Türk Milleti tarih boyunca hep içeriden darbe
yemiştir. Milli Gazete yazarı Sayın Mehmet Şevket EYGİ beyefendinin de biteviye
gündeme getirdiği gibi içimiz kriptolarla doludur. Türk ve Müslüman maskesi
takmış kriptolarla doludur. Sayın hükümetinde, muhalefetinde mutlak surette
anlaşması ve çözmesi gereken ilk ve en mühim sorun budur bendenize göre. Artık
bu topraklar üzerinde müesses olan devlet içinde bu milletin çocukları mutlak
egemenliklerini tesis etmek zorundadırlar. Fakat bu millet İslami özüne
dönmedikçe bu topraklarda asla egemenliğini tesis edemeyecektir. İslam, bu
milletin dinidir ve İslam’ın bu ülkede arka planda kalmasını isteyen kim varsa
kriptolarla birlikte hareket etmektedir. Kriptoların güçlü ve derin bir
egemenlikleri vardır devlet üzerinde. Yıllarca bu memleketin iliklerini
emmişler, bu milletin çocuklarını adeta katletmişlerdir. Mütemadiyen suni
gündem yaratarak bu milletin enerjisini heba ettirmişlerdir. Fail-i meçhuller,
başörtüsü sorunu, terör ve daha nice kaotik sorunlar kriptoların ürettikleri
sorunlardır. Gaffar Okkan’ın, Adnan Kahveci’nin, Uğur Mumcu’nun ve daha nice
insanların öldürülmelerinin ardında bunlar vardır. Oğlu asker olan anaların,
oğullarının yemin törenlerine alınmayışlarının ardında kriptolar ve kriptoların
etkisinde olan kişiler vardır. Bu yüzden artık bu gizli yaratıkları tespit edip
devlet hücrelerinden tefsiye etmek iktiza ediyor mutlak surette. Bilakis kendi
egemenliğimizi sağlayamayacağız. Hiçbir kimseye karşı önyargımız yoktur ama
herkeste kimliğini açıkça ortaya koymalıdır. PKK bile haddizatında Kürt
kardeşlerimizle zerre ilgisi olmayan bir terör örgütüdür. PKK üzerinde egemen
olanlar gizli Ermenilerdir. En arkada İngiliz denilen kahpe millet vardır.
Terör örgütlerini İngiliz teşekkül ettirir, Coni ve siyonist yönlendirir,
Kriptolar (Ermeniler, Pakraduniler, Sabatayistler vs.) ise sahada rol alırlar. Apo denilen cani
niçin PKK terörünü bitireni bitirirler demektedir, çok iyi düşünülmelidir. Bu
millet karanlıktan kaçacağına daima karanlığa kaçmıştır. Bu milletin evlatları
ne acıdır ki, Allah’ın gösterdiği aydınlığa değil, tağutların çağırdığı
karanlığa doğru koşmuşlardır daima. Bu milleti uyandıracak yegâne şey
Kur’an’dır. Bu millet Kur’an’ın aydınlığıyla aydınlanmadıkça karanlıkta
yaşamaya mahkûmdur. Kim ne derse desin, hakikat budur. Bu millet Kur’an’dan
koptuğu an karanlık bu millet üzerinde hükmünü icra etmiştir. Yapılan her güzel
şey, onlarca yıldır, kurumlarımız içerisine sızmış olan kriptolarca
engellenmiştir. Bu milletin dilini koparanlar kimlerdir? Bu milletin dinini
toplumsal hayattan uzaklaştırmaya çalışanlar kimlerdir? Bu milleti Arap
kardeşlerine düşman etmeye çalışanlar kimlerdir? Bu arada Arap kardeşlerimizle,
onlara şeytan namına hükmeden tağutları bir tutmak bize yakışmaz. Türklerin ve
Arapların, İslam temelinde gerçekleştirecekleri birliktelik küresel şeytani
düzenin eceli olacaktır inanın. Ama her iki milletin içerisine sızmış kriptolar
biteviye bu birlikteliği engellemişlerdir. İki milleti birbirine düşman etmek
için mücadele vermişlerdir. Yapılacak her iş bizim zararımıza olacak şekilde
yaptırılmaktadır. Bu milleti ideolojik kamplara ayıranlar da bu kriptolardır.
Ha bu milletin hiç mi suçu yoktur? Elbette ki en büyük suç bu milletindir.
Çünkü şeytanın oyununa gelmemesi gerekir ama gelmektedir. Kendi özüne ve sözüne
dönmesi iktiza ederken, küfrün istediği şekilde yaşamakta ve onun sözünü
dinlemektedir sadece. Şunu bilmeliyiz ki, mütemadiyen şeytaniyet düzeninin
temsilcilerinin yapıp ettiklerini konuşacağımıza, kurdukları tuzakları dile
getireceğimize, kendi gündemimizi oluşturmalı ve kendi işimize dönmeliyiz. Bir
yerde düşmanı suçlamaya tevessül etmek alıklıktır yani. Zira şeytan vazifesini
yapacaktır, sen de vazifeni yapmak zorundasın. Şeytana küfredeceğine, onun
planlarını bozmak için planlar kur. Onunun düzenini tahkim edeceğine, onun
düzenine darbeler vur. Şeytanın peşinden gideceğine, Allah’ın gösterdiği
sırat-ı müstakim üzerinde dur. Düşmanı suçlamakla düşman suçlu olmaz, sen
ahmaklığını göstermiş olursun. Şeytanın görevi bellidir, insanın görevi
bellidir. Şeytan faal haldeyken, sen şeytanı ithamla zaman kaybedersen, çakılır
kalırsın. Düşman çalışırken sen yatarsan, uykunda boğuverir seni kahpe düşman.
Biz birbirimizi yemekle uğraşırken, düşman da bizi yemek için uğraşmaktadır.
Tutturmuşuz bir ideolojik lafazanlık, gidiyoruz. Kardeşim, İslamiyet gibi yüce
bir dini olan millet, ideolojik saçmalıklarla iştigal eder mi Allah, vatan,
namus aşkına? Senin bir Önderin (sav) var mı? Var. Bir Kitabın var mı? Var. Bir
dinin var mı? Var. Daha neyi arıyorsun sen? Başına bela mı arıyorsun? Ki öyle,
çünkü belalardan bir türlü kurtulamıyorsun. Milletine hizmet edeceksin. Ülkeni
seveceksin. Kötülüklere düşman, iyiliklere dost olacaksın. Biteviye
çalışacaksın. Nefsine tapmayacak, yan gelip yatmayacak, derin uykulara
dalmayacak, kardeşini satmayacak, değerlerini fırlatıp atmayacak, Hakk’a batıl
katmayacak, tağutlara aldanmayacak, yarı yolda kalmayacaksın.
Türk Milleti daima tarihin akışını ve insanlığın
kaderini değiştirmiş bir millettir. Sanki adeta Allah tarafından
vazifelendirilmiş, kuvvetlendirilmiş ve daima zaferle nimetlendirilmiş bir
millettir. Çünkü Yüce Rabbimiz de diyor ki; dinime yardım edene bende yardım
ederim. Muhammed Suresi 7. Ayete bakınız lütfen. Türk Milleti de mütemadiyen
Allah’ın dini için at koşturmuş, kılıç çekmiştir. İşte buna binaen bu sonuca
ulaşmak kabildir. Tabi en doğrusunu Rabbimiz bilir. Türk Milleti İslam için at
koşturup, kılıç çektikçe yücelmiş, yükselmiş ve evrene hâkim olmuştur. Türk
Milleti varlığını küfürle savaşa adamıştır. Mustazafların silahı,
müstekbirlerin heyulası olmuştur. İslam öncesi dönemde de, İslam sonrası
dönemde de farklı olmamıştır bu. Zalimlere tarih boyunca kan kusturmuştur.
Mazlumlar ise Türk Milletinin varolduğu her yerde gülmüştür. Asla fethettiği
memleketlerin kaynaklarını sömürmemiş, milletlerinin hürriyetlerini
kısıtlamamıştır. Hiçbir millete din baskısı yapmamıştır. Savaşların da bir
yasası vardır ve savaşların öznesi de insandır. Bu yüzden insani bazı
durumların savaşlarda ortaya çıkması normaldir ama bizler genel duruma
bakıyoruz ve kararlarımızı ona göre veriyoruz. Türk Milleti her zamanda ve
zeminde Kur’an eksenli bir hayat yaşamıştır. Temel ahlak ilkelerinden sapmamış,
zalimliğe meyletmemiştir. Özü çürüyen ağaç yıkılır, bu milletin de özü çürüdüğü
zaman yıkılmaya yüz tutmuştur. Türk Milleti biteviye Arap kardeşlerine düşman
edilmeye çalışılmıştır. Bu yönde fitne ve fesat kazanları kaynatılmıştır
sürekli olarak. Oysa hakikatte Arap ve Türk düşmanlığını körükleyen millet
kahpe İngilizlerdir. Bu milletin evlatları müteyakkız olmalıdır bu tür fitne ve
fesat tohumlarına karşı. Eğer bir savaş yapıyorsanız, savaşın doğasında ölmekte
öldürmekte vardır. Zenginliğe ulaşmakta, zenginliği kaybetmekte vardır. Bunu
algılayamayacak kadar alıklar varsa onların da cerbezelerine karnımız toktur.
Türk ve Arap kardeştir, gerisi angaryadır. İlişkilerimiz elbette kardeşlik
hukuku temelinde olmalıdır. Kimse kimseye mütehakkim olmaya çalışmamalıdır.
Asla unutmamalıyız ki; Müslümanlar kardeştirler. Bugün Araplara düşman olupta,
kâfirlere dost olmak namussuzluktan başka bir şey değildir. Tavırlarımızı,
kardeşliğimizi göz önünde tutarak tayin etmeliyiz. Araplar Türklere ihanet
etmiş diyenlere, zamanında da ittifak yapmışlar deriz. Ne olacak o zaman? Yüce
Önderimize (sav) beslediğimiz engin, derin ve yüce sevginin muktezası olarakta,
O’nun soyuna karşı asla kin güdemeyiz, bu ihanet olur. Türkler de, Araplar da
İslam’dırlar, binaenaleyh kardeştirler. Bu kardeşlik ezelden ebede uzanan bir
kardeşliktir ve asla görmezden gelinmeyecektir. Ta ki kardeş bildiklerin,
küfrün tezgâhına gelir, ihanete yeltenir, ikaz edersin itiraz eder, işte o
zaman gereken ne ise yaparsın ama yine de öldürmezsin olabildiğince ve asla
düşmanın insafına bırakamazsın. Tecziye edilecekler de asla milletler
değildirler, milletlerin başında bulunan hainlerdir. Ki İslam olan milletler ihanete
daima içeriden uğramıştır. Milletler bigünahtırlar. Çünkü milletin karar alıp
verme yetkisi yoktur. Suçları varsa bile, bu, olanlara duyarsız kalmak, bir
köşeye çekilip sonucu beklemektir. Bu
durumda tolere edilebilecek bir durumdur. Zira bir tiranın karşısında milletin
söz söyleme lüksü yoktur. Tıpkı bugün Suriye de olan durum gibi. Esed denilen
katile kim ne yapabilmektedir? Başkaldıran acımasızca yok edilmektedir. Şimdi
Esed denilen tiranı örnek göstererek tüm Suriyelileri suçlamak ne kadar ahlaki
ve adildir? Allah kafayı boşuna mı verdi bize? Hiç kuşkusuz kardeşlerimize
karşı da teennili olmak iktiza eder ama kardeşlerimize bir kâfir gibi yaklaşım
sergileyemeyiz. Şeytaniyet düzeni ancak Ümmet-i Muhammedin vahdeti ile yerle
yeksan olacaktır. Dünyaya hakiki adalet, hürriyet, ahlak ancak böyle görkemli
bir birlikle gelecektir. Dünya da münhasıran iki taraf vardır; İslamiler ve
şeytaniler. Gerisi safsatadır. Ha şeytanilerin sürüyle ideolojik vs. silahı
vardır elbette ama asıl güçlü olanlar İslamilerdir, yeter ki uyanık olsunlar.
Müslümansız bir dünya, cehennemi bir dünyadır, o dünyadan ateş eksik
olmayacaktır. Müslüman, verimli bir topraktır, tertemiz bir havadır, sımsıcak
bir güneştir, aydınlık saçan bir ışıktır, şifalı bir sudur. Bu hakikatin
bilincinde miyiz? İşte b u şüphelidir. Hakikat, derinin derinlerinde ki kıymık
gibidir. İnsan ondan rahatsız olur ama katlanmayı seçer, onunla yüzleşmeye
cesareti yoktur. Tenimiz bitevi kanar, ruhumuz bitevi yanar ama biz alıkça
tepkisiz kalırız.
Sevgili dostlarım! Bir izahta bulunmam elzem oldu.
Türk Milletini anlatırken asla ideolojik bir çerçevede anlatmıyorum, sadece
tarihi hakikati izhar etmektir niyetim. Yoksa tarihe mührünü basmış bir milleti
ideolojilerin dar çerçevelerine sığdırmak insafsızlık, ahlaksızlık, zalimlik
olurdu. Bu yüzden yanlış anlaşılmak istemem. Zaten ilk bölümde de bunu
belirtmiş, yazılarımın teferruatlı olarak tetkik edilmesinin iktiza ettiğini
ifade etmiştim naçizane. Bu yüzden söylediklerimden yola çıkarak yanlış yorumlara
ulaşmak ve ulaşılan yorumlarla şahsımı yaftalamak zalimane bir tavırdır.
İslamsız bir Türk esirdir ve yarınsızdır. Bu muhakkak bilinmelidir. Ki bu
bilindiği içindir ki, Türk evlatları, aşağılık şovlarla, iğrenç dizlerle,
küfrün bataklığından beslenen eğlence programlarıyla, Batı’nın papağanlığını
yapan namussuzların zehirli ve kokuşmuş laflarıyla İslam’dan koparılmaya
çalışılmaktadırlar. Böyle bir zamanda Türk Milletine sessizce darbe vurmaya
yeltenen alçaklara gereken cevabı vermekte elbette Türk Milletinin ve İslam
Ümmetinin bir evladı olarak bendenize düşmektedir ve bendenizde bu
sorumluluğumun icabını ifa etmekteyim naçizane. Düşüncem ne olursa olsun yine
de bu sorumluluğumu ifadan imtina etmezdim. Zira kimlik bağımsız bir olgudur ve
asla düşünce ile karıştırılmamalıdır. Düşünce değişir ama kimlik değişmez asla.
Geçelim! Türk Milleti hiçbir zaman münhasıran kendi yurdunu savunmamıştır, tüm
İslam beldelerinin savunmasını da deruhte etmiştir. İslam Ümmetinin gözbebeği
ve yeryüzünün en âli mekânları olan mukaddes beldeleri de savunmaktan, buralar
için canları severek vermekten asla imtina etmemişlerdir. Türk-Arap
kardeşliğini bozan yegâne unsur kahpe İngilizdir. Bu hakikati rahmetli Erol
Güngör üstat bedihi olarak izhar eder. Ki hala aynı tezgâhlar işletmeye
çalışmaktadır kahpe İngiliz ve köpekleri coni ve siyonist. Çünkü kahpe İngiliz
ve dostları, Türk ve Arap birliğinden it gibi korkmaktadır. Çünkü böyle bir
ittifak yeryüzünü kızıl nehirlere döndüren şeytaniyet düzeninin küresel
efendileri için mutlak bir felakettir. Böyle bir ittifak tiranların,
müstekbirlerin sonu, mustazafların kurtuluşunun ilk ışığı olacaktır. Bu yüzden
de her türlü yolla engellenmek istenmektedir. Dâhilimizde ki bazı ahmaklar da
düşmanın bu tezgâhına gelmektedir, hakikatten habersiz. Ve ne acıdır ki
zalimlerin cehennemine odun taşımaktadırlar. Kahpe düşmanın oyununa gelmek Türk
evladı için züldür. Türk evladı zalimin yaktığı ateşe odun taşıyamaz.
Kardeşlerini yakamaz. Türk’ün yapacağı bir şey varsa, o da, kadim zamanlarda
yaptığı gibi ümmete liderlik, ağabeylik yapmaktır. Domuzlara sevgi besle,
kardeşine kin duy, bu densizliktir, aşağılık bir şeydir. Hayır, bir Türk’ün bir
Arap’a düşmanlık etmesi için hangi sebep gösterilebilir? Araplar hain deniyor,
peki ya domuzlar birliği olan Avrupa kim? İnsanlık ailesinin kanını, terini,
yaşını içen aşağılık bir vampir değil mi? Adeta zehir bir örtü haline
getirilmiş battaniyelerle Kızılderili kardeşlerimizi tarihin görmediği bir
vahşetle katleden kimdir Allah, vatan, namus aşkına? Avrupa ya da Batı denilen
soysuz, barbar, kanı bozuk, aşağılık domuzlar değil mi? insan ahmak, alık
olursa ne yapacağını, niçin yapacağını ve kim için yapacağını bilemez elbette.
Türk evladı tarihini iyi bilmelidir, ecdadını iyi tanımalıdır. Dostunu ve
düşmanını çok iyi fark etmelidir. Fitne ve fesat tohumu eken odakları perişan
etmelidir. Fitnenin katletmekten daha büyük tehlike olduğunu buyurmaktadır
Rabbimiz. Bakara Suresi 191. Ayete bakınız lütfen. Bu yüzden fitnecilerin ve
fesatçıların katledilmeleri kesinlikle elzemdir. Müslüman kimliğine sahip
olmaklığı Türk Milletine ağır bir sorumluluk yüklemektedir; o da ruy-i zeminde
fitne tohumu kalmayıncaya kadar küfürle savaşmaktır. Zalimler zulümlerinden
vazgeçmedikleri müddetçe zalime af yoktur. Bakara Suresi 193. Ayete bakınız
lütfen. Bizim hayat düsturumuz budur. Kardeşine düşmanlık etmek, kardeşini
kâfir karşısında savunmasız bırakmak ve onu destekten mahrum koymak Türk
evladına asla yakışmaz. Düşmanına bile büyüklük gösteren, ona âlicenap davranan
Türk evladı, kardeşine karşı zalimlik edemez. Türk Milleti tarih boyunca oyun
kuran bir millet olmuştur, şimdi kurulan oyunlara figüranlık yapamaz. Yine
kendi oyununu kurar ve oynar hatta oynatır. Kadim zamanlarda düşmana kan
kusturmuş, dünyaya nizam vermiş, adeta tarihi yapmış bir milletin evlatları
düşmanın oyununu oynayacak kadar küçülemez, zelil olamaz. Tarihini bilmeyene,
bu tarihin diyerek tarih öğretirler ama öğretilen tarih öğrenenin tarihi
değildir, öğretenin tarihidir. Aynı şey din içinde geçerlidir. Sen dinini
bilmezsen, senin dinin budur derler ve seni ham yapıp yerler. Sonra da bir
türlü çıkamazsın bataklıktan. Tarihini namuslu insanlardan okuyacaksın. Ya adam
Türk demeyeceksin, dersen ayvayı yiyeceksin. Nice kişiler vardır ki Türk
Maskesi takmıştır ve anlattığı asla Türk’ün tarihi değildir. Nice Türk kimlikli
alçaklar vardır ki, ecdadımızın can düşmanıdır. Her Türk kimlikliyi Türk
bilmeyeceksin. Her İslam kimlikliyi Müslüman görmeyeceksin. Yoksa cehennemin
dibini boylarsın. Ki bu milleti, bu ümmeti kâfirler, müşrikler, münafıklar
karşısında aciz düşürenler kimlerdir Allah aşkına? Herhalde kimlikleri açık
olan düşmanlar değillerdir bunlar. Sen Türk Milletinin asil ve necip evladısın
ki, müesses düzenlere intibak etmezsin; İslam ahlakı ve adaleti temelinde, en
yüce ve yüksek nizamı kurar ve herkesi ona uydurursun. Sen Hakk, Halk ve
Hakikat yolunun davacısı ve yolcususun. Kanını, terini ve yaşını bu kutlu ve
kutsal yolda, uğurda akıtırsın ve dahi akıtmalısın. Sen Allah Nizamının ve
Erdem Kentinin haysiyetli, ahlaklı ve adil işçisisin. Sen kimsen o olmalısın,
kim değilsen o olamazsın.
Evet dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim! Bizler,
kökleri mazinin derinliklerinde saklı bir milletin insanlık ailesine yol tayin
etmiş, yön göstermiş, hedef belirlemiş âli bir devletin ve o milletle devletin
el ele, omuz omuza vererek, sancısını çekerek inşa ettikleri temiz, mümtaz,
görkemli bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizim ideolojimiz yok. Bizim bir dinimiz
bir de kimliğimiz var. Bizim için gerisi angaryadır. İnsanlık için var olan ve
tek din olan İslamiyet’in ve acılardan, göçlerden, geleneklerden, cenklerden,
kültürlerden, barışlardan ve binlerce yıllık tecrübelerden sadır olmuş bir
törenin çocuklarıyız. İnsanlık ailesinin son Önderi (sav), varlığımızın biricik
anlamı, yüce sevgilimiz, mutlak güvencemiz, Hz. Muhammed’in (sav) ümmetiyiz.
Alelade bir yaşamın oyuncuları olamayız. Kaidesi olan, disiplinli ve denetimli
bir ümmetin ve milletin evlatlarıyız biz. Cenk meydanlarında hala izimiz,
milletler arasında kanun olan sözümüz vardır bizim. Ruy-i zeminin her toprağına
kanımız akmış, canımız düşmüştür. Nizam vermişiz âleme. Kitaplar kifayetsiz
kalmış bizi anlatmada. Elan yaşadığımız, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin müesses olduğu toprakların bile her karışında necip ecdadımızın
izleri, mühürleri, terleri, yaşları ve kanları gömülüdür. Doğu’dan bir güneş
gibi doğan ecdadımız Batı’yı da aydınlatmıştır. Bu yurt bize Alpaslan’ın
emanetidir. Mukaddes bir günde, mukaddes saatlerin ardından, mukaddes mühür
basılmıştır bu yurdun topraklarına. Bu mühür bugüne kadar durmuştur, badema da
duracaktır, silmeye yürek gerek. Silmeye yeltenenler silinecektir ama mühür
kalacaktır. Yeter ki bizler özümüzü, sözümüzü bilelim, yüzümüz ak, kalbimiz
berrak olsun. Ecdat yatmamış ve senin için at koşturmuşsa cenk meydanlarında ve
sen yatıyorsan, utanmalısın ey Türk evladı! Ecdat senin için ölmüş ama şimdi
sen ecdadı öldürüyorsun. Suratına bir okka tükürmek icap eder amma değmez.
Ecdadın cenk meydanlarında ömrünü tüketmiş, sen ise birer lağım makinesi olan
ekranların tutsağı olmuşsun ve en kıymetli zamanlarını, çağlarını o makineye
hasretmişsin. Ecdadın gözlerini kaybetmiş kitap okurken, ilim talim ederken,
sen ise gözlerini kaybediyorsun aşağılık, mikrop yüklü, soysuzluk akan
eğlenceleri izlerken. Onlar şahadet demiş, sen yaşamak diyorsun ve bir de buna
yaşamak diyorsun. Oysa ecdadın yaşadı sen yaşamıyorsun ama yaşadığını
sanıyorsun. Görevin mirasa sahip çıkmaktı, ona konmak değil. Sahip çıkmakla
onurlanırsın, konmakla utanca mahkûm olursun, tabi adamsan! Ecdadının saygınlığına
sahip çık ki saygınlığın olsun. Diz çöktürülen düşmanlar karşısında diz çökmek
ebedi utanca mahkûm olmaktır, bize yakışmaz.
Böyle bir şey ecdadın ruhunu azaba garkeyler. Hakk demiş, Halk demiş,
Hakikat demiş, Ahlak demiş, Adalet demiş, Vatan demiş, Devlet demiş, Millet
demiş ecdadımız. Peki, sen ne diyorsun ey iman ve vatan ehli? Onlar niçin
koşturmuş, neyin peşindesin? Türküz diyoruz, tarihte Türkler vardır diyoruz.
Eee ne olmuş diyorsak ya da demiyorsak? Evet, elbette Türk Milleti vardır ama niçin
vardır peki? Şan, şöhret, makam, mülk davası için mi vardır? Dünya nimetlerinin
peşinde ömür tüketmek, düşmanın önünde diz çökmek için mi vardır? Kendi
kavmini, ırkını korumak, yüceltmek için mi vardır? Barbar, vahşi, katil
Batı’nın yeryüzüne boşalttığı pislikleri yutup, kendi çocuklarını bu
pisliklerle zehirlemek için mi vardır? Öyle kuru kuruya Türk’üm demekle olmuyor
kardeşim. Türk var tamam ama hani nerede eski Türk? Böyle Türk olmasın daha
iyi! Türk’ün dünyaya sahip olma kaygısı ve kavgası yoktur, dünyaya nizam verme
kaygısı ve kavgası vardır. Türk basit davaların adamı, insanı, milleti
değildir. Dün ulvi ülküler için kavga veren Türk’ün evlatları bugün süfli
arzular için kavga veriyor ne hazin, ne kahredici bir manzara Ya Rabbi! Kutsal
bir zamanda, Allahuekber nidalarıyla yurt eylenen topraklara bugün düşmanın
lağımları akıyor adeta, şov, eğlence, magazin, dizi, film adı altında.
Mütemadiyen kirleniyor topraklarımız ve biz kirleniyoruz. Şehit kanlarıyla
temizlenen topraklar, düşmanın pislikleriyle kirleniyor. Kutsal mühür, anlamını
kaybediyor günden güne. Kanla yazılan tarih kinle yok ediliyor.
Anadolu yurt eylenmiş, milletin derdi dert eylenmiş,
acılarımız sert eylenmiş ve fasılasız savaşlarla namertler perişan eylenmiş.
Gelmişiz bugünlere. Kavgamız da, Kızıl Elmamız da İlay- Kelimetullah olmuş
daima ve öyle olacak badema. Allah için atlar koşmuş, kılıçlar kınından çıkmış,
her karış toprağa kanımız akmış. Kadim imparatorluğumuzun banisi olan Osman Bey
diyorlar ki; ‘’ne boş lafların adamıyız, ne de kuru kavgaların peşindeyiz, ne
evrene hâkim olmaktır niyetimiz, ne de dünya nimetlerine erişmektir idealimiz.
Bir tek yolumuz, tek bir davamız vardır; o da Allah’ın yolu ve davasıdır.’’
Burada ki derinliği, keskinliği ve inceliği algılayıp, anlayıp, idrak edebiliyorsak
sorun yoktur. Şayet burada ki yol işaretlerini algılayamıyor, müşhade edemiyor
ve idrak edemiyorsak daha uzun yıllar zincirlerimizle yaşar gideriz. Çünkü
burada ki derin dersi alamayan, ne yapacağını, yapacağı şeyi nasıl yapacağını,
yaptığını ve yapacağını kim için ve kim adına yapacağını da asla anlayamaz. Bir
Teoman vardır ve Atilla’mı vardı. Mete kan kusturdu Çin’e, Alpaslan yurt kıldı
Anadolu’yu. Osman Bey yeti kıtaya hükmeden bir imparatorluğun banisiydi, Sultan
Abdülhamit Han onunu beş paralık etti Siyonist domuzların. Tüm hanlarımız,
hakanlarımız, padişahlarımız tek bir davaya kendilerini adamışlardı; Türk’ün
varoluşu ve İslam’ın cihana hâkimiyeti. Hiçbir devirde barbar, vahşi, katil,
alçak, namussuz, Allah düşmanı Batı karşısında boyun eğmemiş, diz çökmemiştir
ecdadımız. Ne aman dilemişler ne de aman vermişlerdir küffara. Ne ulvi
ülkülerinden, ideallerinden vazgeçmişler ne de yenilgiye uğramışlardır. Cenk
meydanları Türk’ün cesaretine tanıklık etmiştir daima. Zira hezimet züldür Türk
için. Canlarından vazgeçmişler, mülklerinden feragat etmişler, sevdiklerini
geri de bırakmışlar ve bir an geri dönmeyi akıllarından geçirmemişlerdir. İşte
ecdadımız budur, işte Müslüman Türk budur. Türk’üm demekle olmuyor bebeğim,
Müslüman’ım demekle olmuyor bebeğim; şayet dediklerini yaşamıyorsan! Sevdiler
ve sevdiklerini canlarıyla ispat ettiler. Onlar laf söylemediler, nutuk
atmadılar, söz ettiler, sözleri namustu namuslarına sadakatlerini ispat
ettiler. Üstat Nurettin Topçu ağabeyin kıymetli hocaları Abdülaziz Bekkine
ağabeyimiz, hocamız, üstadımız bakınız ne diyor; ‘’dünyada tartılmayan hiçbir
şey yoktur, ta ki amellerimiz bile tartılacaktır sonunda. Eğer fedakârlık
yapmıyorsan sevgini nasıl ispat edeceksin? İnsan seviyorum diyorsa, fedakârlık
bunun yegâne ispatıdır.‘’ Seviyorum de ama sefahat içinde yaşa, tüm
mevcudiyetini konfor, lüks sarmış olsun, mülk yığ, keyfin o biçim olsun,
ölümden kaç kaçabildiğin kadar. Peki, sen hangi sevgiden bahsediyorsun bebeğim?
Sevmek bedel ister, sadakat ister, fedakârlık ister, yorulmak ister, ter, yaş,
kan ister. Bunlarda bezin yoksa sevgi senin neyine? Ne sahtekâr ol ne de
şarlatan. İnsanın en büyük kursularından biri de budur. Utanmamak adına;
yapamayacağı, yapmadığı şeyi yapıyormuş gibi görünmek. Sevmemek, sevgi gibi bir
duyguyla zerre bağı olmamak ama sevdiğini söylemek ve bu şekilde insanları
aldatmaya yeltenmek. Atalarımız bu halimize şahit olsalardı, vallahi mürailik
fışkıran suratlarımıza tükürmeye bile tenezzül etmezlerdi. Koşanlar koştu, biz
oturalım öyle mi? Kazananlar kazandı, biz yiyelim öyle mi? Ölenler öldü, biz
yaşayalım öyle mi? Onlar uyumadılar ama düşmanlar uyuttu bizi. Onlar ölürken
yaşattılar, biz yaşamak için kahpece katlediyoruz. Onlar kan, ter, yaş
akıttılar bizim için; bizse bizim olanları kaybederken ter, yaş, kan
akıtıyoruz. Onlar çoğalmak için yiyemediler, bizse yedikçe tükeniyoruz. Böyle
bir haldeyken yaşıyoruz diyoruz. Veyl olsun bizlere! Bu sözlerimizle asla
atalarımızı tazim ve tebcil etmiyoruz. Ki tazim ve tebcil de ancak Allah’a
mahsustur. Bilakis kulları yüceltmek şirktir. Evet, onların değerini ve bize
bıraktıkları mirasın kıymetini bilmemiz iktiza ediyor ama onları yüceltmekle ne
onlar yücelir ne de biz yüceliriz. Ki onlarında bizlerden bekledikleri asla bu
değildir inanıyorum. Onlar bizden emanetlerine ihanet etmememizi ve
emanetlerine layığı ile sahip çıkmamızı, o emanetleri namusluca taşımamızı
beklemektedirler. Sessizliğin kalbinden bunu fısıldamaktadırlar bizlere. Tabi
bu kutsal vazifeyi bihakkın ifa edebiliyor muyuz, asıl mesele budur.
‘’Nerede bir birlik varsa, orada bir ruh vardır.
Nerede bir madde varsa orada çözülme vardır. Madde manayı örter, mana ise
maddeye canlılık ve anlam katar. Şayet ruh gider madde kalırsa, ne birlik kalır
ne de düzen’’ derken sonsuz haklıdır Nurettin Topçu üstat. İşte bizi bugünlere
getiren de ruh birliğinden sadır olan kuvvetimizdir. Ceddimizin cihana
hâkimiyetinin ardında gizli olan sırda budur. Ama son asırlarda biz bu sırra
ihanet ettik maalesef ve tüm kuvvetimizi kaybederek düşmana adeta teslim olduk.
Düşman yani şeytan aramıza girince de birliğimiz, bütünlüğümüz, kuvvetimiz
hazan yaprağı gibi savrulup gitti. Dilimiz gitti, dinimiz gitti, kültürümüz
gitti, değerlerimiz ve töremiz gitti, nihayet medeniyetimiz gitti. Ve bizler,
bizi bizden alanları bizden bildik. Onları sevdik, ecdadımızdan nefret ettik.
Ecdadımız ruh dedi, biz beden dedik. Oysa ruh baki, beden ise faniydi. Faniye
gönül verdik, şeytana yenildik. Çünkü fani şeytandı ve faniye tapanlar
şeytandandı. Sonsuzlaşan şey ruhtur. Madde ise yokluğa mahkûmdur. Çünkü
maddenin özü yokluktur. Ruha ise sonsuzluk işlenmiştir. Ecdadımız hayata,
insana ve evrene daima ruh cephesinden bakmıştır. Ne maddeye tapmıştır ne de
madde için canını feda etmiştir. İster fert olsun, ister millet olsun, ister
devlet olsun, ister medeniyet olsun, hepsine anlam ve derinlik katan ruhtur.
Ruhsuz hiçbir şeyin tadı, anlamı, canlılığı olmaz. Ve ruh yönünde zafere
erişemeyenin madde yönünde erişebileceği hiçbir zafer yoktur. Bizim köklü ve
kadim tarihimizi bugünlere getiren şey, işte bu yüce ruhtur. Hakiki harpte, ruh
cephesinde verilen harptir. Şeytan ve dostları niçin biteviye ruh cephesinden
tazyikatta bulunmaktadır? Çünkü ruhu çöken bir insanın, milletin ayakta kalması
muhaldir. Ağır ve hantal gövdeniz de ki ruhun çıkıp gittiğini düşününüz, geriye
et yığınından başka ne kalırdı? Dini elden giden bir milletin, vatanı olabilir
mi? din vatanın ruhudur. Din gittiği an vatan da gider. Namusu giden bir kızın
kalan neyi vardır ki? Şerefi giderse bir erkeğin gitmemiş ney vardır ki? Bir et
yığını hangi anlama sahiptir? Türkiye ismiyle bedenleşmiş bu mukaddes
toprakların her zerresinde ceddimizin rahmet yağmurları gibi akan teri, yaşı ve
kanı gömülüdür. Hadi çıkarın da göreyim sizi! Mutantan bir tarihin, asırlar
içerisinde büyüttüğü ve şekillendirdiği bir ulvi davanın anlaşılamaması ve
idrak edilememesi ne derin ve keskin acıdır Ya Rabbi! Ceddimizden tevarüs eden
kutsal davanın yerlerde süründürülüyor olması bizim için züldür. Bu yüzden ruhu
muazzep olmayan biri varsa, o, bu topraklara yüktür. Maateesüf ruhi yönümüzden
sarsılıyoruz. Bu sarsıntı tahminsiz tahribatlara neden olmaktadır. Mana gitti mi maddenin varolması kabil
değildir. Bunu fark edemeyen sağır vicdanlara, düşüncesiz kafalara, kör gözlere,
hissiyattan mahrum kalplere veyl olsun! Bir milletin manadan mahrum kalması,
ruhsuzluğun girdaplarında kaybolması, fani maddenin esiri olması ve yaşamını
maddeye göre ayarlaması, o milletin ömrünü doldurduğuna delalettir. Tarih
sahnesinden çekilen bir Türk, insaniyete de, İslamiyet’e de ihanet etmiş
sayılır. Tarihinde, insanlığında, ümmetinde Türk Milletine ihtiyacı vardır.
Türksüz tarih karanlıktır. Türk Milleti, mutlak ve yegâne Önderinden (sav)
aldığı ışığı âleme tutan ve o kutsal ışıkla tüm varlığı aydınlatan bir
millettir. İşte ecdadımızı sonsuzlukla taltif eden bu ulvi ve kutsal vazifedir.
Dünya için koşan yorulur ve bataklığa çakılır kalır. Dünya bir leştir çünkü.
Dünya dendiği zaman; aklımıza, kirli menfaatler, namussuz hesaplar ve
pazarlıklar, ucuz ve küçük davalar gelir. Büyük insanların ise, küçük şeylerle
işi olmaz. Ecdat büyüktü ve asla küçülmedi, binaenaleyh küçük işlerle işi
olmadı, leşin peşine düşmedi. Leşin peşine düşen ve küçük hesapların içinde
kaybolan torunları ise perişan oldu. Ceddimiz karşılıksız yaptı ne yaptı ise,
bizler ise karşılıksız adım atmıyoruz ne yazık ki. Peki, biz bu hallere nasıl
düştük? Din, devlet, vatan, millet için fedakârlık beklenir amma bir yerim
olsun yeter ki dileyin ne dilerseniz deriz. Bu millet, bu devlet, bu din, bu
vatan bana ne verdi ki benden bir şeyler istiyor herzeleri yeriz. Ve işte bu
sefil zihniyet bizi cehenneme götürür. Şeytanın oyuncağı yapar. Nihayet
mezellet ve meskenete mahkûm olur, kaybolur gideriz. Birliğimizin,
dirliğimizin, bütünlüğümüzü, düzenimizin bozulmasının ve namussuzların,
şeytanilerin bizleri mahvetmelerinin, her şeyimizi çalmalarının yegâne nedeni
işte budur. Ruhun yerini maddeye bırakmasıdır. Zamanımızda bireyleri
buluşturan, kavuşturan, seviştiren şey ulvi ve kutsal davalar adına bir araya
gelme durumu değildir. Ucuz ve kirli çıkarlarda uyum sağlama durumudur. Bu
bizim sürgünümüzdür. Ne ağır bir azaptır, ne derin bir ıstıraptır, ne bitmeyen
bir sürgündür bu Ya Rabbi! Bu milletin yaşayabileceği, görüp göreceği en büyük
acıdır, azaptır bu. Türk Milletinin tarih sahnesinden çekilmesini intaç edecek
dermansız bir derttir, felakettir belki de. Rabbim korusun bizleri, yoksa biz
bizi koruyacak durumda değiliz. Âmin. Ceddinin yolundan sapıp, şeytanın yoluna
giren bir milletin mukadderatı perişanlıktır, sefilliktir, zillettir. Kaybetmediğimiz
tek bir cephe kalmış mıdır Allah, vatan, namus aşkına? Her cepheden darbe
alıyoruz. Karanlıktan değil karanlığa kaçan aydın yaftalı züppelerin, mikrop
yayan basılı paçavraların, eğlence, magazin, dizi ve şov adı altında ki pislik
akan kötülük tohumlarının kıskacındayız. Neslimiz mütemadiyen bozuluyor. Birlik
yok, dirlik yok, düzen perişan. Adeta dünya denilen leşin peşinde koşturan
hayvan sürüleri gibiyiz.
Tinimiz tenimizden cebren ve hile ile metazori
olarak koparılmış maatteessüf. Yolumuzu kaybetmiş, yönsüz kalmışız. Fani evreni
baki sanmışız. Nimetlerin cazibesine kanmışız ama nimet haddizatında külfetmiş
aldanmışız. Bilinç, şuur, feraset, basiret yok. Herkesi yargılıyoruz ama
anlamıyoruz. Ahlak iflas etmiş. Ecdat kötü, tarih kötü, millet kötü, töre kötü,
değer kötü; bir tek biz iyiyiz öyle mi? tefessüh etmişiz de farkında değiliz.
Ecdada küfret, tarihe küfret, millete küfret, ümmete küfret, tevhide yanaşma,
mücadeleye yanaşma, mirası hovardaca harca ve git şeytanın ve dostlarının
yanında yer al. Bu olacak şey mi Allah, vatan, namus aşkına? Her şeyi yanlış
öğrenmişiz, şimdi yanlışlarımız ortaya konulunca çıldırıyoruz. Yanlışlarımızı
alışkanlık etmişiz, bir türlü kopamıyoruz. Oysa hafızamıza format atıp yeniden
oluşturmamız iktiza ediyor. Ceddimizin, terle, yaşla, kanla elde ettiği
mukaddes olan ne varsa düşmanlara peşkeş çekmekten hicap duymuyoruz.
Atılımlarda bulunmak, hamleler yapmak için enerjimiz kalmamış. Ömrümüzü
firavunlara, karunlara, belamlara hasretmişiz. Adeta köleliği kanıksamışız.
Ulvi ideallerimizi maddeye müreccah kılmışız. Neslimizin terini, yaşını, kanını
ve umutlarını dünya nimetleri adına heba ediyoruz, sömürüyoruz. Dillerimizde
Allah var amma gönüllerimiz kararmış ve sevgiden yoksun kalmış, ellerimiz
uzamış ama uzanmamış. Haysiyetten, hissiyattan ve hassasiyetten bihaber
yarınlar adına umut bildiğimiz gençliğimiz. Şeytanın teranelerinden sağır olmuş
kulaklarımız ve türkülerimize yabancılaşmış. Şarkılarla sarhoş olmuşuz ama
şarkılar kendi şarkımız değil. Ne şiirimiz var ne de nesrimiz. Batı’nın ve
batılın tutsaklarıyız. Küçük ve ucuz çıkar hesaplarında kaybetmişiz şerefimizi,
ahlakımızı, adil yönümüzü. Biz böyle bir millet değildik, olmamalıydık.
Kendimize Müslüman demekten de, Türk demekten de hicap duymuyoruz. Her şeyin lafla
olacağını sanıyoruz. Oysa eylem yoksa ne anlamı vardır hayatın? Dirileceksin,
gerileceksin, direneceksin, özüne döneceksin, sözüne döneceksin, hatıralarını
unutmayacaksın, zafer şarkılarını terennüm edeceksin, ceddinin izinden
gideceksin, Önderini (sav) bileceksin.
Nerede düştüysek kavgamızda işte oradan başlamak lazım kavgaya ve ruh
cephesinde düştük, ölümsüz ruhu kuşanarak başlamak gerek işe. Ne kolay yaşadı
ecdat ne de kazanmak kolay oldu görkemli zaferleri ve ne de tersiz, kansı,
yaşsız bırakıldı bu miras. Harcarken unutuyoruz, mirasın nasıl bırakıldığını.
Cenk meydanların da at koşturup, kılıç sallayan ecdadın torunları şimdi ucuz ve
basit zevklerin peşinde ömür tüketiyor ne hazin. Onlar bir dakika bile rahat
etmediler, şimdi çok rahat yatıyoruz ve yattığımız gibi bir de satıyoruz tüm
değerlerimizi. Bu hal sana yakışıyor mu
ey vatan evladı!?! Ey Müslüman Türk evladı! Zaman içinde her şey değişmiştir ta
ki silahlar bile ama bir şey aynı kalmıştır; düşmanlık ve badema da aynı
kalacaktır. Ne Hakk’ın ve batılın kavgası nihayet bulmuştur ne de Hilal’in ve
salipin mücadelesi hitam bulmuştur. Ne insanın ve şeytanın mücadelesi, ne de
tevhidin ve şirkin kadim kavgası sona ermiştir. Bu kavgalar ezeli ve ebedi
kavgalardır. İnsanlığın varoluşunda vardılar, yokoluşna dek sürecektir. Tarih,
iyinin ve kötünün mücadelesi tarihidir. Bu mücadele de tarafını iyi
belirleyeceksin ve silahını kullanmasını iyi öğreneceksin. Ceddimizin tarafı
belli idi ve silahını da en ideal şekilde kullanıyordu, yıkılmadıysa sebebi
budur. Ta ki içeriden vurulup sarsılıncaya dek asla eğilmedi, yılmadı,
yıkılmadı. Bilge Kağan diyor ki; ‘’Büyük Türk Milleti daima ayaktadır, ayakta
kalacaktır ve bu hal üzere var olmaya devam edecektir. Yeter ki, yer
sarsılmasın, gök üzerine çökmesin. Ne töresi bozulur ne de ili talan olur. Ta
ki, içeride kargaşalık meydana gelmesin.’’
Evet, hiçbir insan da, millette, devlette asla dışarıdan yıkılıp, yok
edilemez. İçerisi bozulursa dışarısı da bozulur ve düzen de, devlette,
millette, ümmette harap olur. İller talan edilir, töre silinir gider. Biz hep
içeriden vurulduk maalesef ve tam da bu yüzden yorulduk. Çünkü düşmanın attığı
taş zor gelmez insana, dostun gülü öldürür insanı. Din yoksa vatan yoktur, ruh
yoksa beden yoktur. Mana yoksa madde boştur, anlamsızdır. Yüce ve yegâne
Önderimiz ne diyorlardı? ‘’Gövdemizde, gövdemize anlam katan ve onun
canlılığını sağlayan öyle bir organımız vardır ki, eğer o bozulursa tüm
gövdemiz harap olur, o organımız kalbimizdir.’’ İşte olay budur. Koca bir
maddeye anlam katan, onu değerli kılan; küçücük bir manadır. Mana derindir,
madde ise sığdır. Manayı iyi muhafaza edeceksin. Mana giderse madde biter.
İçine düzen veremeyen dışına nasıl düzen versin? Manayı koruyamayan maddeyi
nasıl korusun? Türk Milleti, mananın milletidir, asla maddenin değil. Fitne ve
fesat ateşi yakmak isteyenleri etkisiz kılmazsan tüm manalar silinir gider.
Mana, birlik demektir. Fitne ve fesat ise birliğin düşmanıdır. Kalbini korursan
bedenini korumuş, dinini yaşatırsan vatanını yaşatmış olursun. Tıpkı dilini muhafaza
ettiğin zaman milletinin varolacağı gibi. Bilmeliyiz ki, fitne çıkarmak, bir
insanı katletmekten sonsuz kez daha fecidir, tahripkârdır. Türk Milletini
sarsan, yıkan şey daima fitne olmuştur. Bu yüzden fitnecilere asla aman
verilmemiştir, fitneciler anında infaz edilmişlerdir. Çünkü bir fitneciyi infaz
etmekle, tüm insanlığı muhafaza etmiş olacaksınız.
Üstat Ali Şeriati diyor ki; biz Allah’tan başka
sahibi olmayanlarız. Türk Milleti de Allah’tan başka sahibi olmayan bir
millettir. Türk Milleti Allah’sız değildir ve olamaz. Allah’sızlık demek,
insanın kendi varlığına ihanet etmesi demektir. Ecdada saygı ve sadakat
esastır. Onların yolunu takip etmekten utanılmaz. Evet, ecdat mutlak doğrudur,
layüseldir, tenkit edilemez demiyoruz ama mutlak yanlışta değildir ve bizim
ecdadımızdırlar. Ecdadını bilmeyen kendini de bizlemez. Ecdadın olmasaydı sen
olur muydun bebeğim? Türk Milleti günah bataklığında yaşayamaz. Şeytanın, beden
coğrafyasının kalp başkentini işgal etmesine müsaade etmez. Kötülerle, zalimlerle
dost olmaz, onlarla sırlarını paylaşmaz. Bilakis, kötülere ve kötülüklerine,
yaptığı demirden kanunlarla geçit vermez. Ecdadından tevarüs eden mirası
malayaniliklerde heba etmez. Bilakis mirası korur ve mirasın üzerine koyar.
Atadan kalmasaydı ne yapılabilirdi? Ve senden kalmazsa yarınlardaki
yavrularımız ne yapacaklar? İstikbalin neslini düşünmek, insanlık, İslamlık ve
milli görevimizdir. Türk Milleti daima yarınlar için yaşamıştır asla bugün için
ve kendi için değil. İstikbalinin ve istiklalinin teminatı olan aziz
evlatlarını, çakalların, haydutların, hainlerin, şeytanların ve dostlarının
inisiyatifine bırakmak züldür, zillettir Türk Milleti için. Evlatlarını;
ilimden, kitaptan mahrum bırakmak ve şeytani hazların meftunu kılmak yakışmaz
bu millete. Bırakırsa alçaktır ve alçalmaktan kurtulamaz. Ceddimizden tevarüs
eden mirası; kirli ve alelade zevklerin meftunu olmuş, ruhu ve vicdanı harap
olmuş, beyni dumura uğramış, ahlaki olarak iflas etmiş nesiller değil, kafası
ve kalbi kitabın nuruyla aydınlanmış, demir yumruklu, yüreği sevgi dolu
nesiller koruyup, yaşatabilirler ancak. İstikbal bugün yetişen nesillerin
olacak ve istiklali onlar sağlayacak. Gençliğe sahip çıkan gençliği
kazanacaktır. Bugün gençlere sahip çıkmazsanız yarınlardan bir şey beklemeye
hakkınız yoktur. İman ve vatan yolunda, acılar, çileler, sürgünler hoş gelmiş
safa gelmiş. Asla aldırmayacaksın sana yapılan pespayeliklere. İt ürüyecek sen yürüyeceksin ve kervan
ilerleyecektir durmadan. Tarihinize, ecdadınıza, dininize, devletinize,
vatanınıza, milletinize ihanet edenlerle asla dost olmayacaksınız. Evet, onları
ıslaha çalışacaksınız ama onlara asla güvenmeyeceksiniz. Onlardan hiçbir kutsal
değere hayır gelmez. Onlar ihanet ederler ama sadakat göstermezler. Kimliğinizi
gururla taşıyacaksınız, dininizi namusluca yaşayacaksınız. Siz kimliğinize ve
dininize ihanet ederseniz, başkaları sizleri hiç saymazlar, hatta yerinizi
alırlar ve sizi ortadan kaldırırlar. Sen namussuz olursan namuslular kime
sığınacaklar? Şerefli ol ki
şerefsizlerden şikâyete hakkın olsun. Türk’ü yaşatan, yücelten ve yükselten
namusu ve şerefidir. Müslüman Türkoğlu-kızı isen, kimliğini gururla taşır,
dinin için cesurca savaşırsın. Lafta boğulmayacak eylemde yorulmayacaksın.
Türk’üm, Müslüman’ım diyeceksin ama her türlü kahpeliği edeceksin, işte bu
olmaz. Bu olursa sen olmazsın. Bir gönülde iki sevgiliye yer olmaz. Ya Allah
vardır gönlünde ya da dünya. Türk Milleti dünya için değil Allah Davası için
vardır. Vazifesini ifadan imtina eden, yüce hazinlerinden feragat etmiş olur.
Yatmayacak, uyumayacak, nutuklarla iştigal etmeyecek, ihanete yeltenmeyeceksin.
Elde ettiklerinle sevinmeyecek kaybettiklerine üzülmeyeceksin, her düştüğünde
yeniden kalkmasını bileceksin. Kazanmadan harcamak derin utanca gark eder
insanı. Aldığının üstüne koymazsan zaman
gelir orta kalırsın. Mezellete ve meskenete mahkûm olursun. Evladının senin
yüzünden utanmasını istemiyorsan, çalışmaktan utanmayacaksın, usanmayacaksın.
Ne diyordu istiklalin ve istikbalin büyük şairi Akif; ‘’sen yangınlar içinde
kalsan da, evladını yangınlar içinde koyma.’’ Yan ama yakma. Yanarsan
yaşatırsın ama yaktıktan sonra yaşasan kaç yazar? Dünlerde yananlar yandı ve
sen bugün yaşıyorsun. Peki, bugün yanmazsan yarın kimi yaşatabilirsin? Çalışmak
ibadettir dinimizde ve ibadet bilip aşkla çalıştı ceddin. Ya sen ne yapıyorsun
bugün? Kötülük tohumlarını yok et ki, evlatların iyiliklere zaman bulsun,
kötülüklerle mücadele ederken yorulmasın. Evlatlarını diriltecek sözler bırak
ki, o sözlerle özlerde ki kıvılcımlar tutuşsun. Münafıkları, müşrikleri,
kâfirleri ve bunların tuzaklarını iyi bil. Çünkü en büyük zarar bunlar gelir.
Bunların içerisinde de münafıklardan kork. Zira en büyük tehlike bunlardır.
Münafıklar senden görünürler ama senden değildirler. Tarihini ve kitabını iyi
öğrenirsen, bunların kim olduklarını da iyi bilirsin. Münafık söyler ama
yapmaz. Kâfir açıktır, bu yüzden fazla zarar gelmez. Sen kendini gösterenden
değil, göstermeyenden kork. Ağır uykuya
dalma, nutuklara aldanma, maskelere kanma, düşmana sırrını açma, daima
teyakkuzda bulun. Allah, Önder, Kur’an haricinde hiçbir şeye yüzde yüz güvenme,
inanma. Malayani zevklerin, mürai
yüzlerin, yalancı sözlerin peşinden koşma. Zira kölelik ve koyun gibi güdülmek
kaderin olur. Kökleri sarsılan ağaç asla ebedileşemez, gelişemez ve kurur
gider. Ahlakı çöken ve çürüyen bir insanda, millette asla payidar olamaz. Kadim
devlet-i aliyemizin nasıl ulu bir çınar olduğunu tefekkür ediniz. Türk
Milletinin evladı isen, elbette ki ceddini biliyorsundur, bilmelisin,
bileceksin. Bilmiyorsan yaşadığına yazık! Boşuna yaşamak diye işte tam da buna
denir. Bana bir tek yeni gösterin ki, eskinin yenilenmemiş hali olsun.
‘’Bir milletin özünü, ruhunu, o milletin mazisinin
derinliğinde arayınız. Kaybettiği ruhu kazanmak uğruna, fani maddeden feragat
eden ve varlığını kaybettiği ruhunu bulmaya adayan ulvi fedakârlığı, kendi
kadim tarihi içinde Anadolu tatmış ve tanımıştır. Zira hürriyet gibi insanı
insan eden bir değer uğruna kurbanlar vermiştir’’ diyor bu milletin en
haysiyetli evlatlarından, bu toprağın en soylu münevverlerinden biri, belki de
birincisi olan Nurettin Topçu üstat. Nurettin Topçu’yu anlamadıysanız ne bu
milleti, ne bu devleti, ne de bu vatanı anlayamazsınız ve ne de güçlü bir
eğitim sistemi kuramazsınız. Belki mübalağa yapıyormuşum gibi gelecektir
sizlere ama okuduğunuz ve okuduğunuzu hakikaten anladığınız zaman muhakkak hak
vereceksiniz. Milletinizi tanımazsanız olmaz. Milliyetsiz ve milletsiz tek bir
insan yoktur. Ruhun zaferi keskin olur, ruhun zaferi muallimlerin zaferidir.
Bizim tüm tarihi zaferlerimiz de muallimlerin zaferleri olmuştur. Manaya adanan
sonsuzlaşır, maddeye adanan yaşayan ölüdür. Fedakârlığınız yoksa hiçbir şeyiniz
yoktur. Feragatte bulunamıyorsanız zaferlerle işiniz olamaz. Adanmayan ve
kurban olmayan nesillerin ne istiklalleri ne de istikballeri olamaz. Vatan
kurbansız olmaz. Anadolu kurbanlarla dolu bir vatandır. Hürriyetin bedeli
kurban vermektir. Ruh yönüyle tükenen bir nesil var karşımızda ve tertemiz
ruhunu karartan kirleri temizleyecek bir el bekliyor. Temiz bir el var mıdır, temiz ellerin
uzanmaya mecali var mıdır? Şeytaniler bizi kirletti, kirlenmek bulaşıcıdır,
birimiz kirlenince binimiz kirlendi ve millet olarak kirlendik. Evladına
bırakacak mirasın yoksa yediğin mülk sana haramdır. Derin değilseniz,
derinliğine inemezsiniz tarihinizin. Tüketiyorsanız üretiminiz vardır.
Üretimsiz tüketmek alıklıktır. Her hazine birgün biter. Her değer unutuluncaya
kadardır. Üretenlere tahammülü olmayan bir milletin istikbali karanlıktır.
Ecdadımız üretenleri korudu, bizse tüketenlerle, tükettikçe tükenenlerle
mutluyuz. Ceddimiz ne üretmişse tükettik, üstüne hiçbir şey koyamadık. Soylu
bir ecdadın soysuz torunları olduk, şimdi de aşağılık, iğrenç dizilerle,
filmlerle soylu ecdadımızı soysuzlaştırmaya çalışıyoruz namussuzca. Medeniyetin
kitaba dayanıyordu, o dayanağı çekip aldın, peki ayakta durur mu medeniyetin?
Kitabını bilmeyen, ne bilsin medeniyetini? Kitap bir değerden mahrum olanın
kurabileceği ne vardır ki, medeniyet kursun? Zira kitaptır Kur’an, Kuran’dır
kitap. Nedir kitap bilir misin? Peki, nasıl kaybettin kitabını? Kendini tanıyor
musun? Kimsin sen? Kitabını kaybettiysen, varolmaya çalışman trajikomiktir.
Tarih bir okyanustur, kitapsa pusula. O pusula ile o okyanusun derinliğine
inmedikçe hakikatlere erişemezsin bebeğim. Hayatın pusulası olmalı, hayatın
karanlık kuyularında kaybolmamak için. Türk Milleti kitaplı bir milletti. Ama
kitabını çaldılar. Kitabı çalınan bir milletin çalınmayan bir şeyi kalmadı.
Kitapsız kalan milletin çocukları kutsalsızlığın karanlığında şeytanı kutsadılar.
Değerler değersizleştirildi. Din tahrip, tarihi tahrif edildi. Dini ve tarihi
çalınan Türk Milletinin varoluşu imkânsızdı ve öyle de oldu, şimdi yeniden
varoluş kavgası vermektedir. Kitabını unutan evlatlarımıza; din irtica,
vatanseverlik faşizm olarak öğretildi. Ceddimiz tahkir ve tezyif edildi.
Bilimin temelini atan ceddimiz yobaz olarak tanıtıldı. Şeytaniyet, yürekleri ve
kafaları işgal etti. İdeolojilerin aman vermeyen saldırısı başladı. Tarihsiz ve
dinsiz kalan nesil, ideolojilerin kör ve sağır odalarında mahvedildi.
İdeolojilerden kaçan nesil de güya dine yaslandığı düşünülen gruplar eliyle
kuzu gibi büyütülüp koyun gibi güdüldü. Muvahhitler ise yok sayıldı, yoğun
baskı altında ezildiler. ‘’Anadolu’nun çocukları toprak kokusu taşır, ağaç
gibidir çiçek çiçek açar, doğruluk ve dürüstlükten taviz vermez, imanlıdır ve
vatanperverdir’’ derken sonsuz haklıdır bu toprağın, bu milletin en soylu
münevverlerinden biri, belki de birincisi olan Cemil Meriç üstat. Fakat böyle
ulvi bir karakteri, kişiliği çok kolay harcadık. Önce ruhunu çaldık bu
milletin, sonra bedenini esir aldık. Soylu bir millet soysuzlaştı adeta. Dürüst
ve doğru bir millet sahtekârlıkta demir attı adeta. İmanlı çocuklarımızın
imanını çaldılar. Toprak kokusuyla bezenmiş, bahar hayatından hiç eksik olmamış
bir milletin çocukları beton binaların soğuk odalarında mahpus hayatı
yaşıyorlar. Kurban veren bir millet kurbansız kaldı. Tabi bu duruma durup
dururken gelmedik. Kontrollü ve denetimli olarak getirildik. Şeytan ve dostları
hiçbir zaman boş durmadı, bu milletin çocuklarını işte bu hale getirdiler. Ama
bu millette asla bigünah değildir elbette. ‘’Bu ülkede ne matbuatlar vardı ki,
tefekkürü mefluç hale getirmekle vazifelendirilmişlerdir adeta. Müesses
nizamların koyuculuğunu yapmışlardır. Cumhuriyet ve Varlık bunlardandır. Taze
dikkatleri kadim zaferlere adeta çivileyen yalancı bir ilericilik tezgâhı. Bir
zamanlar Atatürkçülüğe demir attı. Birisi diğerinin aylığı olarak vardır. İkisi
de aynı yolda yürüyordu. Düşünce sefaleti, namussuzluk ve riyakârlık. Nadi’ler
kardeştiler. Doğruluktan, dürüstlükten uzak haremağaları. Eğer bu millet
düşünmekten uzaksa, bu kardeşlerin övüncüdür. Düşünen insana düşmandılar.
Tespit edilmiş hedeflerin mümessilleridirler bunlar. Ne ben bunlarla olursam
ben olabilirim ne de onlar beni ben olarak kendilerine alırlar. Hüküm
kaderindir’’ derken, üstat Cemil Meriç tamamıyla hakiki hakikatlerden haber
vermektedir.
Üstat Cemil Meriç diyor ki; ‘’harbi ve hakiki bir
aydın, ilk evvelde ülkesinin ve milletinin hakkını, ülkesine ve milletine
düşman olan dünyaya haykırarak duyurmakla vazifelidir. Birer deli gömleği olan
ideolojilerin demagogluğunu ve papağanlığını yapmamak, vatanının bütünlüğünü,
milletinin haklarını tüm dünyaya karşı savunmak görevlerin en mukaddesi değil
midir?’’ Üstadın açıkça ortaya koyduğu gibi, bizimde bihakkın ifa etmeye
çalıştığımız vazife budur. Bak bebeğim! İlk önce anlayacaksın, anlamıyorsan,
anlamadığını yargılama hakkının bulunmadığını bileceksin. Eğer anlıyorsan da,
düşünen bir insanın, ideolojilerin kör karanlığında yaşayamayacağını da
bilirsin. Hayalleri olmayan, sorumluluk duygusu taşımayan, fedakârlıkta
bulunmayan ve cehaletten kırılan bir milletin gelecek adına umut taşıması
alıklıktır. Bu milleti ideolojiler mahvetmiştir. Kardeşliği, bütünlüğü, birliği
bozan şey; ideolojilerdir. Türk Milleti hakikaten büyük talihsizlikler yaşamış
bir millettir. Ruhumuzu ve beynimizi tutsak almışlar bizim. Bu tutsaklıktan
ancak kafalarda yapılacak bir devrimle kurtulabiliriz. İdeolojilerin
karanlıklarını İslam Güneşi ile delerek. Bizleri yoldan çıkaranlar ve yönümüzü
şaşırtanlar, bize aydın diye sunulanlardır. Oysa aydın diye bildiklerimizin
hepsi, karanlıktan kaçanlar değil karanlığa kaçanlardır. Türk Milleti, aydın
diye bilinenlerin tuzağına düşmüş bir millettir. Oysa hakikatte karanlık olan
bu yarasalar aydınlıktan korkanlardır. Tarih kötü demişler, din öcü herzesini
yemişler, ecdadı yobaz bellemişler, daima efendilerini dinlemişler. Hayatları
boyunca ecnebi kusmuğu yutmuşlar ve gelmişler bu kutsal topraklara yuttuklarını
boşaltmışlar. Efendilerinin sofrasında ağırlanmışlar, onlar gibi yaşamayı
marifet sanmışlar. Türk’ü Türk’ten ve İslam’dan ayırmaya adanmışlar. Milletine
düşman ama milletlere âşıktırlar bunlar. Vatanına düşman ama vatanlara
âşıktırlar bunlar. Dinine düşman ama ideolojilere âşıktırlar bunlar.
Efendilerinden öğrenirler, memleketlerinde papağan gibi tekrar ederler. Batılı
olmak, Batı gibi yaşamak büyük bir idealdir bunlar için. Millet cahilleşsin ve
bizleri adamdan sayıp dinlesin, nihayet bizim istediklerimizi yapsın
isterler. Ki öyle de olmadı değil. Bu
milleti adeta kuşatmış ve zincirlere vurmuş olan solda aynıdır sağda. Ki sağda
yalandır solda. Siyonisttir asıl olan. Çünkü dünya sağının ve solunun arkasında
siyonist vardır. Tabi bunu söylemek kolaydır da anlamak zordur. Sağ ve sol,
hakikatte, İslam Güneşini örtmeye çalışan demir perdelerdir. Oysa Türk Milleti
ne sağcıdır ne de solcu. Türk Milleti Müslüman’dır, Muvahhiddir. Özünde
böyledir amma sözü değiştirilmiştir, sözü değişen milletin özü de değişmiştir.
Fakat kurtulmak isteniyorsa öze dönüş yapılmalıdır. Cemil Meriç üstada kulak
verelim lütfen; ‘’sol, kendisine öğretilen klişe lafları papağan gibi tekrar
etmekten bıkmadı. Değneksiz yürüyemez. Yürümek için muhakkak Batılıya ihtiyaç
duyar. Dilinden bihaberseniz düşmansınız. Dil derken kendi dili değil,
efendisinin dilini, çünkü kendi dili yoktur. Ritüellerin, sembollerin,
slagonların tutsağıdır. Hazır reçeteler ister.
Sağ ise kaypaktır, bukalemundur, bir türlü haysiyetli olmayı beceremedi.
Düşünmeye düşmandır. Hazıra konmuştur, ürettiği bir şey yoktur.’’ Üstadı ıskat
etmek yürek ister. Çünkü o gördüğü, algıladığı ve anladığı, bir nevi gözünün
önünde duran dünyayı sözle resmetmiştir. Kitap meftunu, düşüncenin ve
çalışmanın uşağı, ülkesini ve dünyayı okumayı bilen, sıradanlığa, slagonculuğa,
papağanlığa, yobazlığa muhalif, hürriyete tutkun bir kafa söylüyor bunları.
Ülkesine, milletine, tarihine âşık ve dinini namusluca anlayan biri söylüyor.
Elbette ki üstadında günahları vardır. Ki günahsız kul var mıdır? Üstat,
haysiyetlidir, hissiyatlıdır, hassasiyetlidir. Hakiki ve harbi bir aydındır.
Türk Milletinin aydınlanmaya ihtiyacı vardır. Okumadan aydınlanılmaz ki. Kitap
ışıktır. Kitabını kapatan Türk milletinin tekrar o kitabın kapağını açmaya
ihtiyacı vardır. Tembellikte demirleyen bu milletin yeniden harekete ihtiyacı
vardır. Biz medeniyetimizi kitapla inşa ettik ve kitabı kapatarak medeniyet
sayfamızı da kapattık. Bizim ceddimiz ayakta sabahladı kitabının huzurunda.
Bizse sabaha karanlık ve mikrop yayan eğlence mekânlarında eriştik. Bizim kadim
devletimizin banisi kitabın huzurunda eğilen bir insandı. Torunlar ise kitaba
düşman olarak yetiştirildiler. Onlar rüyaların adamlarıydılar. Bizse bugünlerin
çocukları olduk, ne dünü bildik ne de yarını görebildik. Ecdat yarınları
kurmayı ve kurtarmayı ideal bildi, bizse bugünü kurtardıysak kârdayız dedik.
Boşuna cihan devleti olunmadı bebeğim! Kör ve karanlık kavgaların değil,
aydınlık ve kalıcı zaferlerin adamlarıydılar onlar. Sözleri özleriydi.
Ceddimizin sözleri aynı zamanda eylem demekti. Millete yalan söylemediler.
Vatandaşken ne iseler, padişahken de o oldular. Kimdiler, bildiler; kitaplarını
dinlediler; sözleriyle düşmanlarını yendiler. Böyle oldukları için İlahi Kudret
tarafından ödüllendirildiler. Ruy-i zemine hükmettiler. Henüz çözülememiş
sırrın sahibidirler. Türk Türk deyip durmakla olmuyor bebeğim. Zafer durduk
yere gelmiyor bebeğim. Okuyacaksın, çalışacaksın, koşacaksın, ceddin gibi
yaşamaya alışacaksın. Din çiğnenmedi, töre çiğnetilmedi. Fitne ve fesada prim
verilmedi. Âlimlere, muallimlere saygıda kusur edilmedi. Gerçek padişahlar
âlimlerdi. Ruhla beden birdi. Ölüm hayatın içine girdi. Çağ kapattılar ve
açtılar çağları. Hocalar öndeydiler, padişahlar ise önlerinde eğildiler
hocaların. Ölüm onlardan korktu, onlar ölümden kaçmadılar. Şahadet her zaman
yegâne arzuları oldu. Türk Milleti böyle bir milletti. Peki, biz bu hale nasıl
geldik? Onlara tapmayalım ama onları bir kenara da atmayalım. Çünkü onlar
çağlarını yaşadılar, bizse çağımızda yaşamak zorundayız. Onlar ecdatlarına asla
ihanet etmediler. Azametleri göğü sallıyor yeri sarsıyordu. Bizim ruhumuz
zehirlendi bebeğim! Ruhu çöken bir millet nasıl ayakta dursun? Ecdadın ruhu
dipdiriydi. Onlar içlerinde sağladıkları nizamı dışlarına yansıtıyorlardı. Bizim
ise içimizde kaos hakim, nasıl hakim olsun dışımız da nizam? Bir sözle kim
durdurabildi ahlaksızlığı en uzak coğrafyalarda? Bir sözle kim son verebildi
Öndere (sav) hakarete? Düşmana aman vermediler ama adaletten de geri
durmadılar. Hesap sordular amma vurmadılar. Tutsak kıldılar ama onurlara
dokunmadılar. Adildiler ama asla gafil olmadılar. Öyle demiyor mu büyük sultan
Abdülhamit Han; ‘’hep evhamlı bildiler beni, oysa ben sadece gafil değildim ama
onlar bunu bilmiyorlardı.’’