Esas
îtibâriyle büyük sermâye sâhipleri ve onların güdümündeki siyâsetçilerin aslen
İngiliz olanlarıyla Siyonist olanları arasındaki koalisyon tarafından yönetilen
ABD’nin Orta Doğu’ya ve özellikle Türkiye’ye ilişkin stratejik planları -her ne
kadar Sûriye zemininde önemli bir ârızaya uğramış olsa da- büyük ölçüde
işliyor.
Gerçi öncesinde de durum pek farklı değildi; fakat bilhassa 2001 yılındaki 11
Eylül tezgâhı -şâhâne bir bahâne olarak- kullanılmak sûretiyle 2002 yılında
Afganistan’ın, 2003 yılında Irak’ın işgâli ile başlatılıp günümüze kadar İslâm
coğrafyasında yer alan ülkelerde az-çok değişik metodlar uygulanarak sürdürülen
emperyalist tecâvüzkârlık yüzünden, on yılı aşkın bir süredir yaşadığımız hemen
her gün, okyanus ötesindeki o koalisyon için bir “Kurban bayramı” oldu.
O koalisyonun stratejik planlarına başta milyonlarca insan olmak üzere nice
maddî ve mânevî değer “kurban” edildi!
Afganistan’da Tâliban yönetiminin haklı veyâ haksız olarak öldürdüğü insan
sayısının en az otuz misli insan, Afganistan’ın işgâli sırasında ve sonraki
yıllarda öldürüldü.
Saddam’ın Irak’ta öldürttüğü insan sayısı kırk bini geçmez; fakat ABD işgali
sırasında ve sonrasında bunun kırk misli insan katledildi.
...
Tunus’da,
Libya’da, Mısır’da okyanus ötesindeki o koalisyonun stratejik planlarına kurban
gidenlerin ve -gûyâ diktatörlükten kurtulmalarından sonra da- kurban gitmeye
devam edenlerin sayısı acabâ hangi rakama ulaşacak.
Rusya ve Çin’in karşı çıkması sâyesinde Sûriye o koalisyonun işgâlinden,
dolayısıyle en az bir milyon insanını kurban vermekten -hiç değilse bir süre
için- kurtuldu fakat fitilini onların ateşlediği fitne yüzünden kan kaybetmeye
devam ediyor.
Peki ya Türkiye?
1984’den beri o koalisyonun önderliğinde AB çatısı altındaki devletlerin de
yarım ağızla “terörist” îlân edip sinsice desteklediği PKK yüzünden elli bine
yakın insanımızı kaybettik.
Bu kadarla kalması ihtimâli de bir hayli zayıf.
Çünkü varlık sebebi binlerce yıllık “arz-ı mev’ûd” idealini gerçekleştirmek
olan İsrâil, bu coğrafyada ülkesi geniş, nüfûsu büyük, ordusu caydırıcı,
ekonomisi güçlü hiçbir millî devletin var olmasını istemiyor. Hele hele
SSCB’nin dağılmasıyla büyük ölçüde bağımsız hâle gelen Türk devletleriyle AB
benzeri siyâsî birlik oluşturup İslâm dünyâsının da liderliğini yapabilecek bir
Türkiye tasavvuru, Siyonistlerin kâbusudur.
...
Türk
Milleti o duvarın örülmesine rızâ göstermez. Türk Ordusu da rızâ göstermez. O
duvarın örülmek istendiği bölge Türkiye’den gerçekten koparılmak istendiğinde,
daha kaç elli bin kişinin canından olacağı hesâb edilemez.
Türk Milleti’nin en önemli organize gücü, Türk Ordusu’dur.
...
Pekî,
diyelim ki merhum Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitâbesindeki o korkunç
durum gerçekleşti; “gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyânet içindeki” birileri
memleket dâhilinde iktidâra sâhip oldular, hattâ bu iktidar sâhipleri “şahsî
menfaatlerini müstevlîlerin siyâsî emelleriyle tevhîd” ettiler. Siyâseten hangi
etiketi taşıyor olurlarsa olsunlar, sırf sandıklardan çıkan oy sayısına
dayanarak bunu yapabilirler mi?
Hayır, onlar bunu asla yapamazlar.
Peki, kimler yapabilir?
NATO Generalleri!
Yazının tamamı için: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28453