‘’Hakikati söyle, bırak alçak senden uzaklaşsın.’’ W. Blake
Türk Milleti’nin tek bir sorunu
var. Dinden, tarihten, köklü kültür ve gelenekten ilham alarak siyaset üreten
ve bu siyasetini halkla bütünleştirerek halk ile kucaklaşmayı başarabilen ve bu
temellerde adil ve ahlaklı bir sistemi dizayn edemeyen ya da dizayn etmek adına
tüm varlığını ortaya koyarak mesai harcamayan lider yokluğu. Taktik ve
stratejik hareket edemeyen, vizyondan, misyondan mahrum lider ve devlet adamı
kıtlığı. Bizdeki liderciklerin tümü günü kurtarma peşindedir, sekülerizmin
mahkûmudur, evlad-ı iyalini zengin etmek düşüncesindedir, küçük ve ucuz
hesaplarının peşinden koşma derdindedir. Sorunları çözmek için mücadele etmez,
kendi işine bakar ve sorunları bir sonraki döneme havale der. Sonra da o
sorunlar üzerinden yeniden oy çalmaya bakar. Böyle olunca da tabiatıyla güçlü
bir birlik ve beraberliğin olması kabil olmamaktadır. Milletimiz de bir oraya
bir buraya savrulmak zorunda kalmaktadır. Çünkü kendini verebileceği,
inanabileceği, tereddütsüz peşinden gidebileceği bir lider yoktur. Bu millet, dinine,
tarihine, kadim kültür ve geleneğine rağmen siyaset yapanı asla tasvip etmedi,
etmez, etmeyecektir de. Zira böyle bir şeye müsaade etmesi, kendi varlığına
kurşun sıkması anlamına gelir. Ki bunu yaptı ya da yapmak zorunda kaldı ama
bunun tekrarı artık olmamalıdır, olmayacaktır. Başarısız olanlar sorunu
millette değil, kendilerinde aramalıdırlar. Kendinde arayanı görmedim.
Başkalarının başarısını hazmedemeyenler daima millete yüklenmişlerdir. Burada
ki başarıdan kastımız reel konjonktüre göre elde edilen başarıdır.
Milletimiz bigünah mıdır? Asla
değildir ama ne yazık ki milletimizin geneli de ekmeğinin peşinde koşan ve
mütemadiyen çalışan, okumaya, bilmeye fırsatı olmayan kesimdir. Bu
insanlarımızı itham etmek ahlaklı bir davranış değildir. Zira karnını doyurma
peşinde olan insanın, vatan derdi, millet derdi, devlet derdi olmaz. Olsa bile
bu konularda sağlıklı düşünüp, karar veremez. Bu durumda olmayan kesim de neme
lazımcı kesimdir, lüks ve konfor peşinde koşan, hiçbir ideale kendini adamayan,
kendi hazzı peşinde koşan aylak kesimdir. İşin garibi, milletin karşısında
bulunan, okuyan, bilen diye tarif edeceğimiz kesim milletten daha cahildir.
Tarihine, dinine, benliğine yabancılaşmış, halkı düşman gibi algılayan, garbın
papağanlığını yapan sefil ve rezil bir zümredir. Orta kesimin derdi zaten
ulaşamadığı dünya nimetlerine nasıl ulaşabilirim düşüncesidir. Öyleyse böyle
bir manzara karşısında ideal bir siyasetten bahsetmek kabil değildir. Millet
reel şartların mahkûmu ise, politikanın da reel şartlarda yürümeye çalışması
normaldir. Kabul etmesekte yapacak bir şey yoktur. Burada siyasi başarılardan
bahsederken, ideal bir başarıdan söz etmiyoruz. Reel temellerde konuşuyoruz.
Çünkü ideal olan, bir ideale kendini adayan ve ideal çizgide yürüyen zaten tek
bir kişi bile yok. Öyleyse olayları, olguları ideal eksenli değerlendirmek ve
ona göre bir sonuca varmak isabetsiz olur.
Namuslu olmak ve sorunları
namusluca çözmeye çalışmak zor olmasa gerek. Ama zor gibi gösteriliyor ve
millet aldatılıyor. Birileri milleti aldatıyor deniliyor ama bunu söyleyenler
kendileri milleti aldatarak bir sonuca ulaşılamayacağını çok iyi biliyorlar. Bu
söylemle nereye varmak istiyorlar? Kendilerinin haklı olduklarını ispata
çalışıyorlar, tabi millet yerse! Millet bunları biliyor. Bu yüzden sorun
aldatma sorunu değil. Milletin ruhuna düşmanlık sorunu. Sen milletin ruhuna
düşman olursan ve birileri senin düşmanlığını açık eder, kendini de dost olarak
sunarsa, kusura bakılmasın bu aldatma değildir. Reel temellerde politika yapmak
ve başarıya ulaşmaktır. Ki zaten politika da bu değil midir? Yalan, dolan,
münafıklık, hainlik, fahişelik. Millet kendisine gelenin seciyesine bakıyor ve
ehven-i şer deyip seçimini yapıyor. Burada çok bariz bir misal vermek
istiyorum. ‘’Gezi Parkı Olayları’’
devam ederken MHP Genel Başkanı Sayın
Doktor Devlet Bahçeli bir söz söyledi; ‘’dün
bölücülerle birlikte olanlar ve ülkenin, milletin altının oyulmasına sessiz
kalanların, bir ağaç kesimi sonucunda verdikleri tepki ciddiyetten uzaktır,
Türk Vatanı bir ağaçtan daha mı değersizdir?’’ dedi ve çok ince bir detayı
ortaya koydu. Aslında malum olaylarında amacı ne yeşilliktir ve ne de masumane
bir şeydir. Tamamen yabancı güçlerin ve içerideki işbirlikçilerinin
organizatörlüğüyle kotarılan bir durumdur. Bunu algılamamak, anlamamak, fark
etmemek için saf olmak gerekir. İşte millet bunu çok iyi biliyor ve bilinçsizce
başkalarının yanına kaçıyor yani bir nevi mahkûm oluyor. Sonrada deniyor ki,
işte bunlar milleti aldatıyor. Haddizatında asıl aldatma budur. Sen milletin
tüm benliğine düşman olursan, milletin nereye gideceğini sanıyordun? Sana
gelmesini mi istiyordun? Bu milleti mal mı sanıyorsunuz? Milleti mal sanmak,
aslında mallığın daniskasıdır.
Milletin gönlü millete hizmet
edilerek kazanılır. Tabi millete hizmet derdiniz yoksa milletin üzerinde
metazori hükümranlık kurma peşine düşersiniz ama çakılır kalırsınız. Hatta
düşman bellediklerinizin işine gelir her yaptıklarınız. Sonra da ağlarsınız.
Milletin birilerine mahkûm olmasının tek sebebi, güvenebileceği ve yarınlarını emanet
edebileceği birilerinin olmamasındandır. Söyleyin bana lütfen; bu milletin
bindiği arabaları yakanlara, bu milletin evladı olan polisleri katletmek
istercesine saldıranlara, bu milletin yürüdüğü yolları talan edenlere, bu
milletin ekmek kapısı olan dükkânlarını yıkanlara destek çıkanlara millet niçin
güvensin ve istikbalini tevdi etsin? Bu dört tarihsiz, milliyetsiz, imansız,
vatansıza namusunu teslim etmekten farksız olmaz mı? Eğer siyasetçiysen,
siyasetçi gibi davranacaksın. Milletin gönlünü kazanmaya çalışacaksın. Üç dört
tane çapulcunun peşine düşmeyeceksin. Sonra da iktidar olamamanın sebebini
millete yüklemeyeceksin. Ki malum olayları tahlil etmek için militanik
yapıları, faaliyetleri, teröre dayanan ideolojileri çok iyi bilmek gerekiyor.
Bilmiyorsan konuşmayacaksın. Gideceksin okuyacaksın. Biz hangi ideologların
terörden başka yola inanmadıklarını çok iyi biliyoruz. İşte bu olaylarında en
diplerinde yatan güdü de budur. Ha bu olaylarda birilerinin suçu yok mudur? Hiç
şüphesiz ki vardır. Ama birilerinin yanlışları yüzünden, gariban milletin
hayatını alt üst etmek, vergileriyle alınan malları talan etmek hangi vicdana
sığar? Eğer politik olarak başarılı olmak istiyorsanız, milletten başka çareniz
yoktur. Çareyi milletin çocuklarının elinde ki silahı, yine milletin
çocuklarının üzerine doğrultturmak değildir. Ki bu millet bazılarının
cemaziyülevvellerini de çok iyi bilir. Hem birilerini tenkit edeceksin hem de
onun yeniden hükümran olması için elinden geleni yapacaksın. Yaptıklarınızın
kendinize yaradığını mı sanıyorsunuz behey şaşkınlar?
Yine, malum olaylarda sürekli
Mustafa Kemal Atatürk’ün adını kullanmakta bir tuzaktan ibarettir. Meydanları
ısıtan, meydanlara çıkan ve ortalığı cehenneme çeviren militanların genelinin
Mustafa Kemal’le alakalarının olduğunu asla düşünmüyorum ve bu mümkün de
değildir. Milletin çoğunluğuna ulaşmak ve milleti meydanlara çekmek adına bir
tuzaktır bu. Ki aslında daha tehlikeli bir durumda söz konusudur. Sanki
birileri mevcut yapının idamesi adına bu tezgâhı kurguladı gibime geliyor.
Çünkü mevcut yapıdan beklentiler var ve o beklentilerin karşılanması için bu
yapının bir süre daha devam etmesi gerekiyor. Ama bunu idrak edip, lüzumunca
davranacak zekâya sahip kim var? Zaten o zekâ olsa, adam gibi politika edilir
ve millete namusluca gidilir, yoksa üç dört tane zavallının rezil eylemine
sığınılmaz. Buna kalan da kara güne kalmış demektir ve umutsuz vakadır. Türk
Milletinin çocukları çok uyanık olmalıdırlar. Asla tezgâha
gelmemelidirler. Yanlış yapanları iyi
bilmeli, tanımalıdırlar ve bir hesap sorulacaksa kesinlikle kendileri
sormalıdırlar. Türk Milletinin hesabını, Türk Milletinin varlığına, tarihine,
dinine, kültürüne, geleneğine ve bilumum maddi-manevi değerlerine düşman
olanlar soramaz. Meydanları cehenneme çevirenlerin kahir ekseriyetinin Türk
Milletine ve Türk Milletini yücelten ve yükselten ulvi değerlere bağlılığı
olduğunu asla düşünmüyorum ve düşünmemeliyiz şahsi kanaatimce. Bilinçsiz,
şuursuz ve belli bir hedefe konumlandırılmış güruhtan bu milletin bir
beklentisi olamaz, bunların da bu millete vereceği zerre bir şey yoktur.
Son tahlilde; Garbın peşinden koşan, Garbın papağanlığını yapan, Garbın
ürettiği pislikleri gelip burada satmaya yeltenen, kendine ve kendine ait ne
varsa düşman olan, kendi ecdadına utanmadan küfreden, kendi dinini yok etmek
için mücadele eden, kendi kimliğine kin duyan zümrelerin Türk Milletine
vereceği hiçbir şey yoktur. Türk Milleti de bunlardan bir şey beklememelidir ve
bunlara zerre miskal güvenmemelidir de. Kendine güvenen dünyayı fetheder ve
etmiştir de. Kendine güvenmeyenin ise sonu hüsrandır, daha dünyadayken cehennem
ateşinde yanmaktır. Zalimin insafı olmaz. Bu ülkede köşe başlarını tutmuş,
aydınım diye caka satan şerefsizlere itibar etmeyiniz. Bu ülkede, bu ülkeyi
ayakta tutan kadim değerlere düşmanlık ederek politika üretenlere itibar
etmeyiniz. Bu milletin kimliği ile sorunu olanlara itibar etmeyiniz. Bu ülkenin
kaynaklarını yağmalayan, bu milletin emeklerini ve kanını emen komprador
şerefsizlerine itibar etmeyiniz. Peki, kime itibar edeceksiniz? Önce kendinize,
sonra da Allah’a, Öndere, Kitaba, Kimliğe, Vatana ihanet etmeyene itibar
edeceksiniz. Ahlaklı ve adaletli olana itibar edeceksiniz. Nurettin Topçu, Cemil Meriç, İsmet Özel, Remzi Oğuz Arık, Erol Güngör
vb. üstatlara itibar edeceksiniz. Yarınlarda gülmek istiyorsanız, bugünlerinizi
sağlam temeller üzerine kurmak zorundasınız. Türk Milleti önce Allah’a sonra de kendine güvenmek zorundadır. Başka
da kurtuluş yolu yoktur.
‘’Bizde Avrupalılaşmak, yani iktidarın Avrupalılaşması, Avrupalılaşmak
değildir haddizatında. Nitekim kendileri de birtakım kelimeler uydururlar;
muasırlaşmak, çağdaşlaşmak gibi. Doğrudan doğruya İslamiyet’ten uzaklaşmaktır,
kendi tarihimizden, kendi ülkemizden, kendi şartlarımızdan kopmaktır
Avrupalılaşmak. Hiçbir zaman Avrupalılaşmak diye bir şey yok. Avrupalılaşmak,
bizdeki Avrupa düşkünlerinin, Avrupalılarla anlaşması, , dış sermaye çevreleri
ile dostluk kurmaları, kompradorluğu devam ettirmeleridir. Bu memleketin
aydınlarının tanıdığı hiçbir şey yoktur. Ne kendini bilir ne de Avrupa’yı.’’ Cemil Meriç