‘’Lafla peynir gemisi yürümez’’ ama biz yürüteceğimizi
düşünecek kadar cahiliz. Laf yapmayı çok seviyoruz, tam anlamıyla boşboğaz
olmuşuz, küçüğünden büyüğüne kadar. Konuştuklarımızda tamamıyla anlamsız, saçma
sapan, bomboş, aptalca şeyler. Ya da aldatma eksenli kurgulanmış laflar. Söz medeniyetinin
çocukları laflarda boğulmuş durumdadır. Sürekli tenkit ediyoruz ama tenkit
edilen şeyin nasıl çözüleceğini ya bilmiyoruz ya da çözüm yolunu konuşmaktan
korkuyoruz. Söyleyip geçelim derdindeyiz. Meselenin, köklerinden ve köklü bir
şekilde vuzuha ve çözüme kavuşması hiç umurumuzda değil, sadece bir şeyler bildiğimize
şahit olunsun kâfi. Samimiyetimle söylüyorum, memleketimin hiçbir ortamında
ciddi şeylerin konuşulduğuna, bir ideal ekseninde hareket edildiğine, bir
sonuca ulaşıldığına, ulaşılmışsa bile o sonucun izlerinin o sonuca ulaşanların
hayatında görüldüğüne neredeyse hiç şahit olmadım. Bin laf yapıyoruz ama bir
eylem yapacak mecalimiz yok sanki. Handiyse tamamen dünyevileşmişiz. Dünya nimetleri,
tüm mevcudiyetimizi muhakkak olarak esir almış. Söylem çok, eylem yok. Ama
söylemle bir şey olmuyor, işler yolunu bulmuyor. Ol deyince olduracak olan sadece Allah’tır. Kul için hareket şarttır. Kulluğun anlamı hareketle kendini
bulmaktadır. Kur’an diyor ki; ‘’İman ettik demekle kurtulacağınızı mı
sanıyorsunuz?’’ Yapmayın diyoruz ama yapıyoruz. Yaptığın şeyi yapma demek
şerefsizlikten başka nedir ki? Hırsızlık yapma diyorsun, iyi güzel de, sen
kendin yapıyorsun be adi adam. Herhalde böyle demekle vazifeni yaptığını
sanıyorsun. Ama bilmiyorsun ki, vazifeni yapmıyorsun, bilakis ihanet ediyorsun.
Sen, devlet malını ve kul hakkını, kanunları kullanarak metazori olarak gasp
ediyorsan adi bir hırsızsın işte. Konumun, gücün ne olursa olsun adi bir
hırsızsın. Bizler, millet olarak, lafçı ve şakşakçı bir millet olmuşuz ne yazık
ki. Eylemci bir millet değiliz. Doğruları
konuşur, yanlışları yaşarız. Başımıza bir bela geldiğinde de şaşar kalırız.
Oysa o belayı bizatihi çağıran kendimizizdir ama bilmeyiz hatta farkında bile
olmayız. ‘’Başınıza gelenlerin hepsi,
kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.’’ Kur’an-ı Kerim.
Mesela; adaleti sağlamadığınız zaman, ülkede ki kaostan şikâyet etmeye
hakkınız yoktur. Cinayetlere, gasplara, hırsızlıklara sözünüz olamaz. Totolara,
lotolara, piyangolara vs. haram demeniz hiçbir şey ifade etmez. Çünkü sen
soyarsan, üstelik adaleti de sağlayamazsan ve nihayetinde millet muhtaç olursa
milletten ne yapmasını bekleyebilirsin ki? Şayet hırsızlıklara laf edip, bir
şeylerin haram olduğunu söylüyorsanız siz adi bir sahtekârsınızdır. Çünkü bunları
yapan ve zımnen teşvik eden sizlersiniz. Bir araya gelince hep doğruları
söyleriz, hatta herkes bir diğerinden daha namuslu kesilir. Ama hayatın içine
karışınca söylenen ne varsa unutulur ve tam tersi yapılır. İşte bu yüzden de
asla bir düzelme sadır olmaz. Hep suçlayıcı oluruz, dönüpte bir kez olsun
aynaya bakmayız. Oysa aynaya bir bakabilsek namussuzu mutlaka göreceğizdir ama
bakmayız işte. Kimbilir belkide gerçeğe bakacak yüzümüz yoktur. Her konuşan, konuşmayı bırakıp yapmaya
baksaydı, şu an yapılacak şeyleri konuşmayı bırakırdık. Yalanın ve riyanın
girdiği toplumlar, manen felç olmaya mahkûmdurlar. Bir insanı ve bir milleti,
yalan ve riyanın vurduğu kadar hiçbir şey vuramaz. ‘’Taarruzun hedefi; Haçlı Seferlerinden beri
aynıdır; kılıçla kazanılamayan zaferi yalanla kazanmak.’’ Cemil Meriç. Biz, tarihi yalanlarla
malul bir millettik, şimdi de insanları riyayla malul bir millet olduk. Nesillerimizi yalanla besledik ve doğrulara
düşman ettik. Sonra nesillerin gövdesini riyayla dağladık ve maymuna döndürdük.
Çocuk yalan söyler, anne-baba, politikacı, şeyh, amir-memur yalan söyler ve
riyakârdır. Doğru söylüyorsan soluğu onuncu köyde alırsın. Bizim sistemimizde
namuslu adamın yeri kesinlikle yoktur. Namussuz her zaman muteberdir. Namuslu adam
her zaman yol tıkayıcı olarak görülür. Namussuz adam içinse, buna her şeyi
yaptırırız, bu yolumuzu açar diye düşünülür. Bizim ülkemizi, devletimizi,
milletimizi mahveden anlayışta budur. Din zaten hayatımızdan çıkmış durumdadır.
Sadece adı vardır, kendisi ise gerçek mahiyetiyle hiçbir zaman olmamıştır.
Son tahlilde; laf yapmayı bırakacağız, yalanı terk edeceğiz, riyanın
kapısından geçmeyeceğiz, şakşakçılığı, dalkavukluğu toprağa gömüp üzerine beton
dökeceğiz. Bir an önce söze geçiş yapacağız ve sözümüzü de hareket haline
getirip canlandıracağız. İşte o zaman ‘’Cennetin
Işıklarının’’ göründüğü andır!
EKSTRA
BİR
REYHANLI CİNAYETİ; bir Müslüman’ın işi ya da bir Müslüman’ın ortak olabileceği
bir iş değildir ve olamaz. Çünkü bir Müslüman bunu yapacak kadar ‘’Şaron tohumu’’ olamaz. Birilerinin
kimliğinde Müslüman yazması onları asla Müslüman yapmaz. Çünkü Müslümanlık
kimlikle olmaz. Şayet böyle bir şey mümkün olaydı, Türkiye’miz cennet olurdu. Açık ve net konuşursak; bu olayda Türk
Milletinin ve Türkiye’nin kötülüğünü isteyen ne kadar karanlık odak, ajan, klik
varsa hepsi vardır. Ya işte bir Türk ya da Türkiyeli bu işi yapmaz diyemeyiz. Buradaki ince nokta zihniyettir. Zaten bir
insan suç işlemez, o insana suç işleten şey; bir zihniyet ve o zihniyetin tayin
ettiği hedeftir. Sen Stalinist bir
dünya özlemi içindeysen ve Stalinist
düşünceleri taşıyorsan, kundakta ki bebeği bırakın anasının karnında ki bebeği
bile delik deşik edersin. Tabi bu iş en dibinde, alçak ve şerefsiz Siyonist’in
ve Coni’nin işidir hiç kuşkusuz. Bunların itlerinin yapması, bunları masum
kılmaz. Siyonist ve Coni, ABD ziyareti öncesinde bir mesaj vermiştir itleri
tavassutu ile bana göre. Misafirini, istediklerini almak üzere getirtmek için
bu saldırıyı tertiplemişlerdir. Yani zımnen demişlerdir ki; bak kardeşim,
buraya geleceksen, olan biteni göz önünde bulundurarak gel ve burada haddini
bil. Ülkenin huzuru benim elimde, dediklerimi yapmazsan yaptıramayacağım şey,
kaçıramayacağım huzur yoktur. Tabi bu işte, bu milletin kendinden bildiklerinin
ellerinin olduğuda gizlenemeyecek kadar gerçektir. Siz bilseniz, bu ülkede ne
akbabalar vardır bu ülkeyi ve milleti tarihe gömmek için bekleyen. Çok akıllı
hareket etmeliyiz. Feraset ve basiret sahibi olmalıyız. Burada ayrıca Hükümete
de bir darbe indirmek düşüncesi de gizlidir. Hükümeti savunuyor değilim, savunacakta
değilim. Ama bir Hükümeti düşürmek için bu kadar vahşi bir cinayete eyvallah
çekmek ve bu cinayet üzerinden birilerine vurmak adına kendine pay çıkarmaya
çalışmakta gerçekten insan haysiyetine yakışmaz. Vicdan diye bir şey vardır be.
Evet, Sayın Başbakanın ve
Hükümetin hiç mi suçu yok? Bilakis çok suçu ve yanlışı var. En başından Suriye
politikasında tuzağa düşürüldü ama düşmemeliydi. Önce Esed pisliği ile dost
olması için gayret edildi, güzel sözler söyletildi ve tüm dünyaya bu manzara
yansıtıldı. Sonra da bir anda düşman edildi ve malum durumla karşı karşıyayız. Haddizatında
Esed hep düşmandı da biz göremedik. Bu adi uşak Siyonist’in emrinden hiçbir
zaman çıkmadı. Sadece biz aldandık. Bu adi uşak şu an bile Siyonist’in ve Coni’nin
emrine amadedir. Görmek ve duymak istemsek bile gerçek budur. İstihbarat zafiyeti
görülmeyecek kadar küçük bir durum değildir. Suriyeli mültecilere müsaade
edilse bile bu kadar yoğunluk oluşturulmamalıydı. Biz zannediyoruz ki, Esed
denilen Siyonist finosu mültecilerin içerisine kendi itlerini sokmadan bu işi
bırakacak. Bunu düşünenin maldan farkı yoktur. Hükümet içindeki ajanların da
etkisi vardır bu işlerde. Maalesef her şey de yanlış bir yönlendirmenin esiri
olunmaktadır ve kaybedilmektedir. Kadim bir milletin ve köklü bir tarihin
çocuklarıyız. Bu tür hataların vuku bulması bizler için haddizatında züldür. Dünya
nimetlerinden başımızı çevirip, kalbimizi kurtarıp birazda ciddi meselelere
eğilirsek daha güzel şeyler yapabiliriz. Hangi koltuğu hangi adamıma, hangi ihaleyi
hangi dostuma vereceğim kavgası güdüp ve milletin cebine göz dikip durmakla
kazanılacak hiçbir şey yoktur ve olamaz. Bilakis kaybedilecek şeylerin hesabını
bile yapamazsınız.
Burada bir şey görmek gerekiyor; çıkar ve rant
kavgalarından, büyük resim için feragat etmeliyiz bir zaman içinde olsa. Fedakârlık
yapmalıyız, sorumlu davranmalıyız. Ülkemizi, devletimizi, milletimizi düşünmek zorundayız.
Yüce ve yüksek değerleri, küçücük ve ucuz çıkarlar için asla feda edemeyiz, etmemeliyiz.
Ne bu millet ne de tarih bunu yapanları asla affetmeyecektir. ’’Zulümle mücadele ederken, ideolojik
ayrılıklarla iştigal etmek, zamanı ve çabayı boşa harcamaktan başka bir anlam
taşımaz’’ derken sonsuz haklıdır Nelson
Mandela. Ama bu sözdeki derinliği bir türlü idrak etmiş değiliz. Hiçbir zaman
hiçbir şeyde bu ülkenin, milletin, devletin düşünülerek hareket edildiğine
şahit olmadım. Varsa yoksa çıkar kavgası. İnsan haysiyetine sonsuz aykırı bir
durumdur bu. Artık daha namuslu olmak zorundayız. Küçük hesapları bir kenara
bırakmak durumundayız. Yoksa sonumuzun iyi olduğunu hiçbir kimse söyleyemez.
Bu arada yeni bir it çıkmış piyasaya. Fitne yaymaktan
başka yaptığı hiçbir şey yok. Güya Müslümanlıktan dem vuruyor, İslam’a muhalif
bazı şeylere isyan ediyor görüntüsü verip buradan nemalanıyor. Yaptığı laflarla
Müslümanların gönlüne girmeyi başarıyor. Emin olunuz ki, söylediği hiçbir şey
yok. Ezberlediği şeyleri tekrar edip duruyor. Sırf muayyen şeylere düşmanlıktan
malı götürüyor. Mutlaka birileri buna biraz yal vermiş ve kapısına bağlamış. Bu
da mütemadiyen havlayıp duruyor. Bütün şerefimle söylüyorum ve sizlerde şahitsizinizdir
ki, iki lafı bir araya getiremeyecek kadar cahil biri. Ama dedim ya agresifliğini
isyan olarak algılatmayı başarıp kendini farklı tanıtıyor ve küçük ve ucuz
çıkarlarını elde etmeyi başarıyor. Saftirikten bir şeyler yazdığını bir şey
sanıp bilge olduğunu düşünüyor. Reyhanlı ilçemizde olan bazı şeyler olduğunu
söylüyor ve bunu da düşman olduğu bir kesim üzerine atmaktan utanmıyor. Yaptığı
şey tam anlamıyla fitne ve fesattan başka bir şey değil oysa. Ama sorsanız
İslam’dan dem vurur haysiyetsiz mikrop. Bu millet artık duygularının yanında
mutlaka aklını da kullanmayı başarmalıdır artık. Hiçbir zaman kimliklere inanmamalıdır.
Sözleri, hareketleri ve eylemsi davranışları da çok derinlemesine analiz
etmelidir. Bazı alçaklar fikri planda ki kifayetsizliklerini, birilerine itlik
yaparak örtmektedirler.
İKİ
Kim ne derse desin; ister candost, isterse candüşman
olunuz, sevmeyebilirsiniz, en şiddetli şekilde tenkit edebilirsiniz ama insaflı
ve adil olmak zorundasınız. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayip
Erdoğan’ı asla ve kata bebek katili, Siyonistin safkan uşağı Esed ile mukayese
edemezsiniz. Vicdan bunu asla kabul etmez. Yaptığınız değerlendirme dürüstçe
bir değerlendirme olamaz. Türk’ün en safkan düşmanları bile bunu yapmıyor. Ki zaten
bunu yapmakta asla akıllıca bir politika da değildir zannımca. Çünkü bunu
yaparak bu milleti kazanamazsınız, ancak kaybedersiniz ki kaybediyorsunuz da. Yukarıda
da söyledik, Sayın Başbakanın ve hükümetinin elbette ki yanlışları, kusurları
vardır. Hatta hükümetin içinde iğrenilecek tiplerde vardır. Olmaması gereken
hataları da vardır, olmasından kurtulamayacağı hataları da vardır. Nihayetinde
bir insandır ve bir ülkeyi yönetmektedir. Adalet konusunda asla iyi bir notları
yoktur. Hizmet konusunda yaptıkları vardır ve zaten yapılanlar yapılması
zorunlu şeylerdir. O hizmetler yapılmayacaksa çekilsin gitsin zira. Çünkü o
hizmetler hiçbir hükümetin bu millete lütfu değil, her hükümetin zorunlu vazifesidir.
Bilakis hükümet olmanın ve etmenin anlamı nedir ki? Bu yüzden fitne tohumu
ekeceğimize, bu milletin birlik ve beraberliği için kavga vermeliyiz. Enerjimizi
birbirimizi yok etmek için israf etmemeliyiz. Tenkitimizi yapmalıyız ama insaf
çizgisinde kalarak. Kimseye akıl vermek haddim değildir, böyle bir
terbiyesizlikte yapmam ama ülkemi, milletimi, devletimi ve dinimi düşünmek
zorundayım. Hükümetlerin düşüp kalkması beni ırgalamaz. Çünkü hükümetler hiçbir
zaman benim için çalışmaz. Ama bu ülkenin bütünlüğü, bu milletin payidarlığı,
bu devletin bekası, bu dinin diri olması beni ırgalar. İşte bu yüzden de küçük
ve ucuz çıkar hesapları uğruna bu değerlerin zarar görmesini kabullenemem.
ÜÇ
Asılları aldatarak vekillik mertebesine ulaşmış olanlar
artık hadlerini ve hudutlarını bilmelidirler ve kendilerine gelmelidirler. Bu milletin
damarına basmayı bırakmalıdırlar. Yaptıkları soygunlar, hırsızlıklar yetti de
arttı gayrı. Oraya hizmet etmek için gittiniz efendiler, milletin alın terini
soymak için değil. Devlet hazinesi babalarınızın çiftliği değil efendiler. Sizin
estetik ameliyatınızdan bana ne, sizin cep telefonunuzdan bana ne. Millete keyfinizin
bedelini ödetmek istiyorsanız eğer, millet size öyle bir bedel ödetir ki
emdiğiniz süt burnunuzdan fitil fitil gelir. Vallahi de gelir, billahi de
gelir, tallahi de gelir. Yazıktır, ayıptır, günahtır be. Zaten haram yiyip
haram içip haram giyiyorsunuz. Önce bunları bir temizleyin de daha fazla
batmaktan kurtulun. Bu millet sizin için çalışmıyor efendiler. Herkesin çoluk-çocuğu
var, sadece sizin değil. Herkesin bir sevdiği eşi var sadece sizin değil. Herkesin
istediği bir dünya var, keyfini çıkararak yaşamak istediği bir hayat özlemi
var, sadece sizin değil. Herhalde bu dünyada sadece kendinizin olduğunuzu
sanıyorsunuz. Artık insanlık çizgisinden aşağı düşmeyiniz. Düştüyseniz tekrar
çıkabilirsiniz. İnsan olarak halk edildiğinizin ve şerefli kılındığınızın
bilincinde olunuz ve kendinize geliniz.