VARLIĞIN YARATILIŞI...5...

Özgür DENİZ - 01.02.2015

Evren ve insanlık bir bütündür ve her şey Bir olan Allah’a aittir. Parçalar bizi aldatmamalıdır, öz de bütünlük vardır. Mülkün tamamı Allah’ındır. Bilinmeyen ama duyumsanan zamanlarda, bu mülk, ilk evvelinde kavimlere, sonra da insanlara paylanmıştır. Bunun nasıl ve ne şekilde olduğu hem bilgimiz hem de mevzumuz dışındadır. Ki izahı da kabil değildir. Buna bir izahat getirene de şahit olmadım. Tek bir kitapta buna dair ayrılmış bölüm görmedim. Elbette mülkiyet temel bir sorundur ve bununla ilgili analizler, düşünceler okuduk. Âdem ve Havva’dan olma Habil ve Kabil’de mülk sahibiydiler yani emanet. Kabil, başaklara; Habil ise, sürülere sahipti. Yaratılışın özünde bir paylaşmanın olduğunu görüyoruz. İnsanoğulları, birbirilerine derecelerle üstün kılınmışlardır. Bu meyanda, sorduğumuz her soru illa ki cevap bulacak diye bir koşul yoktur. Badema da böyle olacaktır bu. Çünkü aklımız bir yere kadar gider, ondan sonra zorlasanız da gidemez. Çünkü akıl, aklın sahibi karşısında acizdir. Sen, sana bildirilenleri bilebilirsin ancak. Bilmediklerini de bilmeye çalışma. Ya aklın alınır helak olursun ya da bildiklerini kaldıramaz ve boğulursun. Her şeyi bilmeye direnmek, muhakkak hamakatlıktır. Ve herkes, sahip olduklarıyla, bu can ve mal olarak telakki edilebilir, bir imtihana tabidir. Unutmak, kaybolmak ve yenik düşmektir. Kabil, kaybedenlerden oldu! Kazanan Habil’di. Zevahirde kazandığını sanmak, filhakika kaybetmektir. Bazen, kazanan, kaybedendir. Zalim olmamaya bak, zalimsen kork! Bazen ahirete kalınmaz. Dünyada kayboluverir insan ve hüsrandadır. Mülk, ekonomik değeri olan ve getirim sağlayan şeydir, yani bir nevi rızık kapısı. Misal; bu bir daire, fabrika, arazi vs. olabilir. Belirsizlik iyi bir şey değildir ve belirsizleştirmek marifet değildir, olayı ve olguyu. Kallavi laflara da lüzum yoktur izah ve izhar için. Kur’an nasıldır? Önder (sav) nasıl konuşmuştur? Özel, genelden çıkar. Birler, Bir’in yansımalarıdırlar. Varlık âleminde sarih olmayan ne vardır? Peki, muğlaklaştırmaya gerek var mıdır?

 

 

İnsan, kullanandır şeyleri. İhtiyaç sahibi olduğu için kullanmak zorundadır. Yaşamak için gereksinimler vardır ve onların elde edilmesi iktiza eder. Şeylerin sahibi ise Allah’tır. Evet, Allah sahiptir ama insana yetki vermiştir kullanması için, insanı, insan olarak halk etmiştir bir defa. İnsan, tabiatta ki tüm şeylerin öznesidir. Dokunması, kullanması yönüyle, anlamlı hale gelmektedir öznelik durumu. Dolaylı ya da dolaysız etkide bulunur insan tüm şeylere ve onlar tavassutu ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Allah, sahiptir ama kullanan değildir. İnsana emanet etmiştir ve yasaları da koymuştur. Akıl, irade, ihtiyar ve gönül vermiştir. Hani her bir şeyin içinde, o şeyin nasıl kullanılacağına dair bir kısım yön gösterici talimatlar vardır. İşte bahsettiğimiz durumda bunun gibidir. Allah’ta yol ve yön gösterir, öğüt verir, uyarır. Bunun içinde Önderler ve Önderlerle birlikte Kitaplar göndermiştir. Yarattığı kulunun karanlıklarda kalmasını, kaybolmasını istemez. İnsan ve hayvan durumuyla olayı naçizane örneklemeye gayret edelim; şöyle ki, insanın boynu diktir, yani insan iki ayaküstündedir ve dik bir varlıktır ama hayvanların boyunları yere doğrudur, hayvanlar genelde dört ayaklıdır ama iki ayaklıların boyunları yine eğiktir. Müşahedemiz, bize bunun böyle olduğunu bildirmektedir. Hakikaten çok gariptir. Hem yere eğiktir boyunlar hem de esnek değildir. Gövdeler dikine değil de uzunluğunadır. Sanki tüm gövdeyle birleşiktir. Bu da hareket kabiliyetini kısıtlamaktadır. İnsana baktığımız zaman, insanın baş bölümünde, hem bir esneklik görürüz hem de göğe doğruymuş gibi bir izlenim ediniriz. Yani tüm varlığıyla göğe doğru uzanmıştır. Hayvanlar içgüdüleri ile hayatlarını idame ettirirler. İnsanlar ise akıl, irade, ihtiyar sahibidirler. Bu yüzden hayvanlar kolayca ve umarsız dolaşabilmekte, otlayabilmektedirler. Yaşamları sanki sınırsızmış gibi yaşarlar. Herhangi bir yardıma ihtiyaçları yoktur. Dolaysız ve müdahalesiz tüm isteklerine ulaşırlar. İstemezler. Öyle dikkat çeken bir savaşım da vermezler. Hepsi tabiatı ortaklaşa paylaşırlar. Bu durum hayvanların yaratılışlarına dercedilmiştir. Fıtratlarına münafi hareket edemezler. Paylaşım kavgası veremezler, dünya için kan akıtamazlar. Bilinçleri, hür iradeleri, ihtiyarları, sahiplenme durumları, bireysel çabaları yoktur. İnsan ise böyle değildir. Her bir insanteki, diğerlerinden farklıdır. Karakterce, kişilikçe değişiktir. Tabiat ortaktır evet ama her insanteki, tabiata etkide bulunur sahiplenmek iddiasıyla. Bilinçli bir gayret gösterir. Kan akıtan bir varlıktır insan. İstemeden de alamaz. Mutlak Sahip’ten istemek mecburiyetindedir. Peki, istemek nasıl olur? Hem sözlü hem de fiilidir. Bilinçli hareket etmek, elde etmek için emek harcamakta istemenin bir yoludur. Dua ise istemede son noktadır. Hayvan dua etmez, insan ise dua etmek için vardır, belki de başı bu yüzden göğe bakar yaratılmıştır, kim bilir. En doğrusunu Allah bilir. Hayvanlar aracıya ihtiyaç duymuyorlardı ama insanlar duymak zorundadırlar. Çünkü akıl boşuna verilmemiştir insana ve irade ve de ihtiyar. İnsan bağımsız değildir ve asla olamaz da. Bağımsızmış gibi, bağımsız olabilirmiş gibi algı doğabilir ama asla kafasında duyumsadığı bağımsızlığa erişemez ve o noktada da değildir. İnsan acılar yaşar ve bunu hisseder, hissettirir ama hayvan yaşadığı acılar hissetmez ve hissettirmez. Ya da bir hissiyat hâsıl oluyorsa bunu biz hissetmekte zorlanırız. Hülasa; iki farklı âlem, insanlar ve hayvanlar âlemi. Hem görüngü olarak hem de içyapısal boyutuyla. Akledenler ve müşahede edebilenler için, varlık âlemi hikmetlerle doludur! 

 

 

Sahiplenmek, insana mahsustur. İnsan, sahiplenen ve sahiplenme fıtratı üzerine halk edilen bir canlıdır. Hayvanlar böyle bir yaratılışa sahip değildir, çünkü sahiplenmek, aklın varlığını iktiza eder. Sahiplenmek bazı durumları koşul kılar. Mücadele etmek. Akıl, irade ve ihtiyar sahibi olmak. Bilinçli istemek. Sahip olmak var olmaktır bir anlamda. Hayvanlarda ise var olmak diye bir istek yoktur. İnsanoğlunun bireysellik mahiyeti vardır. Hayvanlarda ise böyle bir öz yoktur. Onlar da ki öz, topluluk özüdür. Onlar akıllarıyla değil, güdüleriyle; bireysel olarak değil, sürüler halinde varlıklarını idame ettirirler. Hayvanlarda önsel yani sonradan edinilmeyen ve özsel yani mahiyetlerinde münderiç bulunan bir kollektiflik durumu vardır. Cinsellik konusunda da böyle bir durumla karşı karşıyayız. Yani ortaklık durumu hayvanların özlerinde, varoluşlarında vardır. Hayvanlarda bir nevi tür genetiği mevcuttur. Güdülenme vardır. Varoluşları bu yöndedir. Beslenmelerinde, barınmalarında ve üremelerinde bariz olarak müşahede edebiliriz bunu. Burada şöyle bir ince noktayı da fark edebiliyoruz; aklın farkını. Akıl verilmemişse, sonsuz hürriyet veriliyor, sorumluluk alınıyor. Akıl verilmişse sorumlu bir hayatın oluyor ve sonsuzluğun sonluluğa dönüşüyor, yani hürriyet mevzuunda. Hani din sahiplerinin akıl sahibi oluşu gibi. Akıl sahipleri imtihana tabidir ama aklı olmayanların imtihanları yoktur, zira sorumlulukları yoktur. Hayvanlarda koşulsuz, hesapsız, sorgusuz itaat vardır. Çünkü akıldan, iradeden ve ihtiyardan azadedirler. İnsanlarda ki gibi farklı karakterlere değil, ortak bir karaktere haizdirler. Yine, hayvanlar bilmezler ama insan bilir, insana bildirilmiştir. Burası da sonsuz önemlidir. Çünkü bir yerde insan bildiği için sorumludur ve bildiği için imtihandadır. Eğer bilmeseydi, sorumluluğu da, imtihanı da olmazdı. Hülasa; insan ile hayvan yaratılış itibariyle farklıdırlar. Aynı özelliklere sahip değillerdir ve aynı yaşamı asla yaşayamazlar. Misal; insan din sahibidir ama hayvanın dini olamaz. Göz ve akıl nedir, niçin verilmiştir, birbirleriyle ilintileri hangi yöndendir ve hangi boyuttadır? Akledenler için, hakikat sarayının kapıları sonuna kadar açıktır.

 

 

Ne insan hayvandır ne de hayvan insana benzer. İnsanı hayvanlaştırmaya çalışanlar, hayvana da insanlık hamletmeye yeltenenler akıldan mahrum yaratıklardır. Her şeyin bir fıtratı vardır ve fıtratı bozmak şirktir. Hayvanlık, insani fıtrata mugayirdir, münafidir. İnsan, insanın canavarı değildir ve olmayacaktır. Bir gün her şey düzelecektir. Bizim, insanlık temelinde yükselen ve var olan medeniyetimizde, insan insanın kardeşidir ve kardeşte kardeşin cennetidir. Allah, mutlak ve kutsal yasada beyan etmiştir hakikati ve ancak Bana inananlar kardeştirler demiştir. İnsanı hayvanlaştıranlar, hayvanlık temelinde uygarlık inşa edenler ve tüm insanlığı hayvan gibi görenlerdir. Küresel şeytani düzenin mümessili olan Avrupa nezdinde hayvandır insan. Avrupa, şeytanın, yer üzerinde, müşahhaslaşmış halidir. Kendi dinleri kan akıtın diyen Avrupa, İslam’ı terörün temeli olarak görmekte ve algı operasyonu yapmaktadır bitevi. Doğu’nun temiz ve güzel çocukları da bu kahpe yalana aldanmaktadırlar. Zihinlerimiz, gönüllerimiz, vicdanlarımız Avrupa şeytanın pislikleriyle kirlenmiştir. Zihnimizde, gönlümüzde ve vicdanımızda ciddi bir temizlik operasyonu yapmadan şeytani pisliklerden arınmamız muhaldir. Bunun içinde muhakkak olarak Kitaba ve Sünnete dönmemiz mutlak koşuldur. Hafızalarımızı boşaltacağız, başka yolu yok. Çünkü hafızalarımız yalanlarla kirletildi, eskitildi. Yeni bir format iktiza ediyor. Tüm kayıp değerlerimiz, bu formattan sonra geri gelecektir. Tüm filozoflar, tüm bilim adamı kılıklı şarlatanlar, tüm düzenbaz ideologlar, kahir ekseriyetle, insanı hayvan olarak tavsif etmişlerdir. Ve insan adına dizayn ettikleri hayatı da bu temel üzerinde dizayn etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Avrupa şeytanı daima kan akıtmaktadır ve bahusus Müslüman kanı. Avrupa yamyamdır ve hastadır. Damlarında zehirli bir kan dolaşmaktadır. Onun damarlarında ki zehirli kanı tamamıyla boşaltmadan asla insanlığa dönemeyecektir. Yeryüzü bir çatışma alanıdır şeytan için. Ve şeytanın düşmanı insandır. Güç haklıdır, hak güçlünündür şeytana göre. Bu yüzden de bitevi yüreklere korku salmakta ve insanlığın kanını emmektedir. Şeytanın, hafızlarınızı doldurduğu bilgilerle konuştukça ve damarlarınıza enjekte ettiği pisliklerle dolaştıkça asla şeytana galebe çalamazsınız.

 

 

Tabiat, insana bahşedilmiş bir nimettir ama külfet iktiza eder. Rızık tabiatta saklıdır ve ona ulaşmak için çalışmak şarttır. Yaşamak için beslenmek, beslenmek için de hareket etmek iktiza eder. Yani nimete ulaşmak külfetlidir. İnsan çalışır ve bir şeyler elde eder ama elde ettiğini de sahiplenmek ister. Bu sahiplenme mutlak anlamda değildir ve zaten olamazda. Sahip olunan her şey, gerçek sahibinindir ve emanettir insana. İnsanoğlu, çalıştım kazandım diyorsa, çalışıp kazandığın şeyi hakikatte var kılan ve sana lütfeden kimdir diye sorarlar. Ki zaten, istesende istemesende, bırakıp gideceğin şeyin nasıl sahibi olabilirsin? İnsan, eğitilmek için halk edilmiş bir varlıktır. Eğitilmesi içinde, bir Kitap ve tabir caizse bir Muallim gönderilmiştir. Hakikati öğrenmesi, bilmesi, anlaması ve ona göre yaşaması için nefsin terbiye edilmesi icap eder. Bu da rastgele olacak bir şey değildir. İnsan bu dünyada kullanan ve kullanılan konumundadır. Allah’ın yarattıklarını kullanır ve insanlığın kurtuluşu içinde kullanılır. Dünya bir oyalanma yeridir. Asıl hayat, Hayat Sahibinin yanındadır. İnsan kafasına göre yaşayamaz ve şeyleri kullanamaz. Çünkü insan mutlak bağımsız değildir, benzerleriyle bağımlı olan bir varlıktır. Tüm hayatlar birbiriyle ilintilidir ve her çağa ait çağrı yeni gelen çağların çağrılarıyla zincirlidir birbirlerine, tıpkı insanlar gibi. Bu yüzden insan bireysel yaşayamaz. Mahiyetinde bireysellik olduğu halde. Toplum içindedir, topluma bağımlıdır ve toplumsal yaşamak zorundadır. İnsan değerli ve şerefli kılınmıştır. Müşrik olamaz. Müşrik, haddi aşandır, hududu çiğneyendir, kendini bilmeyendir. İnsan ruhu, İlahi Ruhtan öz taşır ve tüm benzerleri de öyle. Bir insan, tüm insanlıktan büyük olamaz. İnsana hakikat kesin kanıtlarla gönderilmiş ve bildirilmişken, insan yalana temayül gösteremez ve hakikati örtecek, saklayacak kadar kâfirleşemez. İnsana olduğu gibi dosdoğru yaşaması emredilmişken, insan, bin suratlı ve bin gönüllü bir münafık olamaz.  Ayrıca, bencilliğin kirli sularında yüzemez. Cimrilik yapamaz sahibi olmadığı mülk üzerinde. Faizcilikle insanlığa ait hazineyi kirletemez. İsraf edemez, stokçuluk yapamaz. Bunların tümü şeytani pisliklerdir ve toplumsal yaşama mugayirdir. Bu pisliklerle yaşayan bir insan, insan değildir. Şeytanlaşanların işidir bu pisliklerle iştigal etmek. Ayrıca mülkiyet, diğer hayatlar üzerinde haksız bir egemenlik kurma aracıda olamaz. Ki bu, müşriklere has bir özelliktir. Tabi mutlak manada şeylerden mahrumda kalamaz insan, çünkü yaşaması için illa ki mülke muhtaçtır. Bunun adı zamanımızda paradır. Bugün parasız yaşamak çokta kabil görünmemektedir. Ki zaten mülkten ari olmak, varoluşa, insan olmaya aykırıdır. Çünkü insan çalışmak zorundadır. Çalışan da elbette bir kazanım elde edecektir. Yatmakla, yaşamak olmaz. Çünkü yatmak, mezelleti, meskeneti, ataleti ve muhakkak esareti tevlit edecektir. Allah, böyle bir durumu, yasak kılmıştır. Bir insanın terle, yaşla, kanla, emekle kazandıklarına el koymak, zulümdür ve köleliği tevlit eder. Bu ise mutlak cinayettir. Hürriyet içinde var olduğum evrende, varlığı vasıtasıyla varoluşumu tahakkuk ettirdiğim ve benliğimi delillendirdiğim, keza hayatımı idame ettirdiğim bir şeyi, muhakkak surette devlet denilen mekanizmaya ait kılmam, insan olmaklığıma zıtlık teşkil eder ve bunun metazori yapılması insani benliğime emsalsiz zulümdür. Ayrıca insanı çalışmaktan soğutur ve insanı insan kılan üstün kabiliyetleri de mahveder.  Hakeza, benzerlerimizin inhisarlarına da devredemeyiz bin türlü meşakkatle elde ettiklerimizi. Böyle bir durum, kaderimizi de onların ellerine bırakmak ve onların köleliğine razı olmak olur ki, vahimdir. Böyle bir şeyi isteyenlerin mantıklı ve namuslu izahları olamaz. Onlar insan kılığına bürünmüş şeytanilerdir. İnsan, İslam’ı egemen kılmak için vardır; İslam’da insanın dünyasını cennete tedvir etmek için vardır. Gerisi safsatadır. Hakikat açıktır ve örtmeye hiçbir kimsenin gücü yetmemiştir ve badema da yetmeyecektir.

 

 

İlahi, kutsal, ezeli, ebedi, şaşmayan mutlak yasada kesin olarak bildirilmiştir ki; her insan çalıştığı kadardır ve çalıştığına erişir. Burada ince bir detay vardır. Çalışan insanın hak ettiğine erişmesi için, önünde ki handikapların temizlenmesi iktiza eder. Bu da yeryüzünde tek ve ortak kuvvet olan devlet mekanizması eliyle mümkündür. Günümüzde kapitalist hegemonya adaletin en amansız ve en büyük düşmanıdır. Mülkü inhisarına alıp, insanlığı köleleştirmektedir. Buna son verecek şey; insanlığın birliği ve bu birliğin devlet boyutunda kuvvete dönüşmesidir. Devlet, insanlığın alın terine uzanacak elleri kıracak yegâne kuvvettir.  Allah, herkes çalıştığı kadarının rehinidir derken direkt olarak insana hitap etmektedir. Ki tüm kutsal ve kesin kanıt olma özelliği taşıyan sözler insana dairdir. Çünkü akıl insandadır. Hayvan sorumsuzdur, mahkemeye tabi değildir. Çalışma kabiliyeti, üretme kapasitesi, iş yapma gücü olan yegâne canlı insandır. Tıpkı akıl, irade, gönül, ihtiyar yetilere sahip yegâne canlı insan olduğu gibi. İnsan da ki sahiplik duygusu, özüne derç edilmiş bir duygudur yani önseldir. Sonsal değildir. Küçücük bir çocuğa, henüz aklı, farkındalığı, bilinci oluşmamış bir çocuğa hiçbir kimse, hiçbir çevre sahiplik duygusu bahşedemez. Ama çocuk, kendisine verilen bir oyuncağı sahiplenir ve kolay kolay da paylaşmak istemez. İnsan, varlık âlemine, muayyen bir duygu ve düşünce zeminiyle doğar. İnsanı, insan kılan yetileri ıskalarsanız, insanı ıskalarsınız ve bittiniz. İnsanı, insan kılan şeyleri yok saymak onu hayvanlığa itivermek olur. Hakikat, barikat tanımaz. Hayvanlar, kimseye hesap vermezler. Başıboşturlar. Sahiplenmezler. İhtiyaç hissetmezler ve istemezler. Ki haddizatında tabiat ortak kullanım alanıdır, binaenaleyh sahiplenmek gibi bir tasaları olmaz. İnsan, görevli gelmiştir bu evrene. Yüklenilmeyen yükü yüklenmiştir.

 

 

Uğruna ter akıttığın şey senindir ve terin karıştığı şey helaldir. Mayasız hamurun ekmeği çiğ olur. Tersiz kazançta yaramaz. Her şeyin bir fıtratı vardır ve fıtrata ters olan şeyler geri teper.  Kutsal Kitap’tan bir sözdür; yediğin yemekte terinin kokusu olacaktır. Lezzet; terde, kanda ve yaştadır. Önderimiz (sav) derler ya hani; helal olan, ter akıtılarak elde edilendir. Ter, kan, yaş sana aitse, ele geçende sana aittir. Hiçbir şahsın, kurumun ya da devletin buna el koyması kabil de, meşru da değildir. Kazandığını harcama yetkisi kişiye aittir. Ama keyfince harcama yetkisi de yoktur kişinin, çünkü hayatın hesabı vardır. Hayatın başlamasıyla, yasaların tatbiki de başlamıştır. Hayat ne kapitalistçe yaşanır ne de komünistçe. Hayat, İslam’dır ve İslam’da hayattır ve hayat İslam’ca yaşanır. İlerisi gerisi yoktur bunun. Bildiğimiz kapitalizme ve komünizme rest çekmek, insani fıtratımızın muktezasıdır.  Bilmediğimiz bir kapitalizm ve komünizm varsa ve bize bilmediğimiz bir hayatı öneriyorlarsa diyeceğimiz yoktur. Ki zaten, işin en temelinde, görünmeyen dünyalarında, komünizm de, faşizm de, kapitalizm de kan, can ve sütkardeştirler. Ha, sen bilmiyorsun ve ben bir bilenim diyen varsa onu dinlemeye de hazır ve nazırız. Adaletin özü, İslam’ın özüdür. Haram servetler, insanlığı kirleten servetlerdir. Haram kazananlar münhasıran kendilerini kirletmezler, kendileriyle birlikte tüm insanlığı da kirletirler. Binaenaleyh, faizde, rüşvette, her türlü şans oyunu da, borsa denilen organize durumda şeytan işi pisliklerdir ve haramdır. Bu arada, muhtelif yollarla, insanların namusluca, çalışarak kazanmalarının önünde handikap oluşturmakta ve bu yollardan kendine rant sağlamakta alçakça bir gasptır. Devlet, gücünü haramı engellemek için istimal etmelidir, helali değil. Küçük bir olayla örnekleyelim mevzuyu; eğer bir ihale varsa ve bu ihaleye sermayesi zayıf olan biri iştirak etmişse ama bu kişi liyakat sahibiyse ve bu şahsiyet, sermayece kuvvetli kompradorlar tarafından engelleniyorsa, bu alçakça bir zulümdür. Devlet, buna müsaade etmemelidir. Mevzubahis olan üç ideoloji de, arka planlarında, küresel baronların, kompradorların silahlarıdırlar. İslam, ‘’la’’ ile başlar. İslam; temizdir, temizliği emreder ve temizler. İslam, kiri, ittihaz ve tolere etmez. İslam haricinde ne varsa İslam nezdinde kirlidir. Ve insanlık kirlenmiştir, İslam suyuyla yıkanmadıkça da asla temizlenmeyecektir.

 

 

İnsan ne yapacaktır peki? İnsan ilk evvelde hareket halinde olmak zorundadır. Çünkü damarlar kanla beslenmelidir. Duran kan donar, donan kan hayatın iflasıdır. İnsanda hayatın içinde, kanın damarlarda aktığı gibi akmalıdır. Ter, yaş ve kan boşaltacak ki hayat yenilensin. Helalin sınırlarını aşıp haramın sınırlarına taşmayacak. Kazandığını paylaşacak ki, kazancını temizlesin. Kazanç, kirli olur mu? Evet kazanç kirli de olur, kirlenir de. Eğer kazancında ki payı, pay sahiplerine iade etmezsen kazancın helal dahi olsa kirlenir. İçinde bir damla ter yoksa da zaten kirlidir. Her kazancın içinde, yetimin, garibanın ve ihtiyaç sahibi olanların payı saklıdır. Her fert toplum yararına kullanmalıdır kazancını, çünkü bir nevi toplum tavassutu ile kazanmaktadır. Birey olarak yaşayabilmelidir elbette ama toplumu unutmadan. İnsan namuslu yaşamalı ve çalışmalı, namuslu kazanmalı ve harcamalıdır.  Mutlaka haddini ve hududunu bilmeli ve aşmaya yeltenmemelidir. Acizdir, muhtaçtır, çaresizdir; bunu bilmelidir. Hakikate uzak insan, kendine de uzaktır, kendine uzak olan toplumuna yabancıdır. İnsan namusluca yaşarken, namuslu direniş içinde de olmalıdır. Haksız kazanmalara müsaade etmemelidir. Adaleti, devlet uygular ama fertler uygulatır yani uygulanmasını makul yollarla temin eder. Kaderini asla komprador itlerin eline terk edemez insan ve bu durumda insanın yanında durması gereken kuvvet devlettir. Onların zalimlikle, zulümle gasp ettiklerini icap ediyorsa zecri yöntemlerle geri alabilmelidir insan ama devlet tavassutu ile. Devlet yanlışsa, doğru devlet ikame edilmelidir. Çünkü Allah, mutlak ve kutsal yasalarda, adaletin ikame edilmesini emretmiştir. Terin karıştırıldığı kazançlara sözümüz yoktur. Ama tersiz kazançlara elbette sözümüz olacaktır, olmalıdır. Çünkü bu dünya ve dünya içinde ki nimetler muayyen bir zümre için var değildir, halk edilmemiştir. Ki zaten Rabbimiz de servetlerin, birkaç elde dönüp duran devlete dönüşmesini istemez. Adaleti de İslam’dan başka ikame edecek hiçbir güç yoktur. İslam şudur; ne ziyana uğra ne de ziyana uğrat, şerefinle, namusunla, emeğinin karşılığını hakkıyla alarak, adalet içinde ahlaklıca hayat sür. Hakk’tan, Halk’tan, Hakikat ’ten asla ve kata ayrılma. Hülasa; vasat ol. İfrata da, tefrite de düşme. İnsaniyet çizgisinin ne üstüne çık, ne de altına düş, tam üstünde ol. Ah şu insan, bir kez de olsa düşünse, bir kez de olsa Allah’ın dediğini yapsa namusluca ve layığıyla, bir kez de olsa alışkanlıklarından vazgeçse, bir kez de olsa zihninde ve gövdesinde devrim yapabilse, işte her şey değişecektir o vakit.

 

 

İnsan bu evrende bir emanetçidir. İnsanda olan ne varsa, hepsi bir gün geri alınmak için, insana tevdi edilmiştir. Binaenaleyh, bu evrende mutlak mülk iddiasında asla bulunamaz insan. Bu şirktir. Uğruna ter akıttığı şeyi sahiplenir ama asıl yurduna irtihal edesiye kadar. Mezar karanlıktır, orada her şey kaybolur. Işığı, insan kendisi taşır. Mülk üzerinde, insanın sahipliği, muvakkat bir sahipliktir. İşler, eker, üretir, biçer. İnsan olma halinin şartıdır bu. Hakikatte toprağın bile işlenme durumu vardır. Uzun süre işlenmeyen toprak müsadere edilir. Çünkü toprağın bitevi atıl kalması, toplumu etkileyen tahribata neden olabilir. Burası ince bir noktadır işte ve hakiki adalette budur. Toprağın sahibisindir ama işlemek zorundasın. Çünkü o toprak özelde senin olabilir ama genelde tüm toplum içindir. İşlemediğin toprak senin olamaz. Allah, nimeti saklayın diye vermedi. İşleyin ve topluca kullanın diye verdi. Adalet içinde. Unutmayın, Karun, ben kazandım ve benimdir dediği için helak oldu. Farklı yeteneklerin, mesleklerin, insanların sırrı buradadır. İnsanlar kendi kabiliyetlerine göre meslek sahibi olacaklar, meslekleri icabınca üretecekler ve her bir insan diğer insanın ihtiyacını temin edecek ve yaşam böyle sürüp gidecek. İnsan toplumsal benlik içinde ferdi benlik olarak halk edilmiştir. Hayat böyledir işte, her şey bir şey içinde var olmuştur.  Hiçbir şey bir diğerinden mutlak bağımsız değildir. Allah haricinde. Üretilen tüketilir, tüketilen yeniden üretilir. Tüketecek de, üretecekte insandır. Hayat bir döngüdür. Âlem insan içindir, insan da Allah için. Bu yüzden Allah insanı kontrol eder. Bu ilahi kontroldür. Tabi yer üzerinde elbette devlet mekanizması vardır ama bu mekanizma da muhakkak ilahi yasalar çerçevesinde işlemelidir. Bilakis, her şey birbirine karışır ve düzen bozulur ve zaten insanlık ailesi olarak yer üzerinde yaşadığımız hayatta malumdur. Mutlak ve kutsal yasalar çiğnendiği için, yeryüzünde ne adalet vardır ne de ahlak ve ne de insanlık kalmıştır. Çünkü Allah bizatihi kontrol edecek değildir. Egemenliği kullanacak değildir. Yoksa insanı niye yaratsın ki ve ona niye akıl, irade, gönül ve ihtiyar versin ki? İnsan kontrol edilirken, insani öze dokunulmamalıdır. Çünkü insanı insan kılan o özdür. Bu yüzden devlet dışsal bir etkide bulunurken ya da müdahaleye tevessül ederken insani özü zorlamamalıdır. Toplumsal mutabakat yasaları, birey ve toplum uyumunu temin etmek içindir. Bilakis, bireyi ve toplumu birbirinden koparmak için değil. Devletin en mühim vazifesi; güvenliktir, ondan sonra adalet gelir. Denge bozulursa düzen de bozulur, düzen bozulduğu an insanlık kaosa mahkûm olur ve her şey şirazesinden çıkar. İşte o zaman şeytan egemenliğini kurar. Diyeceğimiz odur ki; akleden bir toplum için, İslam’dan başka, saadet, meserret, huzur, güven, adalet, ahlak ve felah kaynağı kesinlikle yoktur. İnsan kendisi olduğu zaman mutlu olur değil mi ve hep kendisi olmak için mücadele verir değil mi? İşte İnsanın kendisi İslam’dır. İnsan, İslam olmadığı zaman sonsuza kadar huzursuz olacaktır. Gerisi angaryadır.

 

 

İslam; elektrik ve su gibidir. Aydınlatır ve temizler. Işık ve temizlik ise insan için olmazsa olmazlardandır. İslam, insanın mücerret hali; insan ise, İslam’ın müşahhas halidir; bu, basit ama mutlak bir hakikattir. İnsan, farklı bir varlıktır ve farklılığını fark ettirir; bu da, basit ama kuvvetli bir hakikattir. İnsanlar, karakter olarak farklıdırlar. Hayvanlar ise, karakter benzerliğine sahiptirler. Burada derin bir detay vardır; işte, tamda bu yüzden, insanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmak muhaldir. Hayvanları sürüler halinde bir yöne sürebilirsiniz ve diklerine giderler, nereye gittiklerini bilmeden ama insanlar için bu caride, kabilde değildir. İnsan, insandır. Günahta işler, tövbede eder. Ne melektir, ne de şeytan ama meleğe de benzeyebilir ve şeytanlaşabilir. Tabi bu meyanda insan hayvanlardan aşağıda düşebilir, meleklerden yükseğe de çıkabilir. Allah, insanı özel yaratmıştır, tabir caizse. İnsanlar karakter farklılığı üzerine yaratıldıkları için, bir zümrenin hâkimiyeti imkânsız hale gelmektedir insanlar üzerinde. Yani mutlak zorbalık kabil olamıyor bu sebeple. Tüm insanları bir şeye inandırmak çok zordur. Karakter farklılığı farklı seçim demektir. Farklı seçimde daimi tiranlığın önünde ciddi handikaptır. Mülkiyetin, devletin yetkisine devredilmesi, yaşamı cennete döndürmez.  Böyle bir algı, alıkça bir algıdır. Bu, düşüncenin putlaştırılmasıdır. İslam dışında ki düşüncelere mutlak doğruluk vehmetmek akılsızlıktır. Ki böyle bir olay yaşanmamışta değildir. Ve sonuç bilgimiz dışında kalmamıştır. Toplum bazında da bir heterojenlik vardır. İnsanları tornadan çıkmış gibi tek şekle sokmak ve toplumsal özü homojen duruma döndürmeye yeltenmek yaratılışa mugayirdir, özkarakteri tagayyürata uğratmaktır. İnsanlık üzerinde ki zulümlerin, baskıların sebebi de bu yönlü diretmedir. Çünkü İnsan’ın ve İslam’ın düşmanı olan zalim tiranlar, insanları tektipleştirmek ve kendilerine köle kılmak istemektedirler. Şirk’in esas kavgası da burada başlar. Müşrikler, Allah’tan bağımsız hareket etmek isterler. Yeryüzünde kurdukları zulüm çarkının sorunsuz işlemesini arzularlar. Ama İslam olmuş insanlar bunun önünde ciddi bir engeldir. İslam da ise farklılık esastır yani karakter farklılığı. Zira insanlar farklı yaratılmışlardır ve bu farklılığa müdahaleyi Allah yasak kılar. Binaenaleyh, müşrikler bu duruma müdahale ederler ve insanları tek bir tip olarak görmek isterler. Böyle bir şey, zalimlerin sömürü çarklarının çok kolay şekilde dönmesini sağlayacaktır. İşte Tevhidin ve Şirkin kadim kavgasının nirengi noktası burasıdır. İnsanın hürriyeti. Müşrikler hürriyetten hazzetmezler, Muvahhitler ise hürriyet aşığıdırlar. Müşrikler farklılığa tahammül edemezler, Muvahhitler nezdinde ise farklılık zenginliktir, cennetin manasıdır.

Tarih: 01.02.2015 Okunma: 676

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?