Doğal konuşalım, dostça
konuşalım, doğru da buluşalım dostlarım. Milletimiz, ülkemiz, devletimiz,
dinimiz ve ümmetimiz kazansın; şayet bir kayıp olacaksa o kayıp bizim için olsun.
Normal, yalnız, kendisini ülkesine, milletine, devletine ve dinine adamış bir
dünyalıyız. Günahkârız ama insanız, günahkâr olmamız temel, kadim, kök
değerlerimize kendimizi feda etmemizi engelleyemez. Kimseye diyet borcumuz yok.
Kimseden umduğumuz bir çıkarımız yok. Devletimizle, vatandaşlık bağı dışında
bir bağımız yok ki, devletimizi yöneten hükümetlerden bir şey umalım ya da
kaybedeceğimiz bir şeyimiz yok ki sözümüzü sakınalım. Kimsenin başarısını
kıskanacak durumumuz da yok. İktidara gelene ve güzel hizmet edecek olana hayır
da diyemeyiz, bilakis şeref duyarız. Geçelim! Mesele şahıs ya da parti değil.
Gizlenen ya da görülmek istenmeyen gerçek budur. Ama kahir ekseriyet meseleye
böyle yani parti ve şahıs olarak bakıyor ya da böyle bakılmasını arzuluyor, bilakis
kaybedeceğini düşünüyor. Çünkü millet olarak particiyiz, gurupçuyuz,
liderciyiz. Sözümüzü söylemek için çekinecek durumumuz yok, mesele böyle olsa
da. Yolsuzluk namussuzluktur, şerefsizliktir, ahlaksızlıktır. Eğer bir kişi ki,
milletin hazinesine göz dikmiştir, o alçaktır. Ta ki bu kişi büyük bir makam
sahibi olsa da düşüncem aynıdır. Kimse devlet gücünü kullanarak benim payımı
çalamaz, çalıyorsa ona; şerefsizsin ve alçaksın demek benim en tabi hakkımdır. Çalanla,
çalmaya göz yuman aynıdır. Bu yüzden güzel ülkemde çalmayan çok azdır. Ya
çalarlar ya da göz yumarlar. Öyleyse mesele asla yolsuzluk meselesi değildir.
Mesele yolsuzluk olsaydı, hükümete taş atacak hiçbir kimse olamazdı. Zira
yolsuzluğa bulaşmayan bulunmazdı. Aynı şekilde dış güçlerde hükümetin yanında
sımsıkı dururlardı. Çünkü onlar kirlidirler ve kirleneni severler. Milletin
teveccühünü kazanmış, yüzde elliye varan oy almış bir partinin karar verici
organında görev yapan insanların yolsuzlukla anılması elbette iğrendirici bir
durumdur ve bir o kadar da üzücü, yaralayıcıdır. Zira hırsızlık yapmışlarsa;
namussuzluk, ahlaksızlık, alçaklık yapmışlardır. İslam’ı kirletmişlerdir,
milleti yoksulluğa düşürmüşlerdir, devleti de tahrip etmişlerdir. Çünkü bu
millet sana çalasın diye oy vermiyor kardeşim. Neyin eksik? Devlet özel araba
vermiş, özel konut vermiş, yüklü maaş vermiş, yediğin önünde yemediğin ardında,
bir elin yağda bir elin balda. Akla gelebilen her imkâna sahipsin. Öyleyse
çalmak niyedir? Bu halde çalıyorsan, elbette ki soysuzun, kansızın,
karaktersizin birisindir. Çalma kardeşim, çalmak zorunda değilsin. Çalmak
marifet değil, insanlık değil. Bilakis, çalınanları geri al, senin en ulvi
vazifen bu olmalıdır. Marifet yetimin hakkını, kan ağlatarak, çalandan geri
almaktır. Tüm kodamanların, düşüncelerine bakmadan, tüm mülklerini müsadere
altına almaktır ve devlet hazinesine koymaktır. Şereften ve namustan behresi
olan bir kişi, eğer gücü de varsa ve yapabiliyorsa ancak bunu yapabilir. Adalet,
zayıfın hakkına göz dikmek değil, güçlüden çaldıklarını kan kusturarak geri
alabilmektir.
Bu ülkede birileri bir
şeyleri kaybetti dostlar. Kararları geçmez oldu. İstedikleri gibi at süremez
oldular. Rantları ciddi düzeyde eksildi. Başbakan, bürokrat, iktidar tayin
edemez oldular. Ordu ellerinden gitti, yargı ellerinden gitti. Darbe yap
dendiğinde darbe yapacak olan bir ordu yok artık. Parti kapat dendiğinde parti
kapatacak bir yargı yok artık. Tiksindikleri, iğrendikleri insanlar kendilerini
yönetir oldular. Üstelik hazzetmedikleri bu insanlar, bunlara alenen başkaldırı
da bulundular, meydan okudular, bir nebze de olsa millete bunları açık ettiler.
Çok ciddi düzeyde ekonomik kayıplara uğradılar. Okullarda çocuklar, kısmen de
olsa, Kitaplarını ve Önderlerini öğrenmeye başladılar. Gerçekten ya da yalandan
da olsa şeytana had bildirisi oldu. Yani büyük patronun ve uşaklarının karizmaları
fena çizildi. Ve daha nice kayıplar yaşandı. İşte olayın perde arkasında ki
gerçek budur. Birileri kafayı üşütecek düzeye geldi. Türkiye de ciddi bir
değişim yaşandı. Görmek isteyelim ya da istemeyelim, sevelim ya da sevmeyelim,
gerçek budur. Yanlışlar olmadı mı? Şüphesiz çok büyük yanlışlar da oldu. İnsanoğlunun
olduğu her yerde yanlış mutlaka olur. Bunların devrinde de yeni kodamanlar
türemedi mi? Şüphesiz türedi. Peki,
yanlışsız bir iktidar oldu mu hiç? Kendi kodamanlarını türetmeyen bir iktidar
oldu mu hiç? Diyelim ki mesele yolsuzluktur. Peki, yolsuzlukla suçlanan ve
devr-i iktidarında şüphesiz yolsuzluğunda yapılmış olabileceği kuvvetle
muhtemel olan bu hükümet gidince yerine gelecek olanlar yolsuzluktan arî mi
olacaklar ya da yolsuzlukları muhakkak olarak bitirecekler mi? Var mı elimizde
böyle bir mutlak kanıt? Ki haddizatında bu sorular da saçma. Zira tanımadığımız
kimse yok. Ya da böyle bir şey yapabileceğine bizi inandıran da bulunmuyor
hâlihazırda. Ve egemen olacaklar kimlerdir bilmiyor da değiliz. İktidar olan
parti değil o partiye hükmeden kodamanlar ülkeye egemen olacaklardır. Yeniden
ezmeye, sömürmeye, bu milleti mahvetmeye başlayacaklardır. Yalan mı söylüyorum,
manipülasyon mu yapıyorum? Asla. Zira geriye dönüp bakmak kâfidir
söylediklerimizi anlamak için. Evet, insan, hiç kuşkusuz dehşetli bir ikilem de
kalıyor. İktidar yolsuzluk yapıyorsa defolsun gitsin diyorsun ama öte yandan
yerine gelecek olanın da yolsuzluktan beri olamayacağını muhakkak olarak
biliyorsun. Üstelik gelecek olanın arkasında kodamanların olacağını hatta daha
ötesi siyonizmin olduğunu da biliyorsun. Öyleyse diyorsun, kafayı yiyorsun,
kahroluyorsun. Çıkmaza düşüyorsun ve kalsa mı diyorsun. Dehşetli bir dilemma. Ürpertici bir paradoks. Hayır,
gerçekten yolsuzluk, ahlaksızlık son bulacaksa, Siyonizm’in gizli egemenliği
bitecekse, ülkemiz yükselecekse, milletimiz gülecekse, nesillerimiz
değerlerinden uzak tutulmayacaksa, her şey daha güzel olacaksa eyvallah def
edelim gitsin iktidar. Peki, harbiden olacak mı bunlar? Kim inandırabilir
bunların olacağına bizi? Vallahi de olmaz, billahi de olmaz, tallahi de olmaz.
Olmasını istemediğimiz için mi böyle diyoruz? Asla, olmayacağını kesinlikle
bildiğimiz için diyoruz.
Hayır, kim istemez ki,
ülkesi güçlü olsun, devleti kudretli olsun, milleti refah içinde yaşasın. Hep
birlikte kardeşçe çalışılsın. Kaynaklar ortakça bölüşülsün. Kodamanlar kan
ağlasın. Yoksullar gülsün. Dev projeler hayata geçsin. İnsanların yaşam
standartları yükselsin. Ülkesinin her köşesinde bahar rüzgârları essin. Ümmetin
çocukları ağlamaktan azade olsun. Siyonizm, İslam ve Müslümanlar önünde diz
çöksün ve af dilesin. İnsan olduğunu söyleyipte bunları istemeyen bir tek kişi
olabilir mi? İstemeyen insan olabilir mi? Bunu yapacak birileri varsa,
gönderelim bunları getirelim o birilerini. Ah gerçekler, acı gerçekler. Tüm
hayalleri mahveden gerçekler. Yazık oluyor gerçekten çok yazık. Siyonizm ve
dostları, Türk Milletinin boynuna ebedi vesayet zincirini geçirmek istiyorlar.
Türk Devleti’ni bir daha kıpırdayamaz duruma sokmak istiyorlar. Tüm ilerleme
hamlelerine darbe vurmak istiyorlar. Ümmetin arkasında duracak birilerini
istemiyorlar. Türk Vatanını bölmek istiyorlar. Tank ve uçak yapan, top ve tüfek
üreten Türkiye istemiyorlar. Kendi yağıyla kavrulan bir millete tahammül
edemiyorlar. Bu topraklarda kardeşliğin çiçeklenmesinden çok korkuyorlar. İslam
Dinini yozlaştırmak, Hıristiyanlığa benzeterek etkinliğini yok etmek ve Türk’ü
güçsüz düşürmek istiyorlar. Türk’ün ruhunu söküp alarak Türk’ü kokuşmuş bir cesede
döndürmek istiyorlar. Tarihe baksak bile bu gerçekleri sarih olarak fark
edebiliriz. Siyonizm kendinden bağımsız bir Türkiye’yi asla istemez.
Kodamanların istikamet tayin etmediği bir ülkeyi asla hoş görmez. Hele İslam’ın
yaşandığı bir ülke mutlak kâbustur Siyonist şeytan için. Ümmetin, Türk
Milletinin önderliğinde birleşmesi Siyonist domuzu kudurtur. Türk Milletinin,
hesapsız kitapsız Türk Cumhuriyetlerine ve İslam ülkelerine dalması bu vahşi
domuzun geberişi demektir.
Peki, Siyonizm,
emellerini gerçekleştirmek adına sahaya niçin malum yapıyı sürdü? Çünkü Türk
Milleti karşı tarafın böyle bir şey yapmasına asla taraf olmazdı, onlara
inanmazdı. Bilakis muhakkak olarak ters teperdi onların yapacağı hamle. Çünkü
artık tanınmışlardı, biliniyorlardı. Kimyaları da uyuşmuyordu bu milletle.
Öyleyse içeriden bilinen birileri sürülmeliydi sahaya. Üstelik önemli
sayılabilecek bir gücüde vardı malum yapının. Hem bu arada kendisi de
yıpratılmış ve daha da emre girecek hale getirilmiş olurdu. Üstelik böylece
kardeş kardeşe düşürülerek Müslümanlar da bölünebilirdi. Siyonist şeytan asla
bir açıdan bakmazdı. Ve attığı taşla çok kuş vurmak isterdi. Ayrıca malum
yapının İslam hakkında ki algısını da iyi biliyordu. İslam, bunların eliyle
tahrip ve tahrif edilebilirdi ancak. Türk’ün ruhunu, Müslüman olduğu sanılan ve
Türk olduğu düşünülen birileri çalabilirdi. Asya, bunların tavassutu ile
Hıristiyanlığa yaklaştırılabilirdi. Tüm dünya da bunların yetiştirdiği gençlik
Küresel Plana yardımcı olabilirdi. Üstelik bu yapının çok önemli mevkileri CIA
ve MOSSAD ajanlarının etki elemanlarınca ele geçirilmişti. Çok ciddi belgelerde
vardı bunlarla ilgili. Sahaya bunlardan başka sürülebilecek hiçbir odak yoktu.
En uygun olanı bunlardı. Çünkü başarılabilinirse ancak bunlarla
başarılabilinirdi darbe girişimi. Türkiye Cumhuriyeti Devletini güçsüzleştirme,
Türk Milletini esir alma, İslam Dinini bozma ve Türk Vatanını bölme girişimi
ancak bunların eliyle başarılabilinirdi. Gençlik, bunlara asla
inanmamalıdırlar. Bunların İslam ve Türklük diye bir dertlerinin olduğunu sanmamalıdırlar.
Bunların kimlerin emrinde çalıştıklarını bilmelidirler. Bunlar, istedikleri
olduğu takdirde kendilerinin hakim olacağını sanacak kadar alıktırlar. Oysa
büyük patronun buna izin vermeyeceği gün gibi aşikardır. Zira otoriteye karşı
gelebilecek cesaret bunlarda ne gezer. Bunlara inanma Müslüman Türk evladı!
Vallahi de inanma, billahi de inanma, tallahi de inanma. Bunlardan bu ülkeye,
bu millete, bu devlete, bu dine zerre hayır gelmedi, gelmez ve sonsuza kadar da
gelmeyecektir. Bunlardan bu topraklara gelecek olan yegane şey; izzetsizlik,
zillet, miskinlik ve kölelikten başka şey olmayacaktır.
Son
tahlilde; Hedef; Türkiye, Türk Milleti, Türk Devleti ve İslam
Dini’dir. Gerisi hikayeden ibarettir. Büyük düşüneceksin. Artık küçük
adamlıktan kurtulacaksın. Kendi çıkarlarını bir kenara bırakacaksın. Ülkenin
çıkarlarını gözeteceksin. Emin olun ki, çok kişi partim kazansa da bana makam
mevki verse diye bakıyor. Ama böyle bir ruh hali zavallı bir ruh halidir emin
olun ve bu tür karakterlerden bu millete zerre hayır gelmedi, gelmez ve
gelmeyecektir de. Ve malum yapının mutlak tapıcıları da aynı düzlemde
bakıyorlar sizleri şerefim üzerine temin erdim ki. Hepsi birer makama göz
dikmiş durumdalar. Kendilerinden olmayanlara kan kusturmayı hayal ediyorlar. Herkesin
bir kusurunu yakalamışlar ve onunla insanları kullanıyorlar. Özellikle siyasi
arenada. İstiyorlar ki, Türk Milleti ve Ümmet, efendilerinin önünde diz çöksün.
İktidarı almak, kaynakları ve özgürlüğü efendilerine bırakmak istiyorlar. Çünkü
hür yaşamaya ve kendi yağlarında kavrulmaya alışmamışlar. Emir vermeye
alışmışlar. Hayatlarını emirle geçirmişler. Bu yüzden de iktidar olup tüm
millete emir vermeyi arzuluyorlar. Hayatlarında hürriyet nedir, çalışmak nedir
bilmemişler. Bu yüzden de kaynakları ve özgürlüğü efendilerine bırakmak istiyorlar.
‘’HİÇ
AKLETMİYOR MUSUNUZ?’’