Evren ve insanlık bir bütündür ve her şey Bir olan Allah’a
aittir. Parçalar bizi aldatmamalıdır, öz de bütünlük vardır. Mülkün tamamı
Allah’ındır. Bilinmeyen ama duyumsanan zamanlarda, bu mülk, ilk evvelinde
kavimlere, sonra da insanlara paylanmıştır. Bunun nasıl ve ne şekilde olduğu
hem bilgimiz hem de mevzumuz dışındadır. Ki izahı da kabil değildir. Buna bir
izahat getirene de şahit olmadım. Tek bir kitapta buna dair ayrılmış bölüm
görmedim. Elbette mülkiyet temel bir sorundur ve bununla ilgili analizler,
düşünceler okuduk. Âdem ve Havva’dan olma Habil ve Kabil’de mülk sahibiydiler
yani emanet. Kabil, başaklara; Habil ise, sürülere sahipti. Yaratılışın özünde
bir paylaşmanın olduğunu görüyoruz. İnsanoğulları, birbirilerine derecelerle
üstün kılınmışlardır. Bu meyanda, sorduğumuz her soru illa ki cevap bulacak
diye bir koşul yoktur. Badema da böyle olacaktır bu. Çünkü aklımız bir yere
kadar gider, ondan sonra zorlasanız da gidemez. Çünkü akıl, aklın sahibi
karşısında acizdir. Sen, sana bildirilenleri bilebilirsin ancak. Bilmediklerini
de bilmeye çalışma. Ya aklın alınır helak olursun ya da bildiklerini kaldıramaz
ve boğulursun. Her şeyi bilmeye direnmek, muhakkak hamakatlıktır. Ve herkes,
sahip olduklarıyla, bu can ve mal olarak telakki edilebilir, bir imtihana
tabidir. Unutmak, kaybolmak ve yenik düşmektir. Kabil, kaybedenlerden oldu! Kazanan
Habil’di. Zevahirde kazandığını sanmak, filhakika kaybetmektir. Bazen, kazanan,
kaybedendir. Zalim olmamaya bak, zalimsen kork! Bazen ahirete kalınmaz. Dünyada
kayboluverir insan ve hüsrandadır. Mülk, ekonomik değeri olan ve getirim
sağlayan şeydir, yani bir nevi rızık kapısı. Misal; bu bir daire, fabrika,
arazi vs. olabilir. Belirsizlik iyi bir şey değildir ve belirsizleştirmek
marifet değildir, olayı ve olguyu. Kallavi laflara da lüzum yoktur izah ve
izhar için. Kur’an nasıldır? Önder (sav) nasıl konuşmuştur? Özel, genelden
çıkar. Birler, Bir’in yansımalarıdırlar. Varlık âleminde sarih olmayan ne
vardır? Peki, muğlaklaştırmaya gerek var mıdır?
İnsan, kullanandır şeyleri. İhtiyaç sahibi olduğu için
kullanmak zorundadır. Yaşamak için gereksinimler vardır ve onların elde
edilmesi iktiza eder. Şeylerin sahibi ise Allah’tır. Evet, Allah sahiptir ama
insana yetki vermiştir kullanması için, insanı, insan olarak halk etmiştir bir
defa. İnsan, tabiatta ki tüm şeylerin öznesidir. Dokunması, kullanması yönüyle,
anlamlı hale gelmektedir öznelik durumu. Dolaylı ya da dolaysız etkide bulunur
insan tüm şeylere ve onlar tavassutu ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Allah,
sahiptir ama kullanan değildir. İnsana emanet etmiştir ve yasaları da
koymuştur. Akıl, irade, ihtiyar ve gönül vermiştir. Hani her bir şeyin içinde,
o şeyin nasıl kullanılacağına dair bir kısım yön gösterici talimatlar vardır.
İşte bahsettiğimiz durumda bunun gibidir. Allah’ta yol ve yön gösterir, öğüt
verir, uyarır. Bunun içinde Önderler ve Önderlerle birlikte Kitaplar
göndermiştir. Yarattığı kulunun karanlıklarda kalmasını, kaybolmasını istemez. İnsan
ve hayvan durumuyla olayı naçizane örneklemeye gayret edelim; şöyle ki, insanın
boynu diktir, yani insan iki ayaküstündedir ve dik bir varlıktır ama
hayvanların boyunları yere doğrudur, hayvanlar genelde dört ayaklıdır ama iki
ayaklıların boyunları yine eğiktir. Müşahedemiz, bize bunun böyle olduğunu
bildirmektedir. Hakikaten çok gariptir. Hem yere eğiktir boyunlar hem de esnek
değildir. Gövdeler dikine değil de uzunluğunadır. Sanki tüm gövdeyle
birleşiktir. Bu da hareket kabiliyetini kısıtlamaktadır. İnsana baktığımız
zaman, insanın baş bölümünde, hem bir esneklik görürüz hem de göğe doğruymuş
gibi bir izlenim ediniriz. Yani tüm varlığıyla göğe doğru uzanmıştır. Hayvanlar
içgüdüleri ile hayatlarını idame ettirirler. İnsanlar ise akıl, irade, ihtiyar
sahibidirler. Bu yüzden hayvanlar kolayca ve umarsız dolaşabilmekte,
otlayabilmektedirler. Yaşamları sanki sınırsızmış gibi yaşarlar. Herhangi bir
yardıma ihtiyaçları yoktur. Dolaysız ve müdahalesiz tüm isteklerine ulaşırlar.
İstemezler. Öyle dikkat çeken bir savaşım da vermezler. Hepsi tabiatı ortaklaşa
paylaşırlar. Bu durum hayvanların yaratılışlarına dercedilmiştir. Fıtratlarına
münafi hareket edemezler. Paylaşım kavgası veremezler, dünya için kan
akıtamazlar. Bilinçleri, hür iradeleri, ihtiyarları, sahiplenme durumları,
bireysel çabaları yoktur. İnsan ise böyle değildir. Her bir insanteki,
diğerlerinden farklıdır. Karakterce, kişilikçe değişiktir. Tabiat ortaktır evet
ama her insanteki, tabiata etkide bulunur sahiplenmek iddiasıyla. Bilinçli bir
gayret gösterir. Kan akıtan bir varlıktır insan. İstemeden de alamaz. Mutlak
Sahip’ten istemek mecburiyetindedir. Peki, istemek nasıl olur? Hem sözlü hem de
fiilidir. Bilinçli hareket etmek, elde etmek için emek harcamakta istemenin bir
yoludur. Dua ise istemede son noktadır. Hayvan dua etmez, insan ise dua etmek
için vardır, belki de başı bu yüzden göğe bakar yaratılmıştır, kim bilir. En
doğrusunu Allah bilir. Hayvanlar aracıya ihtiyaç duymuyorlardı ama insanlar
duymak zorundadırlar. Çünkü akıl boşuna verilmemiştir insana ve irade ve de
ihtiyar. İnsan bağımsız değildir ve asla olamaz da. Bağımsızmış gibi, bağımsız
olabilirmiş gibi algı doğabilir ama asla kafasında duyumsadığı bağımsızlığa
erişemez ve o noktada da değildir. İnsan acılar yaşar ve bunu hisseder,
hissettirir ama hayvan yaşadığı acılar hissetmez ve hissettirmez. Ya da bir
hissiyat hâsıl oluyorsa bunu biz hissetmekte zorlanırız. Hülasa; iki farklı
âlem, insanlar ve hayvanlar âlemi. Hem görüngü olarak hem de içyapısal
boyutuyla. Akledenler ve müşahede edebilenler için, varlık âlemi hikmetlerle
doludur!
Sahiplenmek, insana mahsustur. İnsan, sahiplenen ve
sahiplenme fıtratı üzerine halk edilen bir canlıdır. Hayvanlar böyle bir
yaratılışa sahip değildir, çünkü sahiplenmek, aklın varlığını iktiza eder.
Sahiplenmek bazı durumları koşul kılar. Mücadele etmek. Akıl, irade ve ihtiyar
sahibi olmak. Bilinçli istemek. Sahip olmak var olmaktır bir anlamda.
Hayvanlarda ise var olmak diye bir istek yoktur. İnsanoğlunun bireysellik
mahiyeti vardır. Hayvanlarda ise böyle bir öz yoktur. Onlar da ki öz, topluluk
özüdür. Onlar akıllarıyla değil, güdüleriyle; bireysel olarak değil, sürüler
halinde varlıklarını idame ettirirler. Hayvanlarda önsel yani sonradan
edinilmeyen ve özsel yani mahiyetlerinde münderiç bulunan bir kollektiflik
durumu vardır. Cinsellik konusunda da böyle bir durumla karşı karşıyayız. Yani
ortaklık durumu hayvanların özlerinde, varoluşlarında vardır. Hayvanlarda bir
nevi tür genetiği mevcuttur. Güdülenme vardır. Varoluşları bu yöndedir.
Beslenmelerinde, barınmalarında ve üremelerinde bariz olarak müşahede
edebiliriz bunu. Burada şöyle bir ince noktayı da fark edebiliyoruz; aklın
farkını. Akıl verilmemişse, sonsuz hürriyet veriliyor, sorumluluk alınıyor.
Akıl verilmişse sorumlu bir hayatın oluyor ve sonsuzluğun sonluluğa dönüşüyor,
yani hürriyet mevzuunda. Hani din sahiplerinin akıl sahibi oluşu gibi. Akıl
sahipleri imtihana tabidir ama aklı olmayanların imtihanları yoktur, zira
sorumlulukları yoktur. Hayvanlarda koşulsuz, hesapsız, sorgusuz itaat vardır.
Çünkü akıldan, iradeden ve ihtiyardan azadedirler. İnsanlarda ki gibi farklı
karakterlere değil, ortak bir karaktere haizdirler. Yine, hayvanlar bilmezler
ama insan bilir, insana bildirilmiştir. Burası da sonsuz önemlidir. Çünkü bir
yerde insan bildiği için sorumludur ve bildiği için imtihandadır. Eğer
bilmeseydi, sorumluluğu da, imtihanı da olmazdı. Hülasa; insan ile hayvan
yaratılış itibariyle farklıdırlar. Aynı özelliklere sahip değillerdir ve aynı
yaşamı asla yaşayamazlar. Misal; insan din sahibidir ama hayvanın dini olamaz. Göz
ve akıl nedir, niçin verilmiştir, birbirleriyle ilintileri hangi yöndendir ve
hangi boyuttadır? Akledenler için, hakikat sarayının kapıları sonuna kadar
açıktır.
Ne insan hayvandır ne de hayvan insana benzer. İnsanı
hayvanlaştırmaya çalışanlar, hayvana da insanlık hamletmeye yeltenenler akıldan
mahrum yaratıklardır. Her şeyin bir fıtratı vardır ve fıtratı bozmak şirktir.
Hayvanlık, insani fıtrata mugayirdir, münafidir. İnsan, insanın canavarı
değildir ve olmayacaktır. Bir gün her şey düzelecektir. Bizim, insanlık
temelinde yükselen ve var olan medeniyetimizde, insan insanın kardeşidir ve
kardeşte kardeşin cennetidir. Allah, mutlak ve kutsal yasada beyan etmiştir
hakikati ve ancak Bana inananlar kardeştirler demiştir. İnsanı
hayvanlaştıranlar, hayvanlık temelinde uygarlık inşa edenler ve tüm insanlığı
hayvan gibi görenlerdir. Küresel şeytani düzenin mümessili olan Avrupa nezdinde
hayvandır insan. Avrupa, şeytanın, yer üzerinde, müşahhaslaşmış halidir. Kendi
dinleri kan akıtın diyen Avrupa, İslam’ı terörün temeli olarak görmekte ve algı
operasyonu yapmaktadır bitevi. Doğu’nun temiz ve güzel çocukları da bu kahpe
yalana aldanmaktadırlar. Zihinlerimiz, gönüllerimiz, vicdanlarımız Avrupa
şeytanın pislikleriyle kirlenmiştir. Zihnimizde, gönlümüzde ve vicdanımızda
ciddi bir temizlik operasyonu yapmadan şeytani pisliklerden arınmamız muhaldir.
Bunun içinde muhakkak olarak Kitaba ve Sünnete dönmemiz mutlak koşuldur. Hafızalarımızı
boşaltacağız, başka yolu yok. Çünkü hafızalarımız yalanlarla kirletildi,
eskitildi. Yeni bir format iktiza ediyor. Tüm kayıp değerlerimiz, bu formattan
sonra geri gelecektir. Tüm filozoflar, tüm bilim adamı kılıklı şarlatanlar, tüm
düzenbaz ideologlar, kahir ekseriyetle, insanı hayvan olarak tavsif
etmişlerdir. Ve insan adına dizayn ettikleri hayatı da bu temel üzerinde dizayn
etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Avrupa şeytanı daima kan akıtmaktadır ve bahusus
Müslüman kanı. Avrupa yamyamdır ve hastadır. Damlarında zehirli bir kan
dolaşmaktadır. Onun damarlarında ki zehirli kanı tamamıyla boşaltmadan asla
insanlığa dönemeyecektir. Yeryüzü bir çatışma alanıdır şeytan için. Ve şeytanın
düşmanı insandır. Güç haklıdır, hak güçlünündür şeytana göre. Bu yüzden de
bitevi yüreklere korku salmakta ve insanlığın kanını emmektedir. Şeytanın, hafızlarınızı
doldurduğu bilgilerle konuştukça ve damarlarınıza enjekte ettiği pisliklerle
dolaştıkça asla şeytana galebe çalamazsınız.
Tabiat, insana bahşedilmiş bir nimettir ama külfet iktiza
eder. Rızık tabiatta saklıdır ve ona ulaşmak için çalışmak şarttır. Yaşamak
için beslenmek, beslenmek için de hareket etmek iktiza eder. Yani nimete
ulaşmak külfetlidir. İnsan çalışır ve bir şeyler elde eder ama elde ettiğini de
sahiplenmek ister. Bu sahiplenme mutlak anlamda değildir ve zaten olamazda.
Sahip olunan her şey, gerçek sahibinindir ve emanettir insana. İnsanoğlu,
çalıştım kazandım diyorsa, çalışıp kazandığın şeyi hakikatte var kılan ve sana
lütfeden kimdir diye sorarlar. Ki zaten, istesende istemesende, bırakıp
gideceğin şeyin nasıl sahibi olabilirsin? İnsan, eğitilmek için halk edilmiş
bir varlıktır. Eğitilmesi içinde, bir Kitap ve tabir caizse bir Muallim
gönderilmiştir. Hakikati öğrenmesi, bilmesi, anlaması ve ona göre yaşaması için
nefsin terbiye edilmesi icap eder. Bu da rastgele olacak bir şey değildir. İnsan
bu dünyada kullanan ve kullanılan konumundadır. Allah’ın yarattıklarını
kullanır ve insanlığın kurtuluşu içinde kullanılır. Dünya bir oyalanma yeridir.
Asıl hayat, Hayat Sahibinin yanındadır. İnsan kafasına göre yaşayamaz ve
şeyleri kullanamaz. Çünkü insan mutlak bağımsız değildir, benzerleriyle bağımlı
olan bir varlıktır. Tüm hayatlar birbiriyle ilintilidir ve her çağa ait çağrı
yeni gelen çağların çağrılarıyla zincirlidir birbirlerine, tıpkı insanlar gibi.
Bu yüzden insan bireysel yaşayamaz. Mahiyetinde bireysellik olduğu halde. Toplum
içindedir, topluma bağımlıdır ve toplumsal yaşamak zorundadır. İnsan değerli ve
şerefli kılınmıştır. Müşrik olamaz. Müşrik, haddi aşandır, hududu çiğneyendir,
kendini bilmeyendir. İnsan ruhu, İlahi Ruhtan öz taşır ve tüm benzerleri de
öyle. Bir insan, tüm insanlıktan büyük olamaz. İnsana hakikat kesin kanıtlarla
gönderilmiş ve bildirilmişken, insan yalana temayül gösteremez ve hakikati
örtecek, saklayacak kadar kâfirleşemez. İnsana olduğu gibi dosdoğru yaşaması
emredilmişken, insan, bin suratlı ve bin gönüllü bir münafık olamaz. Ayrıca, bencilliğin kirli sularında yüzemez.
Cimrilik yapamaz sahibi olmadığı mülk üzerinde. Faizcilikle insanlığa ait
hazineyi kirletemez. İsraf edemez, stokçuluk yapamaz. Bunların tümü şeytani
pisliklerdir ve toplumsal yaşama mugayirdir. Bu pisliklerle yaşayan bir insan,
insan değildir. Şeytanlaşanların işidir bu pisliklerle iştigal etmek. Ayrıca
mülkiyet, diğer hayatlar üzerinde haksız bir egemenlik kurma aracıda olamaz. Ki
bu, müşriklere has bir özelliktir. Tabi mutlak manada şeylerden mahrumda
kalamaz insan, çünkü yaşaması için illa ki mülke muhtaçtır. Bunun adı
zamanımızda paradır. Bugün parasız yaşamak çokta kabil görünmemektedir. Ki
zaten mülkten ari olmak, varoluşa, insan olmaya aykırıdır. Çünkü insan çalışmak
zorundadır. Çalışan da elbette bir kazanım elde edecektir. Yatmakla, yaşamak
olmaz. Çünkü yatmak, mezelleti, meskeneti, ataleti ve muhakkak esareti tevlit
edecektir. Allah, böyle bir durumu, yasak kılmıştır. Bir insanın terle, yaşla,
kanla, emekle kazandıklarına el koymak, zulümdür ve köleliği tevlit eder. Bu
ise mutlak cinayettir. Hürriyet içinde var olduğum evrende, varlığı vasıtasıyla
varoluşumu tahakkuk ettirdiğim ve benliğimi delillendirdiğim, keza hayatımı
idame ettirdiğim bir şeyi, muhakkak surette devlet denilen mekanizmaya ait
kılmam, insan olmaklığıma zıtlık teşkil eder ve bunun metazori yapılması insani
benliğime emsalsiz zulümdür. Ayrıca insanı çalışmaktan soğutur ve insanı insan
kılan üstün kabiliyetleri de mahveder. Hakeza,
benzerlerimizin inhisarlarına da devredemeyiz bin türlü meşakkatle elde
ettiklerimizi. Böyle bir durum, kaderimizi de onların ellerine bırakmak ve
onların köleliğine razı olmak olur ki, vahimdir. Böyle bir şeyi isteyenlerin
mantıklı ve namuslu izahları olamaz. Onlar insan kılığına bürünmüş
şeytanilerdir. İnsan, İslam’ı egemen kılmak için vardır; İslam’da insanın
dünyasını cennete tedvir etmek için vardır. Gerisi safsatadır. Hakikat açıktır
ve örtmeye hiçbir kimsenin gücü yetmemiştir ve badema da yetmeyecektir.
İlahi, kutsal, ezeli, ebedi, şaşmayan mutlak yasada kesin
olarak bildirilmiştir ki; her insan çalıştığı kadardır ve çalıştığına erişir.
Burada ince bir detay vardır. Çalışan insanın hak ettiğine erişmesi için,
önünde ki handikapların temizlenmesi iktiza eder. Bu da yeryüzünde tek ve ortak
kuvvet olan devlet mekanizması eliyle mümkündür. Günümüzde kapitalist hegemonya
adaletin en amansız ve en büyük düşmanıdır. Mülkü inhisarına alıp, insanlığı
köleleştirmektedir. Buna son verecek şey; insanlığın birliği ve bu birliğin
devlet boyutunda kuvvete dönüşmesidir. Devlet, insanlığın alın terine uzanacak
elleri kıracak yegâne kuvvettir. Allah,
herkes çalıştığı kadarının rehinidir derken direkt olarak insana hitap
etmektedir. Ki tüm kutsal ve kesin kanıt olma özelliği taşıyan sözler insana
dairdir. Çünkü akıl insandadır. Hayvan sorumsuzdur, mahkemeye tabi değildir. Çalışma
kabiliyeti, üretme kapasitesi, iş yapma gücü olan yegâne canlı insandır. Tıpkı
akıl, irade, gönül, ihtiyar yetilere sahip yegâne canlı insan olduğu gibi. İnsan
da ki sahiplik duygusu, özüne derç edilmiş bir duygudur yani önseldir. Sonsal
değildir. Küçücük bir çocuğa, henüz aklı, farkındalığı, bilinci oluşmamış bir
çocuğa hiçbir kimse, hiçbir çevre sahiplik duygusu bahşedemez. Ama çocuk,
kendisine verilen bir oyuncağı sahiplenir ve kolay kolay da paylaşmak istemez. İnsan,
varlık âlemine, muayyen bir duygu ve düşünce zeminiyle doğar. İnsanı, insan
kılan yetileri ıskalarsanız, insanı ıskalarsınız ve bittiniz. İnsanı, insan
kılan şeyleri yok saymak onu hayvanlığa itivermek olur. Hakikat, barikat
tanımaz. Hayvanlar, kimseye hesap vermezler. Başıboşturlar. Sahiplenmezler.
İhtiyaç hissetmezler ve istemezler. Ki haddizatında tabiat ortak kullanım
alanıdır, binaenaleyh sahiplenmek gibi bir tasaları olmaz. İnsan, görevli
gelmiştir bu evrene. Yüklenilmeyen yükü yüklenmiştir.
Uğruna ter akıttığın şey senindir ve terin karıştığı şey
helaldir. Mayasız hamurun ekmeği çiğ olur. Tersiz kazançta yaramaz. Her şeyin
bir fıtratı vardır ve fıtrata ters olan şeyler geri teper. Kutsal Kitap’tan bir sözdür; yediğin yemekte
terinin kokusu olacaktır. Lezzet; terde, kanda ve yaştadır. Önderimiz (sav)
derler ya hani; helal olan, ter akıtılarak elde edilendir. Ter, kan, yaş sana
aitse, ele geçende sana aittir. Hiçbir şahsın, kurumun ya da devletin buna el
koyması kabil de, meşru da değildir. Kazandığını harcama yetkisi kişiye aittir.
Ama keyfince harcama yetkisi de yoktur kişinin, çünkü hayatın hesabı vardır.
Hayatın başlamasıyla, yasaların tatbiki de başlamıştır. Hayat ne kapitalistçe
yaşanır ne de komünistçe. Hayat, İslam’dır ve İslam’da hayattır ve hayat
İslam’ca yaşanır. İlerisi gerisi yoktur bunun. Bildiğimiz kapitalizme ve
komünizme rest çekmek, insani fıtratımızın muktezasıdır. Bilmediğimiz bir kapitalizm ve komünizm varsa
ve bize bilmediğimiz bir hayatı öneriyorlarsa diyeceğimiz yoktur. Ki zaten,
işin en temelinde, görünmeyen dünyalarında, komünizm de, faşizm de, kapitalizm
de kan, can ve sütkardeştirler. Ha, sen bilmiyorsun ve ben bir bilenim diyen
varsa onu dinlemeye de hazır ve nazırız. Adaletin özü, İslam’ın özüdür. Haram
servetler, insanlığı kirleten servetlerdir. Haram kazananlar münhasıran
kendilerini kirletmezler, kendileriyle birlikte tüm insanlığı da kirletirler.
Binaenaleyh, faizde, rüşvette, her türlü şans oyunu da, borsa denilen organize
durumda şeytan işi pisliklerdir ve haramdır. Bu arada, muhtelif yollarla,
insanların namusluca, çalışarak kazanmalarının önünde handikap oluşturmakta ve
bu yollardan kendine rant sağlamakta alçakça bir gasptır. Devlet, gücünü haramı
engellemek için istimal etmelidir, helali değil. Küçük bir olayla örnekleyelim
mevzuyu; eğer bir ihale varsa ve bu ihaleye sermayesi zayıf olan biri iştirak
etmişse ama bu kişi liyakat sahibiyse ve bu şahsiyet, sermayece kuvvetli
kompradorlar tarafından engelleniyorsa, bu alçakça bir zulümdür. Devlet, buna
müsaade etmemelidir. Mevzubahis olan üç ideoloji de, arka planlarında, küresel
baronların, kompradorların silahlarıdırlar. İslam, ‘’la’’ ile başlar. İslam;
temizdir, temizliği emreder ve temizler. İslam, kiri, ittihaz ve tolere etmez. İslam
haricinde ne varsa İslam nezdinde kirlidir. Ve insanlık kirlenmiştir, İslam
suyuyla yıkanmadıkça da asla temizlenmeyecektir.
İnsan ne yapacaktır peki? İnsan ilk evvelde hareket halinde
olmak zorundadır. Çünkü damarlar kanla beslenmelidir. Duran kan donar, donan
kan hayatın iflasıdır. İnsanda hayatın içinde, kanın damarlarda aktığı gibi
akmalıdır. Ter, yaş ve kan boşaltacak ki hayat yenilensin. Helalin sınırlarını
aşıp haramın sınırlarına taşmayacak. Kazandığını paylaşacak ki, kazancını
temizlesin. Kazanç, kirli olur mu? Evet kazanç kirli de olur, kirlenir de. Eğer
kazancında ki payı, pay sahiplerine iade etmezsen kazancın helal dahi olsa
kirlenir. İçinde bir damla ter yoksa da zaten kirlidir. Her kazancın içinde,
yetimin, garibanın ve ihtiyaç sahibi olanların payı saklıdır. Her fert toplum
yararına kullanmalıdır kazancını, çünkü bir nevi toplum tavassutu ile
kazanmaktadır. Birey olarak yaşayabilmelidir elbette ama toplumu unutmadan.
İnsan namuslu yaşamalı ve çalışmalı, namuslu kazanmalı ve harcamalıdır. Mutlaka haddini ve hududunu bilmeli ve aşmaya
yeltenmemelidir. Acizdir, muhtaçtır, çaresizdir; bunu bilmelidir. Hakikate uzak
insan, kendine de uzaktır, kendine uzak olan toplumuna yabancıdır. İnsan
namusluca yaşarken, namuslu direniş içinde de olmalıdır. Haksız kazanmalara
müsaade etmemelidir. Adaleti, devlet uygular ama fertler uygulatır yani
uygulanmasını makul yollarla temin eder. Kaderini asla komprador itlerin eline
terk edemez insan ve bu durumda insanın yanında durması gereken kuvvet
devlettir. Onların zalimlikle, zulümle gasp ettiklerini icap ediyorsa zecri
yöntemlerle geri alabilmelidir insan ama devlet tavassutu ile. Devlet yanlışsa,
doğru devlet ikame edilmelidir. Çünkü Allah, mutlak ve kutsal yasalarda, adaletin
ikame edilmesini emretmiştir. Terin karıştırıldığı kazançlara sözümüz yoktur.
Ama tersiz kazançlara elbette sözümüz olacaktır, olmalıdır. Çünkü bu dünya ve
dünya içinde ki nimetler muayyen bir zümre için var değildir, halk
edilmemiştir. Ki zaten Rabbimiz de servetlerin, birkaç elde dönüp duran devlete
dönüşmesini istemez. Adaleti de İslam’dan başka ikame edecek hiçbir güç yoktur.
İslam şudur; ne ziyana uğra ne de ziyana uğrat, şerefinle, namusunla, emeğinin
karşılığını hakkıyla alarak, adalet içinde ahlaklıca hayat sür. Hakk’tan,
Halk’tan, Hakikat ’ten asla ve kata ayrılma. Hülasa; vasat ol. İfrata da,
tefrite de düşme. İnsaniyet çizgisinin ne üstüne çık, ne de altına düş, tam
üstünde ol. Ah şu insan, bir kez de olsa düşünse, bir kez de olsa Allah’ın
dediğini yapsa namusluca ve layığıyla, bir kez de olsa alışkanlıklarından
vazgeçse, bir kez de olsa zihninde ve gövdesinde devrim yapabilse, işte her şey
değişecektir o vakit.
İnsan bu evrende bir emanetçidir. İnsanda olan ne varsa,
hepsi bir gün geri alınmak için, insana tevdi edilmiştir. Binaenaleyh, bu
evrende mutlak mülk iddiasında asla bulunamaz insan. Bu şirktir. Uğruna ter
akıttığı şeyi sahiplenir ama asıl yurduna irtihal edesiye kadar. Mezar
karanlıktır, orada her şey kaybolur. Işığı, insan kendisi taşır. Mülk üzerinde,
insanın sahipliği, muvakkat bir sahipliktir. İşler, eker, üretir, biçer. İnsan
olma halinin şartıdır bu. Hakikatte toprağın bile işlenme durumu vardır. Uzun
süre işlenmeyen toprak müsadere edilir. Çünkü toprağın bitevi atıl kalması,
toplumu etkileyen tahribata neden olabilir. Burası ince bir noktadır işte ve
hakiki adalette budur. Toprağın sahibisindir ama işlemek zorundasın. Çünkü o
toprak özelde senin olabilir ama genelde tüm toplum içindir. İşlemediğin toprak
senin olamaz. Allah, nimeti saklayın diye vermedi. İşleyin ve topluca kullanın
diye verdi. Adalet içinde. Unutmayın, Karun, ben kazandım ve benimdir dediği
için helak oldu. Farklı yeteneklerin, mesleklerin, insanların sırrı buradadır.
İnsanlar kendi kabiliyetlerine göre meslek sahibi olacaklar, meslekleri
icabınca üretecekler ve her bir insan diğer insanın ihtiyacını temin edecek ve
yaşam böyle sürüp gidecek. İnsan toplumsal benlik içinde ferdi benlik olarak
halk edilmiştir. Hayat böyledir işte, her şey bir şey içinde var olmuştur. Hiçbir şey bir diğerinden mutlak bağımsız
değildir. Allah haricinde. Üretilen tüketilir, tüketilen yeniden üretilir.
Tüketecek de, üretecekte insandır. Hayat bir döngüdür. Âlem insan içindir,
insan da Allah için. Bu yüzden Allah insanı kontrol eder. Bu ilahi kontroldür.
Tabi yer üzerinde elbette devlet mekanizması vardır ama bu mekanizma da
muhakkak ilahi yasalar çerçevesinde işlemelidir. Bilakis, her şey birbirine
karışır ve düzen bozulur ve zaten insanlık ailesi olarak yer üzerinde yaşadığımız
hayatta malumdur. Mutlak ve kutsal yasalar çiğnendiği için, yeryüzünde ne
adalet vardır ne de ahlak ve ne de insanlık kalmıştır. Çünkü Allah bizatihi
kontrol edecek değildir. Egemenliği kullanacak değildir. Yoksa insanı niye
yaratsın ki ve ona niye akıl, irade, gönül ve ihtiyar versin ki? İnsan kontrol
edilirken, insani öze dokunulmamalıdır. Çünkü insanı insan kılan o özdür. Bu
yüzden devlet dışsal bir etkide bulunurken ya da müdahaleye tevessül ederken
insani özü zorlamamalıdır. Toplumsal mutabakat yasaları, birey ve toplum
uyumunu temin etmek içindir. Bilakis, bireyi ve toplumu birbirinden koparmak
için değil. Devletin en mühim vazifesi; güvenliktir, ondan sonra adalet gelir. Denge
bozulursa düzen de bozulur, düzen bozulduğu an insanlık kaosa mahkûm olur ve
her şey şirazesinden çıkar. İşte o zaman şeytan egemenliğini kurar. Diyeceğimiz
odur ki; akleden bir toplum için, İslam’dan başka, saadet, meserret, huzur,
güven, adalet, ahlak ve felah kaynağı kesinlikle yoktur. İnsan kendisi olduğu
zaman mutlu olur değil mi ve hep kendisi olmak için mücadele verir değil mi?
İşte İnsanın kendisi İslam’dır. İnsan, İslam olmadığı zaman sonsuza kadar huzursuz
olacaktır. Gerisi angaryadır.
İslam; elektrik ve su gibidir. Aydınlatır ve temizler. Işık
ve temizlik ise insan için olmazsa olmazlardandır. İslam, insanın mücerret
hali; insan ise, İslam’ın müşahhas halidir; bu, basit ama mutlak bir
hakikattir. İnsan, farklı bir varlıktır ve farklılığını fark ettirir; bu da,
basit ama kuvvetli bir hakikattir. İnsanlar, karakter olarak farklıdırlar.
Hayvanlar ise, karakter benzerliğine sahiptirler. Burada derin bir detay
vardır; işte, tamda bu yüzden, insanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmak
muhaldir. Hayvanları sürüler halinde bir yöne sürebilirsiniz ve diklerine
giderler, nereye gittiklerini bilmeden ama insanlar için bu caride, kabilde
değildir. İnsan, insandır. Günahta işler, tövbede eder. Ne melektir, ne de
şeytan ama meleğe de benzeyebilir ve şeytanlaşabilir. Tabi bu meyanda insan
hayvanlardan aşağıda düşebilir, meleklerden yükseğe de çıkabilir. Allah, insanı
özel yaratmıştır, tabir caizse. İnsanlar karakter farklılığı üzerine
yaratıldıkları için, bir zümrenin hâkimiyeti imkânsız hale gelmektedir insanlar
üzerinde. Yani mutlak zorbalık kabil olamıyor bu sebeple. Tüm insanları bir
şeye inandırmak çok zordur. Karakter farklılığı farklı seçim demektir. Farklı
seçimde daimi tiranlığın önünde ciddi handikaptır. Mülkiyetin, devletin
yetkisine devredilmesi, yaşamı cennete döndürmez. Böyle bir algı, alıkça bir algıdır. Bu,
düşüncenin putlaştırılmasıdır. İslam dışında ki düşüncelere mutlak doğruluk vehmetmek
akılsızlıktır. Ki böyle bir olay yaşanmamışta değildir. Ve sonuç bilgimiz
dışında kalmamıştır. Toplum bazında da bir heterojenlik vardır. İnsanları
tornadan çıkmış gibi tek şekle sokmak ve toplumsal özü homojen duruma
döndürmeye yeltenmek yaratılışa mugayirdir, özkarakteri tagayyürata
uğratmaktır. İnsanlık üzerinde ki zulümlerin, baskıların sebebi de bu yönlü
diretmedir. Çünkü İnsan’ın ve İslam’ın düşmanı olan zalim tiranlar, insanları
tektipleştirmek ve kendilerine köle kılmak istemektedirler. Şirk’in esas
kavgası da burada başlar. Müşrikler, Allah’tan bağımsız hareket etmek isterler.
Yeryüzünde kurdukları zulüm çarkının sorunsuz işlemesini arzularlar. Ama İslam
olmuş insanlar bunun önünde ciddi bir engeldir. İslam da ise farklılık esastır
yani karakter farklılığı. Zira insanlar farklı yaratılmışlardır ve bu
farklılığa müdahaleyi Allah yasak kılar. Binaenaleyh, müşrikler bu duruma
müdahale ederler ve insanları tek bir tip olarak görmek isterler. Böyle bir
şey, zalimlerin sömürü çarklarının çok kolay şekilde dönmesini sağlayacaktır. İşte
Tevhidin ve Şirkin kadim kavgasının nirengi noktası burasıdır. İnsanın
hürriyeti. Müşrikler hürriyetten hazzetmezler, Muvahhitler ise hürriyet
aşığıdırlar. Müşrikler farklılığa tahammül edemezler, Muvahhitler nezdinde ise
farklılık zenginliktir, cennetin manasıdır.