Müslümanlar; en şerefli, en
asil, en güçlü olması gereken insanlık kitlesidir. Haddizatında, ilahi bir
emirdir de bu. Ki, asırlarca da böyleydiler. Bu durum, günlümün arzusu
değildir, gerçekleşmesi ve böyle olması şart olan mutlak bir hakikattir ve
elbette gönlümde arzulamaktadır tabiatıyla. Her bir Müslüman’ın huzurlu, mutlu,
neşeli olması, zilletten kurtulması ve şerefli şekilde yaşaması gönlümün
duasıdır. Zira ruhum azap içinde, bedenim alevlerin kuşatmasındadır,
Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz hal sebebiyle. Doğu Türkistan’ımız, alçak
ve aşağılık bir mikrop olan Çin domuzunun, Gazze’miz de şerefsiz ve namussuz Siyonist
domuzunun zulmü altında inlemektedir. Çünkü İslam gibi bir dinin
müntesipleridirler Müslümanlar. İslam ile şereflenenler, âlemin en
şereflisidirler. Bunu ne hayat, ne insan, ne bir ideoloji ve ne de tabiat
yalanlayabilir. Zira görünen köy kılavuz istemez. İslam dışı yaşayan
milletlerin ne kadarda hayvandan bile daha aşağı oldukları gün gibi aşikârdır. Ama
müşahede ettiğimiz manzara bu değildir. Olması gerekenin tam tersi olan bir
manzara vardır. Tüm İslam ülkeleri kendi içlerinde kavgalıdırlar, birbirlerini
katletmektedirler. Düşmana karşı kullanmaları gereken güçlerini birbirlerine
karşı kullanmaktadırlar. Hangi Müslüman bir ülke vardır ki düşmana karşı
savaşıyor olsun? Siyonizmin hançeri, tüm İslam Milletlerini tam gövdelerinden
vurmuştur. Tüm İslam ülkelerinin orduları emperyalizmin emrindedir ama bu hakikat
bir türlü fark edilememektedir. Dünya da tek güç olması gereken ve âleme nizam
vermesi gereken bir kitle ne hazindir ki; en zayıf halde olan ve yönetilen bir
kitledir. Tüm İslam ülkelerine, İslam değil, arka planların da dinsizliği
gizleyen ideolojiler egemendir. Türk dünyası kendi halindedir, Arap dünyası
kendi halindedir ve gizli bir dinsizliğin egemenliği altındadırlar. Birinde Türklük
aşkı ve şevki yoktur, diğerinde de İslam aşkı ve şevki yoktur. Birisi Doğu
Türkistan’a karşı duyarsızdır, diğeri de Filistin vb. yerlere karşı
duyarsızdır. İki tarafta emperyalizmin çizmeleri altında ezilmektedir. İki tarafın
lider kadroları da adeta birer uşak gibi Batı’ya hizmet etmektedirler. İki dünya
ülkeleri de batıl ideolojilerin tasallutu altındadır. İslam dışı yönetimler
egemendir iki dünyanın ülkelerinde de. Bu ülkelerde sözü geçenler, din düşmanı
olanlardır. En basitinden kendi ülkemiz malumdur. Müslümanlar ezilmekte, batıl
ideolojilerin tutkunu olanlar ise el üstünde tutulmaktadırlar daima. Hatta iki
dünya sanki bir birine düşman gibidir. Oysa kâfir bir dünyaya karşı birlikte
olmaları icap ederdi. Ki, birlikte olmuş olsalardı şayet, hem kendileri özgür
olurlar hem de insanlığa özgürlük sunarlardı. Tüm mevcudiyetlerini ortadan kaldırmaya
ahdetmiş Siyonizm’i ve tüm domuzları tükürükleriyle boğarlardı isteselerdi.
Türk ve Arap dünyası çok zengindir haddizatında ama bu zenginliği kullanan
kendileri değil emperyalist Batı ülkeleridir. İki dünyanın kompradorları da,
küresel lortların köpekleridirler. Ne acı bir durumdur bu. Türk ve Arap
ülkelerinden bazıları yoksulluğun pençesinde kıvranırken, Batı ülkeleri ise bu
dünyaların kaynaklarıyla, nimetleriyle keyif sürmektedir. Türk ve Arap
ülkelerinin siyasetleri de, ekonomileri de, orduları da Batı emperyalizminin
tasallutu altındadır.
Müslüman Milletler, birbirlerine düşmeselerdi
ve dünya nimetlerine tamah etmeselerdi bu kadar zelil bir halde olmazlardı. Dünya
nimetleri esasında bir leşti ve leş içinde ancak köpekler boğuşurlardı. Müslümanlar
sonsuzluğu unutup, sonlu olanın peşinden koşmaya başlamasalardı, tüm gövdeleriyle
ve bu gövdeye eklemlenmiş unsurlarıyla birlikte işgal altında olmazlardı. Dini tahrif
ve tahrip etmeden yaşasalardı ve ön planda tutsalardı, dinsiz ideolojilere
kanmasalardı, kardeşlikleri daha sağlam olurdu. Paylaşımı egemen kılsalardı,
zulme karşı toplu direniş içinde bulunsalardı birlikleri ve dirlikleri daha
kavi olurdu. Şu an her bir Müslüman yalnızdır, her Müslüman grup yalnızdır, her
Müslüman toplum yalnızdır ve nihayet ümmet yalnızdır ve paramparçadır. Müslümanlar,
kitaplarını bıraktılar, dinlerini dünyaya değiştiler, ecdatlarına ihanet
ettiler, Önderlerini (sav) terk ettiler. Batıya boyun eğdiler, batıl olana
müptela oldular. Yüce duygularını ezip ruhlarını harap ettiler. Hakikatin bilgisiyle
donanmayı başaramadılar. Seküler oyuncaklarla avundular, bilgilenme yolunu
tercih ettiler. İlk ve esas vazifeleri olan okumayı bıraktılar ve düşük zevklerin
peşine düştüler. Müslümanlar kim olduklarını, ne yapmaları, niçin yapmaları ve
kim için yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Henüz İslam’ı bile bir din olarak
kabul edebilmiş, idrak edebilmiş ve bu din etrafında kenetlenebilmiş değiller. Bağladıkları
ideolojileri maalesef dinlerinden daha ön plandadır. Derdi bir, ülküsü bir,
davası bir, yolu bir olması gereken bir bütün paramparça olmuş durumdadır. Kâfir,
parçalanmış gibi görünse de, Müslüman karşısında müttefiktir. Bu yüzden de
daima egemen olmayı başarmaktadır. Müslüman birisine sorsanız Kur’an’ı
savunduğunu söyler ama en basit bir durumda kardeşine vurmaktan gocunmaz. Kardeşini
düzeltmeyi tercih etmesi gerekirken, kardeşini yok etmeyi tercih eder. İslam’ın
bayraktarlarını, kâfirleri savunmak yolunda hiç hicap duymadan kullanır. Sonra da
akıldan, edepten, namustan bahseder. Oysa vazifesi; kardeşini düzeltmektir, kâfire
satmak değil. Ateisti tanımaz, ne yapacağını bilmez, ahkâm keser ateist
hakkında. Ateist materyalistin dünyaya egemen olduğu zaman, tüm mukaddesleri
çiğneyeceğini, ortadan kaldıracağını idrak edemez ve saçma sapan ahkâm keser. Bakınız
büyük üstat Nurettin Topçu ağabey ne
diyor: ‘’Ruh kıymetlerinin, iç dünya ideallerinin, insandan
kökten kazındığı insanlık hareketidir, komünist hareket.’’ Böyle bir hareketin
müntesibi hayata, devlete egemen olsa neler yapmaz ki? Ki, Komünist Çin tam
karşımızda, PKK tam içimizdedir ve yaptıkları âlemin malumudur. Bunlardan insanlık
beklenebilir mi? Bu zavallılardan mukaddeslere saygı beklenebilir mi? Namazla
dalga geçen bir sefilin yapmayacağı kötülük var mıdır? Küçücük bir çocuğun
eline bomba vererek, polisin, askerin üstüne salan bir rezilden insanlık namına
bir şey umulabilir mi? Sırf düşman bellediklerimize karşı hareket ediyorlar
diye bunların peşine takılmak ve bunları temize çıkarmaya gayret etmek ne kadar
ahlakidir? Oysa Müslüman akıllı, zeki ve uyanık olur.
Son tahlilde; Müslümanlar artık kendilerine gelmelidirler. Üzerilerinde dönen
oyunları algılamalıdırlar. Zehirli ideolojilerin tasallutundan
kurtulmalıdırlar. Birbirlerine düşmanlık gütmeyi bırakmalıdırlar ve birleşme
yolunu bulmalıdırlar. Batı dünyasının kendilerine asla dost olamayacağını idrak
etmelidirler. Demokrasinin kendilerini bozmak ve Batı dünyasına hizmetkâr
kılmak için kullanıldığını fark etmek zorundadırlar. Dinlerini iyi bilmek ve
dürüstçe yaşamaya çalışmak gayretinde olmalıdırlar. Kimliklerine sahip
olmalıdırlar, kimliklerini yitirmemelidirler ama din bağını da asla unutmamalı
ve koparmamalıdırlar. Vatanlarını, devletlerini, ordularını, kaynaklarını
kendilerine ait kılmalı ve canları pahasına sahip çıkmalıdırlar. Kâfirlere karşı
ittifak halinde olmalıdırlar. Her Müslüman Millet kendi topraklarında kendi
düzenini mutlaka kurmalı, kendi devletini inşa etmelidir. Yani tarihi, kimliği ve dini temelinde şeklini
bulacak düzeni ve devleti inşa etmelidirler. Kardeşlerine karşı düşman cephede
yer almamalıdırlar. Mesela; Türk dünyası haysiyetten ve mesuliyetten mahrum
Arap liderlere bakarak tüm Arap Milletlerine kesinlikle düşmanlık gütmemeli,
Arap dünyası da haysiyetten ve mesuliyetten mahrum olan ve Türk olmayan ama
Türk kimliği taşıyan liderlere bakarak Türk Milletlerine kesinlikle düşmanlık
gütmemelidir. Doğu Türkistan da ki zulüm Arapları, Filistin de ki zulüm Türkleri
ilgilendirmelidir. Türk ve Arap Milletleri yani genel tanımıyla İslam
Milletleri ittifak etsinler, tüm kâfirler karşılarında diz çökmezlerse insan
değilim. Peki, niçin olmasın bu? Siyonist köpek niçin havlayıp dursun? Çinli
köpek niçin kudursun? Hiç azap duyuyor muyuz halimizden?
EKSTRA
BİR: Hükümet, karşı cephenin taarruzunu fırsat bilerek ve milletin
kendisine zorunlu olarak geleceğini sanarak, memurları perişan etmemeli, mevcut
perişanlıktan kurtarmalıdır. Misal; her zaman ifade ettiğimiz gibi,
muallimlerin hali perişanlıktır. İtibarları yerle yeksan durumdadır. Yaşam standartları
zaten en diptedir ve toplumsal etki güçleri sıfırdır. Huzur içinde yaşayıp kafa
dinleyecekleri bir tatil bile yapamamaktadırlar. Önüne gelen posta koymaya
çalışmakta, bilmem nerelere şikâyete yeltenmektedirler. Bunu niye söylüyorum? Çünkü
ideal temelli düşünüyorum. Eğer ülkem yükselecekse, milletim yücelecekse, bu,
muallimler sayesinde olacaktır. Onlar, istikbalin mimarları, ruhların sanatkârlarıdırlar.
Onları zelil eden bir millet ve devlet zillete ve yok olmaya mahkûmdur. Muallim
dostlarımı buradan saygıyla selamlıyorum. Onları her zaman destekleyeceğime
dair söz veriyorum. Bu söylediklerim de, muallim dostlarımdan dinlediğim
sorunlardır. Farklı bir dünyanın insanı olsam da, muallimlere saygım sonsuzdur.
Çünkü beni yetiştiren de bir muallimdir. Onların zaman içinde düşürülen
itibarları tekrar yükseltilmelidir. Muallimlerden alınan vergiler artık
alınmamalıdır. Muallimlere ciddi düzeyde kira yardımı yapılmalıdır. Eşi çalışmayan
muallime ciddi düzeyde eş yardımı yapılmalıdır. Muallimlere faizsiz para
desteği sağlanmalıdır. Çünkü zamanımızda bir muallimin tek maaşla ev alması,
araba alması imkânsızın imkânsızıdır. Hele bir de evli ise ve yine tek maaş ise
umutsuz vakadır. Hatta bu durumda ki bir muallimin yaşamı tümüyle
perişanlıktır. Devlet adamları bundan utanç duymalıdırlar, eğer vicdan diye bir
şeye sahip iseler. Taban maaşları yükseltilmeli ve emekliliklerinde hak
ettikleri bir ücret verilmelidir. Zira bugün ele geçen emeklilik parası ile bir
araba bile alamamaktadır muallimlerimiz. Buna da ancak yazıklar olsun denir. Yani
bir muallimi canı çıkasıya çalıştıracaksınız ve vazifeden ayrılırken al şu 40
milyarı çek git diyeceksiniz. İnsanda biraz edep, şeref, haysiyet olur değil
mi? Devletimiz bu ayıptan mutlaka kurtarılmalıdır.
Yine bu arada eğitimde ki en
büyük sorunlardan biri de okul idarecilerinin sorunudur, okul müdürü olan
dostlarımın anlattıklarına göre. Okul idarecileri layık oldukları konumda
değillerdir. Çok büyük bir sorumluluğun altındadırlar ama bu sorumlulukla
eşdeğer haklara sahip değillerdir. Ki, ideal bir eğitim sistemine de aykırı
durumlar vardır. İdareciler mutlaka ‘’GİK’’
sistemine dâhil edilmelidirler. Her idareci tayin döneminde aynı vazife ile
tayin isteyebilmelidir. Her yıl izinlerini maaşları kesilmeden kullanabilmelidirler.
Allah, vatan, namus aşkına söyleyiniz, birazdan dile getireceğim sorun, ideal
bir eğitim sistemine uygun mudur? Eğitimi ve talebeyi düşünenler bu sorunu
görmezlikten, duymazlıktan gelebilirler ve kulaklarının üstüne yatabilirler mi?
Söyleyin şimdi; her kurumun müdürü, başka bir yere tayin olduğu zaman yine aynı
görevle tayin olmaktadır ya da her hangi bir durumda yine aynı görevini
korumaktadır. Ama bir okul müdürü tayin isterse öğretmen olarak istemekte ya da
herhangi bir durumda vazifesine son verilip öğretmenliğe döndürülmektedir. Senin
asıl vazifen öğretmenlik denmektedir. Burada vicdanın ‘’v’’ si bile yoktur. 5, 10 ya da 20 yıllık bir müdürün,
öğretmenliğe döndürülmesi demek, eğitimin katledilmesi demektir. Allah aşkına
elinizi vicdanınıza koyunuz öyle düşününüz; 10 ya da 20 yıllık bir müdür nasıl
öğretmenlik yapsın? Tekrar edilmeyen şeyler zaman içinde söner. Öğretmenlikte öyledir.
Bu, okul müdürlerinin itibarlarını beş paralık etmek ve onlara zulmetmek
değilse nedir? Yazıktır, gerçekten yazıktır. Eğer bir eğitim felsefemiz varsa,
eğer ideal bir eğitim sitemi oluşturmak istiyorsak, eğer nesillerimizi
katletmek istemiyorsak, eğer ülkemizin, devletimizin, milletimizin ve
değerlerimizin istikbalini düşünüyorsak eğitime dair bu sorunları mutlaka
acilen çözüme kavuşturmamız şarttır. Bilakis kimse martaval okumasın; nesilleri,
muallimleri düşünüyoruz, eğitimi önemsiyoruz diye.
İKİ: Camilerimiz de spor yapıyorlar mış! Spor salonları tükenmişte
ülkemin Camileri kullanılmaya başlamış. Bu müptezelliğe, bu pespayeliğe izin
veren sefil ruhlar mutlaka tecziye edilmelidirler. Cami soytarılık yeri
değildir, bir ibadet evidir. Üstelik edep, hayâ ve şeref ile girilecek bir
evdir. Herkes haddini bilmelidir, bilmeyene had nedir bildirilmelidir. Terbiyesiz
herifler!
ÜÇ: Mısır Darbesinde büyük tuzaklar gizli olabilir. Siyonist, Mısır
ordusuna hâkim olduğunu göstererek, Türkiye’ye, silahlarınıza hâkimim istediğimi yapabilirim
mesajı vermek ve bu yolla birilerine istediğini yaptırmak istiyor olabilir. Buna
pabuç bırakılmamalıdır. Bu darbede Türkiye bir şekilde mutlaka vardır. Birilerine
bir mesaj verilmeye çalışılmıştır muhakkak. Bu darbe öyle alçak bir darbedir ki, Müslüman
bir milletin başına Hıristiyan birisi geçirilmiştir. Mısır Ordusunun nasıl bir
alçaklığa mahkûm olduğu bizatihi müşahede edilmiştir. Bu darbeye destek
verenlerin kimler oldukları, bunların nasıl müptezel ve pespaye oldukları da
görülmüştür. Yüze 52 ile iktidar olan bir siyasetçi zorbalıkla derdest edilmiştir.
Müslüman memleketlerinde bile Müslüman egemenliğine tahammül edilemediğinin en
açık resmidir bu. Halkın silahı halka çevrilmiştir. Güya nice milletlere demokrasi
götürmek için o milletleri katlettiğini söyleyen şerefsiz, soysuz, alçak şeytan
coninin ve pislik bir domuz olan Batı’nın sahtekârlığı aşikâr olmuştur. Şu da
olabilir, vahşi Batı’nın köpek sürüleri, arka planda Mursi ile anlaşmak ve
istedikleri gibi olmasını sağlamak isteyebilirler, bunu Mursi’ye dikte
edebilirler. İnşaallah Mursi haysiyetli ve namuslu birisidir ve bu oyun sadece
bir oyun değildir. Yani gerçekten bir darbe teşebbüsüdür ve inşaallah yine
inananların zaferi ve Batı köpeklerinin mağlubiyeti ile nihayet bulur. Bilakis,
bir oyundan ibaretse, tuzak icabı bir darbe teşebbüsü ise, bu çok vahim bir
durumdur. Hem Mısırlıların hayatları tehlikededir hem de Mursi güvenilmez
demektir. Mısırlılar çok uyanık olmalıdırlar. Seçtikleri lideri asla yalnız
bırakmamalıdırlar, gerekirse canları pahasına. Zira Müslümanlar can vermeden
asla gerçek özgürlüklerine kavuşamayacaklardır. Müslümanların en büyük imtihanı
budur, kaybettikleri en önemli yerde burasıdır. Ülkemizde de darbeyi
destekleyenler olmuşlardır ve ne hazin ki kendilerini açık etmişlerdir. Necip milletimiz
bunu görmelidir. Mursi itham edilmektedir. Ne yapsaydı? Karşısında duranlara
boyun mu eğseydi? Bunu mu istiyorlar? Ne yani Müslümanlar sahip oldukları
vatanlarında istedikleri gibi yaşayamayacaklar mı? Hep düşmanları ile anlaşmak
zorundalar mı? Ne zamanda beri, düşmanla uzlaşmak, anlaşmak Müslümanlara vazife
olmuştur? Müslümanların tek vazifesi vardır; o da; dinleri ve kimlikleri
temelinde ahlaklı ve adaletli bir düzen kurmaktır. Bu düzenin düşmanları ile
anlaşıp, vazifelerini ifa etmekten vazgeçmek değildir. Allah, basiret, feraset,
cesaret versin gerçek iman sahibi olan Müslümanlara. Âmin. Burada bir de şu saf hakikat faş olmuştur: İslam ülkelerinde, İslam’a
muhalif olanların darbe olmadan asla egemen olamayacakları. Müslümanlar,
düşmanlarını bilmelidirler ama dostlarını da uyarmaktan vazgeçmemelidirler. Hatta
icap ederse yine kendileri hâkim olacak şekilde yanlış yapan kardeşlerini
kendileri devirmelidirler, düşmanları değil.
Son tahlilde; Allah diyebiliyorsak, Allah bize mutlaka doğruyu gösterecektir.
DÖRT: Apo denilen sefil mahlûk katledilip iç savaş malzemesi yapılmak
istenebilir tam da şu zamanda ya da uygun olduğu düşünülen bir zamanda. Şu an
bu plan üzerinden tezgâhlar kuruluyor olabilir. Devlet ve muayyen organlar çok
teennili olmalıdırlar. Tabi ki gönül ister ki, hak edene hak ettiği ceza
verilsin. Ama Batı köpekleri olaya müdahilseler ve sürekli bir tuzak üzerinde
iseler ve eğer sonuç ülke ve millet için vahim olacaksa daha akıllıca hareket
edilebilir, edilmelidir. Zincirlenip bir kulübede tutulması daha zekicedir,
gebertilmesindense. Evet, isyanı bastırırsın hiç acımadan da ama derin
yaraların açılması da muhtemeldir. Öyleyse müteyakkız olmak ve gerekli tedbirleri
almak iyidir.
BEŞ: Danıştay Başkanlığı olayı bir an önce çözülmelidir. Çözülememesi
ülkemiz adına utanç vericidir. 20 yıllık şartı, diğer yetişmiş elemanları
hafife almaktır ve onlara güvenmemektir. Akıl yaşta değil, baştadır. Nice genç
vardır ki, nice yaşlılara taş çıkartır. Bu oyuna son verilsin ve kurumumuz
başkansız kalmasın. Vazifenizi layığı ile yapınız efendiler lütfen!