AHH… MÜSLÜMANLAR!...

Özgür DENİZ - 06.07.2013

Müslümanlar; en şerefli, en asil, en güçlü olması gereken insanlık kitlesidir. Haddizatında, ilahi bir emirdir de bu. Ki, asırlarca da böyleydiler. Bu durum, günlümün arzusu değildir, gerçekleşmesi ve böyle olması şart olan mutlak bir hakikattir ve elbette gönlümde arzulamaktadır tabiatıyla. Her bir Müslüman’ın huzurlu, mutlu, neşeli olması, zilletten kurtulması ve şerefli şekilde yaşaması gönlümün duasıdır. Zira ruhum azap içinde, bedenim alevlerin kuşatmasındadır, Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz hal sebebiyle. Doğu Türkistan’ımız, alçak ve aşağılık bir mikrop olan Çin domuzunun, Gazze’miz de şerefsiz ve namussuz Siyonist domuzunun zulmü altında inlemektedir. Çünkü İslam gibi bir dinin müntesipleridirler Müslümanlar. İslam ile şereflenenler, âlemin en şereflisidirler. Bunu ne hayat, ne insan, ne bir ideoloji ve ne de tabiat yalanlayabilir. Zira görünen köy kılavuz istemez. İslam dışı yaşayan milletlerin ne kadarda hayvandan bile daha aşağı oldukları gün gibi aşikârdır. Ama müşahede ettiğimiz manzara bu değildir. Olması gerekenin tam tersi olan bir manzara vardır. Tüm İslam ülkeleri kendi içlerinde kavgalıdırlar, birbirlerini katletmektedirler. Düşmana karşı kullanmaları gereken güçlerini birbirlerine karşı kullanmaktadırlar. Hangi Müslüman bir ülke vardır ki düşmana karşı savaşıyor olsun? Siyonizmin hançeri, tüm İslam Milletlerini tam gövdelerinden vurmuştur. Tüm İslam ülkelerinin orduları emperyalizmin emrindedir ama bu hakikat bir türlü fark edilememektedir. Dünya da tek güç olması gereken ve âleme nizam vermesi gereken bir kitle ne hazindir ki; en zayıf halde olan ve yönetilen bir kitledir. Tüm İslam ülkelerine, İslam değil, arka planların da dinsizliği gizleyen ideolojiler egemendir. Türk dünyası kendi halindedir, Arap dünyası kendi halindedir ve gizli bir dinsizliğin egemenliği altındadırlar. Birinde Türklük aşkı ve şevki yoktur, diğerinde de İslam aşkı ve şevki yoktur. Birisi Doğu Türkistan’a karşı duyarsızdır, diğeri de Filistin vb. yerlere karşı duyarsızdır. İki tarafta emperyalizmin çizmeleri altında ezilmektedir. İki tarafın lider kadroları da adeta birer uşak gibi Batı’ya hizmet etmektedirler. İki dünya ülkeleri de batıl ideolojilerin tasallutu altındadır. İslam dışı yönetimler egemendir iki dünyanın ülkelerinde de. Bu ülkelerde sözü geçenler, din düşmanı olanlardır. En basitinden kendi ülkemiz malumdur. Müslümanlar ezilmekte, batıl ideolojilerin tutkunu olanlar ise el üstünde tutulmaktadırlar daima. Hatta iki dünya sanki bir birine düşman gibidir. Oysa kâfir bir dünyaya karşı birlikte olmaları icap ederdi. Ki, birlikte olmuş olsalardı şayet, hem kendileri özgür olurlar hem de insanlığa özgürlük sunarlardı. Tüm mevcudiyetlerini ortadan kaldırmaya ahdetmiş Siyonizm’i ve tüm domuzları tükürükleriyle boğarlardı isteselerdi. Türk ve Arap dünyası çok zengindir haddizatında ama bu zenginliği kullanan kendileri değil emperyalist Batı ülkeleridir. İki dünyanın kompradorları da, küresel lortların köpekleridirler. Ne acı bir durumdur bu. Türk ve Arap ülkelerinden bazıları yoksulluğun pençesinde kıvranırken, Batı ülkeleri ise bu dünyaların kaynaklarıyla, nimetleriyle keyif sürmektedir. Türk ve Arap ülkelerinin siyasetleri de, ekonomileri de, orduları da Batı emperyalizminin tasallutu altındadır.

 

 Müslüman Milletler, birbirlerine düşmeselerdi ve dünya nimetlerine tamah etmeselerdi bu kadar zelil bir halde olmazlardı. Dünya nimetleri esasında bir leşti ve leş içinde ancak köpekler boğuşurlardı. Müslümanlar sonsuzluğu unutup, sonlu olanın peşinden koşmaya başlamasalardı, tüm gövdeleriyle ve bu gövdeye eklemlenmiş unsurlarıyla birlikte işgal altında olmazlardı. Dini tahrif ve tahrip etmeden yaşasalardı ve ön planda tutsalardı, dinsiz ideolojilere kanmasalardı, kardeşlikleri daha sağlam olurdu. Paylaşımı egemen kılsalardı, zulme karşı toplu direniş içinde bulunsalardı birlikleri ve dirlikleri daha kavi olurdu. Şu an her bir Müslüman yalnızdır, her Müslüman grup yalnızdır, her Müslüman toplum yalnızdır ve nihayet ümmet yalnızdır ve paramparçadır. Müslümanlar, kitaplarını bıraktılar, dinlerini dünyaya değiştiler, ecdatlarına ihanet ettiler, Önderlerini (sav) terk ettiler. Batıya boyun eğdiler, batıl olana müptela oldular. Yüce duygularını ezip ruhlarını harap ettiler. Hakikatin bilgisiyle donanmayı başaramadılar. Seküler oyuncaklarla avundular, bilgilenme yolunu tercih ettiler. İlk ve esas vazifeleri olan okumayı bıraktılar ve düşük zevklerin peşine düştüler. Müslümanlar kim olduklarını, ne yapmaları, niçin yapmaları ve kim için yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Henüz İslam’ı bile bir din olarak kabul edebilmiş, idrak edebilmiş ve bu din etrafında kenetlenebilmiş değiller. Bağladıkları ideolojileri maalesef dinlerinden daha ön plandadır. Derdi bir, ülküsü bir, davası bir, yolu bir olması gereken bir bütün paramparça olmuş durumdadır. Kâfir, parçalanmış gibi görünse de, Müslüman karşısında müttefiktir. Bu yüzden de daima egemen olmayı başarmaktadır. Müslüman birisine sorsanız Kur’an’ı savunduğunu söyler ama en basit bir durumda kardeşine vurmaktan gocunmaz. Kardeşini düzeltmeyi tercih etmesi gerekirken, kardeşini yok etmeyi tercih eder. İslam’ın bayraktarlarını, kâfirleri savunmak yolunda hiç hicap duymadan kullanır. Sonra da akıldan, edepten, namustan bahseder. Oysa vazifesi; kardeşini düzeltmektir, kâfire satmak değil. Ateisti tanımaz, ne yapacağını bilmez, ahkâm keser ateist hakkında. Ateist materyalistin dünyaya egemen olduğu zaman, tüm mukaddesleri çiğneyeceğini, ortadan kaldıracağını idrak edemez ve saçma sapan ahkâm keser. Bakınız büyük üstat Nurettin Topçu ağabey ne diyor: ‘’Ruh kıymetlerinin, iç dünya ideallerinin, insandan kökten kazındığı insanlık hareketidir, komünist hareket.’’ Böyle bir hareketin müntesibi hayata, devlete egemen olsa neler yapmaz ki? Ki, Komünist Çin tam karşımızda, PKK tam içimizdedir ve yaptıkları âlemin malumudur. Bunlardan insanlık beklenebilir mi? Bu zavallılardan mukaddeslere saygı beklenebilir mi? Namazla dalga geçen bir sefilin yapmayacağı kötülük var mıdır? Küçücük bir çocuğun eline bomba vererek, polisin, askerin üstüne salan bir rezilden insanlık namına bir şey umulabilir mi? Sırf düşman bellediklerimize karşı hareket ediyorlar diye bunların peşine takılmak ve bunları temize çıkarmaya gayret etmek ne kadar ahlakidir? Oysa Müslüman akıllı, zeki ve uyanık olur.

 

Son tahlilde; Müslümanlar artık kendilerine gelmelidirler. Üzerilerinde dönen oyunları algılamalıdırlar. Zehirli ideolojilerin tasallutundan kurtulmalıdırlar. Birbirlerine düşmanlık gütmeyi bırakmalıdırlar ve birleşme yolunu bulmalıdırlar. Batı dünyasının kendilerine asla dost olamayacağını idrak etmelidirler. Demokrasinin kendilerini bozmak ve Batı dünyasına hizmetkâr kılmak için kullanıldığını fark etmek zorundadırlar. Dinlerini iyi bilmek ve dürüstçe yaşamaya çalışmak gayretinde olmalıdırlar. Kimliklerine sahip olmalıdırlar, kimliklerini yitirmemelidirler ama din bağını da asla unutmamalı ve koparmamalıdırlar. Vatanlarını, devletlerini, ordularını, kaynaklarını kendilerine ait kılmalı ve canları pahasına sahip çıkmalıdırlar. Kâfirlere karşı ittifak halinde olmalıdırlar. Her Müslüman Millet kendi topraklarında kendi düzenini mutlaka kurmalı, kendi devletini inşa etmelidir.  Yani tarihi, kimliği ve dini temelinde şeklini bulacak düzeni ve devleti inşa etmelidirler. Kardeşlerine karşı düşman cephede yer almamalıdırlar. Mesela; Türk dünyası haysiyetten ve mesuliyetten mahrum Arap liderlere bakarak tüm Arap Milletlerine kesinlikle düşmanlık gütmemeli, Arap dünyası da haysiyetten ve mesuliyetten mahrum olan ve Türk olmayan ama Türk kimliği taşıyan liderlere bakarak Türk Milletlerine kesinlikle düşmanlık gütmemelidir. Doğu Türkistan da ki zulüm Arapları, Filistin de ki zulüm Türkleri ilgilendirmelidir. Türk ve Arap Milletleri yani genel tanımıyla İslam Milletleri ittifak etsinler, tüm kâfirler karşılarında diz çökmezlerse insan değilim. Peki, niçin olmasın bu? Siyonist köpek niçin havlayıp dursun? Çinli köpek niçin kudursun? Hiç azap duyuyor muyuz halimizden?

 

 

EKSTRA

 

BİR: Hükümet, karşı cephenin taarruzunu fırsat bilerek ve milletin kendisine zorunlu olarak geleceğini sanarak, memurları perişan etmemeli, mevcut perişanlıktan kurtarmalıdır. Misal; her zaman ifade ettiğimiz gibi, muallimlerin hali perişanlıktır. İtibarları yerle yeksan durumdadır. Yaşam standartları zaten en diptedir ve toplumsal etki güçleri sıfırdır. Huzur içinde yaşayıp kafa dinleyecekleri bir tatil bile yapamamaktadırlar. Önüne gelen posta koymaya çalışmakta, bilmem nerelere şikâyete yeltenmektedirler. Bunu niye söylüyorum? Çünkü ideal temelli düşünüyorum. Eğer ülkem yükselecekse, milletim yücelecekse, bu, muallimler sayesinde olacaktır. Onlar, istikbalin mimarları, ruhların sanatkârlarıdırlar. Onları zelil eden bir millet ve devlet zillete ve yok olmaya mahkûmdur. Muallim dostlarımı buradan saygıyla selamlıyorum. Onları her zaman destekleyeceğime dair söz veriyorum. Bu söylediklerim de, muallim dostlarımdan dinlediğim sorunlardır. Farklı bir dünyanın insanı olsam da, muallimlere saygım sonsuzdur. Çünkü beni yetiştiren de bir muallimdir. Onların zaman içinde düşürülen itibarları tekrar yükseltilmelidir. Muallimlerden alınan vergiler artık alınmamalıdır. Muallimlere ciddi düzeyde kira yardımı yapılmalıdır. Eşi çalışmayan muallime ciddi düzeyde eş yardımı yapılmalıdır. Muallimlere faizsiz para desteği sağlanmalıdır. Çünkü zamanımızda bir muallimin tek maaşla ev alması, araba alması imkânsızın imkânsızıdır. Hele bir de evli ise ve yine tek maaş ise umutsuz vakadır. Hatta bu durumda ki bir muallimin yaşamı tümüyle perişanlıktır. Devlet adamları bundan utanç duymalıdırlar, eğer vicdan diye bir şeye sahip iseler. Taban maaşları yükseltilmeli ve emekliliklerinde hak ettikleri bir ücret verilmelidir. Zira bugün ele geçen emeklilik parası ile bir araba bile alamamaktadır muallimlerimiz. Buna da ancak yazıklar olsun denir. Yani bir muallimi canı çıkasıya çalıştıracaksınız ve vazifeden ayrılırken al şu 40 milyarı çek git diyeceksiniz. İnsanda biraz edep, şeref, haysiyet olur değil mi? Devletimiz bu ayıptan mutlaka kurtarılmalıdır.     

 

Yine bu arada eğitimde ki en büyük sorunlardan biri de okul idarecilerinin sorunudur, okul müdürü olan dostlarımın anlattıklarına göre. Okul idarecileri layık oldukları konumda değillerdir. Çok büyük bir sorumluluğun altındadırlar ama bu sorumlulukla eşdeğer haklara sahip değillerdir. Ki, ideal bir eğitim sistemine de aykırı durumlar vardır. İdareciler mutlaka ‘’GİK’’ sistemine dâhil edilmelidirler. Her idareci tayin döneminde aynı vazife ile tayin isteyebilmelidir. Her yıl izinlerini maaşları kesilmeden kullanabilmelidirler. Allah, vatan, namus aşkına söyleyiniz, birazdan dile getireceğim sorun, ideal bir eğitim sistemine uygun mudur? Eğitimi ve talebeyi düşünenler bu sorunu görmezlikten, duymazlıktan gelebilirler ve kulaklarının üstüne yatabilirler mi? Söyleyin şimdi; her kurumun müdürü, başka bir yere tayin olduğu zaman yine aynı görevle tayin olmaktadır ya da her hangi bir durumda yine aynı görevini korumaktadır. Ama bir okul müdürü tayin isterse öğretmen olarak istemekte ya da herhangi bir durumda vazifesine son verilip öğretmenliğe döndürülmektedir. Senin asıl vazifen öğretmenlik denmektedir. Burada vicdanın ‘’v’’ si bile yoktur. 5, 10 ya da 20 yıllık bir müdürün, öğretmenliğe döndürülmesi demek, eğitimin katledilmesi demektir. Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyunuz öyle düşününüz; 10 ya da 20 yıllık bir müdür nasıl öğretmenlik yapsın? Tekrar edilmeyen şeyler zaman içinde söner. Öğretmenlikte öyledir. Bu, okul müdürlerinin itibarlarını beş paralık etmek ve onlara zulmetmek değilse nedir? Yazıktır, gerçekten yazıktır. Eğer bir eğitim felsefemiz varsa, eğer ideal bir eğitim sitemi oluşturmak istiyorsak, eğer nesillerimizi katletmek istemiyorsak, eğer ülkemizin, devletimizin, milletimizin ve değerlerimizin istikbalini düşünüyorsak eğitime dair bu sorunları mutlaka acilen çözüme kavuşturmamız şarttır. Bilakis kimse martaval okumasın; nesilleri, muallimleri düşünüyoruz, eğitimi önemsiyoruz diye.

 

İKİ: Camilerimiz de spor yapıyorlar mış! Spor salonları tükenmişte ülkemin Camileri kullanılmaya başlamış. Bu müptezelliğe, bu pespayeliğe izin veren sefil ruhlar mutlaka tecziye edilmelidirler. Cami soytarılık yeri değildir, bir ibadet evidir. Üstelik edep, hayâ ve şeref ile girilecek bir evdir. Herkes haddini bilmelidir, bilmeyene had nedir bildirilmelidir. Terbiyesiz herifler!

 

ÜÇ: Mısır Darbesinde büyük tuzaklar gizli olabilir. Siyonist, Mısır ordusuna hâkim olduğunu göstererek, Türkiye’ye,  silahlarınıza hâkimim istediğimi yapabilirim mesajı vermek ve bu yolla birilerine istediğini yaptırmak istiyor olabilir. Buna pabuç bırakılmamalıdır. Bu darbede Türkiye bir şekilde mutlaka vardır. Birilerine bir mesaj verilmeye çalışılmıştır muhakkak.  Bu darbe öyle alçak bir darbedir ki, Müslüman bir milletin başına Hıristiyan birisi geçirilmiştir. Mısır Ordusunun nasıl bir alçaklığa mahkûm olduğu bizatihi müşahede edilmiştir. Bu darbeye destek verenlerin kimler oldukları, bunların nasıl müptezel ve pespaye oldukları da görülmüştür. Yüze 52 ile iktidar olan bir siyasetçi zorbalıkla derdest edilmiştir. Müslüman memleketlerinde bile Müslüman egemenliğine tahammül edilemediğinin en açık resmidir bu. Halkın silahı halka çevrilmiştir. Güya nice milletlere demokrasi götürmek için o milletleri katlettiğini söyleyen şerefsiz, soysuz, alçak şeytan coninin ve pislik bir domuz olan Batı’nın sahtekârlığı aşikâr olmuştur. Şu da olabilir, vahşi Batı’nın köpek sürüleri, arka planda Mursi ile anlaşmak ve istedikleri gibi olmasını sağlamak isteyebilirler, bunu Mursi’ye dikte edebilirler. İnşaallah Mursi haysiyetli ve namuslu birisidir ve bu oyun sadece bir oyun değildir. Yani gerçekten bir darbe teşebbüsüdür ve inşaallah yine inananların zaferi ve Batı köpeklerinin mağlubiyeti ile nihayet bulur. Bilakis, bir oyundan ibaretse, tuzak icabı bir darbe teşebbüsü ise, bu çok vahim bir durumdur. Hem Mısırlıların hayatları tehlikededir hem de Mursi güvenilmez demektir. Mısırlılar çok uyanık olmalıdırlar. Seçtikleri lideri asla yalnız bırakmamalıdırlar, gerekirse canları pahasına. Zira Müslümanlar can vermeden asla gerçek özgürlüklerine kavuşamayacaklardır. Müslümanların en büyük imtihanı budur, kaybettikleri en önemli yerde burasıdır. Ülkemizde de darbeyi destekleyenler olmuşlardır ve ne hazin ki kendilerini açık etmişlerdir. Necip milletimiz bunu görmelidir. Mursi itham edilmektedir. Ne yapsaydı? Karşısında duranlara boyun mu eğseydi? Bunu mu istiyorlar? Ne yani Müslümanlar sahip oldukları vatanlarında istedikleri gibi yaşayamayacaklar mı? Hep düşmanları ile anlaşmak zorundalar mı? Ne zamanda beri, düşmanla uzlaşmak, anlaşmak Müslümanlara vazife olmuştur? Müslümanların tek vazifesi vardır; o da; dinleri ve kimlikleri temelinde ahlaklı ve adaletli bir düzen kurmaktır. Bu düzenin düşmanları ile anlaşıp, vazifelerini ifa etmekten vazgeçmek değildir. Allah, basiret, feraset, cesaret versin gerçek iman sahibi olan Müslümanlara. Âmin. Burada bir de şu saf hakikat faş olmuştur: İslam ülkelerinde, İslam’a muhalif olanların darbe olmadan asla egemen olamayacakları. Müslümanlar, düşmanlarını bilmelidirler ama dostlarını da uyarmaktan vazgeçmemelidirler. Hatta icap ederse yine kendileri hâkim olacak şekilde yanlış yapan kardeşlerini kendileri devirmelidirler, düşmanları değil.

 

Son tahlilde; Allah diyebiliyorsak, Allah bize mutlaka doğruyu gösterecektir.

 

DÖRT: Apo denilen sefil mahlûk katledilip iç savaş malzemesi yapılmak istenebilir tam da şu zamanda ya da uygun olduğu düşünülen bir zamanda. Şu an bu plan üzerinden tezgâhlar kuruluyor olabilir. Devlet ve muayyen organlar çok teennili olmalıdırlar. Tabi ki gönül ister ki, hak edene hak ettiği ceza verilsin. Ama Batı köpekleri olaya müdahilseler ve sürekli bir tuzak üzerinde iseler ve eğer sonuç ülke ve millet için vahim olacaksa daha akıllıca hareket edilebilir, edilmelidir. Zincirlenip bir kulübede tutulması daha zekicedir, gebertilmesindense. Evet, isyanı bastırırsın hiç acımadan da ama derin yaraların açılması da muhtemeldir. Öyleyse müteyakkız olmak ve gerekli tedbirleri almak iyidir.

 

BEŞ: Danıştay Başkanlığı olayı bir an önce çözülmelidir. Çözülememesi ülkemiz adına utanç vericidir. 20 yıllık şartı, diğer yetişmiş elemanları hafife almaktır ve onlara güvenmemektir. Akıl yaşta değil, baştadır. Nice genç vardır ki, nice yaşlılara taş çıkartır. Bu oyuna son verilsin ve kurumumuz başkansız kalmasın. Vazifenizi layığı ile yapınız efendiler lütfen!

Tarih: 06.07.2013 Okunma: 803

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?