DOĞU'NUN BATMAYAN GÜNEŞİ; MUHAMMED İKBAL...

Özgür DENİZ - 19.10.2014

‘’Kalemim kılıcımdır, sözüm namusumdur ve keskin kılıcımdan damlayan namuslu sözlerimle; varolma kavgasına, varlığını; umarsızca, hesapsızca adadığın asil milletimin ve ümmetin aydınlık evlatlarının temiz hafızalarına ismini kazımak şerefimdir.’’ 

 

Doğu’nun oğlu ve gür sesi. Yükseklerden konuşan ve yüksek konuşan zirveleşmiş bir sima. İslam’ın kendisi. En zor zamanda kardeşliği zirveye taşıyan haysiyetli, hissiyatlı ve hassasiyetli bir yürek. Türk Milleti için meydanlara çıkmış, milletini motive etmiş ve unutulmayacak kardeşlik örneği sergilemiş bir kardeş. Ancak müminler kardeştirler mutlak kanununu eyleme dönüştürmüş bir mümin. Nobel ödülünü hak etmiş ama hakkına kavuşamamış bir münevver, şair. Bunu Tagor bile itiraf etmişti; ödül Muhammed’in hakkıydı ama bana verdiler, nedeni bilmiyorum. Hayır, biliyordu ama itiraf etmek acı geliyordu. Çünkü Tagor masondu. Muhammed İkbal ise Müslüman’dı. Şöyle böyle değil Müslüman gibi Müslüman’dı. Hicret göçü öğretirdi, siyaset ise izzet ve şerefe davet ederdi ona göre. Çünkü kendisi de bir siyasetçi idi. Müslümanlar eğer özlerini taşıyanlara değer vermeyi bilselerdi, bugün zulüm nedir bilmezlerdi. Değerlerini değerlendiremeyen Müslümanlar bugün mezellet ve meskenet çukuruna düştüler. Batı’nın sundukları hoş gelebilir ama içinde zehir vardır. Üstadın hayatı hakikatleri anlatmakla geçti. Anlatışı beliğ ama dili sertti. Kervandaydı, kervanlaydı ama yalnızdı. Kervan güç verirdi evet amma gelişmek yalnızlığın eseriydi. Şehit Doktor Ali şeraiti de öyle demiyor muydu; aydın toplumla birliktedir ama toplumun bir adım önündedir. Zaten yalnızlıkta büyük ruhlara yakışır. Herkes yüce ve yüksek dağların doruklarına çıkıp orada kalamaz.

 

 Muhammed İkbal’i gördüğünüz zaman çıplak insanı görürsünüz, bunu mübalağa yapmadan söylüyorum. Onun tek yüzü vardır. Tek kalbi vardır. Tek dili vardır. Tek kimliği ve kişiliği vardır. Onda Müslümanlığı da çıplak görürsünüz. Allah’ın indirdiği İslam’a gönülden bağlı Müslüman’ın en bedihi canlı resmidir o. Müslümanlara; Müslüman olmadığınızı söyleyin ve İslam’ı kurtarın diyecek kadar asil, şerefli, namuslu, sorumlu bir insandır o. Doğu’nun takılıp kaldığı ve bir türlü kurtulamadığı; ‘’Tanrı var mıdır?’’ sorusuna karşılık yeni ve sarsıcı bir soru sormuştur; ‘’İnsan var mıdır?’’ O bir filozoftur ama varlığı inkâr etmek için değil izah etmek için düşünen bir filozoftur. Müslümanlar bu güzel adamı idrak etmiş olsalar, bugün dünyaya yön verenler Müslümanlar olurlardı. Fikir de, zikir de insan içindir, ta ki aklın vardır ve kalbin. Fikrin ve zikrin yoksa aklında, kalbinde ölüdür. İşte üstat Muhammed İkbal, fikrin ve zikrin bileşkesi bir insandır. Hakk’ın önünde eğilmeyi şeref bilir, kulların önünde eğilmek şerefsizliktir. Ona göre bir secde, binlerce secdeden kurtarır insanları. Batı için, domuzlar diktatoryası ifadesini kullanır, bendenizin de çok sevdiğim bir ifadedir, sırf bu ifade için bile hayranı olmam kabildir bu güzel insanın. Doğu’yu da, Batı’yı da olanca derinliğiyle ve inceliğiyle tanıyan bir simadır İkbal.

 

O, hiçbir zaman maddeye takılıp kalmamıştır, daima manaya odaklanmıştır. Zira ne varsa manada vardır, madde dar yaratılmıştır. Ruh olmasa insanın ne anlamı olurdu, ki insan diye bir şey olmazdı. Beden sınırlar insanı, ruh ise sonsuzlukta uçar. Muhammed İkbal adeta sonsuzluktu. Çünkü tüm benliği ile dopdolu bir manaydı. Madde kaybolmuştu, adeta ruhu bedeni olmuştu. Ne acı ki, nesillerimiz bu güzel adamdan bihaber. Ki, kimden haberdar? Mana adamları kayboldu, madde adamları sardı dört bir yanımızı ve böylece dünya da, anlam arayışına çıktı insanoğlu. Anlamsızlık kuyusuna düştü ve çakıldı nihayet. Aklı yücelten İslam’ın çocukları aklı terk etti ve akılsızlığın karanlığında battı, bitti. Oysa yapılması gereken, aklı ve kalbi mezcederek, hakikate giden hakiki yolu keşfetmekti. Akıl, kalpsiz yalnız; kalp, akılsız çaresizdi ama bunu fark edemedik. Yenilgimizin gerçek sebebi budur işte. Muhammed İkbal’in ömrü bu hakikati izahla ve bu temelde kardeşlerini ikazla geçti. Peki, dinleyen kardeşi var mıydı? Batı’nın kirli adamlarının hayranıydık amma bizden olan temiz adamlardan kaçtık hep.

 

Kurtuluş istiyoruz ama kurtarıcıları bilmiyoruz, tanımıyoruz. Yüzleri tek olanları tanıyoruz ama yüzleri çok olanları kahraman sanıyoruz, onların yalanlarıyla yanıyoruz. Ey iman edenler iman ediniz diyor mutlak kanun ama biz hakikate düşmanız. Kitap diyoruz, kitap okuyanı sevmiyoruz. Medeniyet diyoruz, medeniyete hizmet edenden nefret ediyoruz. İnsan diyoruz, insanca yaşayandan kaçıyoruz. Allah diyoruz, emirlerine ihanet ediyoruz. Önder diyoruz, peşinden gitmekten korkuyoruz. Ahlak, adalet diyoruz ama ahlakı ve adaleti eyleme bir türlü dönüştürmüyoruz, dönüştürmeye çalışanı da düşürmeye çalışıyoruz. Şimdi, gelinde üstadın sorduğu o büyük ve derin soruyu sormayın; ‘’İnsan var mıdır?’’ İnsanım demek kolay ama insan olda görelim bebeğim! Dilin kemiği yok ki, yalan söylerken batsın. İnsan bir denizdir, düşünceleri dalgalardır. Dalgalanmayan yaşayamaz. Büyük insanlar dalgasız var olamazlar. Üstat, Müslümanları; gönlü olan ama sevgilisi olmayanlara benzetir. İşte Müslümanlar bu yüzden çaresizdir, horlanmışlardır, zorlanmışlardır. Gece doğup, gündüz ölenler insanlığa ne verebilirler ki? Uyanıkken uyandırmak mı, uyurken uyandırmak mı, hangisi kolaydır? Bizler gücümüzün yettiğinden kaçarız, gücümüzün yetmediğine uçarız ama çakılır kalırız ve kendimizi bir şey sanırız. Yapabileceğimizi yapmaz, yapamayacağımızı yapıyor gibi görünür caka satarız. Gerçekten sonsuz sahtekârız. İşte bu yüzden bitevi kayıptayız,

 

Sahi, İslam’ı ne zaman öğreneceğiz ve ne zaman Müslüman olacağız? Haddini bil, biz kâfir miyiz ki Müslüman olalım mı diyorsunuz? Afedersiniz ama kâfirden de betersiniz, beteriz. Ki, beter olmadığımızı ispat edin de ben haddimi bilip kendime geleyim, siz şu halinizle haddinizi biliyor ve kendinizde oluyorsanız. Ya siz haklısınız ya İkbal namussuz. Zira üstadın ‘’Müslüman olmadığınızı söyleyin de bari İslam kurtulsun’’ sözü ihanet sayılır. Müslümanlık dille değil gönülle olur. İman boğazında kalmışsa kalbin nasıl parlayacak ve parlamayan kalp yoksa gövde nasıl harlanacak? Dürüst olduğumuz gün kazanacağız biliniz. Lütfen hakikatlerden korkmayalım, hakikat acıdır ve acıtır. Acıtmıyorsa o yalandır. İkbal ve tüm büyük adamlar hep acı konuşmuşlardır, her zaman rahatsız etmişlerdir ama yeniden doğmakta kolay değildir bebeğim. İnsanın önünde şu andan itibaren iki seçenek vardır; ya yeniden doğmak ya yok olmak! Yeniden doğmak için hiç batmayanları takip edeceksiniz, yok olmak istiyorsanız batanlarla birlikte batacaksınız. Dirilmek, yeniden doğmak isteyenler için Muhammed İkbal bir güneştir. Bu güneş dünyanıza doğsun, eğer batarsanız, batsın bu dünya da. Eğer doğarsanız, sonsuzluk sizin içindir, batmayacağınız muhakkaktır. Unutmayın! İnsan, güneşle doğar güne.

 

 

Tarih: 19.10.2014 Okunma: 826

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?