''Türk Milleti; tarihi, kimliği, dili ve dini
çalınmış bir millettir.'' Nurettin TOPÇU-Kemal TAHİR-Cemil Meriç-Erol
GÜNGÖR-Dündar TAŞER-Osman Yüksel SERDENGEÇTİ-Necip Fazıl KISAKÜREK-Ali ŞERİATİ
‘’Allah, vatan, namus, emek aşkına; bir şeyin tümünü
görmeden, bir yazıyı harf harf, kelime kelime, cümle cümle tertil ile okumadan
yargılayacak kadar ahlaksız ve adaletsiz olmayalım. Burada mutlak hakikati
yazdığımız iddiasında değiliz. Sözlerimiz fani bir kulun sözleridir, Allah sözü
değildir. Yanlışta olabilir, doğru da olabilir. Önemli olan anlamak ve yanlışa
yanlış, doğruya doğru demektir. Önyargılı olmak ve riyakârca davranmak,
insanlık değildir. Bir insan, asla milletini sevdiğinden ve milletine yardım
ettiğinden dolayı kınanamaz. Bilakis, milletler kurtulduğu, özlerine, sözlerine
ve hürriyetine kavuştuğu zaman ümmette kurtulacaktır. Her milletin evlatları
sorululuklarını hakkıyla ifa etselerdi, kendi içlerinde birliklerini
sağlasalardı, ümmet yekpare bir vücut olup gâvura meydan okuyamaz mıydı? Ümmeti
meydana getiren milletler esir oldukları için ümmet bu haldedir, kâfirlerin
zulmü altında inlemektedir. Bu hakikat bilinmelidir ve buna göre değerlendirme
yapılmalıdır.’’ Geçelim!
İlk evvelde, kati surette ifade edelim ki, üstünlük
takvadadır yani Allah’tan hakkıyla korkup, sakınmaktadır. Kimlik asla bir
ayrıcalık ve üstünlük vesilesi olamaz. Ama İslam’a hizmet edenler her zaman
şereflenmişlerdir, yükseltilmişlerdir, yüceltilmişlerdir, bu bir hakikattir.
Yani işin püf noktası Allah’ın dinine yardım olayıdır, yardımı yapanın kimliği
değildir. Türk Milletine şeref bahşeden şeyde, Allah’ın dinine yaptığı
yardımlardır. Kimlik doğuştandır ve değiştirilmesi kabil değildir. Hiçbir
insançocuğu kimliğini kendisi intihap etmemiştir, edemezde. Kimlik, kim
olunduğunun hüccetidir. Tıpkı, dinin, nasıl olunacağının dayanağı olduğu gibi.
Türk Milleti, melek değildir ama hiçbir zaman da şeytan olmamıştır. Şeytanlaşan
ve kimliğine ihanet eden küçük azınlığı geçiyoruz. Onlar Türk Kimliği maskesi
takarak, Türk Milletini kimliğine ve buradan da dinine yabancılaştırmaya
çalışan şeytani bir zümredir. Bu oyun bu millet üzerinde biteviye oynanmıştır.
Türk, İslam’dan; İslam Türk’ten koparılmaya çalışılmıştır daima. Tarihi yapan ve
imzasını kanıyla atan bu millet; mütemadiyen Hak, Halk ve Hakikat yönünde
olmuştur. İnsanlığa zulmeden zalimlere karşı kavga vermiştir. Allah’ın dinini
yüceltmeyi ve yükseltmeyi dava edinmiş ve bu dava da kendisini yükseltmiş ve
yüceltmiştir. Bilakis, asırlarca dünyaya ve insanlığa egemen olmak kabil
olamazdı. Türk Milleti yeri gelmiş, kendinden istimdat bekleyen, kendi
düşmanlarına bile koruyucu olmuştur. Evreni idare etmenin, kendisine, Yüce
Yaradan tarafından bahşedildiğini telakki etmiş, binaenaleyh ahlaksızlığa ve
adaletsizliğe temayül göstermemiştir. Burada olayı yanlış algılayıp, anlayarak,
Allah, Türk Milletini vazifelendirmiş mi diye bir soru tevcih edilemez.
Bahsettiğimiz telakki, spontane bir belirlenimdir ve gayette güzeldir. Hayatta
da öyle değil midir? İnsan bir şeyi yaparken, kendini sorumlu hissederek
yapmıyor mu? Ve böyle yaptığı için daha bir şevkle, heyecanla vazifesini ifa
etmiyor mu? Bu kendi kendini sorumlu hissetme ve vazifelendirme durumu, bir
insanı ve milleti hayırlı şeyler yapmaya sevkediyorsa gurur duyulacak bir şey
değil midir? Ki, Rabbimiz de demiyor mu; bana yardım edin, size yardım edeyim
diye? Ve yine demiyor mu Rabbimiz; yardımdan kaçarsanız, yardım edecek
birilerini var ederim diye? İnsanlık
tarihi, bu hakikati, kulağımıza fısıldamaktadır. Tarih süreci içerisinde, Türk
Milleti ile Arap Milletinin yani İslam Ümmetini oluşturan iki asli unsurun
birbirleriyle tevafuk eseri karşılaşmaları ve tekvücut olmaları bile müstesna
bir olaydır. Üstelik bu karşılaşma esnasında Türk Milleti henüz İslam ile
şereflenmiş bile değildir. Böyle bir zamanda, böyle bir durumda, Çin belasına
karşı müttefik olmaları hakikaten ilginç bir tecellidir. Burada Allah’ın
istemesi, ol demesi vardır. Henüz İslam ile tanışma, şereflenme yoktur ama bir
İslam ordusunun yanında küffara karşı kılıç çekme ve bu ittifakla küffarı
emsalsiz bir bozguna uğratma durumu vardır.
Zaten bu olay, hem Türk Milletinin hem de ümmetin kaderinin değişmesine
neden olacaktır. İslam’ın ve Müslümanların tarihleri adeta yeniden yazılacaktır.
Bu ilgin ve önemli buluşma, İslam Ordularında da büyük bir sevinç dalgası
oluşturmuştur. Bu büyük ve görkemli karşılaşma, buluşma, kucaklaşma Türk
Milletinin, Yüce İslam’la şereflenmesiyle neticelenecektir. Bundan sonra da,
İslam Dini için adeta kudretli bir koruma muhafızı, keskin bir kılıç olacaktır.
Şerefini gururla taşıyacaktır. Müstekbirlere karşı mustazafların saflarında
duracaktır. Karanlığı yara yara, evreni, İslam Güneşiyle aydınlatacaktır. Yüce
Önderinin (sav) izinde yürüyecek, ümmetin öncüsü olacaktır. Kur’an’la yeni bir
hayat kuracaktır. Mazlumların umudu, küffarın korkulu rüyası olacaktır.
Türk Milleti, tabiatın tüm tecessümleriyle hemhal
olmuş, tabiatın olanca doğallığıyla kaynaşmış, bu vesileyle de nice meziyet
kazanmış bir millettir. Türk isminin anlamlarından biri de kuvvet demektir.
Tabiatla kucak kucağa yaşayan bir millet olmasının etkisi vardır bunda. Çünkü
tamamen doğal bir yaşamın içindedir, yapay yaşamla ilgisi olmamıştır. Töre de
önemli yer tutar varlık savaşında ve güçlü oluşunda. Töreye sadakat birliği,
dayanışmayı; birlik ve dayanışma da kudreti ortaya çıkarmıştır. Bu milletin
çocukları için en büyük tehlike; kendi kadim kültürünü ve töresini terk ederek,
diğer milletlerin kültürlerini, geleneklerini, örf ve adetlerini benimsemektir.
Devletin icra ettiği yasalara isyan etmek, kaosa neden olmak, sefihliğe
meyledip istikbali görememek, yaşadığı çağı anlayamamaktır. Bilge Kağan’da
malum söylevinde bu hakikate temas etmiştir ve bu milletin evlatlarının
dikkatlerini buraya çekmiştir. Töre her zaman bu milletin kudretini
artırmıştır. Binaenaleyh, Türk ismi gücü anımsattığından düşmanlar hep korkuyla
hareket etmiştir. Bu korkaklık yüreklere ve beyinlere o kadar yerleşmiştir ki,
hala etkisi vardır gâvurların üzerinde. Darvin isimli bunağın bile bu millete
yönelik söylediği şu sözler, bu derin korkunun açığa çıkmasıdır adeta; bu
bunağa göre, Türk Milleti aşağılık ve barbar bir Millettir ve mutlaka Medeni
milletler olan Avrupalılar tarafından yok edilmesi gerekir. Bu bunak, Türk
Milletinin Viyana’ya dayanmasından dolayı adeta çıldırır ve şeytaniyet düzenin
mümessili olan Avrupalılara sitem eder; nasıl olur da böyle bir şeye imkân
tanırsınız diye. Sanki imkân tanımamak, müsaade etmemek ellerindeymiş gibi.
Türk Milleti, ismini nereden alırsa alsın, kökeni ne olursa olsun fark eden bir
şey yoktur. Tarihte Türk diye bir millet var mıdır? Elhak vardır. Ki yoksa hiç
konuşmaya değmez zaten. Var olduğuna göre de kendisine dair ileri sürülen
yanlış algıları ve anlamaları tashih etmek İslami ve Milli bir vazifedir,
borçtur. En azından bendeniz, şerefli ecdadıma layık bir nesil teki olarak bu
vazifeyi üzerime alınıyorum. Bir millettir ki, sorumluluk ve vazife bilinci
taşımayan nesillerden mahrumdur, o millet istikbalden yana ümitvar olmasın.
Çünkü yücelmek ve yükselmek, yetiştirdiğiniz nesillerle mütenasiptir. Şayet
Türk Milletinin evlatları isek, bu milletin kim olduğunu öğrenmek, bilmek,
anlamak, tarihini tanımak, kültürel hamulesini ortaya çıkarmak, töresini
tanımak, atalarını öğrenmek ve bizlere bıraktıkları mirasın değerini idrak
etmek ve korumak görevimizdir. Sorumluluklarını ve vazifelerini ihmal
edenlerin, başlarına gelenlerden şikâyete hakları yoktur. Milletinin kim
olduğundan bihaber olanların, tarihi dinamiklerini fark edemeyenlerin, pusulası
olarak açık sulara açılan kaptanlardan farkları yoktur, mutlaka hedeflerini
kaybederler. Ağaçtan ayrılan bir dalın kaderini rüzgâr tayin eder ve o dal,
artık yok olmaya mahkûmdur. Kökünden kopmak tehlikelidir. Tarihler, milletlerce
yapılır ve tarihi olmayan milletler, tarihin en talihsiz milletleridirler.
Dünsüz bugün, bugünsüz da yarın olmaz. Her insanın ve milletin bir dünü mutlaka
vardır. Türk Milleti, tarihe mührünü asla unutulmayacak şekilde adeta
kazımıştır. Düşmanlarına yol vermemiş, önünde baş eğdirmiştir. Zaten tarihten
bu milleti çıkarın, tarih diye bir şey kalmaz geriye. Çünkü insan nasıl
kâinatın öznesiyse ve insansız kâinat anlamsızsa, tarihin öznesi de Türk
Milletidir ve bu milleti çıkardığınız zaman tarih anlamsızlaşıverir. Bu da
Allah’ın bir takdiridir bendenize göre. Çünkü Türk Milleti, Allah’ın dinine
yardım etmiştir, adeta bir kılıç olmuştur bu Yüce İslam dini için. Bu millet
nasıl İslam olduktan sonra Yüce Allah’a ram olmuşsa, İslamiyet’ten öncede çok
tanrıcı değildi. Bu yüzden de İslamiyet’e iltihakı çok kolay olmuştur.
İslamiyet kendisini şereflendirmiş, kendisi de İslamiyet için muhteşem bir
kuvvet kaynağı olmuştur. Küffar için, bu adeta cehennem gibi bir şeydir. İşte o
günden beridir, Türk Milletinin elinden İslamiyet’in kitabı olan Yüce Kur’an’ı
Kerim alınmak istenmektedir. Zira Türk Milleti, kudretini Kur’an’dan almaktadır
ve düzenini Kur’an ile kurmaktadır. Bu
da şeytaniyet düzenlerinin eceli demektir. Ki nicesinin eceli de bu milletin
eliyle gerçekleşmiştir. Ama düşmanların yapamadıklarını dost görünenler
yapmışlardır. Bu milletin elinden bu milletin kitabını almayı kısmen
başarmışlardır. Bu milletin evlatları müteyakkız olmak zorundadırlar.
Türk Milletinin varoluş kaynağı İlay-ı
Kelimetullahtır. Fakat bu millet, davasından uzaklaştırıldı maalesef. Kimliği
tahrif ve tahrip edildi. Şimdi, bu milletin evlatları, milletlerini dolayısıyla
kendilerini tanıyamamaktadırlar, tanıyamadıkları içinde anlayamamaktadırlar. Bu
millet, davası adına cenk meydanlarından ayrılmamış, tüm dünyada adaleti ikame
etmek adına kavga vermiştir. Türk Milleti için devlette çok önemlidir. Aynı
zamanda hürriyette varoluş sebebidir. Hiçbir zaman devletsiz yapmamıştır, esir
de olmamıştır. Türk Milleti; yağmurdur, fırtınadır, kasırgadır, yıldırımdır,
kardır, çiçektir, güneştir. Sanat, ilim,
irfan, bilim, mimari gibi yönlerde de insanlık tarihine sonsuz katkıları
olmuştur. Cemiyetlerine istikamet kazandırmış, cemiyetlerinin zihniyetleri ve
yaşamları üzerinde ciddi etkiler bırakmış bilginler, filozoflar bile Türk Milletini
saygıyla anmışlardır. Namuslu olanlar övgüyle, namussuz olanlar, darbesini
yiyenler ise yergiyle bahsederler. Bu sözlerimiz, sözlerimizi idrakte
kifayetsiz kalanların indinde faşizm olarak telakki edilebilir, faşizmden
Rabbime sığınırım, ama bendeniz düşüncelerimizi bu şekilde telakki edenlerle
kıymetli zamanımı heba edecek kadar sığ değilim. Bu telakkiye sahip kafaları
kendi haline bırakmak zorundayız. Hatta bunların kafası olduğundan bile şüphe
etmek iktiza eder. Faşizmin ne olduğu bellidir ve izah etmeye lüzum yoktur. Ve
asıl faşistler, bizleri faşistlikle itham edenlerdir. Varlığı mutlak hakikat
olan ve dünyaya silinmeyecek derecede mührünü basmış bulunan bir millet
hakkında ki hakikatleri izhar etme gayretini faşizmle eşleştirmeye
yeltenenlerin beyinleri ve ruhları kinle, nefretle doludur ya biraz alıktırlar.
Türk Milletine karşı küffar nezdinde bir nefret, kin elbette ki vardır ve
doğaldır bu ama içeride böyle bir şeyin olması calib-i dikkattir. Dindar bir
Türk, Türk’ü dinden ayırmayı gaye edinmişler nezdinde faşisttir. Olay budur.
Türk Milletinin varlığını, özellikle de dindar olarak varlığını içlerine
sindiremeyenler vardır, daima da varolacaklardır. Onlar Türk’ün ve İslam’ın
etle tırnak gibi olduğunu idrak edemeyen gafiller ve hainlerdir. Hatta bu
türler, kendi milletlerine düşmanlık beslerlerken, küffarın önünde eğilmekten
zevk alan alçaklardır. Kendi öz
babalarından nefret edipte, babası olmayanlara baba nazarıyla bakıp kucaklarına
atılanlar ne ise, kendi milletinden nefret edipte başka milletlerin önünde
boyun bükenlere de odur. Zira hiçbir milletin evladı, kendi ecdadına
küfredipte, başkalarının ecdadına saygı duyacak kadar haysiyetini çiğneyemez.
Ki haysiyetini çiğneyenlerden de milletine zerre hayır gelmez. Bu tipler
bahusus Liberalist geçinenlerin içinden çıkmaktadır. Liberalist şerefsizlerin milletlerine saygıyı
bırakın dine bile saygı duyduklarını göremezsiniz. Onlar tüm değerleri
çürütmeye yeminli karaktersiz, kişiliksiz, kimliksiz, dinsiz tiplerdir. Bu
aşağılıkların vazifesi, suret-i haktan görünüp kimliklerin, dinlerin ve
değerlerin içlerini boşaltmaktır. Bu milletin evladı olmayı şeref bilenler,
tarihlerini, ecdatlarını, dinlerini sarf-ı nazar ederek asla ve kata
milletlerine karşı nefret duyamazlar, düşmanlık besleyemezler. Bu milletin,
İnsaniyete ve İslamiyet’e yaptığı hizmetleri, hiçbir kimse görmezlikten,
bilmezlikten, anlamazlıktan gelemez. Geçmişi idrak ve geleceği inşa konusunda,
namuslu ve hakkaniyetli olmak ve düşünmek zorundadır. Mütemadiyen küçük
hataları, yanlışları gündeme getirip, okyanus kadar iyilikleri, güzellikleri
görmezlikten gelmek alıkçadır. Kimse de bundan fayda elde edeceğini sanmasın.
Bunu yapanların da vatan hainlerinden, millet düşmanlarından farkları yoktur.
Oysa yapılması icap eden şey; hataları bitevi gündemde tutmak ve buradan
düşmanlık etmek değil, o hatalardan ders alıp, hataları tekrar etmemektir.
Tarih ne mutlak övülmek içindir ne de mutlak sövülmek içindir. Bilakis, tabir
caizse bir kitaptır ve okunmak içindir. Kendi tarihini anlamadan, bilmeden küfretmekte
namussuzluktan başka bir şey değildir. Araştırmak, öğrenmek, bilmek ve anlamak
varken küfre tevessül etmek alıklıktır, ahmaklıktır.
Türk milleti, maalesef, okumayı emreden dinlerini
dinlememektedirler. Bu yüzden de hiçbir şey üretememekte ve üretilenlerin
tüketicisi olmaktadırlar. İnançlarından kopan bir milletin kaderi artık
düşmanlarının inisiyatifine kalmıştır. Tarihini ve dinini bilmeyen bir millet,
rüzgârda savrulan yaprak gibidir. Tarih; kuvvet kaynağıdır, tecrübe deposudur,
hakiki bir öğretmendir. Türk Milletinin tarihinin ne kadar gerilere gittiği tam
olarak bilinememektedir. Belirli bir zamanla mukayyettir bilinen dönem. Ama
bilmek ve bilmek için de gerekeni yapmak tarihi bir sorumluluktur. Orhun
Abidesinin bile eksik olduğu ifade edilmektedir. Bu mesele üzerinde
hassasiyetle durulmalı, tetkik ve tahkik yapılmalı bilinmeyen yerlerde bu
milletin evlatlarının bilgisine sunulmalıdır. Bu görev, bu millete bağlı olan
haysiyetli tarihçilerin üzerinde dini ve milli bir sorumluluktur. Milletinin istiklali
ve istikbali için sorumluluklarını ifa etmeyenler, bu milletin yüzkarasıdırlar
hatta daha ötesi haindirler. Türk Milleti her yönden budanmıştır ve
budanmaktadır. Çiçekleri dökülmekte, yaprakları soldurulmakta, dalları
kırılmaktadır. Din, dil, tarih, kültür, koca gövdeyi anlamlandıran unsurlardır.
Bunlar yoksa Türk Milletinin varlığının hiçbir anlamı yoktur ve olamaz. Bu
milletin kökleri gibi, kendisini var eden tüm unsurlar da öyle eskidir,
kadimdir. Bu millet için dili de, dini kadar önemlidir. Bu millet iki dillidir;
bir din dili vardır, bir de milli dili vardır. Dil, insanları birbirine
bağlayan en önemli olgulardan biridir. Dil yok oldu mu, milletin varolması da
muhaldir. Din dilini kaybeden milletler, manalarını; milli dilini kaybeden
milletler maddelerini kaybederler. İkisini de kaybedenlerin kendileri de
tamamen kaybolurlar. Bir milletin kamusu o milletin namusudur. İnsanı
haysiyetli, şerefli kılan namusudur. Dili de bu milletin namusu olmuştur daima
ve badema da öyle kalacaktır. Ama bu milletin maskesini takanlar, bu milletin
namusunu çalmaya çalışmışlardır. Dilsiz iletişim kabil değildir. İletişimsiz
anlaşmakta hayaldir. Ana gövdeyi, dallarla tekvücut yapan şey dildir.
Milletlerin idamesini sağlayan ve varlığının tebarüz etmesine imkân tanıyanda
dildir. Bir milletin kendini ifade ettiği, yasalarını yaptığı yegâne şey
dilidir. Sanatın özüde dildir. Medeniyetler, dil demektir. Dilsiz, medeniyet
diye bir şey olamaz. Diliniz yoksa istikbaliniz de istiklaliniz de yoktur.
Dilsiz bir millet, sanatsız, edebiyatsız, kültürsüz, bilimsiz, hülasa;
medeniyetsiz bir millettir. Dilsiz millet yoktur. Dil, milletin varoluş
sübaplarındandır. Tarihte ki nice halklar, dillerini kaybettikleri için
kaybolup gitmişlerdir. Keltlerin yok oluşu, dillerinin yok oluşları nedeniyledir.
İnsan da, millette dilidir. Dili olmayan insan da, millette var sayılamaz.
Senin dilin yoksa dilin senin değildir ve sen filhakika sen olmayansındır. Türk
Milletinin evlatlarının milli dilleri olan Türkçeyi ne kadar iyi bilmeleri
iktiza ediyorsa, din dilleri olan Arapçayı da o kadar iyi bilmeleri iktiza
eder. Birisiz maddi varlığın temeli ise, öbürü manevi varlığın temelidir. İki
dilini de bilmesi, Türk evladı üzerinde ağır bir sorumluluktur. Din dilini
bilmeyen milletlerin, dinlerini hakkıyla öğrenmeleri ve olması gerektiği gibi
yaşama aktarmaları kabil değildir. Bilakis, dinle aldatılmaları çok kolay olur.
Türk Milleti için hem Türkçe hem de Arapça; Türk Milletinin varoluşu adına en
sağlam ve en temel olgularıdır. Tarih bir denizse, Türk milleti o denizden
yüzen bir balıktır tabir caizse. Her coğrafyada, her iklimde, her cephede, her
denizde düşmanlarla karşılaşmış, pervasızca kavgasını vermiş, zaferlere
erişmiş, nice devletlerin banisi olmuş
ve tarihe, silinmesi kesinlikle mümkün olmayan kutsal mührünü vurmuştur.
Tarihin sayfalarını karıştırın, en mutena yerinde Türk Milleti durmaktadır.
Türksüz tarih, sokak kavgası, çocuk oyunudur. İlk sözde, son sözde Türk
Milletine aittir insanlık tarihinin seyrini değiştiren tüm büyük cenklerde. Bu
durum akamete uğramadan devam etmiştir asırlar boyu. Çin Seddi niçin
yapılmıştır? Papa kimin önünde diz çökmüştür? Çin Sarayını kim basmıştır? Kahpe
Bizansın heyulası kim olmuştur tarih boyu? Devletler kimden istimdat
beklemişlerdir ve kimin karşısında diz çökmüşler, üzengilerini öpmüşlerdir?
Tabi bu arada tarihle kuru kuruya övünmek kadar alıkça, aptalca bir şey yoktur.
Sen, sen olmadıkça; ecdadın seni sen yapamaz. Evet, tarihinle gurur duy ama o
tarihten ders al ve sen de ecdadın gibi ol. Ne atalarının diniyle kurtulursun
ne de atalarının yaptıklarıyla var olabilirsin. Tabi dışarıda olduğu kadar
kendi içinde de kavgaları eksik olmamıştır. Saltanat kavgaları, birbirine
egemen olma kavgaları da Türk Tarihinin inkârı imkânsız bir hakikatidir. Tabi
her mesele kendi çağlarına göre ele alındığında elbette makul sebepleri mutlaka
vardır. Namuslu bir tarih okuması sonucunda bunu bizatihi müşahede edebiliriz.
Tabiatıyla tarihsel süreç içerisinde yanlış olduğuna hükmettiğimiz sorunlar,
sonuçlar olabilir ama oraya takılıp kalmakta aynı şekilde yanlıştır. Bizim
yapmamız gereken tarihi bir öğretmen gibi kabul etmek ve ondan alabileceğimiz
dersleri aklımız tavassutu ile en ideal şekilde almaktır. Yanlışı görür
almayız, doğruyu görür tatbik ederiz. Ne yanlışı yüzünden lanetleriz ne de
doğrusuyla yüceltiriz. Gerisi de angaryadır zaten.
Türk Milletini, hiçbir ideoloji anlayamaz ve
anlatamaz ve dahi ideolojilerin dar çerçevelerine sığacak kadar küçük bir
millette değildir Türk Milleti. Hatta şöyle bir iddia da bile bulunmak kabildir;
ideolojiler Türk Milletin i tarihten silmek adına uydurulmuş zehirli oklardır.
Kabul etseniz de, etmeseniz de Türk Milleti İslamiyet’le imtizaç etmiş, adeta
etle tırnak olmuş, ruhla beden gibi tek vücut olmuş bir millettir. Türk
Milletini ancak İslamiyet’i anlayabilirseniz anlarsınız. Türk Milleti elbette
günahsız, hatasız, kusursuz değildir. Tarihinde doğrular olduğu kadar yanlışlar
da vardır. Yanlışlardan ders çıkarıp tekrar etmeyeceksiniz, doğruları da çağa
uyarlayarak alacaksınız. Mütemadiyen yanlışlarını görmek, düşünmek ve dile
getirmek bize zerre bir şey kazandırmaz, bilakis çok şey kaybettirir.
Unutmayalım ki, milletlerde insanlardan müteşekkil bir bütündür. Öyleyse
insanın tabiatı bellidir ve günaha meyyaldir. Öyleyse Türk Milletinin de
günahı, yanlışı elbette ki olacaktır. Milletlerin yanlışlardan arî olduğunu,
işlediği günahlarında sevap hanesine kaydedilmesi iktiza ettiğini söylemiyoruz
ki bu alıklıktır ve hakiki faşizm de budur zaten. Buradan da şöyle bir çıkarım
da bulunabiliriz; hakiki faşistler Batılılar ve onlara adeta tapınç içinde olan
sefil köleleridirler. Çünkü bunlar kendilerini yanlışlardan beri görürler ve
herkesin kendilerine benzemelerini isterler. İnsaniyet adına yegâne üstünlük
sebebi vardır; o da İslamiyet telakkisine göre takvadır. Yani, Allah’ın
emirlerine tabi olmak, yasaklarından imtina etmektir. Kimdir ki, adalet ve
ahlak ilkelerine münafi tavırlar ortaya koyuyor, o kimseye asla saygı duyulamaz
ve ona üstünlük vehmedilemez. Adaletin ve ahlakın tükendiği yerde, insanlık
alçalmıştır, milletler gerilemiştir, devletler bitap düşmüştür. İnsanlık
ailesinin yegâne Önderi (sav); kâinatın tüm zerresiyle adalet üzerinde
varolduğunu buyururlar. Ahlak kanunları nasıl adalet ilkelerinin temelini
teşkil ediyorsa, adalet umdeleri de her şeyin temelini teşkil eder. Filhakika,
böyle olunca, ahlak ama Allah ahlakı varoluşun temeli oluyor. İnsanlık
önderlerinin hepsinin ahlakları da Allah Ahlakı idi. Ne ideoloji ahlakı idi, ne
şeyh ahlakı idi, ne parti ahlakı idi, ne cemaat ahlakı idi, ne lider ahlakı
idi. Türk Milleti aynı zamanda töre sahibi bir millettir ama töresi,
İslamiyet’le zıtlık teşkil etmez. Töre, Türk Milleti için, düzenin idamesini
temin eden bir adalet, hukuk, ahlak sistemi olarak telakki edilmiştir. Töre
elbette sertti ama insaniyete mugayir değildi. Töreyi ihlal eden şahıs şayet
hükümdarsa da mutlaka tecziye edilirdi. İnsanları yalanla aldatmak yasaktı.
Aman dileyene kılıç çekilmezdi. Töre insanları birbirine eklemleyen bir bağdı
adeta. Bu yüzden de maziden atiye aktarılmış ve asla insanlara ağır gelmemişti.
Çünkü töre, kültürün ana unsurlarındandı. Kültür, bir milletin yaşam biçiminin
kavramsal ifadesidir. Töre; birliktir,
dirliktir, düzendir. Elbette bir din değildir töre. Ama asırlık bir varoluşun
öğrettiği, kazandırdığı engin tecrübenin tümüydü. Ne zaman ki töre ihlal
edilmiştir, çiğnenmiştir; kültür yozlaşmıştır, yurt işgale uğramıştır, devlet
çöküşe geçmiştir. Töresine ihanet eden; kimliğine, devletine, kültürüne,
vatanına da ihanet etmiştir. Bilge Kağan da hitabesine buna şiddetle vurgu
yapmıştır. Türk’ün töresinde, at, avrat, silahta ayrı bir öneme sahiptir.
Teşkilatçıdır, Türk Milleti. Devletsizlik diye bir şey yoktur hayatında,
tarihinde. Türk Devleti bulunmayan bir evresi yoktur tarihin. Bir devlet türap
olmuşsa, türap olan devletin küllerinden yeni bir devlet mutlaka doğmuştur,
doğan her devlette çağına mührünü basmıştır. Türk Milletini yıkmak için
dışarıdan ne kadar teyakkuz varsa, aynı teyakkuz içeriden de vardır. Ama içeridekiler, dışarıdakilerin maşalığını
yapmışlardır. Türk Milletinin yöneticileri olan hanlar, hakanlar, sultanlar,
kağanlar, padişahlar; yurtları, devletleri, milletleri, töreleri, dinleri için
ellerinden ne geliyorsa en üst düzeyde yapmaktan asla çekinmemişler,
sorumluluklarını ihmal etmemişlerdir. Tebaalarına kesinlikle hor bakmamışlar,
ihanet etmemişler, hayatlarını onlara adamışlardır. Vatan toprağına kesinlikle
ayrı bir önem vermişlerdir. Büyük hakanımız, padişahımız, Sultan Abdülhamit
Hanımızı hatırlayınız lütfen; vatanın kıymetini bilmeyen, bilenlere düşman olan
alçak siyoniste nasıl da cevap vermişti. Milletleri üzerinde hâkimiyet
kurmamışlar, kendi çıkarlarını düşünmemişler, bilakis milletlerini arkalarına
alarak, zalimlere kan kusturmuşlar, insanlığa yol ve yön göstermişler, böylece
de insanlık tarihini yapmışlardır. Destanlaşmış, destanlar yapmış bir millettir
Türk Milleti. Yıkıldı diye sevinirken düşman, o anda ayağa kalkmıştır. Oyuncu
olmamış, kendi oyununun kurucusu olmuş ve kuralları kendisi tayin etmiştir.
Kürşad’ın kırk çerisiyle Kızıl Çinin sarayını basması asırlarca nesillerden
nesillere aktarılmış bir kahramanlık numunesidir ve badema da unutulmayacaktır.
Tabi lafla peynir gemisi yürümüyor, bu iş bilinçle, iradeyle başarılabilecek
bir şeydir. Görevimizi namusluca yapmak, mefahirimize sahip çıkmaktır bu
başarının başı. Bilakis, güneşin batması ve muma dönüşmesi mukadderdir, mum
olmak ise erimektir. Kürşad’ın kahramanlığı bir diriliş ve direniş abidesidir.
Hürriyete meftunluğun keskin hüccetidir. Tıpkı zulme başkaldırının, direnişin
öncüsü oluşun, tarifsiz iradenin ve derin bilincin müşahhaslaşmış ifadesi olan
Hz. Hüseyin’in kutlu isyanını andırmaktadır kısmen de olsa, ama elbette ki tam
anlamıyla öyle olamaz. Ki tıpatıp benzetmek ahlaki de adil de olmaz zira.
İkisinde de; zalime ve zulme direniş vardır, azınlığın çoğunluğa meydan okuması
vardır, sonlarında şahadet vardır. İkisi de olanca görkemleriyle birer anıt
gibi yükselmektedir ufkumuzda, taptaze durmaktadır hafızamızda. Alınacak ciddi
dersler ihtiva etmektedirler. Hz. Hüseyinimiz ve Kürşadımız olmadan olmaz.
Elbette ikisini bir tutmuyoruz, Hz. Hüseyin’le Kürşad’ı kıyaslayacak ve bir
arada tutacak kadar haysiyetsiz değiliz ama ikisini de sevmek herhalde
insaniyete ve İslamiyet’e mugayir olmasa gerek. Sanki birisi Ruh boyutumuzu,
diğeri Beden boyutumuzu temsil etmektedir tabir caizse. Genç dimağlarımız bu
bilinçle kendilerini yetiştirmelidirler. Tarihlerine sadakatli, saygılı, bağlı
olmalıdırlar. Hem dini hem de milli tarihlerine. Ki aslında böyle bir ayrım
yapmakta uygun olmasa gerektir. Çünkü milli olan İslami’dir, İslami olan
millidir. Biz putçu değiliz ve örneklerimizi de putlaştıracak kadar alık
değiliz. Örnek alacaklarımızı da biliriz. Ahmakça kıyaslara da yeltenmeyiz. Hz.
Hüseyin bizim gözbebeğimizdir, canımızdır, cananımızdır, her şeyimizdir, çünkü
Önderimizin (sav) aziz torunlardırlar Kendileri. Hatta ve hatta Kendilerinin
Türk Milletine dua ettiğine dair bir söylenti bile mevcuttur. Tabi hakikati
Allah bilir. Bu arada Kürşad’ı da severiz, sayarız ve bunu yapmak günah
değildir. Bizi asla dünümüz de gerçekleşen olaylar, tarihi yapan ecdadımız
kurtarmayacaktır. İstikbal adına bugün yapacaklarımız kurtaracaktır. Akletmek
şifadır.
Türk Milleti İslam’la şereflenmiş, İslam ise Türk
Milletinin İslam olmasıyla kuvvetlenmiştir. Türk Milleti kesinlikle İslam’ın
keskin ve aman vermeyen bir kılıcı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu
inkârı imkânsız bir tarihi hakikattir. İslam, Türk Milletinin vicdanını,
ahlakını, adalet duygusunu pekiştirmiştir. Atalarımızdan Mete’nin, Türk’ün
düşmanlarına boyun eğdirdiği, Atilla’nın ise tarihte ilk defa bir papaya diz
çöktürdüğü tarihin hakikatlerindendir. Tarih, bilmediğimiz nice hakikatlerle
doludur kimbilir. Ah keşke tarihimizin tüm gizli sırları, hazinleri, kendi
dünyamızın dâhilinde olsaydı da ortaya çıkarmak kolay ve mümkün olsaydı. Bugün
Türk Milletine derin kin içinde olan ve İslam’ı tahrif ve tahrip
organizasyonlarına destek olan Vatikan’ın kinin arka planında Atilla’nın bir
papaya diz çöktürmesi olayı vardır emin olunuz. Bir Türk hakanının önünde diz
çökmeyi kendi tarihinde bir kara leke olarak görmektedir kimbilir. Binaenaleyh,
Türk Milletini manevi yönden çökertmek istemektedir. Boynu bükülmeyen, bileklerine zincir
vurulamayan, ruhi kuvveti zaafa uğratılamayan bir milletin tam anlamıyla
sindirilmesidir mesele. Cenk
meydanlarına yenilemeyen, masalarda baş eğdirilemeyen bir milletin
evcilleştirilerek uysal koyun gibi güdülmesini gerçekleştirmektir. Fakat İstiklal Şairi Mehmet Akif’in de
söylediği gibi boynu çekilmeye gelmez bu milletin. Bu millete zincir vurmak, bu
milleti evcilleştirmek hiçbir düşmanın haddi değildir ve vurulan zincirler,
bukağılar İslam ruhuyla kuvvetlenmiş bedenlerde paramparça edilir. Hürriyete
tutkuyla bağlı olan bu milletin boynu tasmayı reddeder ve böyle bir şeye
yeltenmenin bedeli çok ağırdır, böyle bir namussuzluğa yeltenen de bedelini çok
ağır ödemiştir. Türk Milletinin tarihi destanlar tarihidir; Oğuz Kaan Destanı
vs. Belki hayalidir bu destanlar ama yine de hakikat olma ihtimali muhteşem bir
gurur kaynağıdır. Zira en küçük hüccetlerinin bile bulunabilmesi düşüncesiyle
gerçekliklerinin olması kuvvetle muhtemeldir. Gerçekliklerinin asla olmama
ihtimali olsaydı, yazılı belgeleri de olmazdı. Oğuz Kaan Destanıyla ilgili
yazılı belge mevcuttur malum. Sözlü ya da yazılı belgelerin hiçbirisi dünkü
belgelerde değildir. Çağlardan çağlara aktarılarak gelen ve ilânihaye de
aktarılacak olan belgelerdir. Yani, dünkü mesele olsaydı, kasıtlı bir üretimden
söz edebilirdik ama değil. Çağlar
geçmiş, zaman gelip çatmış ve Türk Milleti peyderpey yüce İslam Dinine iltihak
etmeye yönelmiş. Türk Milletinin İslamiyet’e toplu şekilde iltihakından söz
edilir, böyle bir şey kesinlikle gerçek değildir. Topyekûn iltihaklardan önce
iltihakların gerçekleştiği hakikattir. İslam’a iltihakında ise, İslam’a benzeşen
yaşantısının katkısı inkâr edilemez. Bu yaşam belki İslam değildi ama İslam’a
benziyordu. İslam’ın şiddetle reddettiği ve çok ağır yaptırımlar uyguladığı
ahlaksızlıklar Türk Milleti indinde de ağır suç addediliyordu. Yalan,
eşcinsellik, namusa tecavüz vs. Düşmandan nefret edilse, savaş meydanlarında
affedilmese bile esir olduğu zaman asla adil davranmaktan geri durulmazdı. Meşhur hükümdarlarımızdan Alpaslan’ın Bizans
Hükümdarı Romen Diyojen’e gösterdiği tutum hepimizin malumudur. Düşman bildiği
bir milletin hükümdarınca layığı ile ağırlanan, iltifat gören bir hükümdar
kendi ülkesinde katledilmiştir, çok ilginç. Ayrıca, İslam aileye çok değer
vermektedir, Türk Milleti içinde aile çok önemli bir değerdir. Hakeza gaza
mevzuda İslam’da ki cihad ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Hatta bu gaza
mevzu İslam’a iltihakta sonsuz öneme sahiptir. İslam Dini, Türk Milletini bir
arada tutan muhteşem bir manevi kuvvet kaynağıdır. Ve Türk Milletinin kimliğini
koruma konusunda sonsuz ve mutlak olarak etkilidir. İslam’dan çıkan hiçbir Türk
boyu, Türk olarak kalmayı başaramamıştır. İslam’a iltihak eden Türk Milleti ise
hem İslam’la yücelmiş, yükselmiş, şereflenmiş hem de kimliklerini
koruyabilmişlerdir. Yurt konusunda ki tavizsin tutumları da, İslam ile
bağlantılıdır. Çünkü Allah, yurtları işgal edilen Müslümanlara Allah yolunda
cihat etmeyi emretmiştir. Yurt konusunda sonsuz duyarlı ve kesinlikle
tavizsizdir Türk Milleti. Yurt toprakları asla hükümdarın mülkü değildir, tüm
milletin ortak mülküdür ve hükümdar düzeyinde ki bakışta bu şekilde olmuştur.
Belki bazı anlaşmaların doğası icabı tavizler olmuş olabilir ama asla toprak
konusunda taviz mevzubahis değildir. Mete’nin ve Sultan Abdülhamit Han’ın
davranışlarını buna misal olarak verebiliriz. Türk Milleti aynı zamanda cennet
ve cehenneme de inanıyordu ve İslam ile de benzeşen bir inanıştı bu.
Türk Milleti, İslamiyet’le yücelmiş, yükselmiş,
medeniyetler inşa etmiş, insanlık ailesi nezdinde itibar görmüştür. Ne zaman
İslamiyet’e ihanet sayılacak bir yaşam tarzı benimsemiş işte o zaman gerilemiş,
karanlığa gömülmüş, kuvveti çekilmiş ve düşmanlara esir olmuştur. Zaten bu
sebebe binaen en azılı kâfirler; Türklerin elinden Kur’an’ı almadıkça onları
asla zayıf düşüremeyiz ve onlara hükmedemeyiz demişlerdir ya. Batıcı zihniyetin
milletimiz üzerinde egemen olmaya başlamasıyla İslamiyet’e ihanette tebeyyün
etmeye başlamıştır. Ülkemiz, milletimiz ve devletimiz Batılıların içimize
soktukları Batıcı zihniyet tarafından ele geçirilmiştir. Esirlik iki türlüdür;
manevi ve maddi esirlik. Maddi esirlik, bizatihi kuşatılmışlıktır. Manevi
esirlik ise, içeriden kuşatılmışlıktır ve en tehlikeli esirlik budur. Zira
maddi kuşatılmışlığı yarabilirisiniz ama manevi kuşatılmışlığı yarmak sonsuz
zordur. Sultan Abdülhamit Han’dan sonra manevi yönden kuşatılmıştır Türk
Milleti ve içeriden çökertilmeye başlamıştır. Batıcı zihniyet İslamiyet’i
gericilik olarak lanse etmiş ve ruhumuzu tahrip etmiştir. Ruh tahrip olduğu
zaman bedenin ayakta kalması imkânsızdır ve ruhun çöküşüyle bedende çökmüştür.
Ayrıca İslamiyet perdesi ardında hareket eden bazıları da Türk Milletini manevi
yönden bilinçli ya da bilinçsiz olarak zayıflatmıştır. Türk Milleti,
İslamiyet’te adeta kendini bulmuştur. Bu yüzden İslam’ı dava edinmiş, sürekli
gaza yolunda at koşturmuş, kılıç çekmiştir. Hatta öyle zamanlar olmuştur ki,
putperestliğe ve nasraniyete iltihak etmeye yönelen boylarına karşı da
mücadeleden imtina etmemiştir. Tarih sürecinde dillere destan bir şanın ve
şöhretin sahibi olmuştur bu millet. Gaza meydanlarında hakanların, padişahların
gösterdikleri yiğitlikler anında tüm evrende yayılıyordu. Düşman korkuyor, dost
umutlanıyordu. Türk Milletinin İslamiyet’e iltihakından çok korkuyordu
düşmanlar ve bunu engellemeye çalışıyorlardı. Çünkü İslam olursa, karşısında
durabilecek hiçbir kuvvet yoktu. Yüce Önderimize (sav) ithafen dillendirilen
ama söylentiden öte geçmeyen yalan yüklü sözlerin aksine Yüce Önderimizin
(sav), Kaşgarlı Mahmut’tan nakledilen ifadelerle şöyle söyledikleri ifade
edilmektedir; ‘’Kavimler içinde Türk olarak anılan bir kavim vardır, bu kavmin
dilini öğreniniz. Bu kavim uzun süre yeryüzünde egemen olacaktır.’’ Yüce
Önderimize (sav) yanlış bir söz atfetmekten Rabbimin affına ve merhametine
sığınırım. Zira elimde mutlak netlikte bir hüccet yoktur. Ama tarihe baktığımızda
bunun hakikat olduğunu, gerçekleşen bir olay olduğunu müşahede edebiliriz.
Çünkü Türk Milleti asırlarca sürecek bir galibiyetin ve hâkimiyetin
sahibidirler. Bu süreç içerisinde de daima İslam olarak varolmuşlardır. Araplar
içerisinde edebiyatıyla meşhur olan Cahiz şu ifadeleri kullanmaktadır; ‘’Cenk
meydanları, Türk kavmine, ilim, deneyim, siyasi tecrübe ve muhtelif yüksek
vasıflar kazandırmıştır. Türk kavmi yalan ve hile bilmez, verdiği sözü muhakkak
yerine getirir. Türk kavminin yiğit hakanları münhasıran cenk meydanlarında
hileye tevessül ettiklerini mahcubiyetle ifade ederler ve mürai tipleri kötü ve
güvenilmez kişiler olarak görürler. Arapların ordularını, bu kavimden başka
korkutan bir kavim yoktur. Türk kavmi necip ecdatlarıyla, yaptıkları işlerle
daima iftihar ederler. Yurtlarına, dillerine ve dinlerine gururla bağlıdırlar.
Esirlere iyilikte, izzet-i ikram da kusurda bulunmazlar. Kadirşinastırlar,
misafirperverdirler.’’ Evet, bu sözleri söyleyene dikkat ediniz lütfen. Tamamen
hakikatleri dile getirmiştir meşhur edebiyatçı. Türkler, İslamiyet sayesinde
yok olup gitmekten kurtulmuşlardır. Dünya üzerinde İslam olmayan Türk bulunmaz,
İslam’ı ittihaz etmekle kimliğini kaybetmiş Türk’te bulunmaz. Eğer İslam
olmayan Türk’ün olduğu söyleniyorsa o kesinlikle Türk olarakta kalamamıştır.
Araştırmak zor değildir ama kabullenmek zor gelebilir ulaşılan sonucu. Nice
soylar, boylar İslamiyet’ten çıkıpta, başka dinlere iltihak ettiklerinde o
dinlerin içinde eriyip gitmişler, köklerinden uzaklaşınca da kimliklerini
kaybetmişlerdir. Bulgarları, Macarları düşününüz lütfen. Türk Milleti nasıl
İslamiyet’in muhafızı olmuşsa, İslamiyet’te Türk Milletinin kimliğini muhafaza
etmiştir. Hiçbir Türk çocuğu bu yüksek hakikati görmemezlikten, duymamazlıktan,
bilmemezlikten gelemez asla. İslamiyet, Türk’ün güneşiyse; Türk, o görkemli
güneşi tüm dünyada doğuran keskin bir kılıçtır. Türk Milleti, bu güneşle
aydınlandı, yükseldi, büyüdü, yüceldi, şereflendi ve ruy-i zemine kazınması
imkânsız olan kutsal mührünü bastı. İslam ile Türk; ruhla beden, hayatla ölüm,
etle tırnak gibi oldu adeta. Türk Milletinin içinden çıkan haysiyetli âlimler
İslam’ın birer Alpereni olmuştur. Bu âlimlerin en meşhurlarından birisi Hoca
Ahmet Yesevi’dir. Talebeler yetiştirmiş ve insanlığı irşad etmeleri için ruy-i
zeminin en ücra köşelerine göndermiştir. Töre ve din, Türk’ün hayatında yer
tutan iki önemli unsur olmuştur. Vahşi, katil, barbar, alçak Batı gibi,
insanlık ailesi üzerinde zalimane tahakküm kurmamış, kaynakları yağmalamamış,
mabetlere dokunmamış, hazinleri çalmamış, emekleri sömürmemiştir. Daima adil,
anlayışlı, müsamahalı olmuştur ve her milleti Türk’ün sınırlarına dokunmamak
kaydıyla hür bırakmıştır. Nice milletler, ülkelerinde Haçlı postalı görmektense
Osmanlı sarığı görmeyi tercih etmiştir. Tüm bilim alanlarında icatlara,
keşiflere imza atmıştır. Nice bilimin temelini atan Türklerdir. Tarihin altın
sayfalarına yer bulan ve bademada bulacak olan bir millettir Türk Milleti. Kim
olduğumu bilmek için namuslu gayret içinde olursak ve özümüze dönersek ilânihaye
varolmaya devam edeceğiz inşaallah. Konuşmak beyhudedir eylem yoksa sonunda.
Oturup kalmak beyhudedir yürümekten sonra değilse.
Muhammed İkbal üstadın domuzlar parlamentosu olarak
addettiği Avrupa denilen barbarlar dünyası kendi aralarında mutlak olarak bir
olmasalar da, Türk Milleti karşısında daima birlik içinde olmuşlardır. Haçlı
Ordusu bunun sarih bir hüccetidir. İslamiyet öncesinde de, sonrasında da böyle
olmuştur bu. İlânihaye de böyle olacaktır. Türk Milleti üzerinde egemenlik
kuramadıkları zaman İslam dünyası üzerine egemenlik kuramayacaklarını
biliyorlar çünkü barbarlar dünyası. Türk Milleti, daima İslam Ümmeti için adeta
bir koruyucu olmuştur. Binaenaleyh, Türk Milletinin çocuklarına tabir caizse
bir nevi uyku haramdır. Zira kahpe düşman daima uyanıktır ve netameli planlar
üstündedir. Cesareti, feraseti ile tüm küffarı titreten bu millet bitevi düşman
kazanmıştır ama bunu asla umursamamıştır. Bilakis, küffardan korkanın, tarihi
yapması ve kadim mührünü ruy-i zemine kazıması kabil olmazdı. Yaşadığımız çağda
da çekinilen bir millet olmazdı. Kırk kişi ile küffarın sarayını yerle yeksan
etmek kimin tarihinde vardır? Yetmiş kişi ile küfre meydan okumak kimin
tarihinde vardır? Elbette şöhretli bir tarih hiçbir millete bir şey
kazandırmaz, o millet bir şeyler yapmadıkça. Çünkü bizi tarihte yapılanalar
değil, kendi yaptıklarımız kurtaracaktır. Tarihi kahramanlıkları hayal ederek
hesapsız hareket etmek alıklıktır ama tarihi kahramanlıklarla, hatıralarla
gurur duymak güzelliktir. Hatıraları unutmayalım ama hatıralara takılıp
kalmayalım da. Ama o hatıralara bakarak içinde bulunduğumuz durumdan da hicap
duyalım. Çünkü o hatıralar haddizatında bizim kim olduğumuzu ve nasıl olmamız
icap ettiğini fısıldamaktadır bizlere. Ki hatıra yoksa insan var mıdır ki?
İnsan demek biraz da hatıra demektir. Hafızayı hafıza yapan nedir Allah aşkına?
Ve hafızası olmayan bir insanı tahayyül etmek kabil midir? Dünsüz bugün,
bugünsüz yarın olur mu? Dünü bilmeden bugünü anlamak, bugünü anlamadan yarını
tasavvur etmek olur mu? Köksüz insan, tıpkı anası, babası olmayan gibi öksüz ve
yetim insandır. Köklerini yitirmiş bir insanın kendisini bulması muhaldir.
Köklerimizi bulmak, bilmek ve köklerimize sahip çıkmak kutsal bir görevdir
bizler için. Her insanın bir ailesi olduğu gibi her milletin de bir ailesi
vardır. Ve bu aile tarih ve kök demektir. Her fert, her millet kendi kökleri,
tarihi, ailesi üzerinde yükselir, var olur, hayat bulur, boylanır ve soylanır.
Kendi geçmişinden bihaber olanlar kendi geleceklerini inşa edemezler. Tarih bir
ışıktır. O ışık yolumuzu aydınlatır, adımımız sağlam atmamızı sağlar, daha
ileriyi gösterir, daha kuvvetli hamleler yapmamızı temin eder, oyunumuzu
kendimizden emin olarak kurmamızı sağlar. Tarihimizi bilelim ve tarihimizi
kullanarak kendisine rant sağlayanlara asla fırsat tanımayalım. Mazisi
kirletilmiş bir milletin kendisi de kirlenmekten kurtulamayacaktır. Bu ise
affedilmez bir haniliktir. Tıpkı destanlarımızın kirli çıkarlar için
kullanılarak kirletilmesi gibi. Tabi bu millete de her zaman her şeyi
yediremiyorsunuz, ta ki aziz hatırlarını lekelemek pahasına kullanmaya
yeltenseniz bile. Mazisinde hiçbir zaman hiçbir hükümdarının, hakanının ve
padişahının ihanetine uğramamış olan Türk Milletinin, yine kendinden olduğu
sanılan ve ihanete yeltenen tiplerin tarihi destanları kendilerine maske
yapmaları manidardır ve üzerinde düşünülmesi iktiza eder. Burada ki ihanet
kendini göstermektedir ama görebilenler için. Sen çık bu millet için çok önemli
anlamlar ifade eden bir aziz hatırayı bu milletin kaderini yönlendirmek için
kendine maske edin ve bu milleti buradan etkileyerek bu millete egemen olmaya
yelten. Tabi yersek ama yenmedi. Filhakika yapılan şey Türk Töresine de
mugayirdi ve affedilmesi söz konusu değildi ama maalesef eski demler yok şimdi.
Lütfen aklediniz kıymetli dostlarım! Hem Türk’ün aziz hatırasını kullanacaksın
ve bu yolla bu millet üzerinde egemen olmaya yelteneceksin hem de ömrünü bu
millete vakfetmiş güzel bir insanın ismiyle anılan üniversite de ki mescidi
kapatmaya yelteneceksin. Bu nasıl bir paradokstur, bu nasıl bir ihanettir.
Bahsettiğimiz kurum Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesidir. Gerçekleri görmeli,
kişileri çok iyi tanımalıyız dostlarım. Türk kimliği ardında yapılan ihanetleri
görmemezlikten gelemeyiz. İslam maskesi ardında tertip edilen hainane planlara
karşı lakayt kalamayız. Hainler niçin, İslam ve Türk olgularıyla karşımıza
çıkmaktadırlar? Çünkü bu milleti ancak buralardan kandırabilirler. Yoksa bu
milleti uyutmak, avutmak kabil olamaz. Ayrıca bir de şöyle bir ihanet saklıdır
burada. Kendi insanımızı, kendi milletimize karşı kinlendirme düşüncesi
saklıdır. Hülasa böyle teşebbüslerin en arkasında, en kökünde Türk Milletinin
mevcudiyetine ve varolma mücadelesine ağır darbe vardır. Malum oluşumların
arkasında asla Türk Milleti de, Türk Milletinin evladı da yoktur. Varolanlar
ise kullanıldıklarının farkında olmayan alıklardır. Ki onlarında bu tür ihanet
teşebbüslerinde asla etkin bir konumları ve belirleyicilik özellikleri yoktur
emin olunuz. İpler çok uzakların elindedir. Gözümüzü dört açmalı, en derini
görmeliyiz. Bilakis, kendi kendimizin imhasına vesile olmuş oluruz. Şayet bu
milletin evladı isen, tarihini bileceksin evvela. Milletinin saygınlığına gölge
düşürmeyeceksin. Kendi menfaatini milletinin menfaatine tercih etmeyeceksin.
Yurduna namusluca sahip çıkacaksın. Kişisel çıkarlar ve ucuz hesaplar peşinde
koşmayacaksın. Durumdan vazife çıkarıp bu milletin mukadderatını tehlikeye
atmayacaksın. Bu milletin istiklaline ve istikbaline darbe indirmeyeceksin.
Siyonizme, emperyalizme, kapitalizme, liberalizme, faşizme, komünizme,
demokrasizme, anarşizme çalışmayacaksın. Milletinin düşmanları ile teşrik-i
mesai yapmayacaksın. Ecdadına küfredecek kadar alçalmayacaksın. Türk Ordusunda
görev yapan hiçbir kişinin dininden uzak kalması adına mücadele etmeyeceksin.
Değerleri yozlaştırmayacaksın. Milleti için varolanları, kavga verenleri
faşist, yobaz olarak tavsif etmeyecek, tavsif edenlerle hareket etmeyeceksin.
Milletinin hiçbir evladının canına zarar gelmemesi adına icap ediyorsa canından
geçeceksin. Tüm görevlerini bihakkın ifa ettikten sonra eğer vatan tehlikeli
sulara doğru yol almış ise ve tam bu anda vazife sana düşmüşse işte tam o anda
görevini ikmal etmekten vazgeçmeyeceksin. Mehmetçiğin kuvvetini ancak bu
şekilde muhafaza edeceğini fark ve idrak edeceksin. Her an ortaya atılmakla,
alıkçı ve akılsızca cerbeze yapmakla Mehmetçiğin kuvvetinin kendini
göstereceğini düşünmeyeceksin. Çünkü böyle yapmak hakikatte Mehmetçiğe
düşmanlık etmektir, farkında olmasan da. Ki böyle bir hareket yeltenmek insanları
kızdırır ve ordusundan uzaklaştırır. Düşmanda bunu arzular zaten. Eğer bir
devletin ve milletin müstesna kurumunu yanlış tanıtmak gibi kirli niyetiniz
varsa, o kurumun bitevi milletin karşısında millete karşı durmasını ve her şeye
müdahil olmasını sağlayınız, o zaman o kurumların itibarını ve ağırlığını yerle
bir edersiniz. Düşmanlar ve maşaları
ülkemizde daima bu tezgâhı işletmişlerdir. Velâkin, taşın yerinde ağır ve
anlamlı olduğu da aşikârdır. Şayet taşı yerinden kaldırdınız mı, artık o taşın
sonunu bilemezsiniz. Eğer taş yerinden kalkmalıysa da kalkması iktiza ettiği
için kalkmalıdır. Mütemadiyen kımıldayan taşın hükmü de, ağırlığı da, anlamı da
kaybolur, hiçbir kimse onu önemsemez. Ne kuvvetinin ne de sözünün hikmeti,
hükmü olur. Yerinde duranın ve kalkması gerektiği için kalkanın ardında
millette yer alır. Ayrıca, bir milleti temsil eden değerleri, sembolleri, o
milletti hakikaten temsil edenler kullandığı zaman bir anlamı olur. Aksine,
zerre miskal kıymeti kalmaz. Münhasıran zarar verilir ve öyle de olmaktadır.
Böyle bir icrada da kasıt aranır, zira katı olduğu da aşikârdır. Keza, Türk
Milletinin din, devlet, vatan, millet aşığı olan çocuklarına da faşist, yobaz
ve gerici diyenlerle yatıp, kalkanların Türk Milletine ait sembolleri ve
değerleri kullanması riyakârlıktır ve sadece zarar vermek içindir. Bunu
muhakkak bilmek iktiza eder, hainleri tanımak ve onlarla aynı safta olmamak
için.
Ne acıdır ki, Türk Milleti, daima kendinden bildiği
zümrelerden sonsuz darbeler yemiş ve sürekli tökezletilmiştir. Bir türlü
ileriye gidememiştir bu yüzden. En basitinden bir başörtüsü yasağı bile bu
millete nice değerli yıllarını kaybettirmiştir. Tıpkı Ali Şeriati üstadın Ne
Yapmalı isimli aliyyülâlâ eserinde bahsettiği gibi; diyor ki, İslam ülkelerinde
ki başörtüsü yasağı yüzünden İslam Ümmeti asla asıl sorunlarıyla ilgilenememiş
hep suni gündemlerle oyalanmış durmuştur. Bu da ümmetin içinde ki, ümmetin
kendindenmiş gibi görünen ama özünde yabancı olan unsurların ürünüdür. Biz
kısır kavgalarla, suni gündemlerle, terörle nice değerli zamanlarımızı heba
ettik maalesef ve bir türlü ilerleme kaydedemedik. Oysa başörtüsü denilen olgu
bu milletin öz değerlerinden biriydi ama hazmedemeyenler vardı. Hep tahkir ve
tezyif edilen bir değer oldu. Şimdi serbest oldu, peki ülke mi yıkıldı, millet
mi esir oldu, devlet mi çöktü, ne oldu? Ama bunu idrak edecek kafalardan
yoksunduk. Bu milletin değerlerine düşman olanların ne kendileri varolabildi ne
de bu milletin varolmasını sağladılar. Yazıklar olsun demekten başka çare yok
maalesef. Bu millete vurulan her darbe, terakkimizi akamete uğratmıştır
maalesef. Rüyalarımız seraba döndürülmüş, hamlelerimiz tarihe gömdürülmüş, ruh
ateşimiz söndürülmüş ve nihayet milletimiz öldürülmüştür. Artık yeni darbe
tahayyülleri bile bu millete ihanettir ve bu ihanete yeltenenler kesinlikle
affedilmemelidirler. Bu milletin necip çocukları da artık uyanmalıdırlar,
hakikatleri görmelidirler, kökleri üzerinden yeniden dirilişi temin
etmelidirler ve yeni bir medeniyet hamlesine yönelmelidirler. Dinlerine ve törelerine
sadık olmalıdırlar. Milletinin emeği ile alınan silahı, milletine doğrultanlara
asla müsamaha gösterilmemelidir. Ama o silahı tutanların itibarları da yerle
bir edilmemelidir. Onların düşmana korku salan kudretleri yok edilmemelidir.
Türk milleti, dilini, dinini, değerlerini muhafaza etmelidir, çünkü bu değerler
varoluş kodlarıdırlar. Türk Milleti, teşkilata meftun bir millettir. Bu yüzden,
Türk çocukları, teşkilatlarına, kendi içinden sadır olan teşekküllerine ve
bünyelerine sızan kişileri çok iyi tanımalıdırlar. Muhakkak olarak bilmek
iktiza eder ki, İslamiyet’e düşman olan hiçbir zümre, yapı, şahıs asla Türk
Milletini sevmez, sevemez, sevmeyecektir de. Türk Milletinin iyiliğine olacak
bir iş yapmaz, yapamaz, yapmayacaktır da. Dünya tarihi de, kendi tarihimiz de
bunun örnekleriyle doludur. Bu hakikati hafızalarımıza kesin olarak kazımamız
icap eder. Bizim de, varoluş kodlarımıza nasıl sahip çıkmamız iktiza ettiğini
bilmemiz, öğrenmemiz icap eder. Kati surette bilinmelidir ki, Türk Milleti,
Allah’tan uzak olanlara uzak, Allah’a yakın olanlara ise yakındır. Aynı
milliyette olduğu gibi, İslamiyet tarafından yaklaşanlara da dikkat etmek
iktiza eder. Çünkü bu defa da, İslam tarafından girip, milliyetine muhalif
olanların, milliyetini unutturmaya gayret edenlerin ya da dini tahrif ve tahrip
etmeye çalışanların tezgâhlarına yakalanmak vardır. Türk Milletinin necip
evlatlarının, kendilerine din tarafından yaklaşanlara karşı da, milliyet
tarafından yaklaşanlara karşı da müteyakkız olmaları iktiza ediyor. Çünkü ne
kimliksiz olur, ne de dinsiz yaşanır. Türk Milleti, kimliğiyle bilinir ama
yaşantısında esas olan dinidir. Türk Milletinin yüce kanatlarıdırlar ikisi de.
Biriyle tanınır, diğeriyle nasıllığı malum olur. Türk Milleti Allah nizamının
yani İlay-ı Kelimetullah’ın davacısıdır. Ruy-i zeminde adaleti ikame etmektir
yegâne görevi. Yüce Allah, insanlık önderleri olan peygamberleri mutlak ve
kesin hüccetlerle gönderdiğini söylüyor, çünkü insanlar arasında adil bir düzen
ikame edilmesini istiyor ve o önderlerle beraber kitabı ve ölçüyü de
gönderdiğini buyuruyor. Lütfen Hadid Suresi 25. Ayete bakınız. Türk Milleti
tarih boyunca hayatında İslam’ı kıstas olarak almıştır. İslam, varoluş sebebi
olmuştur. Türk Milletinin, ruy-i zeminde İslam’ın hâkim olmasından başka derdi
de, davası da, meselesi de yoktur ve olamaz. İslam bir yerde kılıç dinidir.
İslam’ın tek ruhbanlığı vardır; o da cihaddır. Türk, kılıçtır. İslam şereftir.
İslam ahlak ve adaleti yeryüzünde hâkim olmadıkça bu kılıç kınına
girmeyecektir. Türk’e yatmak, uyumak, sessiz kalmak haramdır. Türk kılıcı,
İslam namına küffarın tepesine indikçe, şereflenecek, onurlanacak, yücelecek ve
yükselecektir. Türk, dostlarını da, kardeşlerini de asla satmaz ve
satmayacaktır. Ta ki kardeşleri yaramazlık yapsalarda. Soy ve din kardeşleriyle
yekpare bir bütün olmak, kâfir karşısında muazzam bir kuvvet demektir ve asla
eğilmemektir. Kardeşe ve dosta şefkatli, küffara karşı ise şiddetli olmaktır
Türkü’n kanunu. Tefrikaya düşmek, Türk için kahredici bir ölümü getirecektir.
Oysa düşmanın önünde kaya gibi durur tefrikasız bir millet. Tefrikaya düşen bir
millet olur bir illet ve kaderi olur o milletin, zillet.
İnkârı imkânsız bir hakikattir ki; Türk Milleti
tarih boyunca İslam Ümmetine adeta ağabeylik yapmıştır, Ümmetin çocuklarının
koruyucusu olmuştur. Binaenaleyh, bu milletin evlatları, hiçbir zaman hiçbir
İslam Milletine yani diğer kardeşlerine önyargılı tavır takınamaz, düşmanla
aynı pencereden bakamaz onlara. Kardeşlerine, küfür ehlinin bakış açısıyla
bakan her kişi, Allah’a, Öndere, Kitaba, ecdadına ve kardeşlerine ihanet etmiş
olurlar. Zira yeryüzünde ki tüm Müslümanlar kardeştirler, tek millettirler.
Tıpkı küfür ehli olan tüm milletlerin tek millet oldukları gibi. Aklet ve
müteyakkız ol ey eh-li iman, ehl-i vatan. Kardeşinin hatası varsa, onu
uyarabilirsin, ondan uzaklaşabilirsin bir müddet, ona kırılabilirsin ama ona
asla küfür ehlinin yaptığı gibi düşmanlık yapamazsın. Şiddetle uyarırsın ama
asla vurmazsın. Çünkü vurmak demek birliği bozmak demektir. Birlik bozulduğu
zaman ise şeytan devreye girer. Şeytan varolduğu müddetçe, Hakk’ın, Halk’ın,
Hakikatin saflarını terk etmek insanlığa ve İslamlığa ihanettir. Ümmeti
Muhammedi, şeytaniyet karşısında zayıf düşüren, mezellete ve meskenete mahkûm
kılan şey; tefrika mikrobudur. Bu mikrop, İslamiyet’ten sapma ve kopma sadır
olduğu zaman anında ortaya çıkar. Türk Milletinin çocukları kesin olarak
bilmedirler ki, çağlar boyunca mücahitliğini ve muhafızlığını yaptığı bir dine
düşmanlık etmez, edemez. Böyle bir şeye yeltendiği takdirde insanlık ve tarih
önünde hain olarak yargılanmaktan ve yapayalnız kalmaktan kurtulamaz. Çünkü
eğer bugünkü anlaşıldığı şekliyle Türk diye bir şey varsa, bu İslam sayesinde
olan bir şeydir. Türk Milleti, İslamiyet’e ihanet edecek kadar pespaye,
müptezel, sefil olamaz. Amma hiçbir kimse de aynı şekilde Türk’ün varlığını,
yaptıklarını ve kutsal vazifesini inkâr edecek kadar müptezel, pespaye ve sefil
olamaz. Türk’ün İslamsız, İslam’ın ise Türksüz olmayacağı aşikârdır ve tarih
buna şahittir. Bu gerçeği inkâra yeltenenler asla bu milletin evlatları
değildirler. Bu milletin evlatları dinlerinden koparılmaya çalışılmaktadırlar.
Bilinmektedir ki, bu millet dinden kopmadıkça, üzerinde egemen olunması
muhaldir. Neslimize dört taraftan kuşatma ve saldırı altındadır. Neslimiz ruh
cephesinden kesif bir saldırı altındadır. Ruhunu işgal edemediğiniz bir nesli
bedenen esir alamazsınız. Ruhunu esir aldığınız bir nesli istediğiniz gibi
yönlendirebilir, dilediğiniz gibi kullanabilir ve sömürebilirsiniz. Ruh
çürümeden, beden yıkılamaz. Yıkılan bireyler de, milletler de ilk evvelde ruh
cephesinden yıkılmışlardır. Zevahir de Müslüman, Türk görünen ama bitevi bu
millete ruh cephesinden saldıran işbirlikçileri, hainleri iyi tanımak iktiza
eder, bilakis tarihi hatamızı ama son hatamızı yapmış oluruz. İçeriden
yıkılmayan bir milleti dışarıdan hiçbir kimse yıkamaz. Ruhu dipdiri olan bir
bireyin, milletin, gövdesini yıkabilecek hiçbir kuvvet yoktur. Ruhu kirletilen, çürütülen ve işgal edilen
bir nesil, tarihine de, ecdadına da, dinine de, kimliğine de, kültürüne de,
değerlerine de, töresine de düşmana olacaktır. Bizim ülkemizde yayın yapan ama
bize ait olmayan sözlü medyada ki yayınlar neslimizi ruh cephesinden yıkmak
için gayret içerisindedirler. Eğlenceler, şovlar, diziler adeta pislik akıtmaktadırlar
toplum tarlasına. Aynı şekilde, yerli olduğu sanılan ama ruhen yabancı olan
işbirlikçiler de, bu aziz milletin hazinlerini, yer altı ve yer üstü
kaynaklarını dış kapitalistlere ve içeri de ki uşaklarına peşkeş
çekmektedirler. Oysa Türk milleti adaletten sapmaz ve yüksek ahlakla
yetişmiştir. Bu yüzden daima İslam ahlak ve adaletini ikame etmek için mücadele
vermiştir. Türk Yurdunda ahlaksızlığa ve adaletsizliğe müsamaha gösterilemez.
Tıpkı Türk Yurdunun ezansız ve bayraksız olamayacağı gibi. Bu milletin öz malı
olan kaynakları, asla bu milletin ruhuna ve bedenine düşman olan unsurlara
peşkeş çekilemez, bu ihanet olur. Buna
müsaade edilemez, edilmemelidir. Bir milletin, kendi yurdunda, egemenliğini
düşmanlarla paylaşması diye bir şey söz konusu bile olamaz. Fakat ne hazindir
ki, kendi yurdumuzda hâkimiyetimiz sorunludur.
Eğer kendi ülkemizde egemen olsaydık AYASOFYA mutlaka cami olarak
açılmış olurdu. AYASOFYA esirdir ve o mukaddes mekân esir oldukça Türk Milletinin
hür olması diye bir şey kesinlikle söz konusu bile olamaz. Bu yüzden AYASOFYA
bir an önce hürriyetine kavuşturulmalıdır, ki Türk Devleti de, Milleti de,
Vatanı da hürriyetine kavuşmuş olsun. AYASOFYA bağımsızlık iddiamızı da,
özgürlük hayallerimizi de suya düşürmektedir. Türk ve İslam kimlikleriyle
ortaya atılan, küresel baronların derin kulakları, Türk Milletinin kendi
yurdunda hâkim olduğunu söyleyerek, Türk Milletine hâkim olmayı başarmışlardır.
Kimliklerimizi kullanarak ve kendilerine maske yaparak ortaya çıkan ve bizleri
yönlendirmeye yeltenen kişilikleri çok iyi tanımalıyız ve tespit ettiğimiz an
saf dışı bırakmalıyız. Tabi bizlerde kimliklerimizi en ideal düzeyde
taşıyabilmeli, savunabilmeli ve temsil edebilmeliyiz. Sen taşıyamazsan başkası
taşır ama seni sen yönetemezsin o zaman. Özüne uygun yaşamayanın sözünün hükmü
olmaz, sözün hükmü yitince de egemenlik hayal olur. Akıl, alıklık yapmak için
verilmemiştir. Akıl, onu en ideal şekilde kullanmak için verilmiştir.