DEVLET, ARTIK DEMİR YUMRUĞUNU İNDİRMELİDİR...

Özgür DENİZ - 21.12.2013

İlk evvelde şunu net, kesin ve keskin olarak izah edeyim ki, sonra alıklıklarla iştigal edip kendimi yormayayım. Hiçbir kitlenin büyük çoğunluğunu itham etmem, kızarım hatta belki ağırda konuşabilirim ama birincil suçlu olarak görmem. Çoğunluğa kızmamın yegâne nedeni de, onların basiretsizlikleri, ferasetsizlikleri, iradesizlikleri ve cesaretsizlikleri nedeniyle sömürülüyor, eziliyor, zulme uğruyor olmamdır. Çünkü çoğunluk genel olarak sürü psikolojisiyle hareket eder. Hiçbir şeyden haberdar değildir. Ne verilirse ona eyvallah çeker. Gir denilir girer, çık denilir çıkar. Otur denilir, kalk denilir, oturur ve kalkar. Konuş ve konuşma denilir, konuşulur ve konuşulmaz. Hülasa, iradesiz bir yığındır genel itibariyle çoğunluk kitle. Vicdanını da, beynini de ipoteğe vermiştir. Düşünmez, sadece yapar. İlla bir yere ait olmak ister. Yalnızlıktan korkar. Bu korku onu köleliliğin en ağırına mahkûm eder. Plan, tuzak, komplo nedir bilmez. Çevrilen alengirli işlerden çakmaz. Tepelerde gezinen adamların kim olduğunun farkına bile varamaz. Onları ifşa etsen, onlara değil sana kızar. Onları tanımaz ama tanıyormuş gibi sahip çıkar, yanlış yapacaklarına ihtimal vermez. Aklını kullanmaz, başka akıllarla hareket etmeyi, sonra da âleme akıl vermeyi marifet sanır. Liderini putlaştırır, şeyhini tanrılaştırır. Bu yüzden söylediklerimden bu çoğunluk alınmasın, isterse söylediklerimi alsın, tartsın, ölçsün, biçsin, düşünsün ama. Benim işim daima tepede bulunan hainlerle, satılık adamlarla ve devlet düşmanlarıyla olmuştur. Devletimin payidar olması için elimden ne geldiyse yaptım, bundan sonra da yapacağım inşaallah. Devletim içinse bir şey, sonunu asla düşünmem. Ama önce devletim için olup olmadığını iyice, derinlemesine tetkik ve tahkik ederim, yani kullanılmama asla müsaade etmem Allah’ın izniyle. Hiçbir zaman şahsi yaşamadım. Ne makamım oldu ne de mülküm. Bunları hiçbir zaman umursamadım da. Elde etmek için şerefimden, karakterimden, kimliğimden taviz vermedim. Versem ulaşır mıydım, mutlaka ulaşırdım. Bu kadar kesin konuşuyorum. Belki ihanete uğradım ama devletimi düşünerek ve devletime zarar gelmesin diyerek sustum. Çünkü ihanet eden şahıslardı, devletim değildi. Hep devletim için yazdım. Tabi aynı zamanda ümmetim içinde yani büyük devletim içinde yazdım. Gücüm nedir ki demedim, çünkü herkesin taşıyabileceği bir yük vardır ve sırtımda ki yükü taşımayı vazife bildim. Bunu çok iyi idrak etmiştim. Çünkü devletin ve devletsizliğin ne olduğunu ve ne olmadığını çok iyi bilirim. Belki tecrübe ve birikim olarak çok ileri düzeydeyim diyemem ama bilgi olarak kendime kifayet edecek mesabede olduğuma inanırım. Vatan, millet, din konusunda da aynı şeyleri söyleyebilirim. Tabi kusursuz da değilim. Bigünah hiç değilim. Her kul günahla maluldür. Ama hiçbir kul, dinine, devletine, vatanına ve milletine ihanet etmekle malul değildir, buna hakkı da, haddi de yoktur. İlimde de tamamım diyemem asla. Zira ilim bir deryadır, bende ki ise damla bile değildir. Hiçbir zaman bir liderden, bir abiden, bir şeyhten istimdatta bulunmadım, bulunmamda. Zira bir İlahım, bir Önderim, bir Rehberim zaten var. Öyleyse zavallı, basit, naçar, sahtekâr, riyakâr kullardan istimdat bekleyecek kadar cahil değilim. İstişare, fikir teatisi ayrı bir şeydir. Aldatmayı sevmediğim kadar, aldatılmaktan da iğrenirim. Söz söylerken duygum düşünceme müdahale edebilir ama mutlaka akıllara hitap ederim. Yani damardan giripte insanları etkilemeyi ve yönlendirmeyi tasvip etmem. Bir şeye inanılırsa akılla inanılsın, bir şey yine akılla reddedilsin isterim. Mutlak duygusallık ve mutlak akılcılık farklı şeylerdir. İftira atmam, hakikat temelinde konuşmaya, yazmaya gayret ederim. Söylediklerimin de hakikat temelinde yalanlanmasını arzularım. Ülkem üzerinde düşünmeyi ve ülkeme dair konuları yazmayı, anlatmayı üzerime vazife bilirim. Fikirsizlikten, sığlıktan, basitlikten hazzetmem. Başkalarının aklıyla konuşandan kaçarım. Uyarmayı en temel görevlerden biri olarak telakki ederim. Zira kavimlerin uyarmayanlarının da helak olduklarını bilirim. Çok ağlayanda, çok gülende tehlikelidir. Ama çok ağlamak daha tehlikelidir. Çünkü uyuşturucu gibidir. İnsanları bir ağlamakla esir edebilirsin. Ağlamak akılları saf dışı bırakır ve hitap ettiği kitleyi mıknatıs gibi kendine çeker. İnsanlar ağlayanın haklı olduğunu sanırlar. Çok ağlamak dinende tasvip edilen bir şey değildir. Hatta bir sahih hadis bile vardır bu konuda, ahir zamanda sürekli ağlayan âlimlerin türeyeceğini haber veren. Bu yüzden siz siz olun olmadık yerde, olmadık zamanda, olmadık lafa ağlayan mürailerden korkun ve cehennemden kaçar gibi kaçın. Riyakârlık kâfirlikten yetmiş kat daha tehlikelidir derler Önderimiz(sav).

 

Yine devletim için yazıyorum. Devletime tapmıyorum, devleti tanrılaştırmıyorum ama devletin zorunlu olduğunu mutlak şekilde biliyorum. Ki devlet denilen şeyde bir yerde insanların kendisidir, insanların ortak yaşama bildirisi, organizasyonudur. Devletimi, devletimden de çok seviyorum galiba. Son günlerde ilginç olaylar oluyor. Aslında bildik gelişmeler. Şahsen asla şok olmadım. Çünkü her yazımızda bu olayların yaşanabilme ihtimalinin olduğunu zaten söylemiştik hatta bazı yazılarımızda açıkça uyarmıştık. Zira küresel baronların evrensel hedeflerini ve bu uğurda kullanmaları muhtemel olan piyonları biliyorduk. MİT, emniyet ve yargı, MOSSAD ve CIA müzaheretleriyle ele geçiriliyor demiştik. Kasetlerle geleceklerini ifade etmiştik. Bunlara emir verildi, bunlar şunları destekleyecek diye söylemiştik. Desteklemeleri için illa ki bir vukuat yaratılacak diye de belirtmiştik. Hiçbir dediğimiz boşa çıkmadı ne yazık ki, keşke çıkmış olaydı. Devletimizin yara almasındansa, bizim tutarsız çıkmamız daha katlanılabilirdi. Devlet içinde devlet olmaya çalışan ve buradan çıkarak devlete meydan okumaya yeltenen karanlık gurupların varlığına şahit oluyoruz. Bu asla yalan değildir, bilenler biliyorlar, hazırlık yıllar yılı yapılmaktadır zira. Karanlık diyoruz, çünkü devlete meydan okumaya ve devletçik olmaya çalışan her yapı karanlık bir yapıdır. Bazı yapıların illa silahı olmasına gerek yoktur. İster Allah desin, ister Atatürk desin, İster vatan desin. Gâvur daima son kaleyi yıkmaya çalıştı ama bir türlü yıkamadı. Bu milletin ruhuna düşman odaklarla yapmaya çalıştı bunu, ama başaramadı. Anladı ki bu millet hala köklerine bağlı bir millet. Öyleyse kökler üzerinden hareket ettiği imajını veren bir yapı kurmalıyız dediler ve kurdular. Bu yapının başına geçecek ismi de öyle seçmeliyiz ve o ismi öyle bir konuma getirmeliyiz ki, hatta avucumuzun içine almalıyız ki, tüm arzularımız tek tek gerçekleşmeli dediler. Bu yapıları öyle büyüttüler ki her kritik alana el attırdılar. Bu yapılarla Milli Egemenliğe yani İslam’ın hâkimiyetine giden yolun önüne set çektiler. Evrensel düzeye taşıdılar. Bu taşınmanın derinliğinde neler yatmaktadır, bu taşınma nasıl kotarılmıştır, orada devşirilenlerin karakterleri kimler tarafından şekillendirilmektedir ve bu kişiler hangi emellerin gerçekleşmesi için hangi yerlere kanalize edilmektedirler bilinmiyor değildir. Devleti sarsabilecek ne kadar konum varsa orayı işgal etmelerinin önünü açtılar. Zira gâvur direkt olarak müdahale etmezdi ve edemezdi, illa bir piyon olmalıydı. Ve piyonlarıyla mütemadiyen vurdular. Biz zannediyoruz ki, bu tür yapılar masumdurlar, millet için çalışmaktadırlar. Koskoca bir yalandır bu. Siyonizmin emrinde çalışan, kullanıldıklarının bile farkında olmayan bir piyondurlar oysa. Kasetçilerle iş yaparlar. Yalan değil, kimlerin kasetlerle gönderildiklerini biliyoruz, istenilen düzenin kurulması için. Üst düzey konum sahibi etkili ve yetkili insanları satın alabileceklerini tasavvur ederler. Bu da iftira değil. Her zaman söyledik, her zaman uyardık. Bundan sonra da aynı yolu takip edeceğiz. Dar çerçeveden yazıyoruz ya, ulaşması gereken yerlere ulaşamıyoruz ya da ulaşmamız engelleniyor. Yahut sakalımız yok ki sözümüz dinlensin. Kardeşim bunlar tehdittir ve tehlikelidir dedik. Bunlar sınavlarda gariban insanların haklarını gasp edecek kadar gayr-i ahlaki hareketler yapabilirler dedik ve yalanda demedik. Şimdi, alın terlerinin ve haklı çabalarının sonucunda bir kurumda çalışıyor ve ailesini geçindirmesi için ücret alıyor olması gereken insanların yerinde, sınavda kopya verilen tipler var toplumda, o insanların alması gereken ücretleri alan ve o ücretlerle aile geçindiren yani ömrünü haramla yaşayan. Ve o insanlar hizmet ediyorlar, iman kurtarıyorlar! Bunlar kasetçilerden medet umarlar. Toplumu aydınlatan tipler olarak geçinirler ama mahremiyet gözeticiler zaman falan dinlemez bunlara ulaşırlar. Abi kasetle yok edeceğimiz adam var mı diye.  Bunlar etkili ve yetkili insanları parayla tutulacak kadar kişiliksiz görürler. Ama kimlerin kimlere parayla hizmet ettiklerinin idrakinde bile değildirler. Her hükümet için tehdit ve tehlikedirler bunlar. Bu yüzden birilerine düşman olunduğu için bunların saflarında yer almak yanlış yolda yürümektir. Zira bunların bu ülkeye hâkim olması demek, en başta İngilizin, sonra da MOSAAD, CIA gibi evrensel teröristlerin hâkim olması demektir. Çünkü bunlar yaptıkları hiçbir işte yalnız değildirler ve hatta yapılan işin organizatörleri bile değildirler. Münhasıran piyondurlar. Biliniz ki, çökertilmek istenen şey hükümetten öte bir şeydir; Türk Devleti’dir. Ki Rockefeller de aynı şeyi söylüyor.

 

Evet, yolsuzluk namussuzluktur. Ve yapanlar en acımasız şekilde tecziye edilmelidirler. Ta ki Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, General vs. çocuğu olsa bile. Zira yolsuzlukla yağmalan kaynaklar bu milletin alın teriyle biriktirilmiş kaynaklardır. Öyleyse cezası da çok ağır olmalıdır hatta yapılabiliyorsa yolsuzluk yapanlar ve yaptığı yolsuzluklar tescil edilenler idam edilmelidirler. Bu kadar nettir. Lakırdı yapmaya gerek yoktur. Kimse bu milletin alın terini çalamaz. Bu kadar şerefsiz, haysiyetsiz olamaz. Ki yolsuzlukta yalnızca bu döneme ait bir pislik değildir, her politik dönemin karakteristik bir özelliğidir ne hazin ki. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan Beyefendi acımadan gerekeni yapmalıdır. Yaparsa büyür, yapmazsa biter. Bu da bu kadar nettir. Dilerim ki Sayın Başbakanımız bu meşum olaydan alnının akıyla çıkar ve piyonları da tecziye etmekten imtina etmez, devletin hasara uğramasını ve karanlık ellere geçmesini önler. Ama kimse de suçları bahane ederek devletçilik oynayamaz. Devletin kadim değerlerini sarsamaz. Kendi çıkarları için, bir yerlere darbe vurmak niyetiyle de olsa devlete rağmen hareket edemez. Ediyorsa da bunlara acınmaz, fırsat tanınmaz, gereken anında yapılır. Ki olaylarda göründüğü gibi değildir zaten. Yolsuzluk yapan birkaç kişi üzerinden hareketle asıl darbe devlete ve devletin kritik kurumlarına vurulmak istenmektedir. Devlete hâkim olunmak istenmektedir. Böylece de, insanların yaşamına istenildiği gibi müdahale etme amacı güdülmektedir. En ileri hedefte; İslam’ın, Siyonizmin ve Vatikan’ın istediği forma sokulmasıdır. Bu tür karanlık eylemler, darbelerden bile daha kötüdür. Bu eylemin en ardında ki güç; İngiliz’dir. Hani şu Pensilvanya denilen eyaletin, her şeyiyle, sahibi olan İngiliz. Evet, piyonlar kullanılıyor ama olayı asıl organize eden İngiliz’dir. Ortadoğu’yu istediği gibi şekillendirmek istiyor ve bu isteğinde kendisine destek olacak piyonları meydana salıyor. Bunu da daha önce net ve keskin şekilde izah etmiştik. Rockefeller ne diyordu; İslam’ı yok etmek istiyorsak işe Türkiye’den başlamak zorundayız. Bu işin içinde Siyonist’te, Vatikan da vardır. Esas yönetmen; İngiliz’dir. İngiliz piyonlarına emreder ve kaos ortamının oluşmasını sağlar, sonra de yine adamlarına emreder istediği düzenin kurulmasını sağlar. Yine ne diyordu Rostchild; kanunları ben yapayım da, varsın halklar istedikleri gibi yönetilsinler. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir dostlar. Birilerini getirirler ve bir hata ile götürürler, sonra birilerini getirirler ve yine bir hata ile götürürler, bu işler böyle döner, çark böyle işler ve milletler böyle sömürülürler demiştik. Yalan dememiştik. Evet dostlar! Çok duygusalız ve her şeye hemen inanıveriyoruz. Değil mi ki Allah deniyor, iman deniyor, millete hizmet deniyor. Oysa bu argümanların ardında ne naneler yeniyor. İnsanlara, alttaki insanlar aracılığıyla şirin ve masum görüntü veriliyor, bu görüntünün getirdiği güçle de tepe de tuzaklar hazırlanıyor, devlete egemenlik hayalleri kuruluyor. İnsanlar ne diyorlar; bunlar temiz insanlar, bigünah, masum insanlar, bunlardan tehlike gelmez. Bahsedilen kitle çoğunluğu teşkil eden kitle ve bizde bu düşüncelere zaten eyvallah diyoruz. Ama bu kitle iradesiz kitle, etkisiz, yetkisiz kitle. Bunlar topluma atılan bir yemdir, çünkü bu masum, temiz, günahsız ve iyi niyetli insanlar aracılığı ile insanlar aldatılıyorlar ve böylece devasa güce erişiliyor, o güçle de neler yapılmaya çalışıldığı ve nereye hizmet edildiği malumdur. Biz çoğunluğa değil, o çoğunluğa hükmeden, onları istedikleri gibi yönlendiren azınlığa odaklanmalıyız. İşte asıl görmemiz gerekenler o azınlıklar ve o azınlıkların karanlık dünyalarında yaşananlardır. O azınlıkların kimlerle teşrik-i mesai yaptıklarıdır bilinmesi icap eden.

 

Bunlar zamanında hükümete destek verdi deniliyor, vefalıdırlar deniliyor ve denilenler hemen yeniliyor. Oysa gerçek bambaşkadır. Türk Ordusu bu ülkede büyük bir güç olmuştur her zaman. En etkili ve yetkili kurum olmuştur. İçerisinde yanlış adamlar bulunsa da, yanlış işler yapılsa da düşmanın en korkulu rüyası olmuştur. Tüm karanlık odaklarla mücadele de en önde bulunmuştur. İşte bu yüzden Türk Ordusunun gücü zayıflatılmalıydı. Türk Ordusu bağımsız yapısından kurtulmalı, başka kurumların maiyetine girmeliydi. Ki değil mi ki Emniyet bizim elimizdeydi. Öyleyse Türk Ordusu zayıflarsa her şeye istediğimiz gibi hükmederdik. En yoğun propagandalarla Türk Ordusunun yıpratılmasına destek verildi, destek verdirildi. Akıl başkalarınındı, aklı olmayanların böyle bir şey düşünmeleri muhaldi. Ve destek fazlasıyla verildi. Yani vefadan değil, çıkardan ve istenilen düzenin daha kolay kurulabilmesinden dolayı destek verildi. Çünkü Türk Ordusu karanlık ve kirli emellerin önünde engel teşkil ediyordu. Bilmem nerede evet denilmiş. Denilmiş ama niye denilmiş hiç düşünülmemiş. İstedikleri gibi at oynatacakları bir ortamın yaratılması içindi her şey. Etkili ve yetkili olan her şeyi pasifize ettikten sonra diledikleri gibi hareket etmelerinin önü açılacaktı ve görüyoruz ki öyle de olmuş. Türk Milleti eminim şimdi daha iyi anlıyordur her şeyi. Aslında hükümette yanlışlar yaptı. Yanlış olanları atacaktı ama siteme dokunmayacaktı. Karanlık yapıların hareketlerine müsaade edilmeyecekti. Tabi hükümette düşünemedi, zannet ki destek kendisine veriliyor. Kazın ayağı hiçte öyle değildi ve ifşa oldu. Çünkü siyonizmin emrinde hareket edenler ve onların hülyalarını gerçekleştirmeye odaklanmış bulunanlar İslam’a ve Millete hizmet edenlerden asla hazzetmezler. Bu yüzden değil midir, Siyonistle ipler ne zaman gerilse, siyonistten yana tavır almalar. Bu yüzden değimlidir çıkar odaklarının nasırına basmaktan çekinmeler. Bu yüzden değil midir Batısız asla olmaz demeler. Bu yüzden değil midir, Ortadoğu da Amerikanın yanında olmazsak hiçbir şey yapamayız demeler. Görüntüye değil, görünmeyen tarafa odaklanmalıyız. Evrensel Siyonist planları deşifre etmeliyiz. Nasıl hareket edildiğini, hangi argümanlarla, sloganlarla yol alındığını çok iyi anlamalıyız.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’a güveniyorum, güvenmek istiyorum bu konuda. Yolsuzluk varsa ortaya çıkmasını sağlamalı ve hiç acımadan yolsuzlukla yol bulan hainleri mutlaka en ağır şekilde tecziye etmelidir. Ayrıca devleti suiistimal eden ve vazifesini kanunlara aykırı yapanları da hiç acımadan tecziye etmelidir. Herkes haddini ve hududunu bilemelidir. Devletle oyun oynanmayacağını mutlaka anlamalıdır, anlamıyorsa anlatılmalıdır icap ettiği şekilde. Milletimiz zamanın ne zamanı olduğunu fark etmelidir. Zaman devlete isyan edenlerle kardeş olma, birleşme zamanıdır. Her lafın ardında ne vardır ihsas etmemiz en önemli görevimizdir. Masumiyet perdesi ardında ne karanlık yüzler gizlidir. Zira bazı laflar birer işaret fişeği olabilirler. Çünkü düşmanımız aynıdır. Öyleyse aynı düşmana karşı savaşmak ve o düşmanı devirmek için birleşmek şarttır. Aynı düşmana karşı birleşenler ise, siyonzime çalışmaktadırlar. İkisini birleştiren de siyonisttir. Buna mutlak şekilde inanmamız icap eder, zira gerçek budur. Bazıları hala bazılarını masum görmektedirler. Oysa surata geçirilen masumiyet örtüsü yırtılmış ve hakiki çehreler ortaya çıkmıştır. Öyleyse hala güvenmek niyedir? Niyeti bozuk olanlara karşı iyi niyetli olmak saflıktan başka bir şey değildir. Siz daha ne hamleler yapılmaya çalışılacak göreceksiniz. AKP kapatılmaya bile çalışılacak yakında. Tabi becerebilirlerse, etkili ve yetkili insanları söylendiği gibi satın alabilirlerse. Malum olaylarda ki gerçek hedeflerden biri de Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını engellemektir, kim ne derse desin en büyük hedeflerden biri de budur. Çünkü Siyonist bunu asla istemiyor, tabiatıyla piyonları da istemeyecektir. Haklı sebeplerle ve temiz niyetle istemeyenler varsa onlara sözümüz yoktur. Zira kendilerince haklı gerekçeleri vardır. Bu apayrı bir şeydir. Bir ayrıntı daha vardır ve bundan daha önce de söz etmiştik. Malum yapının tepede ki ismine çok ağır konuşmalar yaptırılacak ki yaptırılıyor da, kitleler o konuşmaya göre bir yere yoğunlaştırılacak, daha sonra o isim ortadan kaldırılacak ve artık hep o duruşuyla anılacak, yani İslam tandanslı yapılara karşı düşmanlığıyla anılacak. Kitlelerin yoğunlaştığı yer, malum yapının içinde ki Siyonistle ortak çalışan taraf olacak ve böylece malum yapının büyük pastasına hâkim olanlar Siyonistler olacak. Malum yapıyla ilgili en büyük ve karanlık tezgâhta budur. Ama idrak edecek kapasite yoksa ne diyelim.  Bundan sonrasını hiç düşünmek istemiyorum. Allah korusun, yüzlerce Anadolu çocuğu Siyonist emeller uğruna var olacaklar. Hele malum yapının evrensel düzlemde ki kollarının serencamını hayal etmek bile kâbus gibi geliyor insana. Hülasa; hükümet düşürülecek, malum yapı parçalanacak, tepe isimlerden biri yok edilecek, diğeri de yetkisiz ve etkisiz bırakılacak, böylece bir taşla yüz kuş birden vurulacak. En büyük zararı da Türk Devleti ve Türk Milleti ile birlikte İslam Ümmeti görecektir. Ama nefsin arzuları, hırslar, çıkarlar, rantlar vicdanları karartmışsa, gözleri bağlamışsa, kulakları duymaz hale getirmiş, kafaları düşünmez duruma düşürmüşse elbette tuzaklar ihsas edilmeyecektir. Bizi nahak yere itham eden zavallı tiplere bir kapak olsun bu düşüncemiz. Malum yapıların bile iyiliğini düşündüğümüzü vicdanı nasırlaşmamış olanlar elbet anlayacaklardır.

 

 Sevgili dostlar! Kürsel baronları ve küresel planları artık herkes bir şekilde biliyor, duyuyor. Kimler nerelerde ne konuşuyor, bilenler biliyor. Gizli koylarda, İstanbul’un zirvelerinde ki yabancı okullarda, yurtlarda ne planlar yapıldığı Türk Devletine gizli değil. Uluslar arası dolaşan gemilerle kimlerin dolaştığı ve kimlerle kimlerin buluştuğu ve neler konuştukları asla gizli kalmaz. Sezgilerimiz bize böyle şeyler olduğunu söylüyor. Artık bu hükümetten istediklerimizi tam olarak alamasakta aldığımız tavizler yeter, bize yeni isim gerek, o tavizleri daha başka tavizleri de alarak icraata dönüştürmemize yardım edecek kişileri başa getirmeliyiz diye düşünenler var mıdırlar acaba? Sezgilerimiz böyle şeyler olabileceğini söylüyor. Ve o ismi getirmek için malum yapıyı kolayca kullanacaklarını bilmektedirler ve kullanmaktadırlar. Çünkü o isim ve malum yapının İslam ve Türklük konusunda ki düşüncesi paraleldir. Halk Bankası üzerinde hiç konuşmadım ama bu mevzuyu işin uzmanlarından dinlemek daha isabetli olacaktır. Ki anlatılanlar yenilir, yutulur cinsten değildir. Türk Devleti’nin her yönden eli, ayağı bağlanmak istenmektedir. Ama bütün bunların karşısında ilkesiz bir politikamız var. Dün kara dediğimize bugün ak diyoruz. Bir türlü istikametimizi tayin edemiyoruz. Sırf düşmanlık psikolojisiyle hareket ediyoruz. Düşmanımın düşmanı dostumdur diyoruz ama o düşman diye tanımladıklarımızın asla hiç kimseye dost olamayacağını bilmiyoruz. Onların çalıştıkları yerin evrensel baronlar parlamentosu olduğunu fark edemiyoruz. Her zaman Siyonistler adına kendi insanlarımızı harcadık, yine harcıyoruz. Kitaptan, Sünnetten, Tarihten bihaber olduğumuz için hiçbir durumu aklın ve vicdanın icabınca değerlendiremiyoruz. Şahsi çıkarlarımızı, gurup çıkarlarımızı, parti çıkarlarımızı bir kenara atsakta milli çıkarlarımızı öncelesek inanıyorum ki daha sağlıklı düşünüp, daha isabetli kararlar alacağız ama yapmıyoruz, yapamıyoruz. Çünkü Milli Çıkarlarımızı öncelemek bize rant sağlamıyor.

 

Son tahlilde; kürsel çetelere ve onların güdümünde yol alan karanlık guruplara karşı uyanık olmalıyız ve daima devletimizin yanında durmalı, bulunmalıyız. Bazı şeylerin bir devre münhasır olmadığını, her devrin lanet olasıca bir pisliği olduğunu idrak etmeliyiz. Bu zamanda olanın başka zamanlarda olmayacağını ve olmadığını sanmamalıyız. Söyleyecek çok şey var ama işte… Artık AKP aklını başına almalı ve mutlak şekilde milletten yana direksiyonu kırmalıdır. Sayın Başbakanımızın içimizde ki coniye haysiyetli çıkışını çok hoş buldum ve alkışladım. Zira içişlerimize karışmak coninin haddi değildir ve olamaz. Herkes yerini, haddini ve hududunu bilmelidir. AKP’nin tek ve gerçek dostun millet olduğunun ve ancak millet olabileceğinin net şekilde idrakine varması gerekir. Bilakis hezimetlerden hezimet beğenmesi mutlak sonu olacaktır. Hedef; Türk Devleti ve Türk Milleti’dir. Türk Ordusunun da mutlak şekilde Türk Ordusu olması kesinlikle şarttır! Türk Ordusu içinde karanlık yapılarla teşrik-i mesai içinde olanlar var mıdır tespit edilmelidir! MİT, YARGI ve TEŞKİLAT ise mutlaka MİLLİLEŞTİRİLMELİDİR. Başka devletlere ve milletlere değil, kendi Devletine ve Milletine sadakatle bağlı olanlar o yapılara hâkim kılınmalıdırlar.

Tarih: 21.12.2013 Okunma: 810

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?