Savaşı, iki yönlü değerlendirebiliriz. Biri şeytani
savaş, diğeri ise insani savaş. Ama her savaşta en güçlü olan bir taraf mutlaka
bulunur. Zira ne adına olursa olsun, savaşa cesaret edecek bir gücün bulunması
şarttır. Milleti ve destek güçlerini motive edecek bir güç olmadan, insanları
savaşa yönlendirmek, istediğin neticeyi almak ve muzaffer olmak imkânsızdır.
İnsani savaş, Hakk temellidir. Çünkü hakkı ve namusu çiğnenen insanlığın
hakkını almak, kaynaklarını kendine ait kılmak ve namusunu kurtarmak için
yapılır. Şeytani savaş ise, batıl temellidir. Bu savaşta, hak ve namus
mevhumları önemsenmez. Bilakis hakkın metazori gaspı, kaynakların yağmalanması
ve namusun payimal edilmesi için yapılır. İnsani savaş; yapmak, adaleti ikame
etmek ve insanlığı şeytanilerden kurtarmak içindir. Bu savaş, zımni bir
zorunluluk icabıdır. Ahlakın ve adaletin gereğidir. İnsanlık adına yapılması
şarttır, bir görevdir. Ruh odaklıdır. Ortak iyiliği esas alır. Herkesin
kazanmasıyla neticelenir. Özünde mazlumların savaşıdır. Genel bağlamda
zalimlerin de kazanmasını tevlit eder. Zalimler bunu algılayıp, anlayamasalar
da. Şeytani savaş ise; yıkmak, gasp etmek, sömürmek ve insanlığı esir etmek
içindir. Beden odaklıdır. Çıkarı esas alır. Bir zümrenin kazanmasıyla
neticelenir. Özünde zalimlerin savaşıdır. Ama hakikatte zalimler içinde
kayıptır, fakat onlar, kör, sağır ve hissiz oldukları için bunu algılayıp,
anlayamazlar. Biz burada hayatımızı bitevi meşgul eden ve örneği mebzul olan ve
elan da devam eden şeytani savaştan, savaşlardan bahsedeceğiz. Geçelim!
İşgalle başlar savaş. Savaş, düşünce, ideal ve emeller
bazında, mutlak zıtlık teşkil eden iki taraf arasında olur. Muhtemel
ittifaklarla bazen taraflar çoğalabilir. Ya da iki taraf görünür ama diğer
taraflar kendilerini göstermeden savaşa iştirak ederler ve zımnen teçhizat
olarak takviyede bulunabilirler. Mutlak zıtlık arz etmeyenler arasında da savaş
olabileceğini düşünebiliriz ama arka perdede yine de mutlak zıtların savaşıdır
bu. Kendileri adına savaştıklarını zannedenler, haddizatında kendilerinden
olmayanlar için savaşırlar ama bundan bihaberdirler. Tarihi mutlak netlikte
bilemediğimiz için, bunun aksini söyleyebiliriz ama söylediklerimizi tam olarak
ispat edebilmek mümkün olamayacağı için, iddialarımızın havada kalması
muhtemeldir. Zira bizler ancak yazılanları okuruz ama olayları zamanına,
zeminine ve şartlarına göre saf belirginlikle asla okuyamayız. Yazanların da,
yazılanlardan beslenerek ve kendi algılarına, anlamalarına göre yazdıkları bir
gerçektir. Tarih, zamanla tahrif edilir. Tahrif edilmeyen tarih tehlikelidir,
egemenler için. Tarihi tahrif etmeden, tarih vasıtasıyla zihinleri tahrip
edemezsiniz. Zihinler tahrip edilmeden de, istediğiniz yönlendirmeyi
yapamazsınız. Bu bilinmezse insanlık sürekli aldanır. Savaş, büyük bir ekonomik
gücü ve silah gücünü koşul kılar. Çünkü silahı olmayan savaşamaz. Parası
olmayan da silah alamaz. Kanla olur savaş. Çok kan döken kazanır. Dökülen kanla
ölen kişi sayısı orantılıdır. Fazla insan kaybeden, savaşı da kaybeder. Ama
bazen masada değiştirir sonucu. Ya yenilirsin ya da yenersin; her savaşın doğal
sonucudur bu. Masa, tehlikelidir savaşta. Çünkü masada, gizli egemenlerin
direktifleri dikte edilir daima. Tarih, masaya oturanların kazandığını pek
yazmamıştır. Yazılanlar ise yalandır. Kazandığını sananlar bile kaybetmişlerdir
haddizatında. Savaştan sonraki barış hem iyidir hem de kötü. İyidir; akan
kanların durmasına, çekilen acıların hafiflemesine ve barış köprülerinin
kurularak güçlü bir dostluğun başlamasına vesile olabilir. Kötüdür; dost postuna
bürünen düşmanın sinsi oyunlarıyla yok edilirsin. Ki, genelde de bu olur ve
olmuştur. Geçelim!
Bu söylediklerimizi komplo bağlamında değerlendirenler
olabilir. Ama şeytan varsa komplo yok demek absürttür. Ki, komploya
inanmayanın, kendisi komplonun bir parçasıdır. Bazı komplo teorileri, bazen
karşıt komplo teorilerini çürütmek ve gidişatı değiştirmemek içindir. Yani
gerçeği ifade eden komplo teorilerini tesirsiz kılmak için saçma teoriler
üretilerek insanlığın beyni karıştırılır. Ya da gerçeğin ta kendisi olan
şeyleri, bunlar komplo teorisi diyerek olay sulandırılır. Dünyada ki, her
yıkımın, her gaspın, her işgalin, her zulmün ardında mutlaka şeytaniler vardır.
Çünkü dünya da savaşan sadece iki taraf vardır. Bunlar; şeytan ve insandır. Bu
yüzden insanlığın ortak vicdanını sızlatan, fıtri varoluşa mugayir olan her şey
şeytanidir ve şeytanilerce hazırlanmaktadır. Çokta masum düşünmemek ve duygusal
bakmamak gerekir. Zira masumiyet ve duygusallık çok zaman aldanmayı intaç
etmiştir. Aklın, kalbin ve vicdanın bir çalışacak. Komplo bir yerde şüphe
etmektir ve şüphe etmeyen doğruya zor ulaşır. Bu yüzden, komplo teorisi olarak
addedilen şeylere faraza inanmasak bile mutlaka sorgulamasını yapmalıyız.
Müteyakkız olmak kaybettirmez. Gaflet ise öldürücüdür.
Gelelim sadede. Sanki Türkiye topraklarında yaşayan Türk
Milletinin unsurları arasında savaş varmış gibi muhtemel bir barıştan söz
ediyoruz ve bunu ta Avrupalara kadar böyle yansıtıyoruz. Hatta zavallı ve sefil
bir manyağı barışın tarafı olarak lanse ediyoruz cümle âleme, hatta ipler sanki
onun elindeymiş gibi bir hava oluşturuyoruz. Ne kadar vahim bir haldir bu.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin itibarını beş paralık
ediyoruz. İşgal olmayan bir yerde, binyıllarca kader birliği etmiş olan unsurlar
arasında sanki savaş varmış gibi bir hal içindeyiz. Türk Milleti, kadim
kardeşleriyle ve kendinden olan bir parçayla savaş içerisindeymişte, şimdi
kardeşleriyle barış yapıyormuş gibi yansıtılmaktadır. Oysa böyle bir şey
kesinlikle yoktur. Ama düşman var diyor ve sen bunu kabul edeceksin diye
dayatıyor. Bu bir tuzaktır. Yıllarca, kendinden bildiği ama kendinden olmayan
ve düşmana çalışan bir güruh tarafından köle muamelesi görmüş ve mütemadiyen
ezilmiş bir millet, şimdi kendisine lider olarak intihap edilen kişilerce savaş
olduğuna inandırılıyor ve savaşmayanlarla barışa zorlanıyor. Çünkü aynı
kimliği, değerleri, tarihi sahiplendiğini sandığı kişilerce zımnen bir savaş
olduğu söyleniyor. Savaş olmadığını söyleyenlere de inancını kaybetmiş. Yani
arada kalmış bir millet haince aldatılıyor. Olmayan bir savaştan aptalca bir
barış çıkartılarak milletin kaderiyle oynanıyor. Kürtlükle alakası olmayan ve
birkaç kurşunluk canı olan birkaç Siyonist maşası Ermeni bozmasıyla yapılan
küçük mikyaslı, düşük yoğunluklu savaş bahane edilerek Kürt kardeşlerimizle
barış yapılıyor. Savaşan Kürt kardeşlerimiz değil ama barışan onlar oluyor. Bir
şekilde beceriliyor, olduruluyor. Böylece Kürt maskesi takan ama gerçekte
Ermeni kimliğine sahip olanlar Kürt kardeşlerimizin temsilcisi konumuna
yükseltilerek onore ediliyorlar. İşin hülasası; savaşan arka planda Ermeniler
ama barış yapılmak istenen Kürt kardeşlerimiz. Bu çok tehlikeli bir oyundur.
Üstüne oturduğumuz dalı bile isteye kesmek gibidir. Kendi varlığına kurşun
sıkmaktır.
Bir kıvılcım çakıldı. Büyüdü, ateş oldu ve bütün evi
sardı. Ateş evi sararken öylece bakıldı. Ve yenice yakıp kül etmeye başladı.
Ateşi kıvılcımken söndürmezseniz, kıvılcım ateşe dönüştüğünde söndürmeye
çalışmak büyük bedeller ödetir. Bunu algılayıp, anlayamayacak kadar sığdık ve
hala sığız maalesef. Gerçekten savaşılmış olsa bu durum ortaya çıkmazdı. İşte
savaşmadan yenilmek, kaybetmek diye buna denir. Hayır, ortada savaş olduğuna
dair bir emare de yok. İşgal mi var, gasp mı var, ne var? Üstelik kazananlarda bizden
değil. Zamanın behrinde masada kaybettik, yine aynı yerde kaybediyoruz. Ki,
oraya oturduğumuz zaman kaybettik, oturduktan sonra değil. Haddizatında o
masaya kıvılcım çakılırken oturduk ama ya fark edemedik ya da hainlik ettik.
Biz hainlerin kurbanı olduk daima. Kimliğimizi ve dinimizi ötelemeye
başladığımız andan itibaren hep hain ürettik, şehit kanıyla sulanmış bu
topraklarda. Savaşmadığımız Kürt kardeşlerimizle barış yaparız, ülkeyi
paramparça edip Eyaletlere böleriz. Hakikaten biz neyiz, kimiz, kimdeniz?
İstemeyenlere eyalet tahsis ederiz. Cehalet midir, bir şeylerin diyeti midir,
kurnazlık mıdır aklım almıyor. Hayır, Lazistan’dan bahseden kim? Kürdistan’dan
bahseden kim? Yani durduk yerde illede bir vatanı, milleti parçalamak ne demek?
Bir defa, Türkiye’yi eyaletlere ayırmayı teklif etmeyi bırakın, tasavvur etmek
bile vatana ihanet telakki edilir. Hayır, bir Türk evladının böyle bir durumda
ne düşünmesini ve ne yapmasını beklersiniz ki? Vatanının bölünmesini tasvip
etmesini mi? Bunu düşünen birinin Türk evladı olması ihtimali yüzde kaçtır
Allah aşkına? Ya da böyle birinin Türk evladı olma ihtimalini düşünmeyi
düşünmek bile saçma mıdır? Her şeyinize eyvallah çekilse bile, bu, ancak tahrif
ve tahrip olmuş bir zihinin ürünü olabilecek düşünceye eyvallah çekmeyi hiçbir
Türk evladının ruhu, beyni ve vicdanı kaldıramaz. Bir Türk evladının vatanının
bölünmesinden zevk alabileceğini asla düşünemem. Bu beni kahreder.
Tüm bu olup bitenler karşısında tepki gösterenlere de
inanmakta zorlanıyorum. Yani bugünü doğuranlar, şimdi doğurdukları, doğmasına
sebep oldukları şeyi beğenmiyorlar. Allah, namus, vatan aşkına ya da Marks,
Lenin, Mao aşkına ya da madde, doğa aşkına geçmişteki strateji ve
taktikleriyle, yanlış düşünceleri ve eylemleriyle bugünü doğuranlar, doğmasına
neden olanlar Kemalistlerden (bunların
Mustafa Kemal’le zerre alakaları yoktur) başka kimlerdir? Türk kimliğini
tahrif ve tahrip ettiniz. İslam’ı zaten silmek istediniz. Faraza savunmuş
olsanız bile dinden arındırılmış bir Türklüğü savundunuz ama Türklüğün
İslam’dan arınmasının asla mümkün olamayacağını anlamadınız. Üstelikte güya
kendisine dayanarak politika ettiğinizi söylediğiniz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din, İslam
Dinidir’’ dediği halde. Ülkücüleri faşist, İslamcıları yobaz olarak tavsif
ettiniz ve bitevi aşağıladınız. Laiklik deyip durdunuz, laiklik silahıyla
milletin yüce değerlerini vurdunuz ama dilinize pelesenk ettiğiniz bu laiklikle
bir türlü karınları doyurmadınız ve hiçbir kalkınma hamlesine imza atmadınız.
Yani genel itibariyle Türk ve İslam kimliğine alerji duydunuz, yanlış adamlara
uydunuz, milleti umursamayıp, duymayıp uyudunuz. Alerjilerini açıktan ifade
edenleri bağrınıza bastınız ve sürekli koruma altına aldınız. Ne gariptir ki
hala da aynı şeyi yapıyorsunuz ve bir de milletten medet bekliyorsunuz. Tam
anlamıyla trajikomik bir hal içindesiniz. Hayır, yalan mı söylediklerim?
Yüreğiniz yetiyorsa yalanlayın. PKK denilen lanetin çıkışını kimler hazırladı?
Ya da madem çıkartıldı, niçin bu illetle yüreklice mücadele edilip kökü
kazınmadı? İstenilse yapılamaz mıydı? Medeniyeti, içkide, çıplaklıkta, kumarda
ve her türlü lüzumsuzlukta gördünüz. Bir başörtüsü yüzünden ne acılar
yaşattınız, canların yok olmasına sebep oldunuz. Bu memleketin öz sahiplerine
parya muamelesi yaptınız. Mütemadiyen partileri kapattınız. Bu milletin
ordusunu mahvettiniz. Yargısını çürüttünüz. Milleti yıprattınız, ezdiniz,
korkuttunuz. Yani bugünü, dünlerde siz
kendiniz hazırladınız. Oysa bunların hiçbirini yapmayabilirdiniz. Millete
zulmetmeyebilirdiniz. Zulmedenleri savunmayıp, onlara dur diyebilirdiniz.
Münhasıran ahlak ve adalet için mücadele verebilirdiniz. Ki, haddizatında
yegâne vazifeniz de bu olmalıydı. Hayır, bir toplumsal yapı evrensel ahlak ve
adalet için dövüşmeyecekse, ne için dövüşecek? Milletiyle mi dövüşecek? Böyle
bir toplumsal yapının süsüne heves değildir herhalde millet? Hayır, ahlak ve
adalet diye bir derdi olmayan toplumsal yapı zaten çeksin gitsin bu
topraklardan. Bu zor değildi ve istenildikten
sonra çok kolayca başarılabilirdi. Millette bugün, bunlara muhtaç olmaz, her
dediklerine eyvallah çekmezdi. Millet
nice yanlışlıklara, münhasıran sizden korktuğu için katlanıyor. Şerefim
üzerinde yemin ediyorum tek gerçek budur. Yoksa bu millet eyalet ihanetini
tasvip edecek ve buna katlanacak kadar varlığına düşman olamaz. Tabi bu söylediklerimi algılayıp, anlayacak
kafa lazım. Duyumsayıp, hissedebilecek yürek lazım. Dünlerde, sizi,
yaptıklarınızı yapmanız için teşvik edenler, işte tam da bugünlerin doğmasını
isteyenlerdi ve bugünleri doğurtmak için dünlerde millete sancılar yaşatmanızı
istediler ve başardılar da bunu. Yapmadınız, hiçbir şey yapmadınız.
Yediniz, içtiniz, keyfinize baktınız. Bir dakikalık bile olsa varoluş sancısı
duymadınız. Her devirde kral biz olur, millete emrederiz sandınız.
Hayır, biri bana namusluca, şereflice söylesin de
şapkamı çıkarıp ellerini öpeyim, önünde diz çökeyim. Allah aşkına, Türk
Ordusundan Türk evlatlarının ihraç edilmesi, iki de bir Türk Milletinin
çoğunluğunun oy verdiği partilerin kapatılıp durması ve vicdanların rencide
edilip, umutsuz bırakılması, Türk Milletinin varoluş değerlerinin tahkir ve
tezyif edilmesi, bir başörtüsü yüzünden nehir gibi gözyaşlarının akıtılması,
ruhların feci şekilde tahrip edilmesi Müslüman Türk Milletine ne kazandırmıştır?
Müslüman Türk Milletinin hayrına mı olmuştur tüm bu olanlar? Haydi, bunları
yaptınız, bunların yanında millete hizmette etseydiniz, adaleti de
getirseydiniz ve gerçekten hissedilir düzeyde çalışsaydınız yine öfkeleri
hafifletebilirdiniz. Ama yapmadınız. Peki, sizin göreviniz, derdiniz bu
milletin imanı ve kimliği mi olmalıydı? Türk Ordusundan Türk Milletinin
evlatlarını ihraç ettirmek mi olmalıydı? Gariban kız çocuklarının örtüsüyle
uğraşmak, onların ömürlerini verip elde ettikleri haklarını gasp etmek miydi?
Hayır, bunları yapmak zorunda değildiniz, yapan namussuzları desteklemek
zorunda değildiniz. Siz bunları yapmasanız, bu millette size bu kadar muhalefet
etmez, şimdi olanlara da boyun bükmezdi. Bana lütfen, bunlar olmadı demeyin.
Beni kör, sağır ve vicdansız olarak tavsif etmeyin. Bunu yapmanın ne olacağını
ve böyle yapana ne söyleyeceğimi bilirsiniz. Çünkü biz mal değiliz, şerefsiz
değiliz, cahil değiliz. Her şeyi algılayacak, anlayacak beyne de, yüreğe de,
vicdana da sahibiz elhamdülillah. Yapılan tüm olumsuzluklar her zaman gâvurun
ekmeğine yağ sürdü ama bu millet yapılanlardan bir fayda görmedi. Ki, bu
zulümlerin ardında da muhtelif yabancı güçler vardı kesinlikle. İşte şimdi aynı
güçler dünkü yapılmasını sağladıkları şeyleri hiç fark ettirmeden kullanarak,
bugün istediği başka hesapları gördürüyor. Dün bu zulümleri yapanlara,
yatıranlar ve yapanlara sessiz kalanlar, bugün kü ihanetler karşısında milletin
tepkisiz kalmasından sorumludurlar. Çünkü bugünküler, dünlerdeki zalimlikleri
ve zulümleri kullanarak istediklerini yapmaktadırlar, böylece yol
almaktadırlar. Yani dünkü ihanetlerin yol vermesiyle bugünkü ihanetler yol
bulmaktadır.
Aynı şekilde Ülkücü camianın tabanı değil ama tavanı da
sizlere (Kemalistlere) bir yerde payandalık yaptı. Ki, taban olarak en masum,
en samimi topluluğa sahip kesim Ülkücü kesimdir. Ki zaten sorunda buradadır.
Tabana layık bir tavanın olmayışı Ülkücü camianın her zaman sancısı olmuştur.
Şimdi bunu daha iyi fark ve idrak ediyoruz. Türk kimliğini özüne layık olarak yaşatamadı
ve savunamadı milliyetçi tavan. Nurettin Topçu’yu, Cemil Meriç’i, Mehmet Akif
Ersoy’u, Necip Fazıl’ı, Osman Yüksel Serdengeçti’yi, Peyami Safa’yı, Erol
Güngör’ü, Remzi Oğuz Arık’ı, Dündar Taşer’i, Galip Erdem’i idrak kabiliyetinden
yoksun tipler işgal etti zirveleri ve kulaklarını tıkadılar yıllarca tabana.
Türklük ile İslam’ı mezcedip bütünleştiremediler. Kendilerini revize
edemediler. Bilgiyle, bileği aynı potada eritemediler. Gençliği sahiplenip
koruyamadılar. Onlara bir ideal aşılayamadılar. Onların kullanılmasına engel
olamadılar. Maalesef bunlar gerçeklerdir. Bu gerçekleri görüp, aynı hatalara
düşmemeli ve yapılan yanlışlıklar telafi edilmelidir. Kemalistlerin bunu
yapabilmesi kabil-i mümkün değildir ama Ülkücü camianın yapabilmesi kabil-i mümkündür
ve yapmalarından başkaca da çareleri yoktur. Ne kendilerinin, ne ülkenin ne de
milletin bundan başka kurtuluş şansının olmadığını düşünüyorum. Gerçeklere göz
kapamak, gerçekleri yok etmez. Gerçeği söyleyenlere kızmakta, bir şey
kazandırmaz. Yalanlayıp, yanlışlaşabiliyorsan buyuracaksın, bilakis gerçeğe
boyun eğip gereğini yapacaksın. Kendini bileceksin, haddini bileceksin ve
Hakk’a geleceksin. Karanlığı delecek, yanlışları sileceksin. En sonunda ülken
gülecek, devletin gülecek, milletin gülecek ve sen güleceksin. Birilerini
şiddetle tenkit ederken, kendini asla unutmayacaksın. Sürekli otokontrol
yapacaksın. Çünkü kendini kontrol etmezsen, hatalarını hatırlayıp ders almazsan
yine aynı şeyleri yaparsın ve bu sefer Allah korusun bütün mevcudiyetinle batarsın.
Millete umut vermelisin. Güven vermelisin. Ahlakı ve adaleti en üst seviyede
temsil edip, savunabilmelisin. Çünkü sen, bu milletin ve memleketin
gözbebeğisin, varlık sebebisin. Ülkücü demek, öyle basit bir şey değildir, bunu
mutlaka bilmelisin ve bir an önce kendine gelmelisin, milletine dönmelisin.
Mesela; kullandığın kavramlara dikkat etmelisin. En basitinden, Kemalistler
gibi, Şeraitçi mevhumunu asla kullanmamalısın. Çünkü sen böyle bir kavramı
kullanamazsın. Hem normal olarak kullanamazsın hem de bu tür bir kullanış
millet indinde yanlış telakkiye yol açtığı için kullanamazsın. Aklını
kullanmalısın, sen aptal değilsin ve olamazsın. Sen ülkü sahibisin, ideal, aşk
sahibisin. Sen, sevginin, ses ve soluk olmuş halisin. Hainliklerden,
zalimliklerden berisin. Olman gerektiği gibi olmalı, olduğun gibi görünmeli,
göründüğün gibi yaşamalısın. Son
tahlilde; sen olmazsan, bu ülke olmaz, bu devlet olmaz, bu millet olmaz ve
olmaz hiçbir şey. Bir şeyler olması
için, sen, sen olmalısın. Bunu asla unutmamalısın. Bugünün doğmasında,
seninde hatalarının olduğunu asla bilmezlikten, görmezlikten gelme. Bilakis bil
ve gör ki, bir daha aynı hayata düşme. Çünkü senin hatan, çok büyük bedellere
neden olmaktadır. En büyük bedel de, bugün Türk Milletine karşı yapılan tarihin
şahit olmadığı ihanetlerdir. Sen, sen olsaydın vallahi bugünleri görmezdik.
EKSTRA
BİR: AKİL ADAM; hakikaten garip. Yıllarca fikirden uzak kalmış, işi
gücü içki ve kadın olan ve ömrünü böyle şeylerle geçiren insanlardan da akil
adam olurmuş ya, helal olsun. Vatan hainlerinden, Türk düşmanlarından akil adam
olurmuş ya helal olsun. Ki, söylediklerimiz yalan değil ve aptal değiliz biz.
Araya bir iki kişiliği sağlam insan alıpta bunları millete yedirmeye yeltenmek
yanlıştır ve millette yemez bunu Allah’ın izniyle. Bunun adına zehire bal
karıştırıp milletin önüne koymak denir. Haddizatında o araya giren şahıslara da
kızıyorum. Kardeşim senin böyle bir şeyde ne işin olabilir? Aslında kişilerde
kendilerini, hadlerini ve yerlerini bilecek. Herşeye çok teşne olmayacak.
Misal; bir Kadir İnanır’ın vs. artistlikten başka anladıkları ne olabilir ki?
Hayır yani, bunların, fikri bir mesele ile bütün benliklerini vererek iştigal
ettiklerini söylemek mümkün müdür? Asla değildir. Ya da Türk düşmanı bir
hainin, Türk Milleti adına namuslu bir karar vermesi kabil midir? Hülasa; Türk
evladı bunu yemez, yutmaz ve yemeyecek, yutmayacak Allah’ın izniyle.
Evet, herkes akan kan dursun ister. Şerefsiz teröristin
kökü kazınsın ister. Ama bu, yerinde ağır olmasını bilerek olmalıdır. Kendi
varlığını küçümseyerek, hafifleterek değil. Bedel ödeyerek değil, bedel
ödeterek. İnsanlığı yüreklice aydınlatıp, insanlık düşmanlarını karanlığa
gömerek. Tarihi şahsiyetini yerlere sererek ve tarihi varlığına halel getirerek
değil. Tarihi şahsiyetinin bilincinde olarak olmalıdır. Düşmanın oyununu
oynayarak değil, kendi oyununu kurarak olmalıdır. Gerçekleri tahrif, tarihi
ters yüz etmeden olmalıdır. Türk ve İslam düşmanlarının, Müslüman Türk
Milletine akil adamlık yapacaklarına rüyamda görsem inanmazdım. İlginç şeyler
oluyor gerçekten de. Mutlaka uyanmalıyız!
İKİ: ÜLKÜCÜ CAMİA; bugün Ülkücü camiayı parçalamak derdinde olanlar var,
içeriden ve dışarıdan. Bu hainlere kulak asmamak gerekir. Birkaç tabela partisi
çıkıp güya Milliyetçilikten dem vurup milleti kendine çekerek büyük yapıyı
parçalayıp, yapılan şeylerin daha kolay yapılmasını sağlamak istiyorlar. Ama
bunu hiç fark ettirmiyorlar. Ama Ülkücüler bu zokayı yutmamalıdır. Ülkücülerin
tabela partilerinde işi yoktur. Ülkücüler bulunması gerektiği yeri bilir, bilip
durduğu yeri düzeltmeyi de başarır ve başarmak zorundadır. Haddizatında Ülkücü
oy vermez, vermek zorunda kalır. Çünkü Ülkücü özünde İlay-ı Kelimetullah
Davasına iman etmiş adamdır. Ülkücü bütün insanlığı hedefler. Çünkü insanlık
namına çalışır. Muayyen bir gurup, kitle namına değil. Ülkücü kimliğine ve
dinine düşmanlık güdemez. Düşmanlık güdenleri en amansız düşman bilir. Türklüğü
ve İslam’ı şerefiyle taşır ve taşınması için gayret eder. Türk Milletinin
istikbali, özünde, Ülkücülerin hizmet ve gayretlerine bağlıdır. Ve Türklüğün
istikbalini, Türkiye’nin bekasını, İslam Dininin gönüllerde otağ kurmasını
düşünenlerin bu mümtaz topluluğa iştiraki kaçınılmazdır. Tarih bunun şahididir.
Ecdat bunun şahididir. Bugün Türk demekten utanıldığı ve korkulduğu bir
devirde, bu seçkin toplulukla bir olup dayatılmaya çalışılan kaderi bozmak
şarttır. Ama eskinin de yeniden doğmasına asla müsaade etmemek ve millete bu
garantiyi mutlaka vermek olmazsa olmazdır. Bunu yapacak yegâne kitlede de,
teşkilatta Ülkücü kitle ve teşkilattır. Ve tüm Ülkücüler aynı kader birliğinde
mutlaka birleşmelidirler. Yarın geç olmadan ve mücadele güç olmadan. BBP ni iç
ve dış düşmanlar arasına koymuyorum. Ama artık BBP de birliğin, dirliğin, büyük
resmi oluşturmanın ve büyük güce erişmenin yollarını araştırmalı, bunun için
çalışmalıdır, tefrikaya bir an önce son verilmesi iktiza etmektedir. Ayrılık
yaratanlar, hainlik edenler bünyeden tard edilmelidirler ve millete
bildirilmelidirler.
ÜÇ: KİMLİK VE DİN;
Türk Milleti tedricen dönüştürülmektedir. Kimliği imha edilmek, dini de
gönlünden çekilip alınmak istenmektedir. Buna müsaade edilmemelidir. Altyapıyı
Kemalistler hazırladı, üst yapıyı da gerçek İslamcılar değil ama İngiliz
İslamcıları hazırlıyorlar. Aslında bunları söylemek istemiyorum. Keşke her şey
olması gerektiği gibi olsa, yapılması gerektiği gibi yapılsa. Ama olmuyor ve
yapılmıyor. Böyle olunca da bize gerçeği ifade etmek kalıyor. Çünkü bunu
yaparken de bir yerde millet bölünüyor. Haddizatında çok büyük bir Milli Birlik
oluşturmak, kader birliği etmek ve aynı dava için çalışmak gerekiyor ama
içimizdeki hainler buna müsaade etmiyorlar. Haniler tüm yapıları, hatta devleti
işgal etmiş, ele geçirmiş durumdalar. Yıllar ve yıllar içinde, İngiliz iti her
yere adamlarını yerleştirmiş. Türk Milletinin uyanması, ayağa kalkması ve
üzerinde oynanan oyunları görüp aynı yolda buluşarak tüm hainlere meydan
okuması ve devletine gerçek manada sahip olması gerekir. Bunu yapacak bir adam
vardı ve tam da bu zamanda lazımdı ama şehit etti şerefsiz itler.
DÖRT: DEVLET;
Devlete sahip olmak derken, şunu kastediyorum; şöyle düşünün, bir kadının
bedenine sahip olup ruhuna sahip olamadığınızı düşünün. Evet, kadınınla
birlikte oluyorsun ama o sana kendini tüm ruhuyla teslim etmiyor. Senin için
yapması gerekenleri yapmıyor. Sana bedenini teslim ediyor ama bedeniyle
birlikte ruhunu başkalarına teslim ediyor. Şimdi bu kadın senin midir? Sen sana
ait olduğunu düşünüyorsun ama o sana ait değildir. Sen o kadınla birlikte
olmaktan, gezip dolaşmaktan, onun elini tutup, gözlerine bakmaktan asla derin
bir zevk alamazsın. Bundan zevk alanlar başkaları olmaktadırlar. Senin kadının
ama o kadından zevk alanlar başkaları. İşte devletin soyut yapısına sahip
olduğuyla avunmakta bunun gibidir. Devlet benim dersin ama o devletin ruhu senin
değildir. Sen sadece senin olduğunu sanırsın ama başkaları için çalışır o
devletin ruhu olan kurumlar. İşte bizim devletimiz buna benziyor. Her zaman
Türk Devleti olduğu söyleniyor ki; doğrudur da ama hiçbir zaman Türk’ün hayrına
olacak bir şeye imza atılmıyor devletin ruhu olan kurumlarca. İşte beden Türk’e
ait olsa da ruh asla Türk’e ait olamıyor. Başarmamız gereken budur, hangi yolla
olursa olsun, hangi bedeli ödemek gerekiyorsa gereksin Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ruhunu da bize ait kılmalıyız. Bunun için tüm millet birlik
olmalıyız. Aynı kader birliğinde buluşmalıyız. Aynı tarih, aynı din, aynı töre
üzerinde birleşmeliyiz. Ortak aklı kullanmalıyız, kendi aklımızı değil. Kendi
aklımız daha dünkü çocuktur ama ortak aklımız binlerce yıllık birikimin eseri
olan bilge bir adamdır.