‘’Türk evladı! Titre ve kendine gel, özüne dön, tarihine dön, çağı
anla ve istikbalini kurtar, Bilakis, sonu gelmeyen buhranlar, seni, milletini,
devletini ve ülkeni mahvedecektir.’’
Türk Milletinin, Milli Birliğe
ve bu Milli Birliğin eseri olacak keskin ve fasılasız bir Kurtuluş Savaşına
ihtiyacı vardır. Bu savaş, ister pasif direniş şeklinde, isterse aktif direniş
şeklinde olsun mutlaka yapılmalıdır ve muhakkak zaferle neticelendirilmelidir. Bu
savaş yapılmadığı ve Türk evlatları kendi vatanlarında egemen olmadığı takdirde,
Türk Devleti hainlere hizmet etmeye, Türk Milleti daima esir olarak yaşamaya,
Türk Vatanı da yağmalanmaya devam edecektir. Biz, asla farkında olmayacağız
bunun, hep kendimizin hâkim olduğunu düşünerek hayallerle avunacağız. Hükümetler
gelip gidecek ama değişen bir şey olmayacak. Hükümetlerin gelip gitmesi, her zümrenin
muayyen bir zaman için bile olsa kendini temsil ettiğini düşündüklerini
başlarında görmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecektir, aksine uyuyarak yani bir
nevi ölü olarak yaşamayı intaç edecektir. Demokrasi denilen lanetten medet
umacağız kurtuluş için ama Demokrasi laneti bizi asla kurtarmayacak, bilakis
batırdıkça batıracaktır. Türk vatanı gizli bir işgal altındadır. Bizi aldatan
da budur. Açık işgal uyandırır ama gizli işgal uykuya devam etmeyi sağlar. Açık
işgale karşı canınızı ortaya koyar savaşırsınız çünkü düşman bellidir ama gizli
işgale karşı nasıl savaşacaksınız, hangi düşmana karşı gövdenizi siper
edeceksiniz? Gizli işgalde, kendinizden bildikleriniz sizi yönetmekte, ezmekte,
sömürmektedirler. Düşman, sizden birileri eliyle sizi yönetmektedir. Karşı
çıkabilirsiniz ama bu bir bakış, algı ve idrak meselesidir. Hep uzlaşmacı
olmaya çalışıyoruz ama şeytan ve avanesi ile uzlaşılamayacağını asla anlayamıyoruz.
Şeytanın, insanoğlunun ezeli ve ebedi düşmanı olduğunu bilmezlikten geliyoruz. Şeytanın,
ebedi taktik, strateji, tezgâh, oyun ve kan demek olduğunu bir türlü
anlayamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz. Uzlaşmacılık tavrımız bizi daha da
büyük felaketlere mahkûm ediyor, yozlaşmamızı ve uyumamızı tevlit ediyor.
Kaynaklarımız yağmalanmakta
mıdır ve yağmacıların Türklükle bir ilintileri var mıdır? Yalan mı, bir avuç
komprador tayfası emeğimizi, terimizi, yaşımızı, kanımızı sömürmüyor mu? Eğitim
sistemimiz bize mi aittir ve bu eğitim sistemini en başında dizayn edenlerin,
buradan da muallimlerin itibarını beş paralık ederek hem eğitimi hem de Türk
evlatlarını katledenlerin Türk oldukları söylenebilir mi? Yalan mı, ecdadımızı
övebiliyor muyuz, dinimizi hakkıyla anlatabiliyor muyuz, layığı ile kimlik
bilinci verebiliyor muyuz? Dinimizin emirlerini layığı ile yerine getirdiğimizi
ya da istesekte yerine getirebileceğimizi kim söyleyebilir ve bunları
yaptırmayanlar kimlerdir, bunların Türk olmaları mümkün müdür? Yalan mı,
camilerimizde abesle iştigal edilmiyor mu, gerçek meseleler anlatılacağına? Türk
ve İslam izi taşıyan olgulara, değerlere, eylemlere hayat hakkı tanınmakta
mıdır, bu hakkı tanımayanların sicillerini biliyor muyuz, bunların Türk
olduklarına inanabilir miyiz? Yalan mı, kimliğine sahip çıkanlara faşist,
dinini yaşamak isteyenlere irticacı denildiği? Türk çocukları taammüden
zehirlenmekte midir ve zehirleyenler Türk olabilirler mi? Yalan mı,
paçavralarda zımnen zehir tacirlerinin reklamlarının yapıldığı? Bu milletin
ruhu ve beyni Darvinizm mikrobu ile çürütülmekte midir ve çürütenleri Türk
sayabilir miyiz? Yalan mı, bürokratına, vekiline, basınına, üniversitesine,
bilim merkezlerine ve dizilerine kadar Darvin sapığının sapkın fikirlerinin
reklamının yapıldığı? MİT, Yargı,
Üniversite, Ordu ve Emniyet teşkilatlarımızın tarihimiz ve değerlerimiz
çizgisinde dizayn edildiğini kim iddia edebilir ve haddizatında bu minvalde
dizayn edilmeleri icap etmez mi? Bu
minvalde bir dizaynı engelleyenler kimlerdir ve onlar Türk olabilirler mi? Devletimiz
Milli bir hüviyete haiz midir ve böyle olmak zorunda değil midir?
Evet, Türk Vatanı ve Türk
Devleti gizli bir işgal altındadır ve bu işgale bir an önce son verilmelidir,
Türk’ün kendi vatanında egemenliği tescillenmelidir. Keskin ve yaptırımı olan
tedbirler alınmalıdır, kanunlar yapılmalıdır. Ama ilk evvelde yapılacak olan
şey; Türk çocuklarının kendi özleri ekseninde başlatacakları bir uyanış ve o
uyanışın tetikleyeceği bir kıvılcımla toplum bazında meydana getirecekleri
ahlak temelli isyan harekâtıdır. Önce bilinçlenme evresi, sonra kendinin
farkına varma ve kendini tanıma evresi, sonra dünyayı tanıma evresi ve nihayet
ne yapacağına, kimin için yapacağına, nasıl yapacağına karar verme ve verdiği
kararı uygulama evresi. Cehaletin karanlığına mahkûm olduğumuz için, hiçbir
şeyi doğru düzgün göremiyor ve okuyamıyoruz. Cehaletimiz, katilimiz oluyor. Düşmanımız
çok, gerçekten çok ama birileri sanki yokmuş gibi algılamamızı istiyorlar. Çünkü
uyanmak tehlikelidir, oyunların fark edilmesine ve bozulmasına neden olur. Bu
uyutma seansı, düşmanlarımızı gözlerden ırak tutarak, hain planları bize kabul
ettirme taktiğidir. Bilinçsizce birbirimize düşman oluyoruz, sanki dış
düşmanlar ve içimizde ki uşakları yetmiyormuş gibi. Bizi, birbirimize
kırdırarak, bize hâkim oluyorlar. Cehaletimiz, gerçeği algılamamızı engelliyor.
Bu ülkenin çocuklarını paçavraları ile ahlaksızlığın bataklığına itenler Türk
değillerdir. Bu ülkede İslam’ın hâkimiyetine karşı duranlar Türk değillerdir. Bu
ülkenin kaynaklarını yağmalayarak bu ülkenin çocuklarını yoksulluğa mahkûm edip,
ahlaksızlık bataklığına itenler ve bu yoldan kendilerine hadim kılanlar Türk
değillerdir. Bu milletin çocuklarının Kur’an-ı okuyup öğrenmelerinden ürkenler
Türk değillerdir. Bunları yapanların mütemadiyen Türklükten bahsetmeleri,
paçavralarına Türk’ün imzasını koymaları palavradır, şarlatanlıktır,
münafıklıktır. Böyle yapmak, milleti aldatarak kendini kabul ettirmek ve
böylece milletin ruhunu harap etmektir. Bunlara sahip çıkmak ahlaksızlıktır,
bilinçsizliktir, şuursuzluktur. Bunu fark etmek, algılamak, anlamak ve buna
inanmak şarttır. Yoksa uyanmak kabil değildir. Türklüğün ne olduğunu ve Türk’ün
kim olduğunu bilmezsek kandırılmak kaderimiz olur. Sonra da, ahmakça,
Türklükten bahsediyorlar ve Türk’e sahip çıkıyorlar diye düşmanlarımızı överiz.
O gizli hainlere söz söyleyenlere söveriz.
Ruh bozuldu mu bedenin sağlamlığından
söz edilemez. Ruhsuz beden zaten var olamaz ki sağlam olsun. Bu ülkenin önde
gidenlerinin ruhu bozulmuştur. Aydının ruhu bozuktur, hocanın ruhu bozuktur, âlimin
ruhu bozuktur, tüccarın ruhu bozuktur, muallimin ruhu bozuktur, vekilin ruhu
bozuktur, komutanın ruhu bozuktur, doktorun ruhu bozuktur. Bozuk ruhların
tamiri icap etmektedir. Çünkü bedenin kaptanı ruhtur. Bedenin direnci ruha
endekslidir. Bedenin var olması ruhun var olmasına bağlıdır. Her şeye yazık oluyor,
yazık ediyoruz. Ne edersek kendimize ediyoruz. Bizim bize ettiğimizi gâvur bize
etmez desek yeridir. Dürüst olalım, namuslu olalım, gerçeği görelim, kendimizi
bilelim, kendimize gelelim ve ülkemize kıymayalım. Milletsiz devlet, devletsiz
vatan, vatansız da hayat olmaz. Devlet vatanın ruhudur. Devletin ruhu da
millettir. Bunları bilmemiz gerekiyor. Bildiklerimizi de yaşamamız gerekiyor. Çok
cahil bırakıldık, can evimizden vurulduk. Zehirli okları tam kalbimize sapladılar.
Bu oklarlarla bizi düşüreceklerini hesapladılar. Düşmedik ama tam olarakta
kalktığımız söylenemez. Kalkmamız, okumamız, okuduklarımızı anlamamız,
anladıklarımızla bilinçlenmemiz, oyunları görmemiz gerekiyor. Atılan okları
ellerimizle tutmamız ve kırıp atmamız gerekiyor. Karanlığın ayak seslerini
ihsas etmemiz ve bu sesleri aydınlığın gücüyle yok etmemiz icap ediyor. Maksadım
umutsuzluk zerk etmek değildir ama durumumuz da hiç iç açıcı değildir. Gerçeklerle
yüzleşmek bizi kendimize getirecektir. Gerçeği görmedikçe, anlamadıkça hesaplaşmamız
gereken birileri olduğunu asla idrak edemeyeceğiz. Hesaplaşma olmadan da
kurtuluş olmayacak. Kurtuluş yoksa kendin gibi yaşamakta yoktur. Hep kaybeden oluyoruz,
bir kerede olsa kazanmayı niçin düşünmüyoruz? Ama nasıl kazanacağımızın planını
yaptık mı? Oyunlara karşı kendi oyunumuzu kurduk mu? Sezdiğimizi düşünmüyorum
ama varlığımız tehdit altındadır ve tehlikenin ayak sesleri gürültüye
dönüşmekte ve ufkumuzu kaplamaktadır.
Son tahlilde; behemehâl bir Milli Kurtuluş Savaşı vermemiz ve kazanmak için
bedeli ne olursa olsun ilânihaye direnmemiz şarttır. Söylenmeyenleri, söylenenlerin yardımıyla fark etmek zor değildir.
EKSTRA
BİR: Arkadaşlarına ihanet eden ve saman altında saklanan ve güya
antiemperyalist olduğunu söyleyen karakteri malum sefil terörist Türkiye’mi
emperyalist ülkelere şikâyet etmiş. Hey gidi çapulcu hey, sen kim
antiemperyalist olmak ne? Sen ki emperyalistlerin has elemanı ve müptezel bir
maşasısın. Adam mısın sahi sen? Gör gerçeği insan olduğunu iddia eden zavallı! Aptal
olmak bir şey kazandırmaz insana. Seni aldatan karaktersizleri iyi tanı!
İKİ: Güya sanatçı ve Sol olduklarını mütemadiyen dillerine pelesenk eden
şebekler şimdilerde tatilin keyfini çıkarıyorlar. Ya meydanları kırıp döken
zavallılar ne yapıyorlar? Tabi ki kıyıda köşede ve zehir dolu şişede rezilce
yaşıyorlar. Onlar senin sırtına basarak dünya nimetlerine ulaşıyorlar ve
ulaştıkları zaman seni bir kene gibi ezip hazzın doruklarında dem sürüyorlar. Gör
gerçeği insan olduğunu iddia eden zavallı! Aptal olmak bir şey kazandırmaz
sana. Seni aldatan karaktersiz ve namussuzları iyi tanı!
ÜÇ: Malum olaylar sırasında yaşanan bir ölüm olayı var. Ölen şahsı
polisin öldürdüğü iddia ediliyor. Tek bir şey bilir, tek bir şey sorarım; o
kişiyi gerçekten polis mi öldürdü? Yoksa kurumlar hainlerin işgali altında mı? Ölüsevici
tipler vardır ve bazen söylendiği şekliyle gerçekleşen ölümler ölümcül oyunlara
bir davetiyedirler. Tarihe bakınız ne dediğimi anlarsınız! Zekâ kullanmamız
için bahşedilen bir nimettir.
DÖRT: PKK denilen Siyonist yavruları sınırı terk etti deniyor? Acaba özel
yetiştirilmiş, suça bulaştırılmadan bekletilmiş teröristler var mıdır ve bu
meyanda bunlar dışarıya gitmeyipte içeriye girmiş olamazlar mı? Ve çekilme
olayı bir yanıltmadan ibaret olmasın sakın. Kandırılmak ve kandırmak kötüdür,
ağır bedelleri olur. Oyun büyüktür, hesap büyüktür öyleyse aldatma da büyük
olacaktır. Teennili olmak, ihanete ortak olmamak gerekir. Gerekeni yapmazsanız,
gereken yapılacaktır.
BEŞ: Cizre olayı gerçek midir? Gerçekse nasıl gerçekleşmiştir? Devlet ya
da hükümet mevzudan haberdar mıdır? Haberi yoksa şayet bu ne iştir, bu durumda devletin
ve hükümetin varlığı şüpheli hale gelmez mi? Ve bir önce ki yazımızın DÖRT’
üncü maddesinde söylediklerimizde yanılmış mıyız? Bu, ihanetten başka hangi
kavramla tanımlandırılabilir? Ve bu tanımlama da haksız sayılır mıyız? Devlet,
bir yerde değil her yerde eli olandır. Ya da bu olayla MİT’e mi vurulmak
isteniyor? Her ihtimali değerlendirmek, ihanet etmekten daha namuslucadır. Ama olay
vahimdir ve açıklığa kavuşması gerekmektedir. Eğer gerçekse affedilebilecek bir
yönü yoktur. Ya olayın failleri icap ettiği şekilde tecziye edilmelidirler ya
da millet kimi tecziye edeceğini çok iyi bilir.
Ama her halükarda kazananlar asla düşmanlar olmamalıdır. İç ya da dış
hiç fark etmez.
ALTI: Bu günlerde haince yönlendirmeler yapılmaktadır. Çok tehlikeli
sonuçlar doğuracak olan eylemlere teşvik vardır zımnen. Akıllı olunmalıdır. Parti
kapatmak ancak milletin vazifesidir, başka bir partinin vazifesi değil. Zira
parti kapatmayı kendilerine vazife bilenlerin sonlarının ne olduğu malumdur. Bu
tür hamleler, kasıtlı bir yönlendirme ve kaos taktiğidir. Direniş kılıfı
ardında ki eylemleri daha da genişletmek ve sonuç verici hale getirmektir. Sizden
olduğunu sandıklarınızın bile bu tür şeyleri dile getirmesi, olaya asla
haklılık ve masumluk kazandırmaz. Buna bilinçli, kontrollü ve denetimli bunalım
stratejisi derler. Aptallık başa beladır, akıllı olmak ise başı kurtarır.
YEDİ: Bir şey soracağım: malum olayda meydanlara dökülenler gerçekten
Komünist olsalardı ve cidden Komünist bir düzen için savaşsalardı, acaba
kompradorlar ve köpekleri onlar için havlarlar mıydı? Şerefli olalım
şerefsizlik yapmayalım. Fikrin namusuna ihanet etmeyelim. Şahsen ben Komünist
olsam, tüm kompradorları darağacında sallandırırım. Mülkü devletleştirmek için
savaşırım. Kapitalistlerin kapısında yal beklemek için savaşmam. En azından
insanlığa sunulan Komünizm böyle bir şeydir. Mutlak olarak kapitalizm
karşıtıdır, güya! Peki, gelelim sadede; malum olaya, basınıyla, kompradoruyla
niçin destek olunmaktadır? Çünkü meselenin Komünizm olmadığı bilinmektedir. Meydanlara
dökülen gençlerin zavallı birer piyon oldukları bilinmektedir. Piyonlara yön
verenlerin, hedef tayin edenlerin iplerini ellerinde tutanların ise,
kompradorların kendilerinin olduğu bellidir. Olay başarıyla sonuçlansa bile
kapitalistlere zerre zarar gelmeyecektir. Yani, son tahlilde kazanan
kompradorlardır. Komünizm ise işin aldatmacasıdır, masumane meydana dökülen
gençleri tuzağa çekmek için atılan yemdir. Ki, komünizmin kendisi saf emperyalisttir
ama orası uzun hikâye ve zaten detaylı olarakta izah ettiğimiz bir hikâye. Öyleyse
geçmek gerek burasını. Geçelim.
SEKİZ: Liberal pislikler asla bu milletin hayrına bir iş yapmazlar. Onlar
saf vatan hainidirler. Çarkları dönerse ne ala ama bir sekteye uğrarsa hemen
ağababalarının saflarına geçerek vurmaya başlarlar. Bu yüzden bunlara hiçbir
devirde güven olmaz. Güvenmek ise aptallıktır. Bunların yegâne gayesi, bu
vatanı bölmek, bu milleti zelil etmektir. Bunların oyunlarını göremeyen göze, fark
edemeyen beyine tüküreyim. Bunların tek vazifesi; efendileri için havlamaktır.
BİR SÖZ:
‘’Adaletin bulunduğu yerlerde, milletvekilleri ve bakanlar az
maaşlı, mütevazı ve çok mesuliyetli şahıslar olmalıdırlar. Bugün devlette en
yüksek makam olan milletvekilliğini kabilse maaşsız ve ikbalsiz, şöhretsiz bir
makam haline getirmek lazımdır. Onun ancak ahlaki şöhreti olabilir. O makam,
şöhret makamı değil, mesuliyet makamıdır. Bu makamın pek sıkı endişelerle,
kanunlar ve imtiyazlar tarafından hudutsuz bir şekilde himayesi de doğru olmaz.
Milletvekilleri, millet kuvvetinden ve onun iradesinden korkmalıdırlar.’’ Nurettin Topçu
BİR LAF:
"Bazı
kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman, bu kişilerin en basit
Marksist prensipleri dahi nasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz." Lenin, Pravda Gazetesi