herkesin malumudur. Biz çoğunluktan bahsediyoruz. Başörtüsü diyoruz ama ahlak ve adalet işin içine girince hissizleşiveriyoruz. Cumhuriyet, laiklik diyoruz ama ahlak ve adalet işin içine girince körleşiyoruz. Bayrak, marş diyoruz ama işin içine ahlak, adalet girince sağırlaşıyoruz. Bedelli çıktı birleştiler, zam çıktı birleştiler, soygundan kurtulmak dendi birleştiler. Peki, insanlık için birleştikleri bir şey var mı? Yok ve arasakta bulamayız. Biz böyle adam olamayız. Ne şiş yansın ne de kebap diyen sürüye dönmüşüz, döndürülmüşüz. Allah diyen cemaatlerin tek bir gün bile adalet dediklerine şahit oldunuz mu hiç? Ya da milli ahlakı önemsediklerini gördünüz mü? İçki hürriyeti, emek diye deliren sahtekârların adalet için delirdiklerine şahitlik ettiniz mi? Devlet diye haykıranların, vatan üzerinde yaşayan insanların adalet çığlıklarına kulak kesildiklerini gördünüz mü?
Kahrolsun canımız yanıyor. Dehşetli bir sömürü var. Her şey paraya endekslenmiş. Muayyen bir zümre resmen ve alenen kanımızı emiyor. Politikanın ve politikacı sahtekârların kuklası, kulu olmuşuz. Hiçbir şeyi algılayamıyor, anlayamıyoruz. Gözümüzün önünde olan biten şeyleri fark edemiyoruz. Birinden kaçıp kurtulduğumuzu sanıyoruz ama aynı olan öbürüne yakalanıyoruz. Fakat onu farklı sanıyoruz. Şeyh bozmalarının, politikacı şarlatanların, sanatçı kılıklı şebeklerin, komprador pezevenklerin tasallutundayız. Bizlere nasıl oyun oynadıklarını, bizleri nasıl sürüye dönüştürdüklerini, bizleri hangi argümanlarla kandırdıklarını bir türlü sezemiyor, algılayamıyoruz. Ezen düzenlerin karşısında ve ezilen insanlığın yanında olmamız gerekirken, düzenin nimetlerinden nemalanıp, palazlanınca hemen düzülmeye, ezilmeye hazır hale geliyoruz. Makama, servete, şöhrete tüm değerlerimizi değişiyoruz. Her gün kulaklarımızda çınlayan Allahuekber nidalarını ve ölümün, sessizliğin kalbinden kalbimize gönderdiği uyarıcı titreşimi bir türlü duyumsayamıyoruz, fehmedemiyoruz. Kalbimiz dünya nimetlerine bağlanmış, gövdemiz yüce değerlerle dağlanmış. Kötülüğün karşısında durmamız icap ederken, iyiliklere düşman olmuşuz. Dürüstlük beş para etmiyor artık. Ne kadar dürüst iseniz, o kadar tehlikelisiniz. Riyakârlar baş tacı olmuş. Her yer namussuzla dolmuş. Okumak anlamsızlaşmış, okuyan belasını bulmuş. Kitap yasak meyve özelliğini muhafaza ediyor hala muhafazakârlaşan sürü toplumunda.
Artık milletin uyanması, dirilmesi, gerilmesi, ileriye atılması gerekiyor ve tüm sahtekârların pis mikrop suratlarına tükürmesi gerekiyor. Evet, yine Allah de, yine vatan de, yine Atatürk de ama ahlakın ve adaletin olmadığı yerde bu olguların anlamsızlaşacağını da bil. Bu değerlerle sömürülmeye bir son ver. Merak et, düşün. Hayatı sorgula. Sorusuz kalma. Niçin ve kim için var olduğunu anla. Niçin ve kim için var olman, çalışman gerektiğini bil. Diril ve diren, asla boyun eğme. Sen ağlama ve ağamlasın başkaları, birileri gülerken. Gülmenin ve yaşamanın herkesin hakkı olduğunu unutma. Kompradorlar ve aşağılık veletleri yesin, içsin, gezsin, oynasın; sen de bunları izle ve yüreğin acıyla kıvransın. Buna nasıl eyvallah çekebiliyorsun? Bu kadar konformist, korkak ve kokmuş olamazsın. Sanatçı, politikacı, cemaatçi, mülkiyetçi sahtekârların veletleri günü gün etsin ama bütün günler sana dar ve zor gelsin. Bu nasıl iştir Allah aşkına? Bunu kabullenmek haysiyetimizi zedelemiyor mu? Sen işsizsin, ama bütün kapılar açılıverir kodaman çocuklarına? Sen bir gün bile şöyle adam gibi tatil yapamazsın, tüm ezenlerin çocuklarına hayatın kendisi tatildir. Sen tek bir simit karşılığında yılları yersin ama bir kodaman ve kodaman çocuğu adaletin kapısına kadar bile gelmez. Bu adaletsizliği, bu zalimliği nasıl hissedemezsin? Dönen dolapları nasıl olurda göremezsin?
Son tahlilde; hayat yolu azap yolu ve her adımımız acılarla dolu. Böyle bir hayatta şereflice yaşamak ve şeref (ahlak-adalet) için kavga vermek varken, nasıl olurda şerefimizden vazgeçer, şerefsizlik bataklığına demir atarız? Hangi duygu ve düşünceyle, acı çeken sessiz çoğunluğu görmeyip, dünya nimetleriyle sarhoş olanların sundukları sahte gölgeliklerde yan gelip yatarız? Ve nasıl olurda, dinimizi (tüm yüce erdemlerimizi), beş kuruşa satarız? Gerçekten, insanlığın bir VİCDANI var mı çok merak ediyorum? Haddizatında bu sorunun, böyle bir dünya da anlamsız bir soru olduğunu da biliyorum. Çünkü muhafazakârlığın vicdanı olmaz ve muhafazakâr olmayan hiç kimse yok maalesef. Bu yüzden de muhafazakârlık daima muhafaza edilir. Çünkü sömürünün yegâne kaynağıdır. Binaenaleyh, dincisi de, laiki de, milliyetçisi de muhafazakârdır milletimizin.