RADİKAL
Tam anlamıyla, Türkçe'deki "hamur yoğurmak istemeyen kadın, akşama kadar un elermiş" özdeyişine uygun düşen bir tavır. Kobani düştü, düşecek iken, "Kobani'ye müdahale" için ABD'yi kastederek, "Suriye'nin tümüne müdahale edilecekse, yani Başşar Esad rejimi düşürülecekse, ben varım; aksi halde Kobani konusunda ben yokum." Ankara'nın Kobani'ye bakışı budur...
Bayram arifesinde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Selahattin Demirtaş ile görüşmesinde sarfettiği “Kobani’nin düşmemesi için elimizden geleni yaparız”
sözünün yerine getirilemeyeceğinden emindim. Türk devletinin, AKP
tarafından tevarüs edilmiş olan ve hatta daha ince biçimde geliştirilen
Kürtlere yönelik “böl-yönet” politikasında esasta bir değişiklik görmediğim için emindim.
Bayram bitti. Bayram sırasında IŞİD, Kobani çevresinden ilerledi, kente
girdi. Doğu mahallelerine bayrağını çekti. Bu yazı yazılmakta olduğu
sırada, Kobani Kantonu Eşbaşkanı Enver Müslim dahil, yöneticilerin de
elde silah, şehirde savaştıkları ve Kobani’nin kimi noktalarında göğüs
göğüse savaş sürdüğü haberleri geliyordu.
Bu zaman zarfında, Başbakan’ın söylediği şekilde Kobani’nin düşmemesi için Türkiye ne yaptı?
Cevap basit ve tek kelimelik: Hiçbir şey!
Türkiye, IŞİD’in kontrol ettiği topraklara komşu tek NATO ülkesi. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olmakla övünüyor. Türkiye’nin cumhurbaşkanı, New York’ta Amerikalılara “anti-IŞİD koalisyon”a katılacağı izlenimini veriyor. Ve, IŞİD, Türkiye’nin Suruç ilçesinin bitişiğindeki tarihi ve kültürel bir simge haline dönüşmüş olan Kobani’nin merkezine yürürken, Ankara, “çözüm süreci”ni noktalama pahasına, burnunun dibinde olan-bitene kılını kıpırdatmıyor. Sınırın kendi tarafına tank ve zırhlı diziyor. Vatandaşlarının soydaşları yani “kendi akrabaları”nın katliam ile yüzyüze kalması karşısında yapması asıl gerekeni yapmıyor.
Ankara’nın ya da AKP iktidarının Kobani’de yapması gerekeni yapmayacağı bayram günlerinde belli olmuştu. Şu üç işaret ile:
1) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bayram namazından çıkarken, “Bizim için IŞİD ile PKK aynı şeydir” dedi. (Aslında pek doğru sayılmaz; zira IŞİD’e ilişkin daha “kayırmacı” tavrı farkediliyor);
2) PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Türkiye’den destek taleplerini dile getirdiği ani ziyaretinde, kendisine karşı öne sürülen kabulü mümkün olmayan şartlar;
3) Başbakan Davutoğlu’nun önceki gece CNN’de Christiane Amanpour’a söyledikleri.
IŞİD ile “barış” iddiası ile “çözüm süreci”ne
girmiş olduğunuz varsayılan PKK’yı bir tutuyorsanız ve PKK ile PYD
arasında da fark gözetmiyorsanız; PYD’li Kobani’ye IŞİD saldırması
karşısında kılınızı kıpırdatmanız için hiçbir sebep olmaz.
Zaten, Salih Müslim’e öyle şeyler söylenmiş ki, bunlar, üstü kapalı
biçimde IŞİD’in Kobani’yi ele geçirmesinin, AKP iktidarı için çok daha
vahim bir gelişme olarak görülmeyeceğini ortaya koyuyor. Aslı
Aydıntaşbaş, önceki gün Milliyet’te “Salih Müslim’le Kobani Pazarlığı” başlıklı yazısında PYD liderinin önüne konulan şartları yazdı:
“... Üst düzey bir yetkili, Ankara’nın tutumunu “IŞİD ve PKK
arasında seçim yapmak zorunda mıyız ki?” diye özetledi. (Aslında ‘Evet!’
ama o ayrı bir yazı konusu.)
Bu görüş, Salih Müslim’in gizli Türkiye gezisindeki pazarlıklara da yansımış gözüküyor. Türkiye, PYD’ye doğrudan ya da örtülü silah yardımı yapma seçeneğini zaten gündemine almıyor. Bu konuda askerin ve Çankaya’nın net çekinceleri var; ayrıca hukuken de, siyaseten de ”PKK’ya silah yardımı” mümkün değil.
Bu durumda Ankara’nın PYD’yle yaptığı temaslarda masaya
koyduğu “havuç”, üçüncü tarafların (Batı ya da Irak’taki bölgesel Kürt
yönetimi) PYD’ye yardım ulaştırmasındaki vetoyu kaldırmak. Mesela
Erbil’in ya da Batı’nın PYD’ye silah yollamasına göz yummak
Salih Müslim’e sunulan bu... Ama karşılığında Ankara PYD’nin önüne
yüksek bir fatura koyuyor. Türkiye şu zamana kadar PYD’nin Suriye’deki
”demokratik özerklik” deneyimine ”nötr” davrandı. Şimdi PYD’den bu
konuda taviz vermesi; ilan ettiği ”kanton” yapısından geri adım atması;
Suriye’nin yönetim biçimiyle ilgili konuları gelecekte Suriyelilerle
birlikte almasını istiyor.
Ayrıca PYD’den Kandil’den ziyade İmralı’dan gelen mesajlara daha dikkatli kulak kabartması isteniyor...”
Murat Yetkin’in Radikal’deki dünkü yazısında bu “bilgiler” teyit edilmişti:
“Ankara’da Dışişleri ve MİT yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde temel olarak şu mesajlar verildi:
• Silah ve destek istiyorsanız, Beşar Esad rejimi karşısında tavır alın, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) katılın. Böylece ABD-öncülüğünde oluşturulan koalisyonun ÖSO’ya yapacağı yardımdan yararlanırsınız.
• Suriye’deki iç savaştan istifade Türkiye sınırına komşu bir
özerklik ilanından kaçının. Türkiye bunu bir güvenlik tehdidi
sayacaktır.”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yüzünde alaycı gülücüklerle
konuşurken, Salih Müslim’den de, Kobani’deki vahim durumdan da, şu
vurgularla söz edebiliyordu:
“Askerlerimiz çocukları kucaklarında taşıyorlar, yaşlılara
yardım ediyor, insanlara su veriyorlar, mama veriyoruz, barındırıyoruz.
Bir Allah razı olsun, demez mi be adam!”, “Neden PKK yardımınıza
gelmedi, neden öteki kantonlara geçmediniz? Yaa, işte sizi ancak Türkiye
korur. Allah bin kere razı olsun diyeceğine, taş atıyor. Hayatı taş
atmakla geçmiş bunların, eşkiyalıkla geçmiş… Finlandiya’dan geldi, şimdi
Ankara’da… Bunlar kantonlar kurmuşlar. Aman Allahım! Nerede kantonlar,
nerede silahlı güçler şimdi!”
Bu edadan, AKP iktidarının “Kobani’nin düşmemesi için elinden geleni yapacağı” sonucu mu çıkar, yoksa “düşmesi”nden yani “Kobani Kantonu”nu ortadan kalkmış görmekten özellikle memnun kalacağı mı?
Bu arada, Başbakan Ahmet Davutoğlu da, CNN’in ünlü Christiane
Amanpour’una Kobani’nin doğu yönündeki dış mahallelere IŞİD bayrakları
dikildiği sırada şöyle konuşabiliyor:
“Kobani’dekiler bizim kardeşimizdir. Biz, Kürt, Türk, Arap diye
bakmıyoruz. Ancak eğer Kobani’ye müdahale edilecekse, biz de diyoruz ki,
Suriye’nin tamamına müdahale edilsin.”
Tam anlamıyla, Türkçe’deki “hamur yoğurmak istemeyen kadın, akşama kadar un elermiş” özdeyişine uygun düşen bir tavır. Kobani düştü, düşecek iken, “Kobani’ye müdahale” için ABD’yi kastederek, “Suriye’nin
tümüne müdahale edilecekse, yani Başşar Esad rejimi düşürülecekse, ben
varım; aksi halde Kobani konusunda ben yokum.”
Ankara’nın Kobani’ye bakışı budur. “Türk devleti”nin Kürtlere geleneksel bakış tarzının “İslamcı Türk devleti”ndeki devamıdır. Ankara için, bir “Kürt özyönetimi” asla kabul edilemez, zira bu, gelecek için, Türkiye Kürtlerine çok kötü bir “emsal” oluşturur.
Ankara’nın Kobani düşmek üzere iken, PYD’ye yönelik tavrının şudur.
“Bizden yardım mı istiyorsunuz? Öyleyse, ‘kanton’dan vazgeçin, ,
benim talimatı yerine getirin; şu anda ne idüğü belirsiz olsa da “Özgür
Suriye Ordusu”na katılacağınızı ilân edin. Ve, “Allah sizden razı
olsun” diyerek önümde eğilin.”
Bu tavrın, YPG’nin tam da IŞİD karşısında Kobani için ev ev savaştığı bir sırada, ona “gelin sizden Hamidiye alayları yapalım”, “gelin sizi korucu yapalım” demekten hiçbir farkı yoktur.
Bu yaklaşımın, “ayıplı” olması bir yana, “gayrı ciddi”dir. Ama daha da önemlisi, “çözüm süreci”ni kurtarmak için “çok geç kalınmakta” olduğu izlenimini vermesidir.
Kobani’de “özerk Kürt yönetimi” görmeye tahammülü olmayan bir anlayışın Abdullah Öcalan ile neyi çözmeye niyeti olduğunu anlamak da kolay değildir.
Acaba öyle bir niyeti var mıdır? Olmuş mudur?