YAŞAMAK, AĞIRIMA GİDİYOR...
Özgür DENİZ - 07.06.2014
‘’İki topluluk düzgün olduğunda insanlarda düzgün olurlar, bozuk olduğunda insanlarda bozuk olurlar. Onlar; bilginler ve yöneticilerdir.‘’ Hz. Muhammed-Yegâne Önder (sav)
Dünya da adalet var mı? Aslında bu soru şöyle olmalıydı; dünya da İnsan var mı ya da dünya da Müslüman var mı? Vicdanın olmadığı yerde nasıl adalet olsun? Çünkü vicdanın olmadığı yerde merhamet yoktur, merhamet yoksa adalette yoktur. Zira adaletin kökü merhamettir. Merhametsiz olan zalimdir, zaliminde adaleti olmaz. Herkesin kendi çıkarını, çevresinin çıkarını, gurubunun çıkarını, partisinin ve cemaatinin çıkarını düşündüğü bir yerde adaletin olmasının imkânsız olduğunu hayvan bile ihsas eder. Niçin böyledir? Çünkü adalet ancak Müslüman’ın Müslüman olduğu yerde olur. Biz İslam’ın olmadığı yerlerde adalet var sanırız ama bu sadece bir sanrıdır, hakikat değildir. Haddizatında oralarda arka planda dehşetli bir zulüm vardır. Müslüman’dan da umut yoksa artık adalet ölmüş demektir. Makam, güç, para ve kadın için ahlakın ötelendiği, nesillerin umursanmadığı, değerlerin fırlatıp atıldığı, iyi olanın itildiği bir çağı yaşıyoruz ne hazin ki. Bu yüzden ne şeyhlere, ne liderlere, ne partilere, ne de cemaatlere zerre inanmıyor ve güvenmiyorum. Çünkü hiçbirisinde vicdan yok, merhamet yok, nihayet adalet yok. Vicdan ve merhamet sahibi insanlar iyilerin kazanmasını isterler ama vicdansız ve merhametsiz insanlar kendilerinin ve çevrelerinin kazanmasını isterler. Ben, büyük insanlık ailesi içerisinde Allah’a gönülden inananların olduğuna da pek ihtimal vermiyorum. Çünkü Allah’a gönülden bağlı olan mutlaka İslam’dır yani Müslüman’dır. Müslüman insan kesinlikle vicdanlıdır, merhametlidir, adildir. Müslüman insan, yaşamında çok hassastır. İnsanlarla dalga geçmez, hata yapsa özür diler, doğruyu söyleyeni dostluktan çıkarmaz, iyi olanın önde olmasını arzular, kimsenin hakkını gasp etmez, insanlığı ve umudu katledenleri katletmekten imtina etmez. Bunun tartışması olmaz, şayet karşıda ki kişi gerçekten Müslüman’sa.
Piyasadakiler ise kendi dinlerini icat etmişler. Piyasadakilerin dini, hep bana derken; İslam dini, paylaşmak der. Piyasadakilerin dini, benden olan sahip olsun derken; İslam dini iyi olan sahip olsun der. Piyasadakilerin dini bende olsun gerisi beni ırgalamaz der, İslam dini herkeste olsun der. Piyasadakilerin dini kötü de olsa benim yanımda ise o üstte olsun der, İslam dini ise kim iyi ise ve iyi yapıyorsa o üstte olsun der. Piyasadakiler derken bir kitleyi değil İslam olduğunu sanan tüm kitleyi kastediyorum. İnanın ki, cami de namaz kılmak bile ağır geliyor insana artık, çünkü utanıyorsun, acı çekiyorsun, zira namaz kılanlarda bir samimiyet göremiyorsun. Bir dert ve dava sancısı ihsas edemiyorsun. Sahte, mürai ve yoz suratlarla karşılaşıyorsun kahir ekseriyetle. Sadece namaz kılmakla her şeyin hallolacağını düşünen tiplerin varlığından iğreniyorsun. Namaz kılan dışarı çıktığı zaman şayet bir yönetici ise, memuruna diyor ki; sakın şöyle yapma, sakın şöyle konuşma, beni de zor durumda koyma. Köpek daha yeni namazdan çıktın be ne çabuk Allah’ı unuttun da kullardan korkar oldun? Hani konuşurken birilerine küfredilse tamam diyeceksin, tedbir iyidir diyeceksin ama yok öyle bir şey. Sadece ünlü bir mütefekkirin sözünü söyleyeceksin o kadar. Ama köpekleşmiş tip kendi varlığından bile ürküyor, birileri de getirip, daha insan olmayı becerememiş bu mahlûku yönetici yapıyor. Buna, sizleri şerefimle ve namusumla temin ederim ki, bizatihi şahit oldum. Ama bu mahlûkun derdi başka, göze batmamak gibi iğrenç bir taktikle her devrin adamlığına oynamak. Sonra da başka bir yerde kalkıyor ve insanlığı kurtarmaktan bahsediyor bu sahtekâr köpek. Yani korkarak insanlığı kurtaracağını sanacak kadar aşağılık, adi ve cahil bir mahlûk.
Hep Müslümanlara vurduğum sanılmasın. Diğerlerini saymadığım için böyle konuşuyorum. Zira İslam dışında kalanların yaptıkları şeyleri normal görüyorum, çünkü herkesin bir vazifesi vardır ve onu yapar. Adam zaten İslam değilse istediğini yapmakta serbesttir. Öyleyse ben onu niçin suçlayayım? Şeytanı-Siyonist'i suçlamak ahmaklıktır. Şeytan vazifesini yapacak sen adamsan sen de vazifeni yapacaksın. İşte bu yüzden hedefe Müslüman olduğunu sananları koyuyorum. Kafası basan anlardı ama yine de izah edeyim istedim. İnsan sussa da sonsuza kadar susması kabil olmuyor. Derin acılar çekiyor sustuğu zamanlarda. Konuşmak yüreğinde ki dertleri ve o dertlerden sadır olacak felaketleri önlüyor belki, dertleri ve acıları sonlandırmasa da. İnsan düşününce hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını görüyor. Çünkü düşünmek zihni açıyor, görülmeyenleri görmeyi, sezilmeyenleri sezmeyi, fark edilmeyenleri fark etmeyi sağlıyor. Ama düşünen insanlıkta yok artık. Tabi düşünmek derken, birileri gibi düşünmek değil, sadece düşünmek. Hani adam demiş ya; ‘’benim gibi düşün demiyorum, sadece düşün diyorum.’’ Düşünmek bu kadar mühimdir. Belki ağır kaçacak ama söylemekten başkada çare yok, hayvan gibiyiz sanki, böğürüyoruz ama düşünmüyoruz. Düşünenlere de yaşadığımız zamanı ve mekânı dar etmeye gayret ediyoruz. Herkes bizim gibi düşünsün istiyoruz. Bir söz vardır; ‘’sözü gizli değil açık söyleyen mert imiş, söz ağızdan çıktımı başa dert imiş.’’ Tam da yaşadığımız çağı anlatıyor değil mi? Bizim gibi düşünmediğini fark ettiğimiz bir insan ağzıyla kuşta tutsa bitmiştir artık, o her kötü muameleye layıktır. Hatta ondan dost bile olmaz ve dostluk bitmiştir o an ama biten insanlıktır haddizatında. Fakat fark etmeyiz, çünkü o an insanlıktan çıktığımız andır ve yitirdiğimiz şeyin yitirildiği anda fark edilmesi zordur. Oysa bizim gibi düşünmeyen insanın, dine, devlete, vatana, millete, ümmete ihaneti de yoktur ama gel gör ki bizim gibi düşünmüyordur ve sırf bu yüzden tehdittir ve tehlikelidir. Pek böyle bir yerde hayat olur mu, terakki olur mu, huzur olur mu?
Vicdanı ölmüş bir insanlığın, insanlık namına yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ve maalesef yapılan her şeyle vicdanlar katlediliyor. Okumuşlarımız zaten cehaletin dibinde. Gerçek bu, kızsanız da, gocunsanız da, küfretseniz de gerçek bu. Okumuş cahil olamaz diye bir şey yok. Ne acı ki en derin cehaletin hüküm sürdüğü tabaka, okuduğunu sandığımız tabakadır. Okumamışlarımız da modern oyuncaklarla iyice cahilleştiriliyorlar. Bu yönde vazifelendirilmiş çok etkili ajanlar var. İnsanları şovlarla, eğlencelerle, dizilerle, yarışmalarla çok usta şekilde cahilleştiriyorlar. Ahlak iflas etmiş. Ve mutlak olarak gömmek adına uğraşıyoruz, ahlakın kırıntısından bile korkuyoruz. Dünya adeta bir orman gibi ve hayvanca yaşıyoruz. Güya Müslüman olduğunu sananlarda yapılanları seyrediyorlar sadece. Güçleri olanlar bile susuyorlar olanlar karşısında hatta ahlakı gömmek adına mücadele verenler ödüllendiriliyorlar. Kendi kendimizden korkuyoruz bir de. Toplumu yönlendirmesi gerekenler toplumun uyandırılmasından ve oturdukları koltukların altlarından kayıp gitmesinden korkuyorlar. Maalesef yöneticilerimiz, korkak, aşağılık, kişiliksiz ve karaktersiz, kitap kapağı açmamış tipleri getirip topluma yön verecek makamlara oturtmuşlar. İdeal yok, dava yok, mücadele yok. Korumak, ne pahasına olursa olsun korumak derdindeyiz. Oturduğumuz koltuğu, sahip olduğumuz gücü, kasamıza akan parayı kaybetmemek adına köpekleşiyoruz. Eğitim zaten ölmüş ve cenazesi kalkmak üzere. Doğru konuşan adamın zerre itibarı yok. O adam artık mimlenmiştir, hiçbir yere gelemez, çünkü sakıncalıdır. Bir yere gelebilmek için; yanlış olacaksın, asla doğruyu görmeyeceksin, birilerinin istediği gibi davranacaksın, ciğeri beşkuruş etmez tiplerin, kasası dolu kalantor itlerin şarlatanı olacaksın. Ülkene hizmet edecekmişsin, işini iyi yapıyormuşsun, ömrünü devletine ve vatanına adamışsın hepsi boş şeyler, hikâyeden şeyler. Tüm ömrünü uğruna harcadığın devletin bile elinden tutmuyor, tam tutması icap eden zamanda. Ve işte o an yaşamak çok ağır geliyor insana. Oysa türkü tadında yaşamak istiyor insan.
Bunları söylüyoruz ama laf olsun diye değil içimizdeki derin sızıyı, acıyı, azabı dindirmek için. İnsan açıldıkça ağlayası geliyor. Bunu çok bilmiş birinin yanında söylesen anlamaz kalın kafalı ve seninle dalga geçmeye yeltenir, seni zavallı olarak görür, sonra da çok akıllı olduğunu hissettirmeye çalışır. Oysa ağlamak vicdan ve merhamet sahibi olanların işidir. Ve ağlamak anlayanların işidir. Maalesef yaşamın akıntısına kaptırmış gidiyoruz, şöyle kenarda durup akıntıyı izlemeyi ve düşünmeyi beceremiyoruz. Evet, bunu bir marifetmiş gibi söylemiyorum, kendimi farklı göstermek içinde söylemiyorum ama açılıyorum sizlere. Çünkü sahtekârlık yapacak kadar köpekleşmedim. Birileri kusasıya kadar yerken, birileri bir dilim ekmek bulamıyor. Birileri milyarlık ayakkabı giyerken birileri yırtık terlikle geziyor. Daha bugün şahit oldum, birileri torbalarını doldururken birisi elinde tek bir marulla eve gidiyordu. Ve bu insan çok uzak diyarlardan çalışmaya gelen bir insandı. Yani yorulan, terleyen ve üreten bir insan ve evine tek bir marulla gidiyordu. Ulan köpekler, soyu ve kanı bozuk kişiliksiz itler yüreği dolup taşan ve dayanamayıp ağlayan insanlarla dalga geçeceğinize biraz insan olun, Müslüman’ım demekten utanın. Sen Müslüman değil hayvan bile olamazsın it oğlu it. Kalın baktığımız için hiçbir şeyi göremiyoruz. İnce bakmayı da beceremiyoruz ya da korkunun kölesiyiz. Doğruyu söylemeyeceksin insanlara. Çünkü tehlikeli hale gelirsin, her şeyini kaybedersin. Peki, insanlık nasıl düzelecek? Ya da düzelmesini istiyor muyuz? Yoksa şarlatanlık, sahtekârlık, köpeklik mi yapıyoruz? Maksat bizim bir yerleri işgal etmemiz mi yoksa insanlığın selameti adına kulluğumuzu şereflice yapmak mı? 301 madencinin ailesine bir trilyon veriyoruz, Siyonist bir mankeni tek düğmeye dokunması için taaa coni diyarlarından getiriyoruz ve yedi yüz bin lira veriyoruz, sonra da çıkıp İnsan'ız, Müslüman'ız diyoruz.
Hiçbir şey istemekle olmuyor ne yazık ki, her şey yapmakla oluyor. Yapmak ise vicdan, merhamet, cesaret istiyor. Ben şu sözleri söyledim diye kötü mü oluyorum? Olmamalıyım, eğer yanlışsam düzeltilmem, doğruysam kabul edilmem lazım. Ama hayır öyle olmuyor. Çünkü kimseden yana konuşmuyorum, hakikatten yana konuşuyorum. Fakat böyle konuşmak tehlikeli oluyor işte. Sen söz tutmayan, söylenecekleri yapmayacak olan, lazım olmayan adam oluyorsun. Çünkü birilerinin dediğini yapmayacak bir tipsin. Yürüyen tekere çomak sokansın. Çünkü sen ancak Allah’a kulluk edersin, vatanına ve milletine hizmeti düşünürsün. Eğer vicdanımız olaydı, eğer bir davamız olaydı, eğer iyiliğin yayılmasını isteyeydik ben kötü olmazdım, iyi olurdum. Ama vicdanımız yok. Yapılan hiçbir konuşmaya inanmıyorum. Felaketlere ağlayanlara inanmıyorum. Eğer ağlıyorsan, felakete uğrayanlar için bir şeyler yaparsın. O felakete sebep olan kalantor kimse onun anasından emdiğini burnundan fitil fitil getirirsin. Ülkede adaletin hâkimiyeti için acımasız kanunlar yaparsın. Çalışanlar arasında ki maaş dengesini sağlarsın. Ben laf değil icraat istiyorum. Allah, bana, hakikati, güçlendiğin zaman savunacaksın demedi. Sadece elinden geleni yapacaksın hakikat için dedi. Bu yüzden nutuk atanlara değil icraat yapanlara bakıyorum. Bu ülkede sömürü var mı? Var. Bu ülkede yağma ve talan var mı? Var. O zaman laf değil icraat yapacaksın. Sömürücü kalantorları it gibi havlatacaksın. Yağmalayanlara kan kusturacaksın. Küçücük çocukları uyuşturanlara adını unutturacaksın. Bu millete sığınan çaresizleri fuhşa sürükleyen itleri anasından doğduğuna bin pişman edeceksin. Bu milletin gücünü heba eden örgütleri ve o örgütleri besleyen itleri doğdukları güne lanet ettireceksin.
Kitabımızı kaybetmişiz. Kitabı kaybolanın sözü olamaz. Sözü olmayanın kendi varlığı yoktur. Görmüyor, duymuyor, düşünmüyor, hissetmiyoruz. Ölüm mutlak bir gerçek ama biz ölümden bihaberiz. Ceza bir gerçek ama biz cezanın ne demek olduğunu idrak edecek bir beyine sahip değiliz. Sürekli hayatın ve ödüllerin peşinden koşuyoruz. Sonra da güya çok akıllı biriymiş gibi ahkâm kesiyoruz. Ulan öküz oğlu öküz, cahilin önde gidenisin işte, bir de itlik yapmasan olmaz mı? Hem millet olarak, ülke olarak önde olmalıyız diyorsun hem de bu milletin çocuklarını ruhen ve bedenen çökertiyorsun, ******** nasıl önde olunacak bu şekilde? Bu milletin çocuklarını soyarak ve namussuzların önüne koyarak ve o çocukların üzerinden doyarak nasıl güçlü ve önde olacaksın? Ya cahilsin ya da hain bir köpek. Ama ben bu türlere kızmıyorum, bu türleri ödüllendirenlere kızıyorum. Asıl hain olanlar onlardır. Kalın bakmıyorum hayata arkadaşlar, bu yüzden de sert konuşuyorum. Çünkü yumuşaklıkla bir şeyin hallolduğunu görmedim bugüne kadar. Ha, benim sertliğimle olacak bir şey var mı? Şayet bir lider olsaydım mutlaka olurdu ama şu an tabiî ki de yok. Fakat bu şekilde yüreğimin soğuduğunu sandığım da bir gerçektir. Ya da öyle algılamak işime geliyor. Çünkü çaresizim. İnsanlığın umudu ve çaresi olması gereken bizler ne oldu, nasıl oldu da bu hale geldik ey kardeşler!? İnsanlar orta yerde doğranıyor, sokaklarda dolaşmaktan korkuyorum. Eskiden bilge insanlar vardı, sözleri dinlenirdi, onlara dokunmak yürek isterdi. Şimdi ise onlar da adam yerine konmuyor. Ana azmış, baba azmış, oğul-kız azmış. İnsanlık adeta kudurmuş gibi. Peki, niçin böyle olur? Herhalde durduk yere böyle oluyor değildir. Çünkü vicdanen iflas etmişiz. Ahlak bitmiş. İyiliği emretmek, kötülükten men etmek diye bir sorumluluğumuz olduğunu unutmuşuz. Biz, kim olduğumuzu unutmuşuz. Hatta Allah’ı unutmuşuz. Önderi unutmuşuz. Kitabı unutmuşuz.
Her fırsatta eğitim deyip duruyoruz ama eğitimi katletmekten bir an bile geri durmuyoruz. Öğretmenini, idarecisini, öğrencisini resmen paçavraya çevirdik. Üç kuruşluk tiplerin karşısında oyuncak yaptık ve yapmak için gayret ediyoruz. Öğretmeni madden ve manen tahrip ettik. Okullarımızda disiplin diye bir şey yok. Çocuklarımız resmen soytarıya döndü. İkide bir sistem değişikliğiyle beyinleri döndürdük. Hala milli bir eğitim sistemi ve teşkilatı kurabilmiş değiliz. Birileri sanki göz göre göre bizimle oynuyor gibi. Yöneticilerimizi bile kandırıyor derinlerde birileri. Zira asla yapılmaması gereken şeyler yapılıyor. Şahit oluyoruz her şeye. Eğitim camiasından dostlarımız ve çevremizde ki okullar sayesinde. Zira eğitime oldum olası özel bir önem veririm, tıpkı kitaba ve okumaya önem verdiğim gibi. Hatta herkes heryerde konuşuyor ve kulak misafiri oluyoruz. En önemli mesele eğitim iken, en sonda bile yer bulamıyor kendisine. Söylemlerle eylemler asla uyumlu değil. İyi idareci, iyi öğretmen, iyi öğrenci hedeflemiyoruz sanki. İtaat edecek idareci, susan öğretmen, çapulcu öğrenci istiyor gibiyiz. Oysa bizi mahveden ahlaksız eğitimdi. Demek ki meselenin ehemmiyetini hala idrak edebilmiş değiliz. Eğitimin ana öznesi de kitaptır. Ama bizler kitabın önemini hala kavrayabilmiş değiliz. Hep kitaptan, okumaktan söz ederiz ama kitaba da, okuyana da sonsuz uzak kalırız. Kitapsız bir dünya karanlıkta yaşamaya, okumayan bir millet yok olmaya mahkûmdur. Öyle demiyor mu, ömrünü bu millete vakfetmiş olan büyük üstat Nurettin TOPÇU; ‘’dehalarını kitaplarla beslemeyen bir millet yok olmaya mahkûmdur.’’ Dehalar kitaplarla yetişir ve yine kitaplarla yetiştirir. Kitapsızın, fikri de, kişiliği de, karakteri de olmaz. İlim insanı ile filim insanı asla bir olamaz. Akıl insan için nasıl yüce bir nimet ise, okumakta insanın en mümeyyiz vasfıdır. Bataklığa saplanan insanlık her zaman üstün akıllara tevdi edilmiş üstün kitaplarla yolunu bulmuştur. Bu gerçek insanlık ailesinin kadim gerçekliğidir. Bunu inkâr hiçbir zaman kabil değildir. Ama biz eylemlerimizle bunu inkâra gayret ederiz.
Okumayan insan cehaletin kör kuyularında yok olur gider ve öyle de olmaktadır. Kitapsızın sözü de olamaz. Söz kitabın temeli olmuştur, kitapta sözlere kaynaklık etmiştir. Sözü olmayanın özü de olmaz. Kitap başlıbaşına bir okuldur. Kitapsız olduğumuz için kuru bir ağaç gibiyiz. Etrafımıza güzellikler dağıtamıyoruz. Hayatımız bu yüzden mefluç haldedir. Baştan beri söylediğimiz ne kadar olumsuzluk varsa hepsinin temelinde kitapsızlık vardır haddizatında. Sevginin de, vefanın da, paylaşmanın da, dostluğunda, barışın da, umudun da, ahlakın da, adaletin de, saygının da, fedakârlığında, şefkatinde, merhametin de, tevazuunda, bilincin de, idrakinde, samimiyetin de, güvenin de ve nice ulvi değerlerin de kaynağı kitaptır. Kitapla ilişkisi olmayanın bu değerlerle de ilişkisi olamaz. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy ‘’hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Tabi ki olmaz, biri insan biri hayvan’’ derken sonsuz haklıdır. Ne hazindir ki, insanlık kitaptan uzaklaştığı ölçüde maddeye yaklaşmıştır. Ya da maddeye yaklaştığı ölçüde kitaptan uzaklaşmıştır. Nihayetinde de maddenin esiri olmuştur. Maddenin esiri olan insan kendine de yabancılaşmıştır. Tüm değerlerini fırlatıp atmıştır. Yaprakları dökülen, dalları kırılan, rengini ve kokusunu kaybeden bir ağaç nasıl olursa insanlıkta bugün o haldedir. Bakınız Peyami SAFA üstat ne diyor: “Fikir sahibi olmaya mal sahibi olmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğumuz zaman gerçek zenginliğin sırlarını bulacağız.” Asıl fakirlik maddi fakirlik değildir, ruh fakirliğidir. Ve insanlık bugün ruh fakirdir. Bu yüzden de merhametsizdir, vicdansızdır, zalimdir, adaletsizdir. Dünyadaki zulümlerin, kötülüklerin, yağmaların ve talanların, savaşların gerçek sebebi; ruh fakirliğidir. Kadına el kaldırmanın altında ruh fakirliği yatmaktadır. Ruh fakirliğinin temelinde ise kitapsızlık vardır. Demek ki, tüm kötülüklerin temelinde kitapsızlık vardır. Bu mutlak şekilde idrak edilmelidir ve gereği yapılmalıdır. İşte bu yüzden ‘’bilgiyle dirilenler ölmezler’’ diyorlar Hz. Ali. Ve yine diyorlar ki; ‘’sen malı korursun, ilim ise seni korur.’’ Elin oğlu ve kızı, yolda, sokakta, arabada kitap okur ve ne durumda olduğu malumdur. Biz ise kitap okuyanı garipseriz ve ne halde olduğumuz malumdur. Oysa kitap bize insanlık vermişti, madde onu bizden geri aldı ve kaybedişin acısını, azabını hissediyoruz ruhumuzun derinliklerinde.
Niçin böyle karamsarsın diyeceksiniz. Niçin böyle umudunu yitirmiş gibisin diyeceksiniz. Hayır, söylediğiniz gibi değilim. Sadece hakikati ifade ediyorum ve maalesef ki insanlar böyle, insanlar böyle olunca hayatta böyle. Ben gördüklerimi, hissettiklerimi, yaşadıklarımı anlatıyorum, başka bir şey değil. Ne acı ki, Kur’an’dan o kadar uzak kalmışız ya da uzaklaşmışız ki, bu söylenenler bize garip geliyor. Çünkü keyfimiz yerinde olunca, işlerimiz tıkırında olunca hiçbir şey umurumuzda olmuyor. Hiç kimse bizi ilgilendirmiyor. Biz iyiysek, mutluysak, işimiz varsa, işlerimiz yürüyorsa başkaları asla umurumuzda olmuyor. Öyle yabancılaşıyoruz ki bizim dışımızda ki dünyaya artık biz farklı bir dünyanın insanıymışız gibi yaşamaya başlıyoruz. ’’Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun’’ yüce emrini bile unutmuşuz. Oysa hayatın ince bir kanunudur ki; ‘’bazı şeyleri kazanmak için, bir şeyleri kaybetmek gerekir.’’Ama biz, ne kazanalım ne de kaybedelim istiyoruz. Sonra da bol keseden sallıyoruz, ahkâm kesiyoruz. Vatanında ki istiklalini tekrar kazanmak mı istiyorsunuz? İllaki canınızdan ve malınızdan biraz kaybedeceksiniz. Kaybetmeyi göze alamıyorsanız, köpek gibi yaşamaya mahkûm olacaksınız. Ya erkekçe yaşayacak ve konuşacaksınız ya da oturduğunuz makamda it gibi yaşamaya mahkûm olacaksınız. Ama böylece de hiçbir iyiliğe, güzelliğe, asalete, şerefe eremeyeceksiniz. Daha söyleyecek çok şey var ama insan yoruluyor. Misal, en büyük felaketlerden biri şudur; dünya nimetleri uğruna, vatanın bölünmesine giden yolu açmak ve fuhşun, eroinin vs. pisliklerin yayılmasına ses etmemek. Böyle bir şeyin olduğu konusunda şüphe etmek insanı gerçekten derinden yaralıyor ve kahrediyor. Korkuyorum ve korkmamam için bir sebep göremiyorum. Kazandığımızı sanırken çok büyük kayıplar yaşadığımızı düşünüyorum.
Son tahlilde; Dost Acı Söyler Ama Hakikati Söyler VeHakikat Her Zaman Acıdır Fakat Ödülü Sonsuz Tatlıdır.
Yaşadığımız çağa şahitlik eden bir fikir adamından iktibasla sizleri baş başa bırakıyorum;
‘’Zira yalnızca, yalnız insanlar, kendileri ve bu dünya için değil, ilke'leri için, ilkelerinin ülkü'lere dönüşmesi için, ülkü'lerinin ülke'sini bulması ve dünyasını kurması için yaşarlar. Yalnız insanların zirvesi peygamberlerdir. Bütün peygamberler, yola çıktıklarında, başlangıçta, taşlanmış ama her türlü acı'ya katlanmıştır. Bütün büyük sanatçılar, büyük düşünürlerse, başlangıçta, aforoz edilmiş, dışlanmış ama hiç bir zaman bildikleri yoldan şaşmamıştır. Ama peygamberler, başlangıçta, kendilerini taşlayanlara, sonunda, rahmet kanatlarını gererek insanlığa taze ufuklar, yok edilemez umutlar, ebedî, leziz ve gönendirici hakikat yolculukları armağan etmişlerdir. Paraya pula,iktidara ve kula, kul-köle olmayan, isyan ettikleri için peygamberlerin çileyle besteledikleri hakikat şarkısının izini süren, hakikatten süt emen, başlangıçta dışlanan büyük düşünürler ve büyük sanatçılarsa, sonunda, baş tacı edilmişler, hakikat yolculuğunda insanlığın önüne yepyeni koridorlar açmışlardır. Yalnız insanlar, acı'yı iliklerine kadar yaşarlar. Ruhlarında, dinmeyen fırtınalar hükümfermadır. Tıpkı Schopenhauer gibi, tıpkı Nietzsche gibi, tıpkı Bediüzzaman gibi, tıpkı Sezai Karakoç gibi, tıpkı Mustafa Ruhi Şirin gibi. (Ben, buraya, Ali Şeriati, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Dündar Taşer, Remzi Oğuz Arık, Seyid Ahmet Arvasi, İsmet Özel gibi asil üstatları da eklemek istiyorum.) Yalnız insanlar, acı'yı, çile'yi, ıstırabı yaşayarak, acımasızlıkları aşarlar ve 'denizde' zorlu fırtınalarla boğuşurlar. O yüzden, 'deniz'in derinliklerine, bilinmeyen hazinelerine nasıl ulaşabileceğimiz konusunda ufuk açarlar önümüze. O yüzden, acı'yı tanıyamayan insan, hem acımasızlaşmaktan kurtulamaz hem de acı'ya katlanamaz. Acı'yı tanımayan, acı'yı tadamayan ve acı'yı yaşayamayan insan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyamaz.’’
Tarih: 07.06.2014
Okunma: 693
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.