HEY GİDİ KOCA TÜRK!...2...

Özgür DENİZ - 06.12.2014

Türk Milleti tarih boyunca hep içeriden darbe yemiştir. Milli Gazete yazarı Sayın Mehmet Şevket EYGİ beyefendinin de biteviye gündeme getirdiği gibi içimiz kriptolarla doludur. Türk ve Müslüman maskesi takmış kriptolarla doludur. Sayın hükümetinde, muhalefetinde mutlak surette anlaşması ve çözmesi gereken ilk ve en mühim sorun budur bendenize göre. Artık bu topraklar üzerinde müesses olan devlet içinde bu milletin çocukları mutlak egemenliklerini tesis etmek zorundadırlar. Fakat bu millet İslami özüne dönmedikçe bu topraklarda asla egemenliğini tesis edemeyecektir. İslam, bu milletin dinidir ve İslam’ın bu ülkede arka planda kalmasını isteyen kim varsa kriptolarla birlikte hareket etmektedir. Kriptoların güçlü ve derin bir egemenlikleri vardır devlet üzerinde. Yıllarca bu memleketin iliklerini emmişler, bu milletin çocuklarını adeta katletmişlerdir. Mütemadiyen suni gündem yaratarak bu milletin enerjisini heba ettirmişlerdir. Fail-i meçhuller, başörtüsü sorunu, terör ve daha nice kaotik sorunlar kriptoların ürettikleri sorunlardır. Gaffar Okkan’ın, Adnan Kahveci’nin, Uğur Mumcu’nun ve daha nice insanların öldürülmelerinin ardında bunlar vardır. Oğlu asker olan anaların, oğullarının yemin törenlerine alınmayışlarının ardında kriptolar ve kriptoların etkisinde olan kişiler vardır. Bu yüzden artık bu gizli yaratıkları tespit edip devlet hücrelerinden tefsiye etmek iktiza ediyor mutlak surette. Bilakis kendi egemenliğimizi sağlayamayacağız. Hiçbir kimseye karşı önyargımız yoktur ama herkeste kimliğini açıkça ortaya koymalıdır. PKK bile haddizatında Kürt kardeşlerimizle zerre ilgisi olmayan bir terör örgütüdür. PKK üzerinde egemen olanlar gizli Ermenilerdir. En arkada İngiliz denilen kahpe millet vardır. Terör örgütlerini İngiliz teşekkül ettirir, Coni ve siyonist yönlendirir, Kriptolar (Ermeniler, Pakraduniler, Sabatayistler vs.)  ise sahada rol alırlar. Apo denilen cani niçin PKK terörünü bitireni bitirirler demektedir, çok iyi düşünülmelidir. Bu millet karanlıktan kaçacağına daima karanlığa kaçmıştır. Bu milletin evlatları ne acıdır ki, Allah’ın gösterdiği aydınlığa değil, tağutların çağırdığı karanlığa doğru koşmuşlardır daima. Bu milleti uyandıracak yegâne şey Kur’an’dır. Bu millet Kur’an’ın aydınlığıyla aydınlanmadıkça karanlıkta yaşamaya mahkûmdur. Kim ne derse desin, hakikat budur. Bu millet Kur’an’dan koptuğu an karanlık bu millet üzerinde hükmünü icra etmiştir. Yapılan her güzel şey, onlarca yıldır, kurumlarımız içerisine sızmış olan kriptolarca engellenmiştir. Bu milletin dilini koparanlar kimlerdir? Bu milletin dinini toplumsal hayattan uzaklaştırmaya çalışanlar kimlerdir? Bu milleti Arap kardeşlerine düşman etmeye çalışanlar kimlerdir? Bu arada Arap kardeşlerimizle, onlara şeytan namına hükmeden tağutları bir tutmak bize yakışmaz. Türklerin ve Arapların, İslam temelinde gerçekleştirecekleri birliktelik küresel şeytani düzenin eceli olacaktır inanın. Ama her iki milletin içerisine sızmış kriptolar biteviye bu birlikteliği engellemişlerdir. İki milleti birbirine düşman etmek için mücadele vermişlerdir. Yapılacak her iş bizim zararımıza olacak şekilde yaptırılmaktadır. Bu milleti ideolojik kamplara ayıranlar da bu kriptolardır. Ha bu milletin hiç mi suçu yoktur? Elbette ki en büyük suç bu milletindir. Çünkü şeytanın oyununa gelmemesi gerekir ama gelmektedir. Kendi özüne ve sözüne dönmesi iktiza ederken, küfrün istediği şekilde yaşamakta ve onun sözünü dinlemektedir sadece. Şunu bilmeliyiz ki, mütemadiyen şeytaniyet düzeninin temsilcilerinin yapıp ettiklerini konuşacağımıza, kurdukları tuzakları dile getireceğimize, kendi gündemimizi oluşturmalı ve kendi işimize dönmeliyiz. Bir yerde düşmanı suçlamaya tevessül etmek alıklıktır yani. Zira şeytan vazifesini yapacaktır, sen de vazifeni yapmak zorundasın. Şeytana küfredeceğine, onun planlarını bozmak için planlar kur. Onunun düzenini tahkim edeceğine, onun düzenine darbeler vur. Şeytanın peşinden gideceğine, Allah’ın gösterdiği sırat-ı müstakim üzerinde dur. Düşmanı suçlamakla düşman suçlu olmaz, sen ahmaklığını göstermiş olursun. Şeytanın görevi bellidir, insanın görevi bellidir. Şeytan faal haldeyken, sen şeytanı ithamla zaman kaybedersen, çakılır kalırsın. Düşman çalışırken sen yatarsan, uykunda boğuverir seni kahpe düşman. Biz birbirimizi yemekle uğraşırken, düşman da bizi yemek için uğraşmaktadır. Tutturmuşuz bir ideolojik lafazanlık, gidiyoruz. Kardeşim, İslamiyet gibi yüce bir dini olan millet, ideolojik saçmalıklarla iştigal eder mi Allah, vatan, namus aşkına? Senin bir Önderin (sav) var mı? Var. Bir Kitabın var mı? Var. Bir dinin var mı? Var. Daha neyi arıyorsun sen? Başına bela mı arıyorsun? Ki öyle, çünkü belalardan bir türlü kurtulamıyorsun. Milletine hizmet edeceksin. Ülkeni seveceksin. Kötülüklere düşman, iyiliklere dost olacaksın. Biteviye çalışacaksın. Nefsine tapmayacak, yan gelip yatmayacak, derin uykulara dalmayacak, kardeşini satmayacak, değerlerini fırlatıp atmayacak, Hakk’a batıl katmayacak, tağutlara aldanmayacak, yarı yolda kalmayacaksın.

 

Türk Milleti daima tarihin akışını ve insanlığın kaderini değiştirmiş bir millettir. Sanki adeta Allah tarafından vazifelendirilmiş, kuvvetlendirilmiş ve daima zaferle nimetlendirilmiş bir millettir. Çünkü Yüce Rabbimiz de diyor ki; dinime yardım edene bende yardım ederim. Muhammed Suresi 7. Ayete bakınız lütfen. Türk Milleti de mütemadiyen Allah’ın dini için at koşturmuş, kılıç çekmiştir. İşte buna binaen bu sonuca ulaşmak kabildir. Tabi en doğrusunu Rabbimiz bilir. Türk Milleti İslam için at koşturup, kılıç çektikçe yücelmiş, yükselmiş ve evrene hâkim olmuştur. Türk Milleti varlığını küfürle savaşa adamıştır. Mustazafların silahı, müstekbirlerin heyulası olmuştur. İslam öncesi dönemde de, İslam sonrası dönemde de farklı olmamıştır bu. Zalimlere tarih boyunca kan kusturmuştur. Mazlumlar ise Türk Milletinin varolduğu her yerde gülmüştür. Asla fethettiği memleketlerin kaynaklarını sömürmemiş, milletlerinin hürriyetlerini kısıtlamamıştır. Hiçbir millete din baskısı yapmamıştır. Savaşların da bir yasası vardır ve savaşların öznesi de insandır. Bu yüzden insani bazı durumların savaşlarda ortaya çıkması normaldir ama bizler genel duruma bakıyoruz ve kararlarımızı ona göre veriyoruz. Türk Milleti her zamanda ve zeminde Kur’an eksenli bir hayat yaşamıştır. Temel ahlak ilkelerinden sapmamış, zalimliğe meyletmemiştir. Özü çürüyen ağaç yıkılır, bu milletin de özü çürüdüğü zaman yıkılmaya yüz tutmuştur. Türk Milleti biteviye Arap kardeşlerine düşman edilmeye çalışılmıştır. Bu yönde fitne ve fesat kazanları kaynatılmıştır sürekli olarak. Oysa hakikatte Arap ve Türk düşmanlığını körükleyen millet kahpe İngilizlerdir. Bu milletin evlatları müteyakkız olmalıdır bu tür fitne ve fesat tohumlarına karşı. Eğer bir savaş yapıyorsanız, savaşın doğasında ölmekte öldürmekte vardır. Zenginliğe ulaşmakta, zenginliği kaybetmekte vardır. Bunu algılayamayacak kadar alıklar varsa onların da cerbezelerine karnımız toktur. Türk ve Arap kardeştir, gerisi angaryadır. İlişkilerimiz elbette kardeşlik hukuku temelinde olmalıdır. Kimse kimseye mütehakkim olmaya çalışmamalıdır. Asla unutmamalıyız ki; Müslümanlar kardeştirler. Bugün Araplara düşman olupta, kâfirlere dost olmak namussuzluktan başka bir şey değildir. Tavırlarımızı, kardeşliğimizi göz önünde tutarak tayin etmeliyiz. Araplar Türklere ihanet etmiş diyenlere, zamanında da ittifak yapmışlar deriz. Ne olacak o zaman? Yüce Önderimize (sav) beslediğimiz engin, derin ve yüce sevginin muktezası olarakta, O’nun soyuna karşı asla kin güdemeyiz, bu ihanet olur. Türkler de, Araplar da İslam’dırlar, binaenaleyh kardeştirler. Bu kardeşlik ezelden ebede uzanan bir kardeşliktir ve asla görmezden gelinmeyecektir. Ta ki kardeş bildiklerin, küfrün tezgâhına gelir, ihanete yeltenir, ikaz edersin itiraz eder, işte o zaman gereken ne ise yaparsın ama yine de öldürmezsin olabildiğince ve asla düşmanın insafına bırakamazsın. Tecziye edilecekler de asla milletler değildirler, milletlerin başında bulunan hainlerdir. Ki İslam olan milletler ihanete daima içeriden uğramıştır. Milletler bigünahtırlar. Çünkü milletin karar alıp verme yetkisi yoktur. Suçları varsa bile, bu, olanlara duyarsız kalmak, bir köşeye çekilip sonucu beklemektir.  Bu durumda tolere edilebilecek bir durumdur. Zira bir tiranın karşısında milletin söz söyleme lüksü yoktur. Tıpkı bugün Suriye de olan durum gibi. Esed denilen katile kim ne yapabilmektedir? Başkaldıran acımasızca yok edilmektedir. Şimdi Esed denilen tiranı örnek göstererek tüm Suriyelileri suçlamak ne kadar ahlaki ve adildir? Allah kafayı boşuna mı verdi bize? Hiç kuşkusuz kardeşlerimize karşı da teennili olmak iktiza eder ama kardeşlerimize bir kâfir gibi yaklaşım sergileyemeyiz. Şeytaniyet düzeni ancak Ümmet-i Muhammedin vahdeti ile yerle yeksan olacaktır. Dünyaya hakiki adalet, hürriyet, ahlak ancak böyle görkemli bir birlikle gelecektir. Dünya da münhasıran iki taraf vardır; İslamiler ve şeytaniler. Gerisi safsatadır. Ha şeytanilerin sürüyle ideolojik vs. silahı vardır elbette ama asıl güçlü olanlar İslamilerdir, yeter ki uyanık olsunlar. Müslümansız bir dünya, cehennemi bir dünyadır, o dünyadan ateş eksik olmayacaktır. Müslüman, verimli bir topraktır, tertemiz bir havadır, sımsıcak bir güneştir, aydınlık saçan bir ışıktır, şifalı bir sudur. Bu hakikatin bilincinde miyiz? İşte b u şüphelidir. Hakikat, derinin derinlerinde ki kıymık gibidir. İnsan ondan rahatsız olur ama katlanmayı seçer, onunla yüzleşmeye cesareti yoktur. Tenimiz bitevi kanar, ruhumuz bitevi yanar ama biz alıkça tepkisiz kalırız.

 

Sevgili dostlarım! Bir izahta bulunmam elzem oldu. Türk Milletini anlatırken asla ideolojik bir çerçevede anlatmıyorum, sadece tarihi hakikati izhar etmektir niyetim. Yoksa tarihe mührünü basmış bir milleti ideolojilerin dar çerçevelerine sığdırmak insafsızlık, ahlaksızlık, zalimlik olurdu. Bu yüzden yanlış anlaşılmak istemem. Zaten ilk bölümde de bunu belirtmiş, yazılarımın teferruatlı olarak tetkik edilmesinin iktiza ettiğini ifade etmiştim naçizane. Bu yüzden söylediklerimden yola çıkarak yanlış yorumlara ulaşmak ve ulaşılan yorumlarla şahsımı yaftalamak zalimane bir tavırdır. İslamsız bir Türk esirdir ve yarınsızdır. Bu muhakkak bilinmelidir. Ki bu bilindiği içindir ki, Türk evlatları, aşağılık şovlarla, iğrenç dizlerle, küfrün bataklığından beslenen eğlence programlarıyla, Batı’nın papağanlığını yapan namussuzların zehirli ve kokuşmuş laflarıyla İslam’dan koparılmaya çalışılmaktadırlar. Böyle bir zamanda Türk Milletine sessizce darbe vurmaya yeltenen alçaklara gereken cevabı vermekte elbette Türk Milletinin ve İslam Ümmetinin bir evladı olarak bendenize düşmektedir ve bendenizde bu sorumluluğumun icabını ifa etmekteyim naçizane. Düşüncem ne olursa olsun yine de bu sorumluluğumu ifadan imtina etmezdim. Zira kimlik bağımsız bir olgudur ve asla düşünce ile karıştırılmamalıdır. Düşünce değişir ama kimlik değişmez asla. Geçelim! Türk Milleti hiçbir zaman münhasıran kendi yurdunu savunmamıştır, tüm İslam beldelerinin savunmasını da deruhte etmiştir. İslam Ümmetinin gözbebeği ve yeryüzünün en âli mekânları olan mukaddes beldeleri de savunmaktan, buralar için canları severek vermekten asla imtina etmemişlerdir. Türk-Arap kardeşliğini bozan yegâne unsur kahpe İngilizdir. Bu hakikati rahmetli Erol Güngör üstat bedihi olarak izhar eder. Ki hala aynı tezgâhlar işletmeye çalışmaktadır kahpe İngiliz ve köpekleri coni ve siyonist. Çünkü kahpe İngiliz ve dostları, Türk ve Arap birliğinden it gibi korkmaktadır. Çünkü böyle bir ittifak yeryüzünü kızıl nehirlere döndüren şeytaniyet düzeninin küresel efendileri için mutlak bir felakettir. Böyle bir ittifak tiranların, müstekbirlerin sonu, mustazafların kurtuluşunun ilk ışığı olacaktır. Bu yüzden de her türlü yolla engellenmek istenmektedir. Dâhilimizde ki bazı ahmaklar da düşmanın bu tezgâhına gelmektedir, hakikatten habersiz. Ve ne acıdır ki zalimlerin cehennemine odun taşımaktadırlar. Kahpe düşmanın oyununa gelmek Türk evladı için züldür. Türk evladı zalimin yaktığı ateşe odun taşıyamaz. Kardeşlerini yakamaz. Türk’ün yapacağı bir şey varsa, o da, kadim zamanlarda yaptığı gibi ümmete liderlik, ağabeylik yapmaktır. Domuzlara sevgi besle, kardeşine kin duy, bu densizliktir, aşağılık bir şeydir. Hayır, bir Türk’ün bir Arap’a düşmanlık etmesi için hangi sebep gösterilebilir? Araplar hain deniyor, peki ya domuzlar birliği olan Avrupa kim? İnsanlık ailesinin kanını, terini, yaşını içen aşağılık bir vampir değil mi? Adeta zehir bir örtü haline getirilmiş battaniyelerle Kızılderili kardeşlerimizi tarihin görmediği bir vahşetle katleden kimdir Allah, vatan, namus aşkına? Avrupa ya da Batı denilen soysuz, barbar, kanı bozuk, aşağılık domuzlar değil mi? insan ahmak, alık olursa ne yapacağını, niçin yapacağını ve kim için yapacağını bilemez elbette. Türk evladı tarihini iyi bilmelidir, ecdadını iyi tanımalıdır. Dostunu ve düşmanını çok iyi fark etmelidir. Fitne ve fesat tohumu eken odakları perişan etmelidir. Fitnenin katletmekten daha büyük tehlike olduğunu buyurmaktadır Rabbimiz. Bakara Suresi 191. Ayete bakınız lütfen. Bu yüzden fitnecilerin ve fesatçıların katledilmeleri kesinlikle elzemdir. Müslüman kimliğine sahip olmaklığı Türk Milletine ağır bir sorumluluk yüklemektedir; o da ruy-i zeminde fitne tohumu kalmayıncaya kadar küfürle savaşmaktır. Zalimler zulümlerinden vazgeçmedikleri müddetçe zalime af yoktur. Bakara Suresi 193. Ayete bakınız lütfen. Bizim hayat düsturumuz budur. Kardeşine düşmanlık etmek, kardeşini kâfir karşısında savunmasız bırakmak ve onu destekten mahrum koymak Türk evladına asla yakışmaz. Düşmanına bile büyüklük gösteren, ona âlicenap davranan Türk evladı, kardeşine karşı zalimlik edemez. Türk Milleti tarih boyunca oyun kuran bir millet olmuştur, şimdi kurulan oyunlara figüranlık yapamaz. Yine kendi oyununu kurar ve oynar hatta oynatır. Kadim zamanlarda düşmana kan kusturmuş, dünyaya nizam vermiş, adeta tarihi yapmış bir milletin evlatları düşmanın oyununu oynayacak kadar küçülemez, zelil olamaz. Tarihini bilmeyene, bu tarihin diyerek tarih öğretirler ama öğretilen tarih öğrenenin tarihi değildir, öğretenin tarihidir. Aynı şey din içinde geçerlidir. Sen dinini bilmezsen, senin dinin budur derler ve seni ham yapıp yerler. Sonra da bir türlü çıkamazsın bataklıktan. Tarihini namuslu insanlardan okuyacaksın. Ya adam Türk demeyeceksin, dersen ayvayı yiyeceksin. Nice kişiler vardır ki Türk Maskesi takmıştır ve anlattığı asla Türk’ün tarihi değildir. Nice Türk kimlikli alçaklar vardır ki, ecdadımızın can düşmanıdır. Her Türk kimlikliyi Türk bilmeyeceksin. Her İslam kimlikliyi Müslüman görmeyeceksin. Yoksa cehennemin dibini boylarsın. Ki bu milleti, bu ümmeti kâfirler, müşrikler, münafıklar karşısında aciz düşürenler kimlerdir Allah aşkına? Herhalde kimlikleri açık olan düşmanlar değillerdir bunlar. Sen Türk Milletinin asil ve necip evladısın ki, müesses düzenlere intibak etmezsin; İslam ahlakı ve adaleti temelinde, en yüce ve yüksek nizamı kurar ve herkesi ona uydurursun. Sen Hakk, Halk ve Hakikat yolunun davacısı ve yolcususun. Kanını, terini ve yaşını bu kutlu ve kutsal yolda, uğurda akıtırsın ve dahi akıtmalısın. Sen Allah Nizamının ve Erdem Kentinin haysiyetli, ahlaklı ve adil işçisisin. Sen kimsen o olmalısın, kim değilsen o olamazsın.

 

Evet dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim! Bizler, kökleri mazinin derinliklerinde saklı bir milletin insanlık ailesine yol tayin etmiş, yön göstermiş, hedef belirlemiş âli bir devletin ve o milletle devletin el ele, omuz omuza vererek, sancısını çekerek inşa ettikleri temiz, mümtaz, görkemli bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizim ideolojimiz yok. Bizim bir dinimiz bir de kimliğimiz var. Bizim için gerisi angaryadır. İnsanlık için var olan ve tek din olan İslamiyet’in ve acılardan, göçlerden, geleneklerden, cenklerden, kültürlerden, barışlardan ve binlerce yıllık tecrübelerden sadır olmuş bir törenin çocuklarıyız. İnsanlık ailesinin son Önderi (sav), varlığımızın biricik anlamı, yüce sevgilimiz, mutlak güvencemiz, Hz. Muhammed’in (sav) ümmetiyiz. Alelade bir yaşamın oyuncuları olamayız. Kaidesi olan, disiplinli ve denetimli bir ümmetin ve milletin evlatlarıyız biz. Cenk meydanlarında hala izimiz, milletler arasında kanun olan sözümüz vardır bizim. Ruy-i zeminin her toprağına kanımız akmış, canımız düşmüştür. Nizam vermişiz âleme. Kitaplar kifayetsiz kalmış bizi anlatmada. Elan yaşadığımız, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin müesses olduğu toprakların bile her karışında necip ecdadımızın izleri, mühürleri, terleri, yaşları ve kanları gömülüdür. Doğu’dan bir güneş gibi doğan ecdadımız Batı’yı da aydınlatmıştır. Bu yurt bize Alpaslan’ın emanetidir. Mukaddes bir günde, mukaddes saatlerin ardından, mukaddes mühür basılmıştır bu yurdun topraklarına. Bu mühür bugüne kadar durmuştur, badema da duracaktır, silmeye yürek gerek. Silmeye yeltenenler silinecektir ama mühür kalacaktır. Yeter ki bizler özümüzü, sözümüzü bilelim, yüzümüz ak, kalbimiz berrak olsun. Ecdat yatmamış ve senin için at koşturmuşsa cenk meydanlarında ve sen yatıyorsan, utanmalısın ey Türk evladı! Ecdat senin için ölmüş ama şimdi sen ecdadı öldürüyorsun. Suratına bir okka tükürmek icap eder amma değmez. Ecdadın cenk meydanlarında ömrünü tüketmiş, sen ise birer lağım makinesi olan ekranların tutsağı olmuşsun ve en kıymetli zamanlarını, çağlarını o makineye hasretmişsin. Ecdadın gözlerini kaybetmiş kitap okurken, ilim talim ederken, sen ise gözlerini kaybediyorsun aşağılık, mikrop yüklü, soysuzluk akan eğlenceleri izlerken. Onlar şahadet demiş, sen yaşamak diyorsun ve bir de buna yaşamak diyorsun. Oysa ecdadın yaşadı sen yaşamıyorsun ama yaşadığını sanıyorsun. Görevin mirasa sahip çıkmaktı, ona konmak değil. Sahip çıkmakla onurlanırsın, konmakla utanca mahkûm olursun, tabi adamsan! Ecdadının saygınlığına sahip çık ki saygınlığın olsun. Diz çöktürülen düşmanlar karşısında diz çökmek ebedi utanca mahkûm olmaktır, bize yakışmaz.  Böyle bir şey ecdadın ruhunu azaba garkeyler. Hakk demiş, Halk demiş, Hakikat demiş, Ahlak demiş, Adalet demiş, Vatan demiş, Devlet demiş, Millet demiş ecdadımız. Peki, sen ne diyorsun ey iman ve vatan ehli? Onlar niçin koşturmuş, neyin peşindesin? Türküz diyoruz, tarihte Türkler vardır diyoruz. Eee ne olmuş diyorsak ya da demiyorsak? Evet, elbette Türk Milleti vardır ama niçin vardır peki? Şan, şöhret, makam, mülk davası için mi vardır? Dünya nimetlerinin peşinde ömür tüketmek, düşmanın önünde diz çökmek için mi vardır? Kendi kavmini, ırkını korumak, yüceltmek için mi vardır? Barbar, vahşi, katil Batı’nın yeryüzüne boşalttığı pislikleri yutup, kendi çocuklarını bu pisliklerle zehirlemek için mi vardır? Öyle kuru kuruya Türk’üm demekle olmuyor kardeşim. Türk var tamam ama hani nerede eski Türk? Böyle Türk olmasın daha iyi! Türk’ün dünyaya sahip olma kaygısı ve kavgası yoktur, dünyaya nizam verme kaygısı ve kavgası vardır. Türk basit davaların adamı, insanı, milleti değildir. Dün ulvi ülküler için kavga veren Türk’ün evlatları bugün süfli arzular için kavga veriyor ne hazin, ne kahredici bir manzara Ya Rabbi! Kutsal bir zamanda, Allahuekber nidalarıyla yurt eylenen topraklara bugün düşmanın lağımları akıyor adeta, şov, eğlence, magazin, dizi, film adı altında. Mütemadiyen kirleniyor topraklarımız ve biz kirleniyoruz. Şehit kanlarıyla temizlenen topraklar, düşmanın pislikleriyle kirleniyor. Kutsal mühür, anlamını kaybediyor günden güne. Kanla yazılan tarih kinle yok ediliyor.

 

Anadolu yurt eylenmiş, milletin derdi dert eylenmiş, acılarımız sert eylenmiş ve fasılasız savaşlarla namertler perişan eylenmiş. Gelmişiz bugünlere. Kavgamız da, Kızıl Elmamız da İlay- Kelimetullah olmuş daima ve öyle olacak badema. Allah için atlar koşmuş, kılıçlar kınından çıkmış, her karış toprağa kanımız akmış. Kadim imparatorluğumuzun banisi olan Osman Bey diyorlar ki; ‘’ne boş lafların adamıyız, ne de kuru kavgaların peşindeyiz, ne evrene hâkim olmaktır niyetimiz, ne de dünya nimetlerine erişmektir idealimiz. Bir tek yolumuz, tek bir davamız vardır; o da Allah’ın yolu ve davasıdır.’’ Burada ki derinliği, keskinliği ve inceliği algılayıp, anlayıp, idrak edebiliyorsak sorun yoktur. Şayet burada ki yol işaretlerini algılayamıyor, müşhade edemiyor ve idrak edemiyorsak daha uzun yıllar zincirlerimizle yaşar gideriz. Çünkü burada ki derin dersi alamayan, ne yapacağını, yapacağı şeyi nasıl yapacağını, yaptığını ve yapacağını kim için ve kim adına yapacağını da asla anlayamaz. Bir Teoman vardır ve Atilla’mı vardı. Mete kan kusturdu Çin’e, Alpaslan yurt kıldı Anadolu’yu. Osman Bey yeti kıtaya hükmeden bir imparatorluğun banisiydi, Sultan Abdülhamit Han onunu beş paralık etti Siyonist domuzların. Tüm hanlarımız, hakanlarımız, padişahlarımız tek bir davaya kendilerini adamışlardı; Türk’ün varoluşu ve İslam’ın cihana hâkimiyeti. Hiçbir devirde barbar, vahşi, katil, alçak, namussuz, Allah düşmanı Batı karşısında boyun eğmemiş, diz çökmemiştir ecdadımız. Ne aman dilemişler ne de aman vermişlerdir küffara. Ne ulvi ülkülerinden, ideallerinden vazgeçmişler ne de yenilgiye uğramışlardır. Cenk meydanları Türk’ün cesaretine tanıklık etmiştir daima. Zira hezimet züldür Türk için. Canlarından vazgeçmişler, mülklerinden feragat etmişler, sevdiklerini geri de bırakmışlar ve bir an geri dönmeyi akıllarından geçirmemişlerdir. İşte ecdadımız budur, işte Müslüman Türk budur. Türk’üm demekle olmuyor bebeğim, Müslüman’ım demekle olmuyor bebeğim; şayet dediklerini yaşamıyorsan! Sevdiler ve sevdiklerini canlarıyla ispat ettiler. Onlar laf söylemediler, nutuk atmadılar, söz ettiler, sözleri namustu namuslarına sadakatlerini ispat ettiler. Üstat Nurettin Topçu ağabeyin kıymetli hocaları Abdülaziz Bekkine ağabeyimiz, hocamız, üstadımız bakınız ne diyor; ‘’dünyada tartılmayan hiçbir şey yoktur, ta ki amellerimiz bile tartılacaktır sonunda. Eğer fedakârlık yapmıyorsan sevgini nasıl ispat edeceksin? İnsan seviyorum diyorsa, fedakârlık bunun yegâne ispatıdır.‘’ Seviyorum de ama sefahat içinde yaşa, tüm mevcudiyetini konfor, lüks sarmış olsun, mülk yığ, keyfin o biçim olsun, ölümden kaç kaçabildiğin kadar. Peki, sen hangi sevgiden bahsediyorsun bebeğim? Sevmek bedel ister, sadakat ister, fedakârlık ister, yorulmak ister, ter, yaş, kan ister. Bunlarda bezin yoksa sevgi senin neyine? Ne sahtekâr ol ne de şarlatan. İnsanın en büyük kursularından biri de budur. Utanmamak adına; yapamayacağı, yapmadığı şeyi yapıyormuş gibi görünmek. Sevmemek, sevgi gibi bir duyguyla zerre bağı olmamak ama sevdiğini söylemek ve bu şekilde insanları aldatmaya yeltenmek. Atalarımız bu halimize şahit olsalardı, vallahi mürailik fışkıran suratlarımıza tükürmeye bile tenezzül etmezlerdi. Koşanlar koştu, biz oturalım öyle mi? Kazananlar kazandı, biz yiyelim öyle mi? Ölenler öldü, biz yaşayalım öyle mi? Onlar uyumadılar ama düşmanlar uyuttu bizi. Onlar ölürken yaşattılar, biz yaşamak için kahpece katlediyoruz. Onlar kan, ter, yaş akıttılar bizim için; bizse bizim olanları kaybederken ter, yaş, kan akıtıyoruz. Onlar çoğalmak için yiyemediler, bizse yedikçe tükeniyoruz. Böyle bir haldeyken yaşıyoruz diyoruz. Veyl olsun bizlere! Bu sözlerimizle asla atalarımızı tazim ve tebcil etmiyoruz. Ki tazim ve tebcil de ancak Allah’a mahsustur. Bilakis kulları yüceltmek şirktir. Evet, onların değerini ve bize bıraktıkları mirasın kıymetini bilmemiz iktiza ediyor ama onları yüceltmekle ne onlar yücelir ne de biz yüceliriz. Ki onlarında bizlerden bekledikleri asla bu değildir inanıyorum. Onlar bizden emanetlerine ihanet etmememizi ve emanetlerine layığı ile sahip çıkmamızı, o emanetleri namusluca taşımamızı beklemektedirler. Sessizliğin kalbinden bunu fısıldamaktadırlar bizlere. Tabi bu kutsal vazifeyi bihakkın ifa edebiliyor muyuz, asıl mesele budur.

 

‘’Nerede bir birlik varsa, orada bir ruh vardır. Nerede bir madde varsa orada çözülme vardır. Madde manayı örter, mana ise maddeye canlılık ve anlam katar. Şayet ruh gider madde kalırsa, ne birlik kalır ne de düzen’’ derken sonsuz haklıdır Nurettin Topçu üstat. İşte bizi bugünlere getiren de ruh birliğinden sadır olan kuvvetimizdir. Ceddimizin cihana hâkimiyetinin ardında gizli olan sırda budur. Ama son asırlarda biz bu sırra ihanet ettik maalesef ve tüm kuvvetimizi kaybederek düşmana adeta teslim olduk. Düşman yani şeytan aramıza girince de birliğimiz, bütünlüğümüz, kuvvetimiz hazan yaprağı gibi savrulup gitti. Dilimiz gitti, dinimiz gitti, kültürümüz gitti, değerlerimiz ve töremiz gitti, nihayet medeniyetimiz gitti. Ve bizler, bizi bizden alanları bizden bildik. Onları sevdik, ecdadımızdan nefret ettik. Ecdadımız ruh dedi, biz beden dedik. Oysa ruh baki, beden ise faniydi. Faniye gönül verdik, şeytana yenildik. Çünkü fani şeytandı ve faniye tapanlar şeytandandı. Sonsuzlaşan şey ruhtur. Madde ise yokluğa mahkûmdur. Çünkü maddenin özü yokluktur. Ruha ise sonsuzluk işlenmiştir. Ecdadımız hayata, insana ve evrene daima ruh cephesinden bakmıştır. Ne maddeye tapmıştır ne de madde için canını feda etmiştir. İster fert olsun, ister millet olsun, ister devlet olsun, ister medeniyet olsun, hepsine anlam ve derinlik katan ruhtur. Ruhsuz hiçbir şeyin tadı, anlamı, canlılığı olmaz. Ve ruh yönünde zafere erişemeyenin madde yönünde erişebileceği hiçbir zafer yoktur. Bizim köklü ve kadim tarihimizi bugünlere getiren şey, işte bu yüce ruhtur. Hakiki harpte, ruh cephesinde verilen harptir. Şeytan ve dostları niçin biteviye ruh cephesinden tazyikatta bulunmaktadır? Çünkü ruhu çöken bir insanın, milletin ayakta kalması muhaldir. Ağır ve hantal gövdeniz de ki ruhun çıkıp gittiğini düşününüz, geriye et yığınından başka ne kalırdı? Dini elden giden bir milletin, vatanı olabilir mi? din vatanın ruhudur. Din gittiği an vatan da gider. Namusu giden bir kızın kalan neyi vardır ki? Şerefi giderse bir erkeğin gitmemiş ney vardır ki? Bir et yığını hangi anlama sahiptir? Türkiye ismiyle bedenleşmiş bu mukaddes toprakların her zerresinde ceddimizin rahmet yağmurları gibi akan teri, yaşı ve kanı gömülüdür. Hadi çıkarın da göreyim sizi! Mutantan bir tarihin, asırlar içerisinde büyüttüğü ve şekillendirdiği bir ulvi davanın anlaşılamaması ve idrak edilememesi ne derin ve keskin acıdır Ya Rabbi! Ceddimizden tevarüs eden kutsal davanın yerlerde süründürülüyor olması bizim için züldür. Bu yüzden ruhu muazzep olmayan biri varsa, o, bu topraklara yüktür. Maateesüf ruhi yönümüzden sarsılıyoruz. Bu sarsıntı tahminsiz tahribatlara neden olmaktadır.  Mana gitti mi maddenin varolması kabil değildir. Bunu fark edemeyen sağır vicdanlara, düşüncesiz kafalara, kör gözlere, hissiyattan mahrum kalplere veyl olsun! Bir milletin manadan mahrum kalması, ruhsuzluğun girdaplarında kaybolması, fani maddenin esiri olması ve yaşamını maddeye göre ayarlaması, o milletin ömrünü doldurduğuna delalettir. Tarih sahnesinden çekilen bir Türk, insaniyete de, İslamiyet’e de ihanet etmiş sayılır. Tarihinde, insanlığında, ümmetinde Türk Milletine ihtiyacı vardır. Türksüz tarih karanlıktır. Türk Milleti, mutlak ve yegâne Önderinden (sav) aldığı ışığı âleme tutan ve o kutsal ışıkla tüm varlığı aydınlatan bir millettir. İşte ecdadımızı sonsuzlukla taltif eden bu ulvi ve kutsal vazifedir. Dünya için koşan yorulur ve bataklığa çakılır kalır. Dünya bir leştir çünkü. Dünya dendiği zaman; aklımıza, kirli menfaatler, namussuz hesaplar ve pazarlıklar, ucuz ve küçük davalar gelir. Büyük insanların ise, küçük şeylerle işi olmaz. Ecdat büyüktü ve asla küçülmedi, binaenaleyh küçük işlerle işi olmadı, leşin peşine düşmedi. Leşin peşine düşen ve küçük hesapların içinde kaybolan torunları ise perişan oldu. Ceddimiz karşılıksız yaptı ne yaptı ise, bizler ise karşılıksız adım atmıyoruz ne yazık ki. Peki, biz bu hallere nasıl düştük? Din, devlet, vatan, millet için fedakârlık beklenir amma bir yerim olsun yeter ki dileyin ne dilerseniz deriz. Bu millet, bu devlet, bu din, bu vatan bana ne verdi ki benden bir şeyler istiyor herzeleri yeriz. Ve işte bu sefil zihniyet bizi cehenneme götürür. Şeytanın oyuncağı yapar. Nihayet mezellet ve meskenete mahkûm olur, kaybolur gideriz. Birliğimizin, dirliğimizin, bütünlüğümüzü, düzenimizin bozulmasının ve namussuzların, şeytanilerin bizleri mahvetmelerinin, her şeyimizi çalmalarının yegâne nedeni işte budur. Ruhun yerini maddeye bırakmasıdır. Zamanımızda bireyleri buluşturan, kavuşturan, seviştiren şey ulvi ve kutsal davalar adına bir araya gelme durumu değildir. Ucuz ve kirli çıkarlarda uyum sağlama durumudur. Bu bizim sürgünümüzdür. Ne ağır bir azaptır, ne derin bir ıstıraptır, ne bitmeyen bir sürgündür bu Ya Rabbi! Bu milletin yaşayabileceği, görüp göreceği en büyük acıdır, azaptır bu. Türk Milletinin tarih sahnesinden çekilmesini intaç edecek dermansız bir derttir, felakettir belki de. Rabbim korusun bizleri, yoksa biz bizi koruyacak durumda değiliz. Âmin. Ceddinin yolundan sapıp, şeytanın yoluna giren bir milletin mukadderatı perişanlıktır, sefilliktir, zillettir. Kaybetmediğimiz tek bir cephe kalmış mıdır Allah, vatan, namus aşkına? Her cepheden darbe alıyoruz. Karanlıktan değil karanlığa kaçan aydın yaftalı züppelerin, mikrop yayan basılı paçavraların, eğlence, magazin, dizi ve şov adı altında ki pislik akan kötülük tohumlarının kıskacındayız. Neslimiz mütemadiyen bozuluyor. Birlik yok, dirlik yok, düzen perişan. Adeta dünya denilen leşin peşinde koşturan hayvan sürüleri gibiyiz.

 

Tinimiz tenimizden cebren ve hile ile metazori olarak koparılmış maatteessüf. Yolumuzu kaybetmiş, yönsüz kalmışız. Fani evreni baki sanmışız. Nimetlerin cazibesine kanmışız ama nimet haddizatında külfetmiş aldanmışız. Bilinç, şuur, feraset, basiret yok. Herkesi yargılıyoruz ama anlamıyoruz. Ahlak iflas etmiş. Ecdat kötü, tarih kötü, millet kötü, töre kötü, değer kötü; bir tek biz iyiyiz öyle mi? tefessüh etmişiz de farkında değiliz. Ecdada küfret, tarihe küfret, millete küfret, ümmete küfret, tevhide yanaşma, mücadeleye yanaşma, mirası hovardaca harca ve git şeytanın ve dostlarının yanında yer al. Bu olacak şey mi Allah, vatan, namus aşkına? Her şeyi yanlış öğrenmişiz, şimdi yanlışlarımız ortaya konulunca çıldırıyoruz. Yanlışlarımızı alışkanlık etmişiz, bir türlü kopamıyoruz. Oysa hafızamıza format atıp yeniden oluşturmamız iktiza ediyor. Ceddimizin, terle, yaşla, kanla elde ettiği mukaddes olan ne varsa düşmanlara peşkeş çekmekten hicap duymuyoruz. Atılımlarda bulunmak, hamleler yapmak için enerjimiz kalmamış. Ömrümüzü firavunlara, karunlara, belamlara hasretmişiz. Adeta köleliği kanıksamışız. Ulvi ideallerimizi maddeye müreccah kılmışız. Neslimizin terini, yaşını, kanını ve umutlarını dünya nimetleri adına heba ediyoruz, sömürüyoruz. Dillerimizde Allah var amma gönüllerimiz kararmış ve sevgiden yoksun kalmış, ellerimiz uzamış ama uzanmamış. Haysiyetten, hissiyattan ve hassasiyetten bihaber yarınlar adına umut bildiğimiz gençliğimiz. Şeytanın teranelerinden sağır olmuş kulaklarımız ve türkülerimize yabancılaşmış. Şarkılarla sarhoş olmuşuz ama şarkılar kendi şarkımız değil. Ne şiirimiz var ne de nesrimiz. Batı’nın ve batılın tutsaklarıyız. Küçük ve ucuz çıkar hesaplarında kaybetmişiz şerefimizi, ahlakımızı, adil yönümüzü. Biz böyle bir millet değildik, olmamalıydık. Kendimize Müslüman demekten de, Türk demekten de hicap duymuyoruz. Her şeyin lafla olacağını sanıyoruz. Oysa eylem yoksa ne anlamı vardır hayatın? Dirileceksin, gerileceksin, direneceksin, özüne döneceksin, sözüne döneceksin, hatıralarını unutmayacaksın, zafer şarkılarını terennüm edeceksin, ceddinin izinden gideceksin, Önderini (sav) bileceksin.  Nerede düştüysek kavgamızda işte oradan başlamak lazım kavgaya ve ruh cephesinde düştük, ölümsüz ruhu kuşanarak başlamak gerek işe. Ne kolay yaşadı ecdat ne de kazanmak kolay oldu görkemli zaferleri ve ne de tersiz, kansı, yaşsız bırakıldı bu miras. Harcarken unutuyoruz, mirasın nasıl bırakıldığını. Cenk meydanların da at koşturup, kılıç sallayan ecdadın torunları şimdi ucuz ve basit zevklerin peşinde ömür tüketiyor ne hazin. Onlar bir dakika bile rahat etmediler, şimdi çok rahat yatıyoruz ve yattığımız gibi bir de satıyoruz tüm değerlerimizi.  Bu hal sana yakışıyor mu ey vatan evladı!?! Ey Müslüman Türk evladı! Zaman içinde her şey değişmiştir ta ki silahlar bile ama bir şey aynı kalmıştır; düşmanlık ve badema da aynı kalacaktır. Ne Hakk’ın ve batılın kavgası nihayet bulmuştur ne de Hilal’in ve salipin mücadelesi hitam bulmuştur. Ne insanın ve şeytanın mücadelesi, ne de tevhidin ve şirkin kadim kavgası sona ermiştir. Bu kavgalar ezeli ve ebedi kavgalardır. İnsanlığın varoluşunda vardılar, yokoluşna dek sürecektir. Tarih, iyinin ve kötünün mücadelesi tarihidir. Bu mücadele de tarafını iyi belirleyeceksin ve silahını kullanmasını iyi öğreneceksin. Ceddimizin tarafı belli idi ve silahını da en ideal şekilde kullanıyordu, yıkılmadıysa sebebi budur. Ta ki içeriden vurulup sarsılıncaya dek asla eğilmedi, yılmadı, yıkılmadı. Bilge Kağan diyor ki; ‘’Büyük Türk Milleti daima ayaktadır, ayakta kalacaktır ve bu hal üzere var olmaya devam edecektir. Yeter ki, yer sarsılmasın, gök üzerine çökmesin. Ne töresi bozulur ne de ili talan olur. Ta ki, içeride kargaşalık meydana gelmesin.’’  Evet, hiçbir insan da, millette, devlette asla dışarıdan yıkılıp, yok edilemez. İçerisi bozulursa dışarısı da bozulur ve düzen de, devlette, millette, ümmette harap olur. İller talan edilir, töre silinir gider. Biz hep içeriden vurulduk maalesef ve tam da bu yüzden yorulduk. Çünkü düşmanın attığı taş zor gelmez insana, dostun gülü öldürür insanı. Din yoksa vatan yoktur, ruh yoksa beden yoktur. Mana yoksa madde boştur, anlamsızdır. Yüce ve yegâne Önderimiz ne diyorlardı? ‘’Gövdemizde, gövdemize anlam katan ve onun canlılığını sağlayan öyle bir organımız vardır ki, eğer o bozulursa tüm gövdemiz harap olur, o organımız kalbimizdir.’’ İşte olay budur. Koca bir maddeye anlam katan, onu değerli kılan; küçücük bir manadır. Mana derindir, madde ise sığdır. Manayı iyi muhafaza edeceksin. Mana giderse madde biter. İçine düzen veremeyen dışına nasıl düzen versin? Manayı koruyamayan maddeyi nasıl korusun? Türk Milleti, mananın milletidir, asla maddenin değil. Fitne ve fesat ateşi yakmak isteyenleri etkisiz kılmazsan tüm manalar silinir gider. Mana, birlik demektir. Fitne ve fesat ise birliğin düşmanıdır. Kalbini korursan bedenini korumuş, dinini yaşatırsan vatanını yaşatmış olursun. Tıpkı dilini muhafaza ettiğin zaman milletinin varolacağı gibi. Bilmeliyiz ki, fitne çıkarmak, bir insanı katletmekten sonsuz kez daha fecidir, tahripkârdır. Türk Milletini sarsan, yıkan şey daima fitne olmuştur. Bu yüzden fitnecilere asla aman verilmemiştir, fitneciler anında infaz edilmişlerdir. Çünkü bir fitneciyi infaz etmekle, tüm insanlığı muhafaza etmiş olacaksınız.

 

Üstat Ali Şeriati diyor ki; biz Allah’tan başka sahibi olmayanlarız. Türk Milleti de Allah’tan başka sahibi olmayan bir millettir. Türk Milleti Allah’sız değildir ve olamaz. Allah’sızlık demek, insanın kendi varlığına ihanet etmesi demektir. Ecdada saygı ve sadakat esastır. Onların yolunu takip etmekten utanılmaz. Evet, ecdat mutlak doğrudur, layüseldir, tenkit edilemez demiyoruz ama mutlak yanlışta değildir ve bizim ecdadımızdırlar. Ecdadını bilmeyen kendini de bizlemez. Ecdadın olmasaydı sen olur muydun bebeğim? Türk Milleti günah bataklığında yaşayamaz. Şeytanın, beden coğrafyasının kalp başkentini işgal etmesine müsaade etmez. Kötülerle, zalimlerle dost olmaz, onlarla sırlarını paylaşmaz. Bilakis, kötülere ve kötülüklerine, yaptığı demirden kanunlarla geçit vermez. Ecdadından tevarüs eden mirası malayaniliklerde heba etmez. Bilakis mirası korur ve mirasın üzerine koyar. Atadan kalmasaydı ne yapılabilirdi? Ve senden kalmazsa yarınlardaki yavrularımız ne yapacaklar? İstikbalin neslini düşünmek, insanlık, İslamlık ve milli görevimizdir. Türk Milleti daima yarınlar için yaşamıştır asla bugün için ve kendi için değil. İstikbalinin ve istiklalinin teminatı olan aziz evlatlarını, çakalların, haydutların, hainlerin, şeytanların ve dostlarının inisiyatifine bırakmak züldür, zillettir Türk Milleti için. Evlatlarını; ilimden, kitaptan mahrum bırakmak ve şeytani hazların meftunu kılmak yakışmaz bu millete. Bırakırsa alçaktır ve alçalmaktan kurtulamaz. Ceddimizden tevarüs eden mirası; kirli ve alelade zevklerin meftunu olmuş, ruhu ve vicdanı harap olmuş, beyni dumura uğramış, ahlaki olarak iflas etmiş nesiller değil, kafası ve kalbi kitabın nuruyla aydınlanmış, demir yumruklu, yüreği sevgi dolu nesiller koruyup, yaşatabilirler ancak. İstikbal bugün yetişen nesillerin olacak ve istiklali onlar sağlayacak. Gençliğe sahip çıkan gençliği kazanacaktır. Bugün gençlere sahip çıkmazsanız yarınlardan bir şey beklemeye hakkınız yoktur. İman ve vatan yolunda, acılar, çileler, sürgünler hoş gelmiş safa gelmiş. Asla aldırmayacaksın sana yapılan pespayeliklere.  İt ürüyecek sen yürüyeceksin ve kervan ilerleyecektir durmadan. Tarihinize, ecdadınıza, dininize, devletinize, vatanınıza, milletinize ihanet edenlerle asla dost olmayacaksınız. Evet, onları ıslaha çalışacaksınız ama onlara asla güvenmeyeceksiniz. Onlardan hiçbir kutsal değere hayır gelmez. Onlar ihanet ederler ama sadakat göstermezler. Kimliğinizi gururla taşıyacaksınız, dininizi namusluca yaşayacaksınız. Siz kimliğinize ve dininize ihanet ederseniz, başkaları sizleri hiç saymazlar, hatta yerinizi alırlar ve sizi ortadan kaldırırlar. Sen namussuz olursan namuslular kime sığınacaklar?  Şerefli ol ki şerefsizlerden şikâyete hakkın olsun. Türk’ü yaşatan, yücelten ve yükselten namusu ve şerefidir. Müslüman Türkoğlu-kızı isen, kimliğini gururla taşır, dinin için cesurca savaşırsın. Lafta boğulmayacak eylemde yorulmayacaksın. Türk’üm, Müslüman’ım diyeceksin ama her türlü kahpeliği edeceksin, işte bu olmaz. Bu olursa sen olmazsın. Bir gönülde iki sevgiliye yer olmaz. Ya Allah vardır gönlünde ya da dünya. Türk Milleti dünya için değil Allah Davası için vardır. Vazifesini ifadan imtina eden, yüce hazinlerinden feragat etmiş olur. Yatmayacak, uyumayacak, nutuklarla iştigal etmeyecek, ihanete yeltenmeyeceksin. Elde ettiklerinle sevinmeyecek kaybettiklerine üzülmeyeceksin, her düştüğünde yeniden kalkmasını bileceksin. Kazanmadan harcamak derin utanca gark eder insanı.  Aldığının üstüne koymazsan zaman gelir orta kalırsın. Mezellete ve meskenete mahkûm olursun. Evladının senin yüzünden utanmasını istemiyorsan, çalışmaktan utanmayacaksın, usanmayacaksın. Ne diyordu istiklalin ve istikbalin büyük şairi Akif; ‘’sen yangınlar içinde kalsan da, evladını yangınlar içinde koyma.’’ Yan ama yakma. Yanarsan yaşatırsın ama yaktıktan sonra yaşasan kaç yazar? Dünlerde yananlar yandı ve sen bugün yaşıyorsun. Peki, bugün yanmazsan yarın kimi yaşatabilirsin? Çalışmak ibadettir dinimizde ve ibadet bilip aşkla çalıştı ceddin. Ya sen ne yapıyorsun bugün? Kötülük tohumlarını yok et ki, evlatların iyiliklere zaman bulsun, kötülüklerle mücadele ederken yorulmasın. Evlatlarını diriltecek sözler bırak ki, o sözlerle özlerde ki kıvılcımlar tutuşsun. Münafıkları, müşrikleri, kâfirleri ve bunların tuzaklarını iyi bil. Çünkü en büyük zarar bunlar gelir. Bunların içerisinde de münafıklardan kork. Zira en büyük tehlike bunlardır. Münafıklar senden görünürler ama senden değildirler. Tarihini ve kitabını iyi öğrenirsen, bunların kim olduklarını da iyi bilirsin. Münafık söyler ama yapmaz. Kâfir açıktır, bu yüzden fazla zarar gelmez. Sen kendini gösterenden değil, göstermeyenden kork.  Ağır uykuya dalma, nutuklara aldanma, maskelere kanma, düşmana sırrını açma, daima teyakkuzda bulun. Allah, Önder, Kur’an haricinde hiçbir şeye yüzde yüz güvenme, inanma.  Malayani zevklerin, mürai yüzlerin, yalancı sözlerin peşinden koşma. Zira kölelik ve koyun gibi güdülmek kaderin olur. Kökleri sarsılan ağaç asla ebedileşemez, gelişemez ve kurur gider. Ahlakı çöken ve çürüyen bir insanda, millette asla payidar olamaz. Kadim devlet-i aliyemizin nasıl ulu bir çınar olduğunu tefekkür ediniz. Türk Milletinin evladı isen, elbette ki ceddini biliyorsundur, bilmelisin, bileceksin. Bilmiyorsan yaşadığına yazık! Boşuna yaşamak diye işte tam da buna denir. Bana bir tek yeni gösterin ki, eskinin yenilenmemiş hali olsun.

 

‘’Bir milletin özünü, ruhunu, o milletin mazisinin derinliğinde arayınız. Kaybettiği ruhu kazanmak uğruna, fani maddeden feragat eden ve varlığını kaybettiği ruhunu bulmaya adayan ulvi fedakârlığı, kendi kadim tarihi içinde Anadolu tatmış ve tanımıştır. Zira hürriyet gibi insanı insan eden bir değer uğruna kurbanlar vermiştir’’ diyor bu milletin en haysiyetli evlatlarından, bu toprağın en soylu münevverlerinden biri, belki de birincisi olan Nurettin Topçu üstat. Nurettin Topçu’yu anlamadıysanız ne bu milleti, ne bu devleti, ne de bu vatanı anlayamazsınız ve ne de güçlü bir eğitim sistemi kuramazsınız. Belki mübalağa yapıyormuşum gibi gelecektir sizlere ama okuduğunuz ve okuduğunuzu hakikaten anladığınız zaman muhakkak hak vereceksiniz. Milletinizi tanımazsanız olmaz. Milliyetsiz ve milletsiz tek bir insan yoktur. Ruhun zaferi keskin olur, ruhun zaferi muallimlerin zaferidir. Bizim tüm tarihi zaferlerimiz de muallimlerin zaferleri olmuştur. Manaya adanan sonsuzlaşır, maddeye adanan yaşayan ölüdür. Fedakârlığınız yoksa hiçbir şeyiniz yoktur. Feragatte bulunamıyorsanız zaferlerle işiniz olamaz. Adanmayan ve kurban olmayan nesillerin ne istiklalleri ne de istikballeri olamaz. Vatan kurbansız olmaz. Anadolu kurbanlarla dolu bir vatandır. Hürriyetin bedeli kurban vermektir. Ruh yönüyle tükenen bir nesil var karşımızda ve tertemiz ruhunu karartan kirleri temizleyecek bir el bekliyor.  Temiz bir el var mıdır, temiz ellerin uzanmaya mecali var mıdır? Şeytaniler bizi kirletti, kirlenmek bulaşıcıdır, birimiz kirlenince binimiz kirlendi ve millet olarak kirlendik. Evladına bırakacak mirasın yoksa yediğin mülk sana haramdır. Derin değilseniz, derinliğine inemezsiniz tarihinizin. Tüketiyorsanız üretiminiz vardır. Üretimsiz tüketmek alıklıktır. Her hazine birgün biter. Her değer unutuluncaya kadardır. Üretenlere tahammülü olmayan bir milletin istikbali karanlıktır. Ecdadımız üretenleri korudu, bizse tüketenlerle, tükettikçe tükenenlerle mutluyuz. Ceddimiz ne üretmişse tükettik, üstüne hiçbir şey koyamadık. Soylu bir ecdadın soysuz torunları olduk, şimdi de aşağılık, iğrenç dizilerle, filmlerle soylu ecdadımızı soysuzlaştırmaya çalışıyoruz namussuzca. Medeniyetin kitaba dayanıyordu, o dayanağı çekip aldın, peki ayakta durur mu medeniyetin? Kitabını bilmeyen, ne bilsin medeniyetini? Kitap bir değerden mahrum olanın kurabileceği ne vardır ki, medeniyet kursun? Zira kitaptır Kur’an, Kuran’dır kitap. Nedir kitap bilir misin? Peki, nasıl kaybettin kitabını? Kendini tanıyor musun? Kimsin sen? Kitabını kaybettiysen, varolmaya çalışman trajikomiktir. Tarih bir okyanustur, kitapsa pusula. O pusula ile o okyanusun derinliğine inmedikçe hakikatlere erişemezsin bebeğim. Hayatın pusulası olmalı, hayatın karanlık kuyularında kaybolmamak için. Türk Milleti kitaplı bir milletti. Ama kitabını çaldılar. Kitabı çalınan bir milletin çalınmayan bir şeyi kalmadı. Kitapsız kalan milletin çocukları kutsalsızlığın karanlığında şeytanı kutsadılar. Değerler değersizleştirildi. Din tahrip, tarihi tahrif edildi. Dini ve tarihi çalınan Türk Milletinin varoluşu imkânsızdı ve öyle de oldu, şimdi yeniden varoluş kavgası vermektedir. Kitabını unutan evlatlarımıza; din irtica, vatanseverlik faşizm olarak öğretildi. Ceddimiz tahkir ve tezyif edildi. Bilimin temelini atan ceddimiz yobaz olarak tanıtıldı. Şeytaniyet, yürekleri ve kafaları işgal etti. İdeolojilerin aman vermeyen saldırısı başladı. Tarihsiz ve dinsiz kalan nesil, ideolojilerin kör ve sağır odalarında mahvedildi. İdeolojilerden kaçan nesil de güya dine yaslandığı düşünülen gruplar eliyle kuzu gibi büyütülüp koyun gibi güdüldü. Muvahhitler ise yok sayıldı, yoğun baskı altında ezildiler. ‘’Anadolu’nun çocukları toprak kokusu taşır, ağaç gibidir çiçek çiçek açar, doğruluk ve dürüstlükten taviz vermez, imanlıdır ve vatanperverdir’’ derken sonsuz haklıdır bu toprağın, bu milletin en soylu münevverlerinden biri, belki de birincisi olan Cemil Meriç üstat. Fakat böyle ulvi bir karakteri, kişiliği çok kolay harcadık. Önce ruhunu çaldık bu milletin, sonra bedenini esir aldık. Soylu bir millet soysuzlaştı adeta. Dürüst ve doğru bir millet sahtekârlıkta demir attı adeta. İmanlı çocuklarımızın imanını çaldılar. Toprak kokusuyla bezenmiş, bahar hayatından hiç eksik olmamış bir milletin çocukları beton binaların soğuk odalarında mahpus hayatı yaşıyorlar. Kurban veren bir millet kurbansız kaldı. Tabi bu duruma durup dururken gelmedik. Kontrollü ve denetimli olarak getirildik. Şeytan ve dostları hiçbir zaman boş durmadı, bu milletin çocuklarını işte bu hale getirdiler. Ama bu millette asla bigünah değildir elbette. ‘’Bu ülkede ne matbuatlar vardı ki, tefekkürü mefluç hale getirmekle vazifelendirilmişlerdir adeta. Müesses nizamların koyuculuğunu yapmışlardır. Cumhuriyet ve Varlık bunlardandır. Taze dikkatleri kadim zaferlere adeta çivileyen yalancı bir ilericilik tezgâhı. Bir zamanlar Atatürkçülüğe demir attı. Birisi diğerinin aylığı olarak vardır. İkisi de aynı yolda yürüyordu. Düşünce sefaleti, namussuzluk ve riyakârlık. Nadi’ler kardeştiler. Doğruluktan, dürüstlükten uzak haremağaları. Eğer bu millet düşünmekten uzaksa, bu kardeşlerin övüncüdür. Düşünen insana düşmandılar. Tespit edilmiş hedeflerin mümessilleridirler bunlar. Ne ben bunlarla olursam ben olabilirim ne de onlar beni ben olarak kendilerine alırlar. Hüküm kaderindir’’ derken, üstat Cemil Meriç tamamıyla hakiki hakikatlerden haber vermektedir.

 

Üstat Cemil Meriç diyor ki; ‘’harbi ve hakiki bir aydın, ilk evvelde ülkesinin ve milletinin hakkını, ülkesine ve milletine düşman olan dünyaya haykırarak duyurmakla vazifelidir. Birer deli gömleği olan ideolojilerin demagogluğunu ve papağanlığını yapmamak, vatanının bütünlüğünü, milletinin haklarını tüm dünyaya karşı savunmak görevlerin en mukaddesi değil midir?’’ Üstadın açıkça ortaya koyduğu gibi, bizimde bihakkın ifa etmeye çalıştığımız vazife budur. Bak bebeğim! İlk önce anlayacaksın, anlamıyorsan, anlamadığını yargılama hakkının bulunmadığını bileceksin. Eğer anlıyorsan da, düşünen bir insanın, ideolojilerin kör karanlığında yaşayamayacağını da bilirsin. Hayalleri olmayan, sorumluluk duygusu taşımayan, fedakârlıkta bulunmayan ve cehaletten kırılan bir milletin gelecek adına umut taşıması alıklıktır. Bu milleti ideolojiler mahvetmiştir. Kardeşliği, bütünlüğü, birliği bozan şey; ideolojilerdir. Türk Milleti hakikaten büyük talihsizlikler yaşamış bir millettir. Ruhumuzu ve beynimizi tutsak almışlar bizim. Bu tutsaklıktan ancak kafalarda yapılacak bir devrimle kurtulabiliriz. İdeolojilerin karanlıklarını İslam Güneşi ile delerek. Bizleri yoldan çıkaranlar ve yönümüzü şaşırtanlar, bize aydın diye sunulanlardır. Oysa aydın diye bildiklerimizin hepsi, karanlıktan kaçanlar değil karanlığa kaçanlardır. Türk Milleti, aydın diye bilinenlerin tuzağına düşmüş bir millettir. Oysa hakikatte karanlık olan bu yarasalar aydınlıktan korkanlardır. Tarih kötü demişler, din öcü herzesini yemişler, ecdadı yobaz bellemişler, daima efendilerini dinlemişler. Hayatları boyunca ecnebi kusmuğu yutmuşlar ve gelmişler bu kutsal topraklara yuttuklarını boşaltmışlar. Efendilerinin sofrasında ağırlanmışlar, onlar gibi yaşamayı marifet sanmışlar. Türk’ü Türk’ten ve İslam’dan ayırmaya adanmışlar. Milletine düşman ama milletlere âşıktırlar bunlar. Vatanına düşman ama vatanlara âşıktırlar bunlar. Dinine düşman ama ideolojilere âşıktırlar bunlar. Efendilerinden öğrenirler, memleketlerinde papağan gibi tekrar ederler. Batılı olmak, Batı gibi yaşamak büyük bir idealdir bunlar için. Millet cahilleşsin ve bizleri adamdan sayıp dinlesin, nihayet bizim istediklerimizi yapsın isterler.  Ki öyle de olmadı değil. Bu milleti adeta kuşatmış ve zincirlere vurmuş olan solda aynıdır sağda. Ki sağda yalandır solda. Siyonisttir asıl olan. Çünkü dünya sağının ve solunun arkasında siyonist vardır. Tabi bunu söylemek kolaydır da anlamak zordur. Sağ ve sol, hakikatte, İslam Güneşini örtmeye çalışan demir perdelerdir. Oysa Türk Milleti ne sağcıdır ne de solcu. Türk Milleti Müslüman’dır, Muvahhiddir. Özünde böyledir amma sözü değiştirilmiştir, sözü değişen milletin özü de değişmiştir. Fakat kurtulmak isteniyorsa öze dönüş yapılmalıdır. Cemil Meriç üstada kulak verelim lütfen; ‘’sol, kendisine öğretilen klişe lafları papağan gibi tekrar etmekten bıkmadı. Değneksiz yürüyemez. Yürümek için muhakkak Batılıya ihtiyaç duyar. Dilinden bihaberseniz düşmansınız. Dil derken kendi dili değil, efendisinin dilini, çünkü kendi dili yoktur. Ritüellerin, sembollerin, slagonların tutsağıdır. Hazır reçeteler ister.  Sağ ise kaypaktır, bukalemundur, bir türlü haysiyetli olmayı beceremedi. Düşünmeye düşmandır. Hazıra konmuştur, ürettiği bir şey yoktur.’’ Üstadı ıskat etmek yürek ister. Çünkü o gördüğü, algıladığı ve anladığı, bir nevi gözünün önünde duran dünyayı sözle resmetmiştir. Kitap meftunu, düşüncenin ve çalışmanın uşağı, ülkesini ve dünyayı okumayı bilen, sıradanlığa, slagonculuğa, papağanlığa, yobazlığa muhalif, hürriyete tutkun bir kafa söylüyor bunları. Ülkesine, milletine, tarihine âşık ve dinini namusluca anlayan biri söylüyor. Elbette ki üstadında günahları vardır. Ki günahsız kul var mıdır? Üstat, haysiyetlidir, hissiyatlıdır, hassasiyetlidir. Hakiki ve harbi bir aydındır. Türk Milletinin aydınlanmaya ihtiyacı vardır. Okumadan aydınlanılmaz ki. Kitap ışıktır. Kitabını kapatan Türk milletinin tekrar o kitabın kapağını açmaya ihtiyacı vardır. Tembellikte demirleyen bu milletin yeniden harekete ihtiyacı vardır. Biz medeniyetimizi kitapla inşa ettik ve kitabı kapatarak medeniyet sayfamızı da kapattık. Bizim ceddimiz ayakta sabahladı kitabının huzurunda. Bizse sabaha karanlık ve mikrop yayan eğlence mekânlarında eriştik. Bizim kadim devletimizin banisi kitabın huzurunda eğilen bir insandı. Torunlar ise kitaba düşman olarak yetiştirildiler. Onlar rüyaların adamlarıydılar. Bizse bugünlerin çocukları olduk, ne dünü bildik ne de yarını görebildik. Ecdat yarınları kurmayı ve kurtarmayı ideal bildi, bizse bugünü kurtardıysak kârdayız dedik. Boşuna cihan devleti olunmadı bebeğim! Kör ve karanlık kavgaların değil, aydınlık ve kalıcı zaferlerin adamlarıydılar onlar. Sözleri özleriydi. Ceddimizin sözleri aynı zamanda eylem demekti. Millete yalan söylemediler. Vatandaşken ne iseler, padişahken de o oldular. Kimdiler, bildiler; kitaplarını dinlediler; sözleriyle düşmanlarını yendiler. Böyle oldukları için İlahi Kudret tarafından ödüllendirildiler. Ruy-i zemine hükmettiler. Henüz çözülememiş sırrın sahibidirler. Türk Türk deyip durmakla olmuyor bebeğim. Zafer durduk yere gelmiyor bebeğim. Okuyacaksın, çalışacaksın, koşacaksın, ceddin gibi yaşamaya alışacaksın. Din çiğnenmedi, töre çiğnetilmedi. Fitne ve fesada prim verilmedi. Âlimlere, muallimlere saygıda kusur edilmedi. Gerçek padişahlar âlimlerdi. Ruhla beden birdi. Ölüm hayatın içine girdi. Çağ kapattılar ve açtılar çağları. Hocalar öndeydiler, padişahlar ise önlerinde eğildiler hocaların. Ölüm onlardan korktu, onlar ölümden kaçmadılar. Şahadet her zaman yegâne arzuları oldu. Türk Milleti böyle bir milletti. Peki, biz bu hale nasıl geldik? Onlara tapmayalım ama onları bir kenara da atmayalım. Çünkü onlar çağlarını yaşadılar, bizse çağımızda yaşamak zorundayız. Onlar ecdatlarına asla ihanet etmediler. Azametleri göğü sallıyor yeri sarsıyordu. Bizim ruhumuz zehirlendi bebeğim! Ruhu çöken bir millet nasıl ayakta dursun? Ecdadın ruhu dipdiriydi. Onlar içlerinde sağladıkları nizamı dışlarına yansıtıyorlardı. Bizim ise içimizde kaos hakim, nasıl hakim olsun dışımız da nizam? Bir sözle kim durdurabildi ahlaksızlığı en uzak coğrafyalarda? Bir sözle kim son verebildi Öndere (sav) hakarete? Düşmana aman vermediler ama adaletten de geri durmadılar. Hesap sordular amma vurmadılar. Tutsak kıldılar ama onurlara dokunmadılar. Adildiler ama asla gafil olmadılar. Öyle demiyor mu büyük sultan Abdülhamit Han; ‘’hep evhamlı bildiler beni, oysa ben sadece gafil değildim ama onlar bunu bilmiyorlardı.’’

Tarih: 06.12.2014 Okunma: 646

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?