İlk
evvelde şunu net, kesin ve keskin olarak izah edeyim ki, sonra alıklıklarla
iştigal edip kendimi yormayayım. Hiçbir kitlenin büyük çoğunluğunu itham etmem,
kızarım hatta belki ağırda konuşabilirim ama birincil suçlu olarak görmem.
Çoğunluğa kızmamın yegâne nedeni de, onların basiretsizlikleri,
ferasetsizlikleri, iradesizlikleri ve cesaretsizlikleri nedeniyle sömürülüyor,
eziliyor, zulme uğruyor olmamdır. Çünkü çoğunluk genel olarak sürü
psikolojisiyle hareket eder. Hiçbir şeyden haberdar değildir. Ne verilirse ona
eyvallah çeker. Gir denilir girer, çık denilir çıkar. Otur denilir, kalk
denilir, oturur ve kalkar. Konuş ve konuşma denilir, konuşulur ve konuşulmaz.
Hülasa, iradesiz bir yığındır genel itibariyle çoğunluk kitle. Vicdanını da,
beynini de ipoteğe vermiştir. Düşünmez, sadece yapar. İlla bir yere ait olmak
ister. Yalnızlıktan korkar. Bu korku onu köleliliğin en ağırına mahkûm eder. Plan,
tuzak, komplo nedir bilmez. Çevrilen alengirli işlerden çakmaz. Tepelerde
gezinen adamların kim olduğunun farkına bile varamaz. Onları ifşa etsen, onlara
değil sana kızar. Onları tanımaz ama tanıyormuş gibi sahip çıkar, yanlış
yapacaklarına ihtimal vermez. Aklını kullanmaz, başka akıllarla hareket etmeyi,
sonra da âleme akıl vermeyi marifet sanır. Liderini putlaştırır, şeyhini
tanrılaştırır. Bu yüzden söylediklerimden bu çoğunluk alınmasın, isterse söylediklerimi
alsın, tartsın, ölçsün, biçsin, düşünsün ama. Benim işim daima tepede bulunan
hainlerle, satılık adamlarla ve devlet düşmanlarıyla olmuştur. Devletimin
payidar olması için elimden ne geldiyse yaptım, bundan sonra da yapacağım
inşaallah. Devletim içinse bir şey, sonunu asla düşünmem. Ama önce devletim
için olup olmadığını iyice, derinlemesine tetkik ve tahkik ederim, yani
kullanılmama asla müsaade etmem Allah’ın izniyle. Hiçbir zaman şahsi yaşamadım.
Ne makamım oldu ne de mülküm. Bunları hiçbir zaman umursamadım da. Elde etmek
için şerefimden, karakterimden, kimliğimden taviz vermedim. Versem ulaşır
mıydım, mutlaka ulaşırdım. Bu kadar kesin konuşuyorum. Belki ihanete uğradım
ama devletimi düşünerek ve devletime zarar gelmesin diyerek sustum. Çünkü
ihanet eden şahıslardı, devletim değildi. Hep devletim için yazdım. Tabi aynı
zamanda ümmetim içinde yani büyük devletim içinde yazdım. Gücüm nedir ki
demedim, çünkü herkesin taşıyabileceği bir yük vardır ve sırtımda ki yükü
taşımayı vazife bildim. Bunu çok iyi idrak etmiştim. Çünkü devletin ve
devletsizliğin ne olduğunu ve ne olmadığını çok iyi bilirim. Belki tecrübe ve
birikim olarak çok ileri düzeydeyim diyemem ama bilgi olarak kendime kifayet
edecek mesabede olduğuma inanırım. Vatan, millet, din konusunda da aynı şeyleri
söyleyebilirim. Tabi kusursuz da değilim. Bigünah hiç değilim. Her kul günahla
maluldür. Ama hiçbir kul, dinine, devletine, vatanına ve milletine ihanet
etmekle malul değildir, buna hakkı da, haddi de yoktur. İlimde de tamamım diyemem
asla. Zira ilim bir deryadır, bende ki ise damla bile değildir. Hiçbir zaman
bir liderden, bir abiden, bir şeyhten istimdatta bulunmadım, bulunmamda. Zira
bir İlahım, bir Önderim, bir Rehberim zaten var. Öyleyse zavallı, basit, naçar,
sahtekâr, riyakâr kullardan istimdat bekleyecek kadar cahil değilim. İstişare,
fikir teatisi ayrı bir şeydir. Aldatmayı sevmediğim kadar, aldatılmaktan da
iğrenirim. Söz söylerken duygum düşünceme müdahale edebilir ama mutlaka
akıllara hitap ederim. Yani damardan giripte insanları etkilemeyi ve yönlendirmeyi
tasvip etmem. Bir şeye inanılırsa akılla inanılsın, bir şey yine akılla
reddedilsin isterim. Mutlak duygusallık ve mutlak akılcılık farklı şeylerdir. İftira
atmam, hakikat temelinde konuşmaya, yazmaya gayret ederim. Söylediklerimin de
hakikat temelinde yalanlanmasını arzularım. Ülkem üzerinde düşünmeyi ve ülkeme
dair konuları yazmayı, anlatmayı üzerime vazife bilirim. Fikirsizlikten,
sığlıktan, basitlikten hazzetmem. Başkalarının aklıyla konuşandan kaçarım. Uyarmayı
en temel görevlerden biri olarak telakki ederim. Zira kavimlerin
uyarmayanlarının da helak olduklarını bilirim. Çok ağlayanda, çok gülende
tehlikelidir. Ama çok ağlamak daha tehlikelidir. Çünkü uyuşturucu gibidir.
İnsanları bir ağlamakla esir edebilirsin. Ağlamak akılları saf dışı bırakır ve
hitap ettiği kitleyi mıknatıs gibi kendine çeker. İnsanlar ağlayanın haklı
olduğunu sanırlar. Çok ağlamak dinende tasvip edilen bir şey değildir. Hatta
bir sahih hadis bile vardır bu konuda, ahir zamanda sürekli ağlayan âlimlerin
türeyeceğini haber veren. Bu yüzden siz siz olun olmadık yerde, olmadık
zamanda, olmadık lafa ağlayan mürailerden korkun ve cehennemden kaçar gibi kaçın.
Riyakârlık kâfirlikten yetmiş kat daha tehlikelidir derler Önderimiz(sav).
Yine
devletim için yazıyorum. Devletime tapmıyorum, devleti tanrılaştırmıyorum ama
devletin zorunlu olduğunu mutlak şekilde biliyorum. Ki devlet denilen şeyde bir
yerde insanların kendisidir, insanların ortak yaşama bildirisi,
organizasyonudur. Devletimi, devletimden de çok seviyorum galiba. Son günlerde
ilginç olaylar oluyor. Aslında bildik gelişmeler. Şahsen asla şok olmadım. Çünkü
her yazımızda bu olayların yaşanabilme ihtimalinin olduğunu zaten söylemiştik
hatta bazı yazılarımızda açıkça uyarmıştık. Zira küresel baronların evrensel
hedeflerini ve bu uğurda kullanmaları muhtemel olan piyonları biliyorduk. MİT,
emniyet ve yargı, MOSSAD ve CIA müzaheretleriyle ele geçiriliyor demiştik. Kasetlerle
geleceklerini ifade etmiştik. Bunlara emir verildi, bunlar şunları
destekleyecek diye söylemiştik. Desteklemeleri için illa ki bir vukuat
yaratılacak diye de belirtmiştik. Hiçbir dediğimiz boşa çıkmadı ne yazık ki,
keşke çıkmış olaydı. Devletimizin yara almasındansa, bizim tutarsız çıkmamız
daha katlanılabilirdi. Devlet içinde devlet olmaya çalışan ve buradan çıkarak
devlete meydan okumaya yeltenen karanlık gurupların varlığına şahit oluyoruz. Bu
asla yalan değildir, bilenler biliyorlar, hazırlık yıllar yılı yapılmaktadır
zira. Karanlık diyoruz, çünkü devlete meydan okumaya ve devletçik olmaya
çalışan her yapı karanlık bir yapıdır. Bazı yapıların illa silahı olmasına
gerek yoktur. İster Allah desin, ister Atatürk desin, İster vatan desin. Gâvur
daima son kaleyi yıkmaya çalıştı ama bir türlü yıkamadı. Bu milletin ruhuna düşman
odaklarla yapmaya çalıştı bunu, ama başaramadı. Anladı ki bu millet hala
köklerine bağlı bir millet. Öyleyse kökler üzerinden hareket ettiği imajını veren
bir yapı kurmalıyız dediler ve kurdular. Bu yapının başına geçecek ismi de öyle
seçmeliyiz ve o ismi öyle bir konuma getirmeliyiz ki, hatta avucumuzun içine
almalıyız ki, tüm arzularımız tek tek gerçekleşmeli dediler. Bu yapıları öyle
büyüttüler ki her kritik alana el attırdılar. Bu yapılarla Milli Egemenliğe
yani İslam’ın hâkimiyetine giden yolun önüne set çektiler. Evrensel düzeye
taşıdılar. Bu taşınmanın derinliğinde neler yatmaktadır, bu taşınma nasıl
kotarılmıştır, orada devşirilenlerin karakterleri kimler tarafından
şekillendirilmektedir ve bu kişiler hangi emellerin gerçekleşmesi için hangi
yerlere kanalize edilmektedirler bilinmiyor değildir. Devleti sarsabilecek ne
kadar konum varsa orayı işgal etmelerinin önünü açtılar. Zira gâvur direkt
olarak müdahale etmezdi ve edemezdi, illa bir piyon olmalıydı. Ve piyonlarıyla
mütemadiyen vurdular. Biz zannediyoruz ki, bu tür yapılar masumdurlar, millet
için çalışmaktadırlar. Koskoca bir yalandır bu. Siyonizmin emrinde çalışan,
kullanıldıklarının bile farkında olmayan bir piyondurlar oysa. Kasetçilerle iş
yaparlar. Yalan değil, kimlerin kasetlerle gönderildiklerini biliyoruz,
istenilen düzenin kurulması için. Üst düzey konum sahibi etkili ve yetkili
insanları satın alabileceklerini tasavvur ederler. Bu da iftira değil. Her
zaman söyledik, her zaman uyardık. Bundan sonra da aynı yolu takip edeceğiz.
Dar çerçeveden yazıyoruz ya, ulaşması gereken yerlere ulaşamıyoruz ya da
ulaşmamız engelleniyor. Yahut sakalımız yok ki sözümüz dinlensin. Kardeşim
bunlar tehdittir ve tehlikelidir dedik. Bunlar sınavlarda gariban insanların
haklarını gasp edecek kadar gayr-i ahlaki hareketler yapabilirler dedik ve
yalanda demedik. Şimdi, alın terlerinin ve haklı çabalarının sonucunda bir
kurumda çalışıyor ve ailesini geçindirmesi için ücret alıyor olması gereken
insanların yerinde, sınavda kopya verilen tipler var toplumda, o insanların
alması gereken ücretleri alan ve o ücretlerle aile geçindiren yani ömrünü
haramla yaşayan. Ve o insanlar hizmet ediyorlar, iman kurtarıyorlar! Bunlar kasetçilerden
medet umarlar. Toplumu aydınlatan tipler olarak geçinirler ama mahremiyet
gözeticiler zaman falan dinlemez bunlara ulaşırlar. Abi kasetle yok edeceğimiz
adam var mı diye. Bunlar etkili ve
yetkili insanları parayla tutulacak kadar kişiliksiz görürler. Ama kimlerin
kimlere parayla hizmet ettiklerinin idrakinde bile değildirler. Her hükümet
için tehdit ve tehlikedirler bunlar. Bu yüzden birilerine düşman olunduğu için
bunların saflarında yer almak yanlış yolda yürümektir. Zira bunların bu ülkeye hâkim
olması demek, en başta İngilizin, sonra da MOSAAD, CIA gibi evrensel
teröristlerin hâkim olması demektir. Çünkü bunlar yaptıkları hiçbir işte yalnız
değildirler ve hatta yapılan işin organizatörleri bile değildirler. Münhasıran
piyondurlar. Biliniz ki, çökertilmek istenen şey hükümetten öte bir şeydir;
Türk Devleti’dir. Ki Rockefeller de aynı şeyi söylüyor.
Evet,
yolsuzluk namussuzluktur. Ve yapanlar en acımasız şekilde tecziye
edilmelidirler. Ta ki Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, General vs. çocuğu olsa
bile. Zira yolsuzlukla yağmalan kaynaklar bu milletin alın teriyle
biriktirilmiş kaynaklardır. Öyleyse cezası da çok ağır olmalıdır hatta
yapılabiliyorsa yolsuzluk yapanlar ve yaptığı yolsuzluklar tescil edilenler
idam edilmelidirler. Bu kadar nettir. Lakırdı yapmaya gerek yoktur. Kimse bu
milletin alın terini çalamaz. Bu kadar şerefsiz, haysiyetsiz olamaz. Ki yolsuzlukta
yalnızca bu döneme ait bir pislik değildir, her politik dönemin karakteristik
bir özelliğidir ne hazin ki. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Sayın Recep
Tayip Erdoğan Beyefendi acımadan gerekeni yapmalıdır. Yaparsa büyür, yapmazsa
biter. Bu da bu kadar nettir. Dilerim ki Sayın Başbakanımız bu meşum olaydan
alnının akıyla çıkar ve piyonları da tecziye etmekten imtina etmez, devletin
hasara uğramasını ve karanlık ellere geçmesini önler. Ama kimse de suçları
bahane ederek devletçilik oynayamaz. Devletin kadim değerlerini sarsamaz. Kendi
çıkarları için, bir yerlere darbe vurmak niyetiyle de olsa devlete rağmen
hareket edemez. Ediyorsa da bunlara acınmaz, fırsat tanınmaz, gereken anında
yapılır. Ki olaylarda göründüğü gibi değildir zaten. Yolsuzluk yapan birkaç
kişi üzerinden hareketle asıl darbe devlete ve devletin kritik kurumlarına
vurulmak istenmektedir. Devlete hâkim olunmak istenmektedir. Böylece de,
insanların yaşamına istenildiği gibi müdahale etme amacı güdülmektedir. En
ileri hedefte; İslam’ın, Siyonizmin ve Vatikan’ın istediği forma sokulmasıdır.
Bu tür karanlık eylemler, darbelerden bile daha kötüdür. Bu eylemin en ardında
ki güç; İngiliz’dir. Hani şu Pensilvanya denilen eyaletin, her şeyiyle, sahibi
olan İngiliz. Evet, piyonlar kullanılıyor ama olayı asıl organize eden
İngiliz’dir. Ortadoğu’yu istediği gibi şekillendirmek istiyor ve bu isteğinde
kendisine destek olacak piyonları meydana salıyor. Bunu da daha önce net ve
keskin şekilde izah etmiştik. Rockefeller ne diyordu; İslam’ı yok etmek
istiyorsak işe Türkiye’den başlamak zorundayız. Bu işin içinde Siyonist’te,
Vatikan da vardır. Esas yönetmen; İngiliz’dir. İngiliz piyonlarına emreder ve
kaos ortamının oluşmasını sağlar, sonra de yine adamlarına emreder istediği
düzenin kurulmasını sağlar. Yine ne diyordu Rostchild; kanunları ben yapayım
da, varsın halklar istedikleri gibi yönetilsinler. Hiçbir şey göründüğü gibi
değildir dostlar. Birilerini getirirler ve bir hata ile götürürler, sonra
birilerini getirirler ve yine bir hata ile götürürler, bu işler böyle döner,
çark böyle işler ve milletler böyle sömürülürler demiştik. Yalan dememiştik. Evet
dostlar! Çok duygusalız ve her şeye hemen inanıveriyoruz. Değil mi ki Allah
deniyor, iman deniyor, millete hizmet deniyor. Oysa bu argümanların ardında ne naneler
yeniyor. İnsanlara, alttaki insanlar aracılığıyla şirin ve masum görüntü
veriliyor, bu görüntünün getirdiği güçle de tepe de tuzaklar hazırlanıyor,
devlete egemenlik hayalleri kuruluyor. İnsanlar ne diyorlar; bunlar temiz
insanlar, bigünah, masum insanlar, bunlardan tehlike gelmez. Bahsedilen kitle
çoğunluğu teşkil eden kitle ve bizde bu düşüncelere zaten eyvallah diyoruz. Ama
bu kitle iradesiz kitle, etkisiz, yetkisiz kitle. Bunlar topluma atılan bir
yemdir, çünkü bu masum, temiz, günahsız ve iyi niyetli insanlar aracılığı ile
insanlar aldatılıyorlar ve böylece devasa güce erişiliyor, o güçle de neler
yapılmaya çalışıldığı ve nereye hizmet edildiği malumdur. Biz çoğunluğa değil,
o çoğunluğa hükmeden, onları istedikleri gibi yönlendiren azınlığa
odaklanmalıyız. İşte asıl görmemiz gerekenler o azınlıklar ve o azınlıkların
karanlık dünyalarında yaşananlardır. O azınlıkların kimlerle teşrik-i mesai
yaptıklarıdır bilinmesi icap eden.
Bunlar
zamanında hükümete destek verdi deniliyor, vefalıdırlar deniliyor ve denilenler
hemen yeniliyor. Oysa gerçek bambaşkadır. Türk Ordusu bu ülkede büyük bir güç
olmuştur her zaman. En etkili ve yetkili kurum olmuştur. İçerisinde yanlış
adamlar bulunsa da, yanlış işler yapılsa da düşmanın en korkulu rüyası
olmuştur. Tüm karanlık odaklarla mücadele de en önde bulunmuştur. İşte bu
yüzden Türk Ordusunun gücü zayıflatılmalıydı. Türk Ordusu bağımsız yapısından
kurtulmalı, başka kurumların maiyetine girmeliydi. Ki değil mi ki Emniyet bizim
elimizdeydi. Öyleyse Türk Ordusu zayıflarsa her şeye istediğimiz gibi
hükmederdik. En yoğun propagandalarla Türk Ordusunun yıpratılmasına destek
verildi, destek verdirildi. Akıl başkalarınındı, aklı olmayanların böyle bir
şey düşünmeleri muhaldi. Ve destek fazlasıyla verildi. Yani vefadan değil,
çıkardan ve istenilen düzenin daha kolay kurulabilmesinden dolayı destek
verildi. Çünkü Türk Ordusu karanlık ve kirli emellerin önünde engel teşkil
ediyordu. Bilmem nerede evet denilmiş. Denilmiş ama niye denilmiş hiç
düşünülmemiş. İstedikleri gibi at oynatacakları bir ortamın yaratılması içindi
her şey. Etkili ve yetkili olan her şeyi pasifize ettikten sonra diledikleri
gibi hareket etmelerinin önü açılacaktı ve görüyoruz ki öyle de olmuş. Türk
Milleti eminim şimdi daha iyi anlıyordur her şeyi. Aslında hükümette yanlışlar
yaptı. Yanlış olanları atacaktı ama siteme dokunmayacaktı. Karanlık yapıların
hareketlerine müsaade edilmeyecekti. Tabi hükümette düşünemedi, zannet ki
destek kendisine veriliyor. Kazın ayağı hiçte öyle değildi ve ifşa oldu. Çünkü
siyonizmin emrinde hareket edenler ve onların hülyalarını gerçekleştirmeye
odaklanmış bulunanlar İslam’a ve Millete hizmet edenlerden asla hazzetmezler. Bu
yüzden değil midir, Siyonistle ipler ne zaman gerilse, siyonistten yana tavır
almalar. Bu yüzden değimlidir çıkar odaklarının nasırına basmaktan çekinmeler.
Bu yüzden değil midir Batısız asla olmaz demeler. Bu yüzden değil midir,
Ortadoğu da Amerikanın yanında olmazsak hiçbir şey yapamayız demeler. Görüntüye
değil, görünmeyen tarafa odaklanmalıyız. Evrensel Siyonist planları deşifre
etmeliyiz. Nasıl hareket edildiğini, hangi argümanlarla, sloganlarla yol
alındığını çok iyi anlamalıyız.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’a güveniyorum, güvenmek
istiyorum bu konuda. Yolsuzluk varsa ortaya çıkmasını sağlamalı ve hiç acımadan
yolsuzlukla yol bulan hainleri mutlaka en ağır şekilde tecziye etmelidir. Ayrıca
devleti suiistimal eden ve vazifesini kanunlara aykırı yapanları da hiç
acımadan tecziye etmelidir. Herkes haddini ve hududunu bilemelidir. Devletle
oyun oynanmayacağını mutlaka anlamalıdır, anlamıyorsa anlatılmalıdır icap
ettiği şekilde. Milletimiz zamanın ne zamanı olduğunu fark etmelidir. Zaman
devlete isyan edenlerle kardeş olma, birleşme zamanıdır. Her lafın ardında ne
vardır ihsas etmemiz en önemli görevimizdir. Masumiyet perdesi ardında ne
karanlık yüzler gizlidir. Zira bazı laflar birer işaret fişeği olabilirler.
Çünkü düşmanımız aynıdır. Öyleyse aynı düşmana karşı savaşmak ve o düşmanı
devirmek için birleşmek şarttır. Aynı düşmana karşı birleşenler ise, siyonzime
çalışmaktadırlar. İkisini birleştiren de siyonisttir. Buna mutlak şekilde
inanmamız icap eder, zira gerçek budur. Bazıları hala bazılarını masum
görmektedirler. Oysa surata geçirilen masumiyet örtüsü yırtılmış ve hakiki
çehreler ortaya çıkmıştır. Öyleyse hala güvenmek niyedir? Niyeti bozuk olanlara
karşı iyi niyetli olmak saflıktan başka bir şey değildir. Siz daha ne hamleler
yapılmaya çalışılacak göreceksiniz. AKP kapatılmaya bile çalışılacak yakında.
Tabi becerebilirlerse, etkili ve yetkili insanları söylendiği gibi satın alabilirlerse.
Malum olaylarda ki gerçek hedeflerden biri de Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın
Cumhurbaşkanı olmasını engellemektir, kim ne derse desin en büyük hedeflerden
biri de budur. Çünkü Siyonist bunu asla istemiyor, tabiatıyla piyonları da
istemeyecektir. Haklı sebeplerle ve temiz niyetle istemeyenler varsa onlara
sözümüz yoktur. Zira kendilerince haklı gerekçeleri vardır. Bu apayrı bir
şeydir. Bir ayrıntı daha vardır ve bundan daha önce de söz etmiştik. Malum
yapının tepede ki ismine çok ağır konuşmalar yaptırılacak ki yaptırılıyor da,
kitleler o konuşmaya göre bir yere yoğunlaştırılacak, daha sonra o isim ortadan
kaldırılacak ve artık hep o duruşuyla anılacak, yani İslam tandanslı yapılara
karşı düşmanlığıyla anılacak. Kitlelerin yoğunlaştığı yer, malum yapının içinde
ki Siyonistle ortak çalışan taraf olacak ve böylece malum yapının büyük
pastasına hâkim olanlar Siyonistler olacak. Malum yapıyla ilgili en büyük ve
karanlık tezgâhta budur. Ama idrak edecek kapasite yoksa ne diyelim. Bundan sonrasını hiç düşünmek istemiyorum.
Allah korusun, yüzlerce Anadolu çocuğu Siyonist emeller uğruna var olacaklar.
Hele malum yapının evrensel düzlemde ki kollarının serencamını hayal etmek bile
kâbus gibi geliyor insana. Hülasa; hükümet düşürülecek, malum yapı
parçalanacak, tepe isimlerden biri yok edilecek, diğeri de yetkisiz ve etkisiz
bırakılacak, böylece bir taşla yüz kuş birden vurulacak. En büyük zararı da
Türk Devleti ve Türk Milleti ile birlikte İslam Ümmeti görecektir. Ama nefsin
arzuları, hırslar, çıkarlar, rantlar vicdanları karartmışsa, gözleri
bağlamışsa, kulakları duymaz hale getirmiş, kafaları düşünmez duruma düşürmüşse
elbette tuzaklar ihsas edilmeyecektir. Bizi nahak yere itham eden zavallı
tiplere bir kapak olsun bu düşüncemiz. Malum yapıların bile iyiliğini
düşündüğümüzü vicdanı nasırlaşmamış olanlar elbet anlayacaklardır.
Sevgili dostlar! Kürsel baronları ve küresel
planları artık herkes bir şekilde biliyor, duyuyor. Kimler nerelerde ne
konuşuyor, bilenler biliyor. Gizli koylarda, İstanbul’un zirvelerinde ki
yabancı okullarda, yurtlarda ne planlar yapıldığı Türk Devletine gizli değil. Uluslar
arası dolaşan gemilerle kimlerin dolaştığı ve kimlerle kimlerin buluştuğu ve
neler konuştukları asla gizli kalmaz. Sezgilerimiz bize böyle şeyler olduğunu
söylüyor. Artık bu hükümetten istediklerimizi tam olarak alamasakta aldığımız
tavizler yeter, bize yeni isim gerek, o tavizleri daha başka tavizleri de
alarak icraata dönüştürmemize yardım edecek kişileri başa getirmeliyiz diye düşünenler
var mıdırlar acaba? Sezgilerimiz böyle şeyler olabileceğini söylüyor. Ve o ismi
getirmek için malum yapıyı kolayca kullanacaklarını bilmektedirler ve
kullanmaktadırlar. Çünkü o isim ve malum yapının İslam ve Türklük konusunda ki
düşüncesi paraleldir. Halk Bankası üzerinde hiç konuşmadım ama bu mevzuyu işin
uzmanlarından dinlemek daha isabetli olacaktır. Ki anlatılanlar yenilir,
yutulur cinsten değildir. Türk Devleti’nin her yönden eli, ayağı bağlanmak
istenmektedir. Ama bütün bunların karşısında ilkesiz bir politikamız var. Dün
kara dediğimize bugün ak diyoruz. Bir türlü istikametimizi tayin edemiyoruz. Sırf
düşmanlık psikolojisiyle hareket ediyoruz. Düşmanımın düşmanı dostumdur diyoruz
ama o düşman diye tanımladıklarımızın asla hiç kimseye dost olamayacağını
bilmiyoruz. Onların çalıştıkları yerin evrensel baronlar parlamentosu olduğunu
fark edemiyoruz. Her zaman Siyonistler adına kendi insanlarımızı harcadık, yine
harcıyoruz. Kitaptan, Sünnetten, Tarihten bihaber olduğumuz için hiçbir durumu
aklın ve vicdanın icabınca değerlendiremiyoruz. Şahsi çıkarlarımızı, gurup
çıkarlarımızı, parti çıkarlarımızı bir kenara atsakta milli çıkarlarımızı
öncelesek inanıyorum ki daha sağlıklı düşünüp, daha isabetli kararlar alacağız
ama yapmıyoruz, yapamıyoruz. Çünkü Milli Çıkarlarımızı öncelemek bize rant
sağlamıyor.
Son tahlilde; kürsel çetelere ve onların güdümünde yol alan
karanlık guruplara karşı uyanık olmalıyız ve daima devletimizin yanında
durmalı, bulunmalıyız. Bazı şeylerin bir devre münhasır olmadığını, her devrin
lanet olasıca bir pisliği olduğunu idrak etmeliyiz. Bu zamanda olanın başka
zamanlarda olmayacağını ve olmadığını sanmamalıyız. Söyleyecek çok şey var ama
işte… Artık AKP aklını başına almalı ve mutlak şekilde milletten yana
direksiyonu kırmalıdır. Sayın Başbakanımızın içimizde ki coniye haysiyetli
çıkışını çok hoş buldum ve alkışladım. Zira içişlerimize karışmak coninin haddi
değildir ve olamaz. Herkes yerini, haddini ve hududunu bilmelidir. AKP’nin tek
ve gerçek dostun millet olduğunun ve ancak millet olabileceğinin net şekilde
idrakine varması gerekir. Bilakis hezimetlerden hezimet beğenmesi mutlak sonu
olacaktır. Hedef; Türk Devleti ve Türk Milleti’dir. Türk Ordusunun da mutlak
şekilde Türk Ordusu olması kesinlikle şarttır! Türk Ordusu içinde karanlık
yapılarla teşrik-i mesai içinde olanlar var mıdır tespit edilmelidir! MİT,
YARGI ve TEŞKİLAT ise mutlaka MİLLİLEŞTİRİLMELİDİR. Başka devletlere ve
milletlere değil, kendi Devletine ve Milletine sadakatle bağlı olanlar o
yapılara hâkim kılınmalıdırlar.