Karanlığı bilmeden konuşanın ve
yazanın, her konuştuğu ve yazdığı boştur. Kesinlikle boştur. Her an şahit
olmaktayız, bu iddianın ispatlanmış haline. Sonuçta, mutlaka, konuşanın ve
yazanın mağlubiyeti, yanılgısı ortaya çıkar ve çıkmaktadır da. Bu fark edilir
veya edilmez, fark etmek ve fark edildiği zaman hatasını itiraf etmek şahsın
zekâsına ya da söyleme cesaretine kalmıştır. Fark etmemesi ise bir cehalet
belirtisidir. Konuşur, yazar ama ne yazıp, konuştuğunun idrakinde değildir.
Aydınlık, bazı zamanlarda, karanlığı gizleyen bir maskedir. Bu yüzden,
aydınlık, bazen yanıltıcı olabilir. Aydınlık sandığınız her yüze ve aydınlığı
davet ettiğini düşündüğünüz her söze inanmayınız. Kötüyü bilmek, iyiyi, daha
iyi anlamaya vesiledir. Karanlığı bilmekte, aydınlığın kıymetini idrak etmeye
vesiledir. Havaya konuşmamak, saçma sapan yazmamak için, karanlık muhakkak
bilinmelidir. Çünkü karanlığı bilmeden, anlamadan, olguları, olayları değerlendirmek,
insanı yanlış sonuçlara sürükler. Ki, karanlığı bilmeden konuşmak ve yazmak,
insanı sokağın diline mahkûm eder. Soğan dili, düz bakışın, düş görüşün ve düz
algılayışın dilidir. Bu dil, sığ, yavan, düzeysiz, anlamsız ve mahiyetsiz bir
dildir. Haddizatında kölelerin dilidir. Misal; basit bir eğlenceyi eğlence
olarak görür. Arka planda ki gayeleri algılayıp, anlayamaz, yorumlayamaz ve
gizli planları ihsas edemez. Bu tür eğlenceleri tenkit ettiğiniz zaman, hemen
size karşı çıkar; altı üstü bir eğlence der, olayı götürüp nereye bağlıyorsun
diye söylenir. Çünkü düz bakmakta, düz algılamakta ve düz görmektedir. Oysa bu
tür bozucu etkisi olan şeylerin görünmeyen taraflarında usulca yaklaşan
dehşetli bir karanlık gizlidir. Aynı şekilde, kendini aydınlığın davetçisi
sanan bir aydın yaftalı züppeyi tenkit ettiğiniz zaman da aynı tepkiyi
alırsınız; o kişinin vatanı, milleti, Atatürk’ü savunduğu söylenir ve tenkit
edenin komplo ürettiği ifade edilir. Fakat aydın sıfatlı o züppenin,
kelimeleriyle karanlığı davet ettiği ihsas edilemez. Bu tür züppeler
desteklenerek, zımnen karanlık davet ediliyordur ama desteği verenin cehaleti
bu gerçeğin algılanmasına fırsat vermiyordur. Ya da şöyle durumlar olabilir;
şerefli bir münevver, bilmeden, anlamadan karanlığa destekçi kılınabilir. Karanlık
diye bir şey var mıdır? Belki yoktur diyeceksiniz. Işığın yokluğudur
diyeceksiniz. Ama nihayetinde bir olgu olarak karşımızda durmaktadır ve bizi
etkilemektedir. Öyleyse bu olguyu bilmek, tahlil etmek icap etmektedir. Çünkü
biz karanlığa dokunmaktayız, karanlık bize dokunmaktadır ve hayatımızı
etkilemektedir. Karanlığı, geceyle karıştırmamak gerekir. Gece, mutlak
karanlıkta değildir. Gecenin içinde bir aydınlık gizlidir. Gece, aydınlıkla
karanlığın imtizacıdır, muazzam dengesidir ve dinlendiricidir, faydalıdır ama
anlatmaya çalıştığımız karanlık; boğucu, tehlikeli, yok edici bir karanlıktır.
İçinde ışığın zerresini barındırmaz. Olayları, olguları değerlendirmemizde
temel aldığımız karanlık olgusu da budur.
Karanlık; çağdaşlıkla, demokrasiyle,
modernlikle maskelenen bir lanettir. Allah ile kul arasına girilmez gibi laflar
haddizatında karanlığı koruyucu laflardır. Bir millettin varoluşunu tek bir
şahsa mal ederek o milleti hiçe saymak karanlığı katmerleştirici laflardır. Bir
şahsı sahneye yerleştirip sahne arkasında her türlü alçaklığı ve ihaneti
kotarmak, dine ve kimliğe saldırmak karanlığı tahkim edici faaliyetlerdir.
Devletin bir kanunu, nizamı vardır diyerek, devletin asıl sahiplerini haklardan
mahrum bırakmak karanlığı koruyucu ve kollayıcı hareketlerdir. Karanlık usul
usul gelir ama geldiği zaman tüm vahşetini, dehşetini sergilemekten imtina
etmez. Karanlığın gelişi, güneşin katli demektir. İşte bu yüzden olguları çok
iyi anlamalı, analiz etmeli ve yorumlamalıyız. Olguların ve olayların
bağlantısını çok iyi kurmalıyız ve bu yoldan bir sonuca ulaşmalıyız. Karanlık;
bazen özgürlük, bazen adalet, bazen kardeşlik, bazen barış maskesini takar.
Bazen Tam Bağımsız Türkiye maskesiyle karşımıza çıkar. Bazen Mustafa Kemal’in
Askerleyiz sözleriyle bizi alır götürür uçurumun kenarına. Bazen Demokratik
Özerklikle, bazen etnik milliyetçilikleri filizlendirmekle, bazen başkanlık
hayalleriyle tutsak alır. Karanlığın bekçileri, bizleri en yumuşak yerimizden
yakalar ve bizleri en mukaddes kavramlarla aldatabilir. Karanlığa karşı
müteyakkız olmamız icap eder. Karanlığın babası şeytan, çocuklarını bir yere
değil her yere göndermiştir. Bulundukları yere göre yüzlerine maske
geçirmiştir. İşte tam da bu yüzden sonsuz ve sınırsız bir uyanıklık içinde
olmalıyız. Allah’ın, bakmamızı istediği yerden, varlık âlemine bakmalıyız.
Kılavuzumuz yegâne Önderimiz (sav) ve mutlak pusulamız emsalsiz kitabımız
olmalıdır. Şeytan ve dostları, karanlığı severler. Aydınlık, bunların ecelidir.
Çünkü aydınlıkta iş göremezler, plan yapamazlar, tezgâh kuramazlar.
İdeolojiler, karanlığın elçileridirler. Karanlığı çok iyi bilmeden, aydınlığı
tam olarak anlamak kabil değildir. Şeytan; karanlıkta gizlenir ve gezinir.
Çocuklarını, karanlık mahzenlerden yönlendirir, yönetir. Biz, şeytanın çocuklarını
aydınlık sanırız. Bize ışığı getireceklerini düşünürüz. Bizi bir adım ileriye
taşıyacaklarını, bizi yücelteceklerini, bizi özgürleştireceklerini hayal ederiz
ama tam tersi olur.
Son tahlilde; bu aziz milletin, bu temiz toprakların, bu güzel ülkenin, bu
kadim devletin, bu yegâne dinin karanlığa gömülmesine asla müsaade etmemeliyiz.
Şerefimizin, namusumuzun payimal edilmesine fırsat vermemeliyiz. Gelen
karanlığı ihsas etmeli, önünde çelikten barikatlar kurmalıyız. Kadim
tarihimizden beslenen aydınlığın meşalesini ellerimizden düşürmemeliyiz.
Olguları en ince noktasına kadar iyi tahlil edip, anlamalı ve olayları kadim
tecrübelerimizin ve değerlerimizin ışığında açıklığa kavuşturmalıyız.
Kimliğimiz ve dinimiz, karanlığa karşı kullanabileceğimiz ve kendimizi en net
biçimde ifade edebileceğimiz en güçlü silahlardır. Bu silahların tahrip ve
tahrif edilmesine asla müsaade etmemeliyiz. Bu ülkede Haçlılarla ittifak edip,
şanlı Türk Sancağını düşürmek isteyen şerefsizler vardır, onlara karşı
müteyakkız olmalıyız. Karanlık bir çöktü mü üzerimize onu kaldırmak çok zordur.
Bu yüzden karanlığın gelmesine behemehâl
müsaade etmemeliyiz.
EKSTRA
BİR: Bir, ar, namus, hayâ, edep mahrumu çıkmış, arsızca Türk kimliğini
de kendine maske yapmış güya özgürlüğü getirecekmiş. Hayvanlaşmak, özgürleşmek
demekmiş. İnsanları düşündürmek, daha ileriye götürmek istiyormuş. İlkel
çağlarda yaşayan hastalıklı tip, ilericilik rüyalarına kaptırmış kendisini.
Oysa düşünmek insanlaşmaya doğru adım atmaktır, hayvanlığa dönmek değildir. Ve
ne hazin ki, bu topraklar üzerinde yaşayan, bu topraklardan beslenen ve
utanmazca Mustafa Kemalci olduğunu söyleyen sefillerde, ruhu ve beyni
hastalıklı, mikroplu tipi alkışlamaktadırlar hem de canı gönülden. Ve bazı
insanlarımız ise bu zavallı ve hastalıklı tipleri aydınlığın temsilcisi
sanmaktadırlar. İşte bunun adı Mustafa Kemal ile aldatılmaktır. Şimdi gelinde
bu tiplere aldananlara zavallı köleler demeyin. Sonra da tutarlar Müslümanlara
gerici, yobaz derler. Saf yobaz, esas
gerici olan kendileridirler ama bilmezler, bilmediklerini de bilmezler. Kördürler, sağırdırlar, hissizdirler. Cehalet
bataklığında debelenmektedirler. Ama Laz teyzenin ellerinden öpmek gerekir.
İster kurgulanmış, ister doğal olarak tahakkuk etmiş bir olay olsun. Biz Laz
teyzenin söylediklerine bakarsak, saf doğruları söylemiştir. Orada ki bir genci
de tebrik etmek gerekir, erkekçe söylemlerinden dolayı. Orada Mustafa Kemal’e
zımnen hakaret edilmiştir. Üstelik bu alçakça olay, bunu yapanlara ve bunu
yapanları destekleyenlere zerre bir şey kazandırmaz, bilakis kaybettirdikçe
kaybettirir. Oysa Mustafa Kemal’in şöyle bir sözü vardır:
‘’Bütün
dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) gösterdiği
yolu takip etmelidir. Ve verdiği talimatı tam olarak tatbik etmelidir. Tüm
Müslümanlar, Hz. Muhammed’i (sav) örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli.
Zira ancak bu şekilde insanlık kurtulabilir, kalkınabilir.’’ (31.10.1998 tarihli Kurultay gazetesinden
iktibas. Bu söz Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 10.11.1998 de takvime
konmuştur. Ayrıca, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi
tarafından 1979 yılından yayınlanan Prof. Dr. Hanif Faruk’un ‘Urduca Yayınlarda
Atatürk’ isimli kitabının 102. Sayfasında kayıtlıdır. Ayrıca bu söz Anayasa
Mahkemesi eski başkanlarından Yekta Güngör Özden ve bir Genelkurmay
Başkanımızın (galiba İsmail Hakkı Karadayı olacak) tetkikinden geçmiştir.)
İKİ: Ülkemizi ve gündemimizi epeydir işgal etmiş olan olaylara bir de
tersten bakalım. Şüpheler, gerçeğin anasıdırlar. Hükümetin as elemanları bu
şekilde yaparak oy kazanıyor olamazlar mı? Bu olaylar evrensel düzlemde
kurgulanmış olamaz mı? Birilerinin, gerçekleşmeyen şeyleri gerçekleştirmek
için, uzun zaman varolması gerektiği şart olamaz mı ve bu şartın gerçekleşmesi
için bazı şartların olması gerektiği icap etmesi gerekmez mi ve malum durumlar
bunun için meydana gelmiş olamaz mı? Siyonist, hükümetin as elemanlarına düşman
kitle oluşturarak bir oy patlamasına zımnen destek veriyor olamaz mı? Ki, zaten
direniş içinde olduğunu zannedenlerin geneli birer piyondan başka bir şey
değildirler. Çünkü hükümetin as elemanları lortlara direniyor görüntüsü
oluşturuyor; ki gerçekten direnilmesini ve lortların it gibi ezilmesini canı
gönülden arzularım ama direniyormuş gibi yapılması da beni kahreder, inanalım
ki gerçekten direniliyor olsun. Hatta diktatörlük gerçek olsa bile sindiririm;
adalet yerini bulsa, kaynaklar adilce bölüşülse, kodaman köpekler ezilse. Dine,
kimliğe, tarihe, ecdada saygılı, ahlaklı ve adaletli bir Tek Adamlığa sonsuza
kadar evet, evet, evettir düşüncem. Siyonist, muhtemelen Türkiye de başkanlık
sistemini ve daha başka şeyleri istiyor. Eğer tezgâh düşündüğümüz gibiyse,
hükümetin as elemanları bunu nasıl yapabilirler? Oylarını artırarak. Oylarını
nasıl artıracaklar? Toplum nezdinde günahlı olan kitlenin hükümete karşı
ahmakça bir soğuk savaş açmasıyla. Çok akıllı olmak lazımdır. Dedim ya her
halükarda kaybeden biz olacağız eğer oyun buysa. İnşaallah böyle bir tezgâh,
oyun yoktur. Türk milletinin çocukları isyan etmelidir ederlerse, bu milleti
bilmem kaç on yıllarca ezen kahpe düzene karşı. Türk milletinden olmayan
çocuklar değil. Yani Türk kimliğine ve İslam dinine düşman olan çocuklar değil.
Ki, burada bir de şu gerçek vardır; ne gariptir ki, bu ülkede direniş yaptığını
sananlar ezilmeyenlerdir, bilakis ezenlerdir. Tarihte, millette bunun bizatihi
şahididir. Bu ülkede, bu vatan uğruna şehit olanlar kimlerdir? Bu ülkenin esas
sahibi olup, en temel haklarından istifade edemeyenler kimlerdir? Türk
milletinden olmayan çocuklar isyan ederse Türk çocukları hem müdahil olmaz hem
de Türk milleti sevabıyla günahıyla hükümete destek çıkar. Bu tuzağa
düşmeyelim. Devrim olacaksa bu saf Türk-İslam Devrimi olmalıdır. Siyonist
devrimi değil. Bu topraklarda İslam’ın saf dışı bırakılacağı her devrim hamlesi
lanetliktir ve bu milletten uzak olmalıdır. Bu ülkede yapılmaya çalışılacak her
Sol Devrim hamlesinin ardında kesinlikle Siyonist vardır ve olacaktır. Çünkü
Sol, siyonizmin bir koludur. Hem bu şekilde hükümetin doğru düzgün iş yapmasını
zımnen engellemiş oluyorlar. Aptalca muhalefet, mutlak kaybedişin habercisidir.
Eğer durum buysa oyun güzel oynanmıştır ve kaybeden Türk Milleti olmuştur.
Hükümetin as elemanları da ne kadar zeki olduklarını göstermişlerdir. Keşke
oyun olsa, oynansa ama kazanan Müslüman Türk Milleti olsa, işte o zaman
eyvallah çekeriz.
ÜÇ: Çocuk meselesi var malumunuz. Bazı kesimler nezdinde tepki çekiyor
ve en üst düzeylerde tenkit ediliyor. Ve millete yanlış aksettiriliyor. Güya
Sayın Başbakan Tayip Erdoğan milletin yatağına karışıyormuş. Kusura bakmayalım
ama böyle bir iddia bu milleti angut yerine koymak olur. Çünkü böyle bir şey
yoktur, olmamıştır ve olamaz da. Zira senin evine girilip, işte şöyle
yapacaksın diye bir şey yoktur. Seni bir zorlama, yapmadığın için sana bir
yaptırım yoktur. Çocuk yapmayacak mısın, yapmazsın olur biter, kim ne diyebilir
Allah aşkına? Sadece bir tavsiye vardır ve kesinlikle olması da gerekir. Ve
Sayın Başbakan Müslüman Türk Milletinin çocuklarına hitap etmektedir. Şahsen bu
hitabı bana yapmasından zerre gocunmam, bilakis sonsuz memnun olurum. Kahir
ekseriyetin zerre gocunacağına da inanmam. Zira bekamızı düşündüğünü varsayarak
takdir bile ederim. Çünkü Türk Milleti, bilinçli ve programlı bir şekilde nüfus
olarak azaltılmaya çalışılıyor. Sadece şu yönden tenkit ederim ki, kesinlikle
de haklı olurum; önce adalet sağlanması gerekir, milletin karnının gerçekten
doyması gerekir, milletin evlatları yapacakları çocuğa nasıl bakacaklarını
düşünmemelidirler. İşte o zaman söylem yerini bulmuş olur ve haklılık kazanır.
Ama millet kendine bakamazken, çocuğuna nasıl bakacak diye bir düşünce sadır
olursa, söylemin de bir etkisi kalmaz. Hatta samimiyeti bile kalmaz.
DÖRT: PKK, sessizlikte oyun kurmaktadır ve terörist kazanmaktadır. Bu
ise endişeleri artırmakta ve huzursuzluğa neden olmaktadır. PKK, Türkiye içinde
ki olaylara dâhil olabilme planları yapmaktadır, Siyonist şeytanın
önderliğinde. Dikkatli olmak gerekiyor. Çok dikkatli olmak gerekiyor. İçeride
BDP, dışarıda PKK, Siyonist’in güdümünde tehlikeli hamlelere hazırlanmaktadır.
Hem de bu arada kaybettiği gücünü devşirmeye gayret etmektedir. Muhtemelen
keşifler yapılmakta, kullanılacak elemanlar devşirilmekte, uygulanacak
tezgâhlar hazırlanmaktadır. Sayın Başbakan, kendi çevresinde ki ajanlara dikkat
etmelidir. Türk, Türkiye ve İslam düşmanlarına dikkat etmeli ve onları tespit
edip ekarte etmelidir. Bu memleket ve millet iki temel direk üzerinde
durmaktadır; kimlik ve din. Bu olgular asla tahrip edilmemelidir. Milletin bu
olgularla bağı kesinlikle gevşetilmemelidir, bilakis tahkim edilmelidir.
PKK-BDP, Gezi Olaylarına bilinçli şekilde iştirak etmemiştir. Stratejik ve
taktik bir harekettir bu. Siyonizm, Kapitalizm ve Komünizm bilinmeden Gezi
Olayları asla net olarak anlaşılamaz.
BEŞ: ‘’’’’’’’’’’’ İddialara göre yerel seçimlerde iki
partinin ittifak yapması bekleniyor. Bu hattın Kürt ayağı BDP. Peki, sol ayağı kim olacak?
CHP mi yoksa BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in önderliğinde kurulacak
yeni bir sol parti mi? Birinci olasılık daha güçlü olduğu için şu sıralarda bir
kısım aydın ve siyasetçi CHP-BDP ittifakı peşinde. Zaten aylardır bu doğrultuda
bir çaba harcanıyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde de başta İstanbul olmak üzere
bir ittifak bekleniyor.’’’’’’’’’’’’
Evet,
bu satırlar Sabah yazarı Mahmut Övür’e
aittir. Yani yılların politika yazarına aittir. Yazının tümünü yerinde
okuyabilirsiniz. Bendenizin de çoğu yazımda defaatle dile getirdiğim bir
mevzudur bu. Ve ciddi tenkitlerde aldığım bir mevzudur. Ama şu iddialar
yanılmadığımızın resmidir, keskin vesikasıdır. Keşke olmasa, böyle bir düşünce
hiç gündem yapılmasa ama maalesef oluyor işte. Ve bu iddialar, olaylara
bakışımızın doğru olduğunun göstergesidir. Türk Milleti her durma karşı
müteyakkız olmalı, her söze ve yüze inanmamalıdır. Tanımak, kazanmaktır.
ALTI: Şimdi de, uzun yıllar gazete çıkartan ve hain tezgâhlarda rol alan, bozuk çarkta kendisi de yer edinmeye gayret eden Ahmet Emin Yalman isimli zevatın sözlerini aktaralım ve Müslüman Türk Milletinin necip evlatlarının ciğerlerine gönderelim;
“’’’’’’’’’Gazetelerin çoğu ecnebi
parası alıyor ve bunun karşılığında memlekette fitne çıkartıyor, emellerine
bilerek bilmeyerek alet oluyorlar. Ecnebiden para almak ‘satış’ gibi, ‘ilan’
gibi normal sayılıyor. Denilebilir ki gazeteler, başkasının sırtından yaşamak
hevesindeki açıkgözlerle, ‘aşağılık
duygusu’ndan kurtulmak isteyen heveslilerine, elverişli bir tatmin sahası
olmuştur. Dünya kuruldu kurulalı zarar eden kuruluşlar kapanırlar. Bunun tek
istisnası vardır; basın. Gazete ya
da derginin sahibi zarar etse de zararı sineye çeker ya da bir kolayını bulup
meşru-gayrimeşru kaynaklar sağlar. Peki neden?”’’’’’’’’’
Evet, bizim basınımızın ruhu budur; bizim basınımız satılık bir basındır ve ruhunu, beynini Siyonist’e satmıştır. Türk ve İslam düşmanlığının temelinde de bu ruh vardır; yani satılık ruh. Şimdi anlaşılmıştır eminim, malum basına niçin Siyonist uşağı dediğimiz?
YEDİ: Şamil Tayyar isimli zevat
zavallıca hareketlerle tehlikeyi davet ediyor adeta. Rahmetli olmuş bir kişiyle
uğraşmaktan ne umuyor acaba? Merhum Başbuğ
Alparslan Türkeş’e hakaret eder gibi konuşuyor ama ekranlara çıktığı zaman
bazı tiplerin karşısında kedi gibi oluyor. Hem de bu tipler İslam’a ve Türklüğe
ağır hakaretler ettikleri halde. Ahmet
Kutalmış Türkeş haklı olarak tavır koyuyor. Zira kimse ailesine laf
ettirmez. Hele bu şahsiyet Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihine ismini kazımış
bir isimse. Hayır, böyle kaotik bir ortamda bu tür hareketler vahim sonuçları
doğurabilir. Sayın Başbakanımız malum zevatı uyarmalıdır bence. Haddini
bilmesini söylemelidir. Zira merhum Başbuğ
Alparslan Türkeş milyonların gönlünde taht kurmuş bir şahsiyettir,
hatasıyla, günahıyla, sevabıyla. Ki, bu olay yarınlar adına tehlikeler
barındırmaktadır. Karanlık güçler boş durmuyor. Muhtemel suikastlar yapılmak
istenebilir. Şimdi malum tiplere suikast yapılsa, bu olaydan dolayı suikast
kimlerin üzerinde kalacaktır? Elbette ki Milliyetçi camianın üzerine kalacaktır.
Peki, bu nasıl bir sonuç doğuracaktır? Kuşkusuz İslamcı ve Milliyetçi camiayı
birbirine düşürecektir. Bundan kim nemalanacaktır? Milliyetçi camiayı, ortalığı
kasıp kavuran piyonların saflarına çekmek isteyenler nemalanacaktır. Akıllı
olmak gerekiyor. Benzin denizinde çakmak çakmak ahmaklıktır. Toplumda ki
cahillerinde ikaz edilmeleri icap ediyor. Ergenekon’la ilgili bilgiler
kendisine verilerek kitaplar yazdırılan ve bu yoldan zengin olan tiplere
güvenmek asla iyi değildir. Direniş adı altında ki sefilliklerle emeline
ulaşamayanlar mutlaka suikastlara yöneleceklerdir, tıpkı tarihte ki gibi.
Geçende birileri de demişti; Gezi Parkı olaylarında başı çekenlerden biride
katledilebilir diye. Çok isabetli bir tespittir bu. Zira karanlık odaklarca ön
plana çıkartılanlar, eğer istenilen başarıyı elde edemedilerse, mutlaka ortadan
kaldırılırlar ki, varlıklarıyla ulaşılamayan hedeflere yokluklarıyla ulaşılsın.
Şeytan böyledir, şeytana güvenmek aptallıktır. Çünkü şeytan mutlak olarak
kendini düşünür. Binaenaleyh, çok hassas olunmalıdır, herkes birazcık çenesini
tutmayı bilmelidir. Hatta kendisini bir şeyler için öne sürenlerin kimliğini
çok iyi bilmelidir. Ülkemize yazık etmeyelim. Düşmanlar akbabalar gibi
bekleşmektedir, akıllı olalım.