‘’Biz insanı şerefli
olarak halk ettik.’’
İsra–70
İnsan
mıyız? Evet, şeklimize şemalımıza bakılırsa insanız. Fakat insanın, insan
olduğunu kanıtlayan şey, şekli ve şemalı değildir. Pahalı ve lüks bir hayatta,
insan olduğumuzun göstergesi olamaz. Bilakis hayvanlığa daha yakın olduğumuzun alameti
bile olabilir. Ya da bir partiye, bir ideolojiye, bir cemaate, bir lidere, bir
şeyhe bağlılığımız da insan olduğumuza hüccet sayılamaz. İnsan sonsuzsa, sonsuz
olanla insanlaşır ancak. Çünkü insanı kayıt altına aldığınız ve sonsuzluğa
giden duygu ve düşünce dünyasına sınır koyduğunuz zaman, insanı hayvanlığa
mahkûm etmişsiniz demektir. İnsan mutlak hakikate yani çürütülemeyen,
yalanlanamayan, eskimeyen, pörsümeyen, tüm çağlarda yeniliğini koruyan, her
türlü cerbezeyle diskalifiye edilemeyen hakikate tabi olmakla insanlaşır.
Sonsuz olan da ruhtur, manadır. Sonlu olana mutlak bağımlılık ve sonlu olanla
insan olunacağını zannetmek ahmaklıktır. Bedenimizle değil, beynimiz ve
ruhumuzla insanız. Beynini ve ruhunu ipoteğe veriyorsan, insanlığını da ipoteğe
vermişsin demektir. Zira bedenimizle insan olduğumuzu kanıtlamaya çalışırsak
her iki ayaklının da insan olduğunu söylemek zorundayız. Ama iki ayaklı olan
herkes insan değildir. Esed, Şaron vb. katiller insan mıdırlar? Bilinçli ve
şuurlu olarak rüşvet verenler ve alanlar insan mıdırlar? Bir milletin kök
değerlerine bilinçli ve şuurlu olarak savaş açanlar insan mıdırlar? Şeytana
bilinçli ve şuurlu şekilde uşaklık yaparak ve farkında olarak kimliğini ve
dinini tahrif ve tahrip edenler insan mıdırlar? Sayısı belirsiz şehidin,
evliyanın yattığı topraklara bilinçli ve şuurlu şekilde kâfir postalını
bastıranlar insan mıdırlar? Bir kula hesapsız kitapsız, sorgusuz sualsiz kör
itaat içinde olanlar insan mıdırlar? Bir defa, Allah, insana, akıl ve vicdan
vermiş. İnsan dediğin, merak eder, çünkü görmektedir. Görmek için bahşedilmiş
olan gözlerinin önünde koskoca bir varlık âlemi vardır. Görmek demekte merak
etmektir. Merak eden düşünür. Düşünen de sorar ve soran sorgulamaya başlar.
Sorgulayan araştırma derdine düşer. Araştıran da, mutlaka, iyi ya da kötü
sonuçlara ulaşır. Her halükarda hakikatin bilgisine yaklaşır ya da mülaki olur.
Zira namusluca araştıran, faraza bulduğu doğru çıkarının hilafına olsa bile
kabul etmekten ve ortaya koymaktan korkmayan insan elbet hakikat üzerindedir. Ayrıca
insan dediğiniz, hissiyatlı, hassasiyetli, şefkatli, merhametli olur. İnsan olan,
ne sorgulamadan reddeder ne de sorgulamadan kabul eder. Bu hayvani
özelliklerdir. Sorgulama da öyle sığ olmaz, bir şeyi en dibine kadar tetkik ve
tahlil etmekle olur. Namusluca ve hakikat temelinde sorguladıktan sonra kabul
ya da reddetmek farklı şeylerdir. Burada hem kabul edişte hem de reddedişte bir
bilinç ve şuur gizlidir. Hayvan, düşünmez, merak etmez, sormaz, sorgulamaz,
araştırmaz, körü körüne tabi olur. Bu yüzden biz insanlar hayvanlardan
ayrılırız. İnsanı bir yere yönlendirirsen hemen nereye gidiyorum, kim
gönderiyor, niye gönderiyor diye sorar. Yönlendiren kim olursa olsun,
yönlendirilen insan olduğunun bilincinde bir varlık ise mutlaka sorar,
sorgular. Faraza bir evliya dahi olsa yönlendiren kişi, insan olan sorar. Ki medeniyetimizin
kurucu şahsiyetlerinden olan Gazali değil
midir ‘’şüphe, insanı imana
yaklaştırır’’ diyen? Ama hayvanı sürersin gider. Sürenin kim olduğu, nereye
sürdüğü, niye sürdüğü önemsizdir. Çünkü hayvandır o, aklı yoktur. Uçuruma
sürülse düşünmez atlar. İşte olay budur can dostlar.
Allah
hiçbir kuluna şöyle demez; ey Ahmet kulum, sen aklını Mehmet kulumun cebine
koy, o senin yerine düşünür, karar verir, senin düşünmene, kendini rahatsız
etmene gerek yoktur. Ya da şöyle demez; ey Mehmet kulum, sen otur keyfine bak,
verdiğim nimetlerin tadını çıkar, bırak âlemde ne olduğunu, zulmeden etsin,
zulme uğrayan derdine yansın, sen düşünme bunları, her şeyi Ahmet kulum yapacak,
yapmazsa sorumlu o olacak, senin ahirette ki yerin cennettir rahat ol. Böyle
bir şey yoktur dostlar. Bu tür şeylere inananlar mutlaka ahmaktırlar ve aldanmaktadırlar.
Hiçbir kul başka bir kulla hesaba çekilmeyecektir. Her koyun kendi bacağından
asılır sözü tabir caizse öbür dünya için mutlak olarak geçerlidir. Zira orada
herkes kendi yaptıklarıyla baş başadır. Cennetin de seninsindir, cehennemin de.
Aldananlar şeytanı suçlayacaklardır ama artık karanlıkta kalan bir şey
olmayacaktır. Zira bir Önder ve bir Kitap gönderilmiştir. Ki zaten şeytan da
suçlamayı haklı olarak reddedecektir. Öyleyse suçlu göstermeye güç
yetmeyecektir. Günahta bizimdir, sevapta. Bu dünya ekim yeridir. Burada
toplayacağın hiçbir şey yoktur. Biçeceğin bir şey varsa ektiğin bir şeyde
vardır. Ne biçiyorsan, zamanında ektiğindir o. Gül bahçesini de hazırlayan
sensindir, alev çukurunu kazan da. Düşüneceksin kardeşim. Kendine geleceksin;
ama kendin olarak ve kendinle geleceksin. Şerefli kılındın, şerefinle
yaşayacaksın. Hayvansan diyecek bir şey yok ama insanım diyorsan insanca
hareket etmesini ve yaşamasını bileceksin, bilmiyorsan öğreneceksin. Önder ve
Kitap niye geldi? Herhalde gölgesine bak, sürekli adını anıp dur, duvara as ve
süsüne bak diye gelmedi. Ya da birileri ne güzel insandı diye anlatıp dursun,
okusun ve idraksiz (!) insanlara izah etsin diye de gelmedi. Kulların izini
takip edecek, onlara tabi olacak ve onların yazdıkları hikâyelere inanacaksan,
sümme hâşâ Önderi ve Kitabı geri plana atacaksan elbette ki insan gibi
yaşayamazsın. Hayvanca yaşayıp insanlıktan dem vuramazsın. Önder haricinde
sorgulanmayacak nefis yoktur. Kur’an haricinde sorgulanmayacak kitap yoktur.
Vardır diyorsanız kusura bakmayın ama hatta isterseniz bakın, sizin koyundan
farkınız yoktur. Bir doğru tüm milleti etkileyebileceği gibi, bir yanlışta tüm
milleti etkiler. Öyleyse yanlışı, fitne olmasın, filancaya saygısızlık olmasın
diye ortaya koymaktan çekinmek ahlaksızlıktır. Yanlışı ortaya koyacaksın ki ve
doğruyu ifade edeceksin ki, tüm millet zehirlenmesin. Ki bu bir sorumluluk
yüküdür. Sorumluluk yükü de her şeyden hatta ölümden bile ağırdır, kaldırmaya
yürek gerek.
Misal; bir kişi, kendi toprağından uzakta
olacak ama mütemadiyen toprağını özlediğini söyleyecek fakat gelme imkânı sonuna
kadar açık olduğu halde gelmeyecek, bu nasıl bir paradokstur? Bunu
sorgulamayacak mıyız yani? Şeytanın kucağında yaşayacaksın ve milletinin
kucağına gelmekten imtina edeceksin ama milletini de çok özlediğini
söyleyeceksin. Yani biz aptalız öyle mi? Keriziz ve yeriz değil mi? Sormayız,
layüsel kabul eder, bir hikmet ararız. Kusura bakmayın beyim, şahsım olarak
bunu yiyecek kadar mal değilim. Gel kardeşim, kapılar sonuna kadar açık,
özlediysen, hasretle yanıyorsan mutlaka gelirsin; bilakis ne söylenirse
söylensin havada kalacaktır. Hatta beynini kullananlar daha da
şüpheleneceklerdir. Ki orada nasıl kalıyorsun? Kalmak adına neler yapıyorsun?
Müslümanlara mesafeli durmanın sebebi orada kalabilmek mi? İslam’ın ve
Müslümanların en azılı düşmanı kâfir Siyonist’i bilmem ne görmenin ardında bu
tür şeyler mi vardır?
Misal; Yahudi’ye ve Hıristiyan’a gönül
kapıların sonuna kadar açık olacak, Müslüman’a mesafeli duracaksın ama bana
kardeşlikten bahsedeceksin. Peki, Önderin ve Kitabın kardeşlik tarifinde böyle
bir şey var mıdır, varsa gösterebilir misiniz? Komikleşmeyin ve bizi robot
sanmayın. Allah’ın davasını savunmaktan aciz kalacaksın, Müslüman’ın yanında
durmaktan korkacaksın hatta Müslümanların düşmanı olan zümrelere yakınlık
göstereceksin, sonra da kardeşlikten bahsedeceksin. Ve biz bunu yapanları
layüsel görüp bir hikmet arayacağız öyle mi? Tabi koyunuz ya ararız. Kardeşim
kardeşsen kardeş gibi olacaksın. Kardeşinin derdini dert, sevincini sevinç
bileceksin. Siyonist’in çocuğuna gözyaşı döküp, Müslüman’ın çocuğunu görmezden
gelmeyeceksin. Kâfire sessiz kalıp Müslüman’a aslan kesilmeyeceksin. Bunları
yapıp, bir de kardeşlik masalı okumayacaksın. Okuyorsan da yediğimizi
sanmayacaksın.
Misal; Allah, ‘’Kendi indinde tek dinin
İslam’’ olduğunu emredecek ve ‘’bizler için din olarak İslam’ı seçtiğini’’
söyleyecek ama birileri üç din olduğunu söyleyerek insanları yanıltacak ve
çıkmazda kalmasına neden olacak. Ve biz Allah’ın emirlerini net şekilde
bildiğimiz halde bu saçmalığa inanacağız öyle mi? Kör itaat içinde olsaydık
belki inanırdık. Hayır yani din tektir işte, hem de hakikat güneş gibi ortadadır.
Bunu eğip bükmenin âlemi yoktur. İslam ahlak ve adaletinin hâkimiyeti için
vermediğin bir mücadeleyi demokrasi denilen melanet için vereceksin ve iman
kurtarma hizmeti yaptığını iddia edeceksin. Oysa demokrasi imanları kaybettiren
bir pisliktir. Vallaha gülerler adama. Hayır, kim gösterebilir İslam ahlak ve
adaleti için mücadele verildiğine dair tek bir hüccet? Ki bunu yapmayanın
kurtarabileceği ne vardır ki, imanları kurtarabilsin?
Misal; kapitalistlerin peşinden
ayrılmayacaksın. Her hamlende onlardan destek bulacaksın ama meydanlara çıkınca
sosyalizm nutku atacak, emeğin yüceliğinden bahsedeceksin ve biz bunu yiyeceğiz
öyle mi? Tabi beleş otu kim yemez ki? Ya da bir avuç tiranın egemenliğini temin
etmek için yaptıklarını demokratlık olarak sunacaksın bizde seni layüsel görüp
eyvallah çekeceğiz öyle mi? Kardeşim emek diyorsan emeğe erkekçe sahip
çıkacaksın. Emeği sömüren kapitalist köpeklin peşinde yaltaklanmayacaksın.
Tavrını net şekilde koyacaksın. Mücadelende kapitalistlerden himmet bekleyecek
kadar zavallı olmayacaksın. Kapitalizme düşmansan, düşmanlığını düşman gibi
yapacaksın, sefilleri oynamayacaksın. Ultra lüks bir hayat yaşayıpta
sosyalizmden bahsetmek namussuzluktur ya da sosyalizm budur mu acaba diye
düşünürüm. Aklımı da esir alamazsınız ya.
Misal; MİT’ini, ordunu, emniyetini,
yargını ve bilumum hassas kurumlarını hatta genel olarak devletini
millileştirmek adına ciddi bir mücadele vermeyeceksin. Misal; bedelli askerlik,
kıyak emeklilik vb. konularda herkesle aynı yolu izleyeceksin, milletinin
çocukları yoksullukla boğuşurken kapitalizme karşı ileri bir alternatif ortaya
koymayacaksın, gençliğini ilimle donatmaktan imtina edeceksin ama
milliyetçilikten bahsedeceksin. Bizde eyvallah deyiz yutacağız öyle mi? Kusura
bakmayın arkadaş, bizler sizlerin köleleri değiliz. Hiçbirinizin değiliz. İnsan
gibi yaşamaya çalışan Allah kullarıyız. Şerefli halk edildik ve şerefimizle
yaşamak adına kavga veriyoruz. Dürüstseniz, zaten bunu mutlaka sezeriz. Tıpkı
aksi durumu sezeceğimiz gibi. Türk’üm diyorsan görmek isterim, Müslüman’ım
diyorsan bilmek isterim. Hayatın söylem değil eylemden ibaret olduğuna
inanırım.
Misal; Allah ahlakı ve adaletinden dem
vurup duracaksın ama mülk peşinde koşarken yorulacaksın, kendine, düşü bile
imkânsız saltanatlar kuracaksın. İnsanlar bir dilim ekmek bulamazken sen tok
yatacaksın. Meydanlarda bol nutuk atacaksın. Sonra da İslamcıyım diye kafa
yapacaksın. Bizimde yememizi bekleyeceksin. Önder diyecek, Kitap diyeceksin ama
her haltı yiyeceksin. Bizde bakınacağız öylece öyle mi? Hayır beyim hepiniz
adam olacaksınız ve adam gibi yaşayacaksınız. Namussuzca yaşayıp, bizden tasdik
istemeyeceksiniz. Hadi ellerimizi bağlasınız, gözlerimizi dağlasanız,
ayaklarımıza bukağılar vursanız neyse ama hamdolsun ellerimiz hür, ayaklarımız
hür ve gözlerimiz hür, gizli kalan hiçbir şey yok. Öyleyse bize, size uymak
değil; size, hakikate ram olmak düşüyor. Soracağız, sorgulayacağız daima ve
asla peşinizi bırakmayacağız. Koyun olmayacağız, mal gibi güdülmeyeceğiz. Koyun
olmayı, mal gibi güdülmeyi sindirenlere inat.
Son tahlilde; daha nice misaller verilebilir
sevgili dostlar. Ama lüzum yok. Zira baktığımız zaman görebiliyorsak misalleri
çoğaltabiliriz. Hakikate hiçbir kul direnemez. Hakikati eğip bükemez de. Önder
ve Kitap olduğu müddetçe ve bizde insan olduğumuzun bilincinde ve şuurunda
olduğumuz müddetçe hiçbir ahlaksız, namussuz, insan olamamış yaratık bizi
aldatamayacak, mal gibi güdemeyecektir inşaallah. Yeter ki insan gibi yaşamaya
azmetmiş olalım. Yeter ki Önderi ve Kitabı bırakıp ta, bizleri aldatmaya
yeltenen sefilleri takip etmeyelim.
En son tahlilde; insanca yaşamak için kavgamız ilânihaye
sürecektir.
ÖZ DETAYLAR
BİR… İhaneti affeden affedilmez ve
affedilen hain daha da acımasız olur. Devlette disiplin esastır. Bilakis çöküş
kaçınılmazdır.
İKİ… Şeytan bu toprakları ve bu
toprakların insanlarını çok iyi tanıyor. Düşünüyor; bu topraklara ne gider ve
insanlar nasıl ele geçirilir yekpare olarak. Ve teşhisi koyuyor; burada din
gider. Peki din nasıl kontrol edilir? Bir kitle teşekkül ettirilerek. Kitle nasıl
teşekkül ettirilir? Bir gurup kurarak. Peki, grup nasıl yönlendirilir? Hedefe uygun
bir kişilik bularak. İşte bu ülkede ki bazı yapılanmaların çıkış noktasına
buradan bakmak icap eder. Bilakis dönen dolapları asla idrak edemeyiz. Tamamen sistemli,
katı disiplinli ve hedefe yönelik yapılardır bunlar. Bu yapılarla dini ve
kimliği yok etmek, asırlarca boynuna urgan geçirilemeyen milletin boynuna urgan
geçirmek istiyorlar. Ey kurt bakışlı, aslan duruşlu yağız Türk çocukları
boynunuza urgan takılmasına, ellerinize kelepçe vurulmasına, dillerinizin
susturulmasına, gözlerinize perde çekilmesine, ayaklarınıza bukağılar vurulmasına
eyvallah mı diyeceksiniz? Kardeşlerinizin katliamlarını sessizce izlemek
zorunda kalmaya evet mi diyeceksiniz? Siyonizme hayır demekten korkar hale mi
geleceksiniz? Oysa benim bildiğim Türk çocuğu esir olmaz, hürriyetsiz yaşayamaz.
Mazlumun hakkının gasp edilmesini onaylamaz. Zalim karşısında elpençe divan
durmaz. Davasına ihanet etmez, şehit olmaktan çekinmez. Yüce Allah, bu necip
milleti, siyonizme hizmetkâr olmaktan korusun. Âmin. Allah, bu milleti,
kimliğine ve dinine ihanet etmekten ve ihanet edenlerin şerrinden korusun. Âmin.
Abdülhamit’in, Alpaslan’ın torunlarıyız biz, bunu asla unutmayın.
ÜÇ… Yıllar öncesinde de dile
getirmiştim. Devlet çok özel bir ekip kurmalıdır. Hem istihbarat olarak hem de
operasyon ekibi olarak. Bu ekip çok güçlü olmalıdır. Elemanların siyaset
bilgisi, elektronik bilgisi üst düzey olmalıdır. İhanet edenlere acımasız
olmalıdır. Belki çok basit göreceksiniz ama tam anlamıyla Kurtlar Vadisi ekibi
gibi bir ekip olmalıdır. Uçan kuştan haberi olacak ve anında müdahale
edebilecek kabiliyete sahip bir ekip olmalıdır. Ülkeyi örümcek ağı gibi
kaplamalıdır. Yok edilmesi gereken hedef çok iyi tespit edilmeli, yok
edildikten sonra yok olunmalıdır. Bu ekipten hiçbir kimsenin haberi
olmamalıdır. Bu ekip çok az sayıda ki kişinin bilgisi dâhilinde hareket
etmelidir. Adeta Türk’ün kılıcı olmalıdır. Yani Müslüman’ın çiğnenen izzetini
ayağa kaldırmak için inen kılıç. Türküz biz ya, Osmanlı ve Selçukluyuz. Sorumluyuz,
tüm insanlıktan sorumluyuz. İçinde bulunduğumuz hal gururuma dokunuyor arkadaş.
Biz bu olamayız, olmamalıyız. Birazcık hissiyat ve hassasiyet lütfen. Artık kendimize
gelelim. Kâfir karşısında ezildiğimiz yetsin artık. Kaybettiğimiz izzetimizi ve
şerefimizi geri alalım. Tüm Türk ve İslam illeri gülsün gayrı. Bahar gelsin âleme.
Çiçek çiçek dirilelim ve insanlığı şenlendirelim.
DÖRT… Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç
ve malum yapının yazarları olsun, bunları fazla önemsemeye değmez. Çünkü bunlardan
çaplı bir fikir sadır olmaz. Önce bunların bu ülkeye, bu millete ve bu ümmete
ne verdiğine bir bakmak kifayet edecektir gerçeği görmeye. Tabi çapımız kadar
önemseyeceğizdir. Kendimiz bilmiyorsak bunlar bir bilen olacaktır gözümüzde ama
kendimiz biliyorsak ta bunların ne kadar da yüceltilmeye ve önemsenmeye
değmediklerini göreceğizdir.
BEŞ… Malum olay erken deşifre olmasaydı
AKP içinde ki uzantılar tavassutu ile Sayın Başbakan Tayip Erdoğan tasfiye
olunacaktı ve AKP ele geçirilecekti. Bu yüzden Sayın Başbakan Tayip Erdoğan,
ister bakan, ister vekil, ister bürokrat olsun yakın ya da uzak çevresine karşı
sonsuz teennili olmalıdır. En yakınına alacağı isimleri mutlaka çok iyi
tanımalıdır. Bilakis tehdit ve tehlike geçmiş değildir, artarak devam
etmektedir. Zira ya bitecekler ya da bitireceklerdir. Bu duruma muhalif
unsurlar sevinebilirler ama zarar ülkeye ve millete olacaktır, olmaktadır. Burada
nesnel bakmak herkesin faydasınadır. Keşke Sayın Başbakan Tayip Erdoğan,
içerideki adamlarını çok sıkı gözetim altında tutsaydı da malum ihanetlere
zemin hazırlanmasına fırsat vermemiş olsaydı. Bir insan, insan olacak kardeşim,
yürüdüğü yolda doğru yürüyecek, inandığı değerlere ihanet edecek kadar
alçalmayacak ve davasını zora sokmayacak. Bazılarını yatıracaksın yere,
dolduracaksın toprağı ağzına, burnuna. Al diyeceksin pislik gözünü toprak
doyursun. İnsan işte, çiğ süt emmiştir derler ya, hakikaten öyle be kardeşim.
ALTI… Papa ne demişti? ‘’Üçüncü bin yılda Asya Hıristiyanlaştırılacaktır.’’ Şimdi düşünün bakalım ülkemde ya da dünyada belli bir kişilikle yetiştirilen nesiller niçin yetiştirilmektedirler ve nerelerde vazifelendirileceklerdir ve hangi hedefler uğruna yaşayacaklardır? Asya’nın genel olarak Türk ve İslam olduğunu, malum nesillerinde Türk ve İslam etiketli olduğunu düşünün bakalım nereye varacaksınız? Hizmet ama kime?
KAYDADEĞER BİR LİNK...