Mahzunuz, kederliyiz, dertliyiz. Kan ağlıyor
milletlerimiz, topraklarımızda kandan nehirler oluşuyor. Türkistan’ımız,
Türkmeneli’miz, Filistin’imiz, can Azerbaycan’ımız, dünya siyonizminin
kuşatması altında inim inim inliyor. Küçücük yavrularımızın bedenleri
paramparça. Ve çocuklarımız sokak ortasında, insanlığın gözü önünde yine kendi
cinsinden olanlara dövdürülüyorlar. Ve şeytan, insanı suçluyor! Ve zalimlere
beddua etmeyin diye çırpınıyor şarlatanlar, soytarılar, ruhsuz mikroplar. Ortalıkta
kuru lakırdıdan başka hiçbir şey yok, ne hazin. Kuru bir kınamadan, lafta kalan
bir endişeden başka bir şey görmüyoruz. Hiçbir ciddi yaptırım yok. İslam
ellerinde bayramlar bile hayal oldu. El öpecek çocuklar, ölümle kucaklaştılar.
Kıyılan canlar, akıtılan kanlar, korkuyla yaşayan küçücük yürekler tüm tatları,
lezzetleri yok ediyor. Ölüm gece nöbetinde. Kan emici kalantorlar ise kasa
derdinde. Riyakârlar masa, nisa derdinde. Bir damla petrole bin can alıyorlar. Masumlar
katil kurşunlara can verirlerken, zalimler kurşunlardan kazanıyorlar. Aç
kalanlar kimin umurunda, sen doyanlara bak! Var olanlar kimleri yok ederek var
oluyorlar bunu anla! İnsanlar, mütemadiyen ölüme çağrılıyorlar. Oysa hakikati
beklemekteydiler. Hakikat ne? Kim hakikat? Yalan, hayat olmuş; hayatsa yalandan
yorulmuş. Boşver bunları sen! Kaç evin var? Araban ne marka? Koltukların
nereden? Kaç lira maaş alıyorsun? Sevgiline hangi mücevheri hediye ettin?
Bunlar daha önemli değil mi? Giden canlardan bana ne, hayat devam ediyor
diyorsun yani. Aynen öyle bebeğim, sen yürümene devam et! Yoksa otorite yok
eder, duman olur gidersin. Oysa katiller hoşgörü bekler, insaf bekler, dua
bekler! Sen dua et, kurşunlar dua edenleri vursun olur mu bebeğim? Rahatı
bozmak kolay mı? Kazanmak kolay olsaydı, bozmakta kolay olurdu! Cesaretini
kaybeden her şeyini kaybetmiştir diyor halifelerimizden biri. Öyleyse sormak
gerek cesaretini kaybedenlere; neyi kazandınız? Katil size yaşama hakkı mı
tanıdı yoksa!?! Oysa biz; yaşamda, ölümde Allah’ın takdiridir diye biliyorduk. Âlim
kimdir, zalim kimdir, lider kimdir, uşak kimdir unutturdular bize.
Kelimelerimizi çaldılar. Kelime gidince ruh kalır mı? Kendi kelimeleriyle
ruhlarımızı satın aldılar. Türk’ün türküsü vardı, çünkü kendine ait kelimesi
vardı. Kendi kelimesi olmayanlar kendi türkülerini yazamazlar. Müslüman’ın
davası vardı, çünkü kelimesi vardı. Kelimesini unutan Müslüman, uşak olmaya
mahkûmdur. Şimdi çocuklarımız birer yabancı oldular, çünkü yabancı kelimelerle
dolduruldular. Kendi kelimelerinden korkutuldular. Milleti cahillikle suçlamak
ucuzluktur ve sahtekârlıktır. Kelimesini ve dilini çaldığınız bir milletten
tefekkür etmesini, aklını kullanmasını mı bekliyordunuz behey gafiller? Ama nasıl
kullanacaktınız değil mi? Peki ya kullanılacağını hiç düşünmediniz mi? Düşünmediniz,
çünkü sizin gösterdiğiniz yoldan hiç ayrılmayacağını düşündünüz. Filhakika asıl
cahil sizdiniz. Böyle bir dünyada Yahudi’yi dost bilmek Yahudileşmektir behey
gafil, zalim ve de cahil.
Yediğimiz yemeklerde tat yok şimdi. Giydiklerimiz dar
geliyor bedenlerimize. İçtiklerimizse birer zehir. Sevinmek ibadet diyorlar,
ama bu ibadeti yapacak yurt nerede onu bilmiyorlar. Çoktandır yurtlarımızda
küfür kol geziyor sezmiyorlar. Kıtalardan kıtalara zafer taşıyanların çocukları
şimdi zilleti şeref sayıyorlar. Şerefsizin şeref bahşetmesi nasıl olur izah
edemiyorlar. Şeref kimin yanındaydı, öğretilmişti ama bilmiyorlar; sorsanız biz
hizmetçiyiz, iman kurtarıyoruz diyorlar. İnsanlık ölüyor behey gafiller, hangi
imanı kurtaracaksınız? Koltuklara; ülkelerin, milletlerin istikballeri ve
istiklalleri satılıyor. Oysa biz, liderleri, milletlerin makûs talihini
değiştirenler olarak biliyorduk. Çünkü liderlerimiz hep böyle yapmışlardı. Zaman,
âlimi de bozdu, lideri de. Ve bozulan âlimlerle liderler birleşerek milletleri
bozdular. İşte küçücük yaşta olan çocukların gerçek cellâtları bunlardır
bilesiniz. Şeytanı kovacak olanlar şeytanla anlaştılar! Tefrikayı yok edecek
olanlar tefrikada buluştular. Kardeşlik tohumunu ekecek olanlar düşmanlıkla
tanıştılar. Düşmanla savaşacak olanlar birbirleriyle savaştılar. Yaramız derin
bebeğim. Çünkü tarihimiz derin. Derdimiz ve davamız derin. Derin bir ecdadın
sığ torunlarıyız şimdi. Bir zamanlar zalimlere öğretirken, şimdi zalimlerden
öğrenir olduk. Ne öğrendiğimizse malum. Mazlumların yanında olmayı öğrenmiştik,
şimdi zalimlerin zulümlerine sessiz kalmayı öğrettiler bize. İşte çocuklar da
bu yüzden parçalanıyorlar. Artık ziyarete gidecek ev, elini öpecek
dede-nine-ana-baba bulamayacaklar çocuklarımız. Ve o büyüklerde koklayacak
çocuk bulamayacaklar. Göz göre göre nesillerimiz katlediliyorlar. Bir yabancı
sahip çıkıyor, sahip çıkamadıklarımıza. Ve asıl yapılacak olanı o yapıyor.
Dinimiz var diyoruz, bekliyoruz. Oysa din, bekle demiyor. Beklemeyi biz
istiyoruz ve isteklerimizi dine dedirtiyoruz. Gerçek dini ortaya koyanlara
deliriyoruz. Nasıl yaşayacağımızı bilmiyoruz, çünkü kitabımızı bilmiyoruz.
Öğrenmeyi de sevmiyoruz. Büyüklerimiz öğrenir, bize söyler, bizde yaparız
diyoruz. Peki, gövdemizin üstünde ki kafayı niye taşıyoruz? Şarlatanlığı,
soytarılığı, birbirini tefe koymayı, birbirinin açığını bulmayı ve ayağını
kaydırmayı marifet sanıyoruz. Marifetsizde iltifat arıyoruz. Bir tarağın
dişleri olmamız icap ederken, yabancıların şişleri olmayı adamlık sanıyoruz. Ve
kardeşimize girmek ve onun bağrını yakmak için fırsat arıyoruz. Bilmiyoruz,
bilmiyoruz, bilmiyoruz ama bildiğimizi düşünüyoruz, oysa düşünmeyi de
bilmiyoruz. Onlar bilmiyorlar kadim kaidesine muhatap olduğumuzun farkına
varamıyoruz. Âlimlerin, münevverlerin aydınlatamadığı bir toplumu şarlatanlar
avutur diyor bir aydınımız ve çok doğru diyor. Şimdi olan da budur. Henüz
olmamış çaylakların, olduğunu sanarak, oldurmaya çalıştıkları garip bir çağın
şahitliğini yapıyoruz hepimiz. Ama bilmeliyiz ki, layık olmasaydık olmazdı
olanlar.
Zulmetmeyeceksin dendi, zulmün başı olduk.
Öldürmeyeceksin dendi, denilenlere şaşı olduk. Fitne çıkarmayacaksın dendi,
fitnecilerin şahı olduk. Direnmek var olmaktı, mücadeleden kaçtık. Yorulmaması
gereken ayaklarımız yoruldu, uzanması gereken ellerimiz uzatılmadı. Dosta
gösterilmesi gereken müsamaha düşmana zırh oldu. Düşmanın açıklarını
bulacaktık, hatalarını örtünüz denilen dostları soyduk ve çırılçıplak orta yere
koyduk. Biz bu değildik ama bu olduk. Felah bulacaktık bela bulduk. Çünkü
olmamız gerekeni olmadık. Kardeşlerimiz gülecekti, düşmanlarımız gülüyorlar. Hakikati
söylemekten çekinen evlatlar yetiştirmişsek, yarınlardan umut etmek
namussuzluktur. Ümmetin çocukları ağlarken, biz dünya nimetlerini avlama
peşindeyiz, ne acı. Konuşsan çokbilmişsin ve suçlusun, konuşmasan korkak ve
cahil. Niçin yaşar insan? İnsan, gerçekten insan mı? Düşmanını öven, dostunu
döven nasıl bir ruh taşıyordur acaba? İçinde ki ses sana isyan diyor, dost
bildiğin biraz sussan diyor. Peki, ahlak nedir ve adalet nasıl bir şeydir? Hangi
ahlaka sahibiz, adaleti istiyor muyuz? Yoksa biz, namussuz muyuz? Edebiyat
parçaladığımızı, felsefe yaptığımızı sanıyor bazı gafiller. Behey ahmak, zaman
hangi zaman? Edebiyat parçalamak nedir, felsefe yapmak nasıl olur? Bizim
acılarımız var, bizim kardeşlerimiz var, bizim topraklarımız var ve bizim
sorumluluklarımız var. Bilir misin bunları sen? İdeal olarak bilmesen de reel
olarak bilirsin bilmesine ama kahpesin biraz. Yazılması gerekenleri yazmak bir
ödevdir ama vazgeçmek namussuzluktur. Ölmeyi, canın tenden ayrılması olarak mı
biliyorsun sen bebeğim? Biz ne yaşayan ölüler tanırız, yaşadığını zanneden.
Yazarak, acıya dayananlardanız biz. Yazmazsak yananlardanız biz. Gücümüz olsa,
mümkün olsa kurşun atacak olanlardanız biz. Fakat bunu idrak edecek beyinden ve
yürekten yoksun olanlarsınız siz. Salonların müdavimisiniz. Düşmanların mutisi,
kodamanların hadimisiniz. Kendinden olanı görünce ortaya çıkan, düşmanı görünce
deliğe kaçan sıçanlarsınız siz. Konuşmaktan korkarsınız, konuşana bayrak
açarsınız. Çünkü aşağılıksınız, alçaksınız. Edebiyat parçalayan, felsefe yapan
kimdir bilir misiniz? Gerçeğe âşık olduğunu her yerde söyleyipte, gerçeği
ortaya koyanın ağzını kapatmaya çalışanlardır. Adalet kavramını sürekli
kullanıpta, adaleti uygulama fırsatı doğduğunda adaleti aklına bile getirmeyenlerdir.
Biz Hakka ve Halka inanırız bebeğim. Biz köpeklikten anlamıyız, o dili
bilmeyiz. Biz dosta sert olupta, düşmana gülmeyiz. Dosta duvar olupta, düşmana
yol vermeyiz. Bir siyonisti tam alnının ortasından vurmayı hayal ederek yaşarız
ve bu küçücük hayali gerçekleştirmeyi şeref sayarız. İnsan doğduk, insanca
yaşarız. Her daim kutsal ülküler peşinde koşarız.
Bir kâfirin, bir Müslüman üzerinde imtiyaz hakkı da,
hâkimlik iddiası da olamaz. Kâfir şeytanın uşağıdır, Müslüman ise Allah’ın
kuludur. Zulmetmek kâfirin tabiatıdır, direnmek ise Müslüman’ın. Vazgeçmek
ölümdür Müslüman için. Allah vazgeçmeyi değil direnmeyi emretmiştir. Müslüman’ın izzetli yaşaması, zalimin zulmüne
direnmesiyle doğru orantılıdır. Direnmeyen Müslüman kaybeder ve izzetini
koruyamaz. Müslüman, söylerken de, yazarken de, yaşarken de Hakkın ve Halkın
istikametindedir. Müslüman insandır, insan Müslüman’dır. Müslüman insan
olmasaydı Müslüman da olamazdı. Müslüman, İbrahim’in, Muhammed’in, Musa’nın,
İsa’nın yanındadır. Yahudi’nin, Firavun’un, Karun’un, Belam’ın, şeytanın
yanında değil. Müslüman nereyi otorite
bileceğini bilir. Müslüman aklını kullanır, vicdanına kulak verir ve hakikat
önünde eğilir. Silahı olan ne kadar güçlü olursa olsun, ruhu güçlü olan mutlaka
kazanacaktır. Nice orduları bozguna uğratan, nice krallara diz çöktüren ve üç
kıtaya hükmeden bir ecdadın torunlarıyız biz. Tabi bilirsek, idrak edersek. Ama
bilsek ve idrak etseydik, bugün üç kuruşluk kâfirler kardeşlerimizi kendi
yurtlarında can evlerinden vurmaya cesaret edemezlerdi. Bilmedik, bilmiyoruz,
bilmekte istemiyoruz. Çünkü bilmek utanmaktır. Utanacak yüzümüz de yoktur. İnanıyoruz
ki, küçücük çocukların çığlıkları kâfirleri kahredecektir. Büyüklerin yalan
dolu nutukları değil.
Ağız tadıyla yemeklerinizi yiyorsunuz, buz gibi
kolanızı içiyorsunuz, denizde güneşleniyorsunuz, dünya umurunuzda değil hiçbir
şeye üzülmüyorsunuz, zalim karşısında lal olmuşsunuz ve kendinize Müslüman
diyorsunuz. Sonra da akıldan bahsediyorsunuz. Hangi akıl, ey akılsız? Bunu
söyleyince de kızıyorsunuz. Hani hakikate âşıktık. Hani hep hakikati söyleyen
insanları arardık. Bir yaşananlara bakalım bir de yaşadıklarımıza? Sahi bir
vicdanımız var mı? Ya da utanmak nedir? Bugün üzülüp yarın süzülmeyeceksin
bebeğim. Öyle bir bilinçle yaşayacak, öyle bir intikam duygusuyla dolu
olacaksın ki, bir an bile düşmanının oyununa gelmeyeceksin, düşmanını övmeyeceksin,
düşmanını beslemeyeceksin. Düşmanının, senin topraklarına girmiş ve kendini
gizlemeyi başarmış uşaklarını da bileceksin. Onları de beslemeyeceksin,
övmeyeceksin. Hiçbir şeyin gizli kalmayacağı ve her bir şeyin hesabının
verileceği zamanı düşüneceksin. Bu dünyaya ait her şeyin hükmünü ve anlamanı
kaybedeceği ve seni mutlak olarak yalnız bırakacağı zamanı düşüneceksin. Anlamayan;
anlatamaz, ağlayamaz, yaşayamaz. Anlamak, ıstıraptır ama insanlaştırıcı bir
ıstırap. İslam’ı anladığını söyleyipte, ardından İslam hoşgörü dinidir diyen
ahmaklara inanma bebeğim. İslam, asla hoşgörü dini değildir. İslam, ahlak ve
adalet dinidir. Zalimi hoş görmeyi bırakın yeri geldiği zaman Müslüman bile hoş
görülemez. İslam, cihad dinidir. Her türlü alçaklığa, namussuzluğa, sömürüye,
zulme, adaletsizliğe, ahlaksızlığa karşı başkaldırma dinidir. İslam, ödül
olduğu kadar ceza dinidir de. Ama İslam asla yobazlık dini de değildir. Aynı
zamanda İslam yaşatma dinidir. Çünkü İslam öldürmeyi yasaklamıştır. Bilmeyen
bilecek, bilmiyorsa ötmeyecek bebeğim. Gerçek, yalanın karanlığını elbet
delecek. Ve Hakk, batılı mutlak yenecek.
Şimdi direniş zamanı. Elbet hesap vakti de gelecek. Her
çığlık zulmün karanlığını delecek. Direniş, ille silahı kuşanıp meydanlara
çıkmak değildir. Direniş, bir bardak kola ikram edildiği zaman onu
reddedebilmektir. Direniş, yerli Siyonistlerin basınlarına alın terini
vermemektir. Direniş, şeytanı otorite bilmemektir. Direniş, Siyonist itine
beddua edebilmektir. Direniş, nutuk atmak değil eylem yapmaktır yani yapıcı
yaptırım uygulamaktır. Direniş, Türkistan’ı, Türkmeneli’ni, Filistin’i,
Azerbaycan’ı canı gönülden sahiplenmektir ve tüm Siyonist köpeklerine karşı
birleşebilmektir. Direniş, ille de kardeşlik demektir. Direniş, kitabını
okumaktır. Direniş, kendi aklını kullanmaktır. Direniş, her an bilinçli ve
şuurlu yaşamaktır. Direniş, inadına hakikati haykırmaktır. Direniş, Siyonist
pislikten iğrenmektir. Ve o pisliğin pisliklerinden de iğrenmektir. Direniş,
ille de vatan demektir. Bayrağını sahiplenmektir. Direniş, hesap sormaktır. Direniş,
bir gününü bile bedduasız geçirmemektir. Direniş, küçücük çocukların
çığlıklarını duyabilmektir. Direniş, umarsızca yaşamamaktır.
Son tahlilde; insansan, derdin vardır, acın
vardır, sancın vardır, davan vardır, vazifen vardır. İnsansan, insan gibi
yaşayacaksın. İnsan gibi nasıl yaşanır diye sorma behey gafil, zalim ve de
cahil. Git ve kitabını oku!
En son
tahlilde; insan olmadan,
Müslüman olunamaz.