Beyrut’ta –haliyle- Ortadoğu’yu ve Ortadoğu’daki gelişmeleri konuşup bu çerçeve içinde Türkiye’nin ‘sönükleşen profili’nin nedenlerini muhataplarımın gözünden dinledim. Değişik siyasi eğilimlerden ama Ortadoğu siyaset ve düşünce hayatının on yıllardır içinde olan ve dahası birçoğu Türkiye’nin Ortadoğu’daki ‘ağırlığı’ndan yana olanların altını çizdiği nedenlerden biri, çok kişiye şaşırtıcı gelebilir: Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’yu bilmiyorlar!
Tabii, burada fiil kipi olarak kullanılan ‘bilmek’ten kasıt, Ortadoğu hakkında ‘kitabi’ ya da ‘coğrafi’ veya ‘fiili’ bilgi eksikliğiyle ilgili değil. Bütün bunları, her isim çok iyi biliyorlar. Ortadoğu’nun ‘derin dinamikleri’ni, ‘zihin kalıpları’nı, ‘siyasi kıvrımları’nı ‘olması gerektiği şekliyle’ anlamamak anlamında.
‘İdeolojik takıntılar’ ve ‘entelektüel romantizm’le dış politika hiçbir yerde zaten yapılmaz. Ortadoğu’da hiç yapılmaz.
Türkiye; dış politikasının baş sorumlusu iki isim bir yana, ‘kurumsal’
olarak da bölgeyi iyi bilmiyor. Bundan on yıl öncesine yani Ak Parti
iktidarı öncesine oranla tartışmasız büyük bir ilerleme söz konusu ama
yine de Dışişleri ile MİT’i ile düşünce kuruluşları ile Ortadoğu
politikasında rol sahibi olabilecek kurumlar açısından, ‘rakipleri’yle
yani İran’dan Batılı ülkelere uzanan bir yelpazede hayli geride. Bu
kurumlar içinde kaç kişi Arapça biliyor. Kaç kişi Kürtçe. Kaç kişi
İbranice. Bölgeyi ve her bir bölge ülkesini konu alan kaç araştırma
kuruluşu, kaç saygın yayın var; bir düşündünüz mü?
Bunlar olmadan, isteseniz de öyle kolay kolay ‘bölge gücü’ olunamıyor. Ya da ‘bölge gücü’ olunduğu aldatmacasına kapılınıyor. Dahası, siyasi hata yapmak ve daha da önemlisi ‘hatadan ders almamak’ kolaylaşıyor.
Bu konulara işaret eden çok çarpıcı bir yazı Al Arabiya News’da ‘Turkey’s regional ambitions and the Iranian nuclear deal’ (Türkiye’nin bölgesel ihtirasları ve İran nükleer anlaşması) başlığı altında Mahir Zeynalov imzasıyla yayımlandı.
İstanbul’da yaşayan ve Today’s Zaman yazarı olan Mahir Zeynalov, “Bir on yıldır Türkiye’nin liderleri en etkili silahlarını –yumuşak güç- kullanarak bölgesel hâkimiyet sağlamaya çalıştılar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, komşularla vizeyi kaldırmak, siyasi ilişkileri geliştirmek ve serbest ekonomik bölgeler kurmak için canını dişine taktı. Bunlara ek olarak, ABD’nin birliklerini Irak’tan çekmesi ve genel anlamda bölgeden çekilmesi, Türkiye’nin bölgesel liderlik rolü için bir fırsat penceresi açtı” diye yazıyor ve ekliyor:
“Ankara bölgeye hükmetmek için gerekli askeri ve ekonomik güce sahip olmadığı acı gerçeğinin farkındaydı ama Türkiye’nin idealist siyaset yapımcıları yumuşak gücü sayesinde bölgeye geri dönüşünü kucaklayacağına inandılar. Büyük Arap karmaşası, Türkiye’ye ‘ezilenlerin destekçisi’ olmak ve ‘tarihin doğru tarafında’ bulunmak için altın bir fırsat sundu. Ankara, bu karışık süreçten muzaffer çıkacaktı.”