Şirk, bilmemek değil, kabul etmemektir. Müşrik, bilir ama
kabul etmez, kendini öne çıkarır ve müdahalesiz yaşamak ister. Çünkü muhtelif
nimetlerle dolu bir dünya vardır ve o dünyada kafasına göre yaşamak ister. Ama
o dünyanın bir sahibi vardır ve müdahale eder. Tevhid, hem bilmektir hem de
kabul etmektir. Muvahhit, hem bilir hem
de kabul eder ve dahi birler. Çünkü varı var eden bir Var vardır. Dolayısıyla
nimetlerin sahibi vardır ve insan başıboş değildir. İnsan müdahale eden bir
varlık olduğu gibi, kendisine müdahale edilen bir varlıktır. Müşrik, isyan
ederken, kendisine isyan edilmesini istemeyendir. Güya boyun eğmeyi kölelik
addeder ama herkesin de kendisinin karşısında hizaya geçmesini ister. Allah’tan
gayrı her şeye boyun eğenler, Allah’a boyun eğmeyi reddederler. Ne garip; hem
hürriyet derler hem de köleliği evetlerler. Müşrik, egemenliği parçalayandır ve
yerin egemenliğini kendi inhisarına alandır. Oysa egemenlik parçalanmaz. Kararlar
üstünde karar vardır ve her karar verici, en üst karara göre karar vermelidir. Hâkim
tektir ve karar tek Hâkime aittir. Müşrik zihniyet, çürük zihniyettir. İmtihan
olgusu, insan zihnini canlı tutar. Müşrik zihniyet bu yüzden imtihan olgusuna
karşı çıkar ve zihinlerden silmek için mücadele eder. İnsanları köleleştirmek
ve tektipleştirmek gibi bir baskının ardında imtihan olgusunu yokluğa mahkûm
etmek gayesi vardır. Tektip insanlık arzusu, insanlığı yok etmek arzusudur. Hürriyeti
ölen insan, ölüdür. İmtihan olgusunun unutturulması ve hürriyetin gasp
edilmesi, dengeyi bozar ve evreni kaosa mahkûm eder. Zira söylediğimiz durum yer üzerinde tedricen
icra edilmektedir. Siyonist şeytanın, mutlak müşrikin, evrensel soykırımlarının
altında bu kirli gaye yatmaktadır. Avrupa denilen hastalıklı canavarın bugüne
kadar ortaya koyduğu barbarlıkların altında da bu kirli arzu vardı. İnsanlığı
hayvanlaştırma eğilimi. Elbet insanları hayvan gibi görürseniz, onları tekrar
eski hallerine döndürmek istersiniz. Çünkü insanlaşmak, sürüden ayrılmaktır,
hayvanlıktan çıkmaktır. Ama bu şeytan için tehdittir ve tehlikedir. Şeytan,
insani karakteri kabul etmez. Çünkü insani karakteri kabul etmek, Allah’ı
bilmek, tanımak ve kabul etmektir. Birbirlerinden muhakkak farklarla ayrılmış
bulunan insanları, tek kalıba sokmak, fıtrata münafidir. İmtihanı da yok
saymaktır. Çünkü ortak karakterin imtihanı yoktur. Zira ortak karakterde aklın,
iradenin, ihtiyarın anlamı yoktur.
Birey, tekliği; toplum, çokluğu ifade eder. Toplum, bireyin
kontrolünde; birey, toplumun kontrolündedir. İkisi birbirini hem tamamlar hem
de etkiler. Bireyin bünyesinde ki değişimler, toplumsal bünyede ki değişimi
tetikler. Toplumda ki değişimler ise yine geri dönüşümlü olarak bireye sirayet
eder. Ama ikisi de kamu düzeninin etkisindedir. İnsanlık ailesinin normları
vardır. Bu normlar hem bireyi hem de toplumu bağlar. Birey de, toplumda, kendilerine
çeki düzen vermelidirler, bu ise, devlet otoritesinin murakabesiyle mümkündür. Devlet
müdahale etmelidir ama bu müdahale adalet ilkesi çerçevesinde kalmalıdır. Ne
haddinden fazla, ne de az olmalıdır. Müdahale olurken de insanların tefriki çok
iyi yapılmalıdır, toplumsal yapı çok derin analiz edilmelidir. İnsan için
geçerli olan tefrit ve ifrat durumu, devlet içinde geçerlidir. Fertler de,
toplumlar da zaman içinde olgunlaşırlar ve oluşurlar. Bu varoluşta ki, temel
noktalar çok iyi tahlil edilmeli ve pasifize edilmemelidir. Burada en mühim
olgu, hürriyettir, sonra da damla damla ter akıtarak ve miktar miktar enerji
sarf ederek elde ettiği ve bir emanet bilinciyle sahiplendiği malıdır. İnsan,
hürriyetsiz yapamaz, çünkü var olmak için hür olmak iktiza eder. Sahiplenmeyen
de, hayatta ki varoluş sebebini kaybetmiş demektir. Hür olan; benliğini ifade
etmeyi, varlığını geliştirmeyi garanti altına almıştır. Sahiplenmek ise;
hareketi, ter akıtmayı ve üretimi tetikler. Bilakis, birey ölür, toplum atıl
kalır ve hayat donar, nihayet varoluş değil yokoluş serüveni başlar. Mülkün
mutlaklaştırılması da, mülksüzlüğün dayatılması da, hürriyetin yani insani özün
yok edilmesini intaç edecektir. Mülkün mutlaklaştırılması demek; insanın, kahpe
kapitalistin, namussuz müşrikin, hayvanlaşan müstekbirin, sefil ve zavallı bir
oyuncağı kılınması demektir. Mülksüzlüğün metazori dayatılması ise; insanın,
müstebit ve özünde kapitalist ruhu taşıyan devletin, çaresiz ve hayvani bir
karaktere sahip marabası olması demektir. Binaenaleyh, mülk, varoluş için
sonsuz önemli bir olgudur. Her iki durumda, mutlak mülkiyetçilik ya da mutlak
mülksüzlük, insani öze mugayirdir. Hem bireyin hem de toplumun ölümü demektir.
İnsan kendisi bir denge üzerindedir ve denge üzerinde varolur. Denge bozulunca
her şey şirazesinden çıkar. Dengeyi muhafaza eden ve varoluşu en üst dengede
temine den şey ise; İslam’dır. Çalışma ve sahiplenme hürriyeti vardır insanın. Hürriyet
ve sahiplenmek, bir yerde yaratıcılığın sübabıdır. Bu hakikattir. Ne mantığa ne
de vicdana münafidir. Bilakis, insan sapıtır, batar, biter, yok olur. Toplum
çürür, kokar, ölür. İnsani öz ıskalandığı zaman ıskalanmayan şey kalmaz. İnsanlar
kesin olarak farklıdırlar ve asla aynılaştırılamazlar. Her insanın beyni
ayrıdır, tabiatıyla düşüncesi de ayrı olacaktır. Aynılık, hayvanlara özgü bir
durumdur. Allah’ın farklı yarattığını, aynılaştırmaya yeltenmek isyan etmektir.
Ne kimse bizim gibi olmak zorundadır, ne
biz kimse gibi olmak zorundayızdır. Herkes bir fıtrat üzerine halk edilmiştir.
Evet, insan olarak aynıdır ama bir de, insanların, insan olmaklığı dâhilinde
farklı tabiatları vardır. Kimse kimseyle ve kimse gibi yaşamak zorunluluğunda
değildir. Yalnız kalsakta, birlikte olsakta, vazifemizi ifa etmek kaderimizse,
katlanmak boynumuzun borcudur. Kimse
kimseyi hem ırgalamaz hem de ırgalar. Her bir insan teki ilk evvelde kendinden
sorumludur. Bütün parçadan oluşur ve bütünün muhkemliği, parçanın muhkemliğine
merbuttur. Önce tek, sonra tüm gelir.
Birey, toplumun üyesidir evet, ama toplumun sarsılması da bireysel hissiyata
bağlıdır. Çünkü her devrim önce bireysel bünyede kıvılcımlanır ve taşıp topluma
sirayet eder ve toplumsal yapıda ateşlenir. Ki, İslam Dini’de ilk evvelde
bireyi önemser, zira fert olmayınca, toplum kendini bulamaz. İnsanlık
Önderleri, ilk evvelde tektiler, sonra birler bin oldular ve kuvvet buldular,
nihayet, ahlak ve adalet devletini kurdular. Bu durumlarda örneklik sonsuz
mühimdir. Çünkü söylenen sözler, örnek olanın imzasını taşıyacaktır, sözün
tesir etmesi için, örnek olanın tam olması iktiza eder. Hiçbir Önder sözünün
aksini yapmadı, bu yüzden örneklikleri kuvvetli oldu ve etki bıraktı. Tek
kalsalar da vazgeçmediler. Çünkü sorumluluk böyle bir şeydir ve ağırdı, ihmal
edilmesi insanlığın yaralanması demekti. İzah ettiler, izhar ettiler, ikaz ettiler
ama asla zora başvurmadılar, fıtratları zorlamadılar. Çünkü zorla fetih
olmazdı. Gönüller yumuşaktı ve zora gelemezdi ve gönülde ki fetih hiçbir fethe
benzemezdi. İslam, gönülleri fethetti ve çağlardan çağlara bu şekilde aktı
durdu ve akıp duracak. Küfrün kudurması da bu yüzdendir işte. Zorlamak haddi ve
hududu aşmaktır, yolundan şaşmaktır ve karanlığa koşmaktır. İslam, bu tür bir
şeyi yasak kılmıştır. Çünkü insan hürdür ve ihtiyar sahibidir ama her seçiminin
de bir bedeli olduğu kendisine bildirilmiştir.
Hak ve batıl (hakikat ve yalan, doğru ve yanlış, gerçek ve
sahte) apaçık meydandadır. Akıl verilmiştir ve seçim hürriyeti vardır. Öyleyse
zorlama yoktur ve olamaz. İzah yani bir olguyu açıklama vardır, izhar yani bir
olguyu ortaya koyma vardır ve ikaz yani öğüt ve uyarı vardır. Baskı yapan, zora
başvuran haddi aşmıştır. Bir şeyde yalnız kalmak acı veriyor insana. İstiyor ki
benim gibilerde, benim gibi olsunlar. Kendi gibi olmayanlardan nefret ediyor,
onları metazori kendine benzetmeye yelteniyor. Bahusus şeytani ideolojilerin
yöntemidir bu. Şeytan her türlü hileye başvurarak insanı yoldan çıkarmak ve
kendi peşinden götürmek ister. Şeytanın yeryüzünde ki müşahhas halinin Siyonist
olduğunu biliyoruz gayrı. İnsanoğlunun yaptığı ne ise, onu herkesle birlikte
yapmak zorunda değildir, herkes yapmıyorsa da ondan el çekmek gibi bir durumu
olamaz. Hakikati herkesle birlikte savunmak zorunda değilsin. Kimse savunmasa
da sen savunmak zorundasın. Şeytanın hileleri insanın cehaletiyle birleşince
istenmedik durumlar ortaya çıkıyor tabi ki. İnsanın özünde ki farklılığın ve
hürriyetin varlığı ve önemi olabildiğince aşikâr oluyor tam da burada. Eğer insanlık ailesi, ailede ki tek bir
ferdin söylediklerini ittihaz etmiş olsaydı ya da edecek tabiatta olsaydı dünya
çok farklı olurdu, imtihan olmazdı. Hatta insanın anlamı kalmazdı be. Çünkü o
zaman dini anlatmanın da önemi olmazdı. Yok be hayat olmazdı o zaman. Hürriyet,
seçim, akıl, bir an da önemsizleşiverirdi. Evrende, efendiler ve köleler olurdu
münhasıran. Çünkü kölelik, seçim hürriyetinden mahrum insanlığın kaderidir.
İnsanları tektipleştirmek arzusu ve farklılığa tahammül edememek, patolojik bir
durumdur. Toplumda ki çoğu meselelerin en dibinde de bu telakki vardır. Yalan
ile gerçeğin çelişki arzettiği yerde tam da burasıdır. Çoğunluk bir şey yapıyorsa
biz onu doğru ittihaz ediyoruz ama yapılan şey yanlışsa, işte burada durum
vahamet arzediyor. Çünkü yapılan şeyler, doğru üzerinde yürüyen azlara zulüm
oluyor. Tabiatıyla, bu durumda namuslu insanın kızgınlığına neden oluyor. Zira
yanlış üzerinde olan çoğunluk yüzünden eziliyor, sömürülüyor ve hürriyetleri,
emekleri gasp ediliyor. Kızma durumunun ve çoğunluğa handikap teşkil etmeye
çalışmanın asıl hikmeti de buradadır zaten. Çelişki durumu da buradadır. İnsan,
acılara sabırla katlanmalıdır. Zorlama yoktur, çünkü bu haddi aşmak olur ama
hakikatte çoğalmak ve hakikati hâkim kılmak kabildir. İşin ilginç olan yönü
ise; bu evrende, hakikat üzere olanlar hep azınlıkta olmuşlardır. Küfür ise
daima kahir ekseriyeti teşkil etmiştir. Güçlü görünenler de hep ehl-i küfür
olmuşlardır. Zecri yöntemlerle hiçbir şey olmuyor maalesef. İnsan kendine
bahşedilen nimetleri hakkıyla, layığıyla ve olması gereken yerde istimal
etmedikçe şeytanın gizli ya da açık egemenliği ilanihaye sürüp gidecektir ve
tevhidin taraftarları hep azınlıkta kalacaklardır. Sömürü ve zulüm asla sona
ermeyecektir. Çünkü insanın değiştirilmesi, insanın değişmesine merbuttur. Bu
mutlak kaderdir. Zorla güzellikte, kurtuluşta olmaz, olmuyor, olmayacak
bebeğim! En güzel sözle anlatmaktır insanın vazifesi. İnsan bir davetçidir.
Davetçi de üslubudur. Hakikati değiştirmeden apaçık olarak ortaya koyarsın ve
işte hakikat bu dersin, gelen gelir, gelmeyen gelmez. Gelmemeleri seni
umutsuzluğa sevk etmemelidir ve yolundan vazgeçirmemelidir. Tabi bu meyanda,
zalimlerin baskılarına karşı da direnirsin, gerek mülkünle, gerek gövdenle,
gerekse sözünle, bu da senin sorumluluğundur. Senin yapacağın şey; Hakkı,
bilerek ve isteyerek batıl ile karıştırmamandır. Çünkü mesajın, insanlara net
ulaşması icap eder. Metazori, iman olmaz. İman, tamamıyla gönül işidir. Fıtrata
mugayir hareket etmek isyandır. Kavimler vardır. Topluluklar vardır. Bireyler
vardır. Her biri farklı seciye üzerindedirler. Hiçbir kavimde, hiçbir
toplulukta, hiçbir bireyde ne bütün olarak birbirlerine ne de kendi içlerinde
birbirilerine asla benzemezler. Varlığa tamamen maddi bakmak rasyonalitenin
mahkûmu kılıyor bizi. Oysa varlığın bir de metafizik boyutu vardır. Bu boyuttan
mahrum olan her şey, absürt, malayani, mukayyet, dar ve yüzeyseldir. Çünkü
manasız bir şey olamaz. Her şeyde ki görünmeyen şey onun hikmetidir, manasıdır,
metafiziğidir. Şeytan gökten uzak, melek yerden uzaktır, insan ise ikisiyle de
ilintilidir. İnsana verilen nimetler, yer ile gök arasında ki bağlantısıyla
anlam kazanmaktadır. İnsan hem fiziktir hem de metafiziktir. Hem yerdedir ayakları hem de göğe uzanır
elleri. İnsan, demek ki ne yerden kopabilir ne de gökle bağını kesebilir. Bu
muhal ender muhaldir. İnsan denilen canlıyı idrak etmeden, onun üzerine
çıkarımda bulunanlar ve hesap yapanlar daima yanılmaya mahkûmdurlar. Sığ ve dar
akılcılıkta boğulmak kaderleridir bunların.
Kur’an’dan, mutlak mülkiyetçilik çıkaran da, mutlak
mülksüzlük çıkaran da yanılmıştır ve bunu bilinçli yapıyorsa isyandadır. Hatta
münafıktır ve hatta daha ötesi hakikati örten bir kâfirdir. İslam da mutlak
eşitlik diye bir şey de yoktur. Tek bir ayet göstermez hiçbir kimse, bu mevzuya
dair. Ahiret yurduna dair bahsolunurken eğer yoksullardan söz ediliyorsa, demek
ki bu dünya da yoksul diye bir şey var olacaktır ve ahiret yurduna da irtihal
edecektir ki ahiret yurdundan bahsolunurken onlardan da bahsolunmaktadır. Demek
ki bu dünya da mutlak eşitlenme diye bir şey yoktur, mülk konusunda. Adalet
vardır. İddialar ispatlanmak isterler, zira hüccetiz iddia şarlatanlıktır. Evet,
İslam’da mutlak eşitlik iddiasında bulunanlar iddialarını delillendirmek
zorundadırlar. Ve delillendirirlerse onlara selam durmazsam namerdim. Velakin
bunu asla yapamayacaklardır. Vallahi, billahi, tallahi yapamayacaklardır. Zira
böyle bir durum, insan olmaklığa münafidir. Evet, nefis böyle bir durumu
ittihaz edemiyor kolay kolay ama nefis mutlak bağımsız değildir, bunu ittihaz
etmemesi de nefsin zorlama yapması ve hududunu aşmasıdır. Hüccet diye ortaya
koyduğunuz hiçbir ayet sizi onaylamamaktadır ama varsayımlarınızla,
onayladığını sanmaktasınız. İstediğinizi Kur’an’da bulamayınca da, tahrif ve
tahrip edilmiş kitaplardan medet ummaktasınız. Bu tür çıkarımlar ileri süren
kişilerde zaten o kitaplardan beslenmektedirler. Misal; Feurbech ve Marks gibi.
Hülasa, baz aldığınız kaynaklar hükümsüzdür ve hakikat değildir. Ki filhakika
baz aldığınız malum kaynaklar, vahiy ve hakikat kaynakları değil, yalan ve
katliam kaynaklarıdırlar. Boş gururlarınız ve kuru inatlarınız sizi de bataklığa
gömmektedir. Bendenizin söylediklerine ise Kitap baştan sona mutlak hüccettir. Bendeniz
bunları aptalca bir övgü için ifade etmiyorum, zira hakikat budur. Bilakis,
ilmimiz malumdur ve kuru gurur ahmakların ve alıkların mesleğidir. Muhtaç ve
nakıs bir insana övgü bir şey kazandırmaz, aksine komik duruma düşürür. Aklına
tapanlar yanılgılardan kurtulamazlar ve kibir hastalığına tutulurlar. Mevzunun
derinliğine inmek iktiza ediyor ve kalıba değil öze bakmak icap ediyor. Tabi
birde bunu taammüden yapanlar var, onlar ayrıdırlar ve münafıklıkta
demirlemişlerdir. Bu tür yönelim içinde olan sefil beyinliler, burada çok
önemli bir detayı ıskalamaktadırlar. Bu tür söylemlerle, gerçeği gizliyorlar ve
insanlarında yanlışlara kaymalarına hatta bu yanlışta ısrarcı olmalarına neden
olup, Hakikat temelinde ki Adalet Devriminin gecikmesine yol açıyorlar. Yapılması
gereken şey ise; hakikati tüm çıplaklığı ile ortaya koymak ve hakiki adaletin
olduğunu izhar etmek ve adaletin nasıl ve hangi temellerde olması iktiza
ettiğini deklare etmektir. Nerede olunursa, nasıl yapılırsa, Adalet Devriminin
tahakkuk etmeyeceğini izah etmektir. İnsançocukları da, bu hakikatlere göre
konumlarını tayin etmeli ve eylemlerini bulundukları konuma göre
şekillendirmelidirler. İnsanları, olmayacak şeyler peşinde koşturmak
namussuzluktur. Ömür en kıymetli bir armağandır. Bu armağan malayani şeyler
uğrunda heba edilecek kadar kıymetsiz değildir. İnsanların yürüdükleri ve
yürüyecekleri yollar, onları öz benliklerine yabancılaştırmamalıdır. Bu tür
yönelimli zavallılar, bitevi kendilerini haklı görmektedirler. Böylece diğer
insanları itham etmeleri kolaylaşmaktadır. Bu tür durumların bizatihi
tanığıyız. Kişioğlu yanlış hatta muhtemelen yanlış olduğunu kendisi de biliyor
ama inatçı davranıyor, yanlış çıkmak nefsine ağır geliyor, hele bir de uzun
zaman aynı düşünceleri taşımış, o düşünleri yaymış ise artık vazgeçmesi kabil
olmuyor. Kendisine karşı çıkılması da hırçınlaşmasına neden oluyor ve artık
zıvanadan çıkıyor, her hakikati tahrip ve tahrife yelteniyor bu defa da. Hakikat
ağırdır ve nefis için acıdır ama sonu da baldan tatlıdır dostlar! Nesillerimize
göz göre göre kıymamalıyız. Onları hakikatle beslemeliyiz. Düşünmelerini
sağlamalıyız. Onlara Hakkı anlatırken yalın olarak anlatmalıyız, asla batıl ile
karıştırmamalıyız Hakkı.
Allah, Kur’an da, bazı ayetlerde, meydan okumasını yapar ve
bu meydan okuma sonunda da, inkârcıların, istenileni asla yapamayacaklarını
söyler hatta yapmadıkları zamanda sözlerinde durmayacaklarını da söyler. Çünkü
inkârcılar; yalancı ve haindirler. Bunu, bizatihi tanıklığını yaptığımız ve
hatta tam göbeğinde yaşadığımız hayatta da görmüyor muyuz? Kendi
gönderdiklerinin de, kesin hüccetlerle gönderildiğini buyurur Rabbimiz. Hadid
Suresi 25. Ayete bakınız lütfen. Kitabın ve ölçünün indirildiğini, insanı vasat
kıldığını, evreni de denge üzerine koyduğunu buyurur. Bakara Suresi 143. Ayete
bakınız lütfen. Biz mutlak mülksüzlük falan diyoruz da haddizatında böyle bir
şey de yoktur. Özünde bu bir teranedir, mugalatadır, algı operasyonudur. Çünkü
böyle durumda, mülk tamamıyla devletin monopolüne, arka planda ise yine azgın,
kan emici, vahşi kapitalist müşriklerin monopolüne geçecektir. İnsanlar burayı
görememektedirler. Mutlak mülklülük ya da mülksüzlük, hangi kapıyı açarsanız
açınız, illa ki ötelediğiniz bir kesim olacaktır. Ötelemek, zaten özünde adil
değildir. Ki insanları ötelenmiş bir toplumda, birlik, beraberlik ve huzur asla
olmaz. Bitevi bir çatışma sürer gider. Peki, hayatı, bir çatışma alanı olarak
görenler kimlerdir? Ve kendilerini haklı çıkarmak için ne yapabilirler sizce?
Çatışmanın olduğu yerde kazanan kimdir? Çünkü burada denge ve ölçü yoktur. Ne
Emperyalizm de ne de Marksizm de denge ve ölçü asla yoktur ve zaten bunların
özlerine de terstir denge ve ölçü. Dengenin ve ölçünün bulunmadığı yerde her
şey şirazesinden çıkar. Ki Emperyalist ve Marksist ülkelerin hangisinde
şirazesinde olan bir şey vardır? Ki, ayrıca, ikisi de mutlak maddecidirler.
Dengenin ve ölçünün olmadığı yerde, çatışma vardır, zulüm vardır, kaos vardır,
sömürü vardır. Oysa denge ve ölçü, herkesin adalet içerisinde, bir arada
bulunması ve kardeşçe yaşamasıdır. Biri ifrat (kapitalizm-mutlak mülkiyet) biri
tefrit (komünizm-mutlak mülksüzlük) olan durumlardır mevzubahis olan durumlar.
Ama Kur’an’da ikisi de yasak kılınmıştır. Eğer insanların sahiplenme
duygularını yok etmeye tevessül eder ve mülkü ilga ederseniz, insanları
Komünizm de ama arka plan da yine emperyalizm de çivilersiniz ve çiviliyorsunuz
da. Tabi bununla kalmıyor, bir kesimi de dışlıyorsunuz, gettoya mahkûm
kılıyorsunuz; hem mülkü mutlaklaştıranları hem de gerçek adalet peşinde
olanları. Bireyler hürdürler, gönüllerinin dilediğince kazanırlar, kazanmak
için her yol mubahtır, iddihar ederler, elde ettiklerini dilediklerince
harcarlar, kendileri kazanmıştır, kendileri kullanırlar dediğiniz anda da, bu
zihniyete sahip olanları yürüdükleri yanlış yolda yani sömürücü, kan emici
emperyalizm de mıhlarsınız ve mıhlıyorsunuz da. Ve bir öncekin de olduğu gibi,
bu seferde mülksüzlük sevdası peşine düşenleri ve yine aynı şekilde adalet
peşinde koşanları dışlarsınız, gettoya mahkûm edersiniz. Bendenize göre, hiçbir
şey göründüğü ya da gösterildiği gibi değildir. Arka planda şeytani bir tezgâh
vardır, bu işte. Sanıyor musunuz ki, siz her şeyi biliyor, görüyor, algılıyor
ve anlıyorsunuz. Hayır, size ne gösterilmişse ve neyi görmeniz gerekiyorsa onu
görüyorsunuz. Yabancı eller, bizim kaderimizi çiziyorlar kardeşlerim. Buna
imkân vermeyelim. Kendimize dönelim, kendimize ait olanları bilelim ve onlara
göre yolumuzu, yönümüzü tayin edelim. Bir Dinimiz var mı? Bir Önderimiz var mı?
Bir Kitabımız var mı? Peki, hala neyin peşindeyiz Allah, vatan, namus aşkına?
İslam’a hayır diyoruz ama sürüyle dinimiz var, Öndere hayır diyoruz ama sürüyle
önder buluyoruz, Kitaba hayır diyoruz ama yüzlerce kitabımız var. Bu ne biçim
iştir? Samimiyetsizliktir, akılsızlıktır, sahtekârlıktır kardeşim. Yabancı
olan, seni asla düşünmez. Seni düşünür ama yok etmek için, senin üzerine oyun
kurar. İnsanları bilinçsizce bölüyoruz. Ve bu bölünme asla insanların hayrına
değildir. Zalim ve karanlık eller, bu bölünmeden rant elde etmektedirler. En
basit bir nünas; sadece sorunuz bakalım kendi kendinize; silah üreten kim ve o
silahı alan kim? Ve ikisi de, son tahlilde, aynı el midir, değil midir? Silaha
niçin ihtiyaç duyulur? Küresel emperyalist baronlar üretir, küreselleştirilmiş
olan ve silahla konuşan ideolojiler ise o silahları tüketir. Peki, burada çıkar
sağlayanlar, dünya nimetlerine erişenler ve egemenliklerini tahkim edenler
kimlerdir? Aklediniz kardeşlerim!
İnsan; çalışır, kazanır, sahiplenir. Elde ettiklerini,
emeğiyle ve alnının teriyle elde ettiği için kısmi tasarruf yetkisi vardır. Emanet
bilincini asla kaybetmemelidir. Kazandıklarında belki teri vardır ama
kazandıklarının mutlak sahibi olmadığı için, sahip olduklarını sahip olduğu bir
şeyi olmayanlarla paylaşmakta zorundadır. Çünkü gariplerin hakkı vardır,
kazananların hakkında. Değil mi ki Allah’ın mülkünden elde ediyorsun elde
ettiklerini, o zaman Allah’ın ver dediklerine de vereceksin. Emek ve ter=
helaldir. Kazanılanlara mutlak bağlanma da yanlıştır. Çünkü ayrılacağın şeye
mutlak bağlanma, seni kendinden koparır ve köleliğin çukuruna yuvarlar.
Bağlandığın şeyi kaybetmemek için zamanla değerlerinden taviz vermeye başlarsın
ve bu durum, insanın yitmesini tevlit eder. Ahlaklı çalış, adil ol ama
ahlaksızlıklara ve adaletsizliklere de geçit verme. Sen, sen olursan âlem de
kendisi olmak iktiza ettiğini fark eder. İşte bu şekilde, tüm insanları, Adalet
ve Ahlak Devleti’ni tesis yolunda birleştirebiliriz, hem de gönüllü olarak. O
zaman, ne ezen olur ne de ezilen ve kurulur, insanca ve hakça bir düzen.
Köleliğe de hayır, efendiliğe de. Herkesin, kendisinin efendisi olduğu bir
dünyadır özlemimiz. Tabi söylediklerimiz beşeri düzlemdedir. Yoksa elbette tüm
insanlığın bir Efendisi vardır. Biz yapmamız icap edeni en üst düzeyde yaparız
ama hala saflarımıza iştirak etmeyenler olursa da zorlama yapmayız ama aynı
düzlemde buluşanlar mutlaka çok büyük bir güç teşkil etmeye kifayet
edeceklerdir. Güçler birleştiği vakit, insanlar çelikleşecektir, kavga evrene
sirayet edecek ve büyüyecektir, insanlar akın akın saflara iltihak edecekler ve
nihayet görkemli bir zafer güneşi tulu edecektir, insanlığın ufkunda. Buna, tüm
beynimle ve kalbimle iman ediyorum. Ki, Rabbimiz, yeryüzünün devletini
mustazaflara vadetmiyor mu? Kazananlar; elbette ki yürüdükleri yolda sağlam
duranlar ve zafere inananlar olacaklardır. Çünkü inançsız kavga olmaz. Hülasa,
yönümüz ve yolumuz bu olmalıdır. Hakikat üzerinde olmayan her şey kaybetmeye
mahkûmdur. Orta yol budur. Rasyonel olan budur. Hakikat olan budur. Güzel
ülkemiz, ter, kan ve yaşla yoğrulmuş topraklarımız, üzerinde tesis edeceğimiz
Adalet ve Ahlak Devleti gözetiminde, hür çalışma ve emekle, terle üretim
sağlama temellerinde bir hayat inşa etmek adına tüm insanlara çağrıda bulunmak
iktiza ediyor. Çünkü hakikat, tüm insanlar içindir ve hakikatin dışlayacağı tek
bir insan olamaz. Tüm insanların büyük birliği, ancak hakikat temelinde
yapılacak bir kutsal çağrıyla tahakkuk edecektir. Bunun dışında kalan tüm
çağrılar yani özünde ve sonunda yalan barındıran tüm çağrılar insanların
gönüllerinde ve beyinlerinde makes bulmayacak ve birliğin sağlanmasına vesile
olamayacaktır. İslam, dışında hiçbir şey tüm insanları birleştiremez. İslam,
dışında kalan her şey, insanların gönüllerinde ve beyinlerinde metazori tahakküm
kurmak isterler. Bu ise fıtrata mugayir olduğu içindir ki, muhakkak geri teper
ve zaten tepmektedir de. İslam birleştirici, İslam haricinde ki her şey
insanlığı bölücüdür. Mülkiyetin yüceltildiği yerde de, mülkiyetin
değersizleştirildiği yerde de hiçbir değer barınmaz. İnsanlık mutlaka tedenni
eder manevi yönden hatta maddi yönden de. İki tarafta putperesttirler,
müşriktirler. Birbirilerini beslerler. Birbirlerine düşmanlıktan kazanırlar, ki
arka planda hem vallahi, hem billahi, hem tallahi dostturlar. İki kardeştirler
özlerinde ve ikisinin de düşmanı, kendi dışlarında kalan insanlardır. Filhakika,
Emperyalizm kazansa Marksizm kazanacaktır, Marksizm kazansa Emperyalizm
kazanacaktır. Bizim nasıl olduğumuzu ve nasıl olmamız iktiza ettiğini lütfen
Bakara Suresi 143. Ayette okuyunuz.
Şimdi yaşadığımız hayat kötülüklerle dolu mu? Kumar, faiz,
eroin, kokain, içki, fuhuş gibi durumlar var mı ve bunlar şeytan işi pislikler
mi? Bunlar bireyi, aileyi, insanlığı, devleti ve medeniyeti kirleten şeyler mi?
İnsanları, zalimler karşısında düşüren şeyler mi? Kaynakları, helal kazançları
mahveden ve kirleten şeyler mi? Bunların hepsi de pahalı mı? Bunlardan
kazananlar şeytanlar ve dostları değil mi? Bu pislikler üretilirken ve
yayılırken, alıcıları da düşünülmekte midir? Tüm bu sorularda istenilen cevabın
dışında düşünenler alıktırlar ve cahildirler. Peki, tüm bu kötülüklerin ve
pisliklerin hedef kitleleri kimlerdir ya da kimler olabilirler? Hiç şüphesiz
ki, mutlak maddecilerdir. Bunları üretenler de, yayanlar da ve taliplileri de
mutlak maddecilerdir. Ruhtan, akıldan mahrum kişiliklerdir. Yani, ideolojik
baronlar ve bunların avladıkları zavallılar. Hayat yalan söylemez ve tek bir
kişioğlu da bu hakikati yalanlayamaz. Kumarın da, her türlü yani katı ya da
sıvı içkilerinde, faizin de, fuhşun da baronları vardır. Hem küresel bazda, hem
de yerel bazda baronları vardır. Bu baronlar, bu pislikleri üretiyorlarsa,
elbette ki alıcılarını da düşürürler. Mantık bize bunu söylüyor. Şimdi
anlamamız iktiza ediyor ve muhakkak anlamalıyız da, soysuz emperyalizmin
varoluş temellerini ve niçin var olduğunu. Küresel Siyonizm’in, ki Siyonizm küresel
ya da yerel bazda aklınıza gelen tüm izm’leri kapsar, tüm bu pisliklerle güç
bulduğunu, insanları esir aldığını biliyoruz artık. Bu pislikler olmasın ya da
insanlar bu pislikleri terk etsinler, hem vallahi, hem billahi, hem tallahi
dakikasında yerle yeksan olacaktır. Çünkü şeytan pisliktir ve pisliklerden
beslenir. Kompradorlar var edilmeli ya da tümden yoksullaştırılmalı milletler
ki, ya tüketen olsun ya da üretilmesi için kanları, terleri, yaşları
sömürülsün. Tabi kompradorlar ve veletleri, değersiz olmalı, ciğeri beş para
etmez olmalı, zevkperest olmalı, dinsiz olmalı, milliyetsiz ve cibilliyetsiz
olmalı, ki küresel şeytani baronların kirli ve kanlı çarklarını
döndürebilsinler. Düşününüz dostlarım, sonsuz derin tefekkürlere dalınız. Sıvı
ya da katı içkiler vardır. Pahalıdır. Ya da çok ucuz değildir. Ruhsuz insanlar
hedef kitledir yani alıcılardır. Bunların maneviyatları çalınmış ve bunlar
maddenin kölesi kılınmışlardır. Satanlar da, alanlar da, tüm ulvi değerlere
düşmandırlar. Tümü dünyaperesttirler. Dünya çapında üreten baronlar vardır ve
buranlar aynı zamanda ürettiklerini tüketmeleri için ruhsuz gençlik üretirler.
Peki, bu gençliği nasıl üretirler? Ürettikleri ideolojiler tavassutu ile. Cerbezeyle
de, mugalatayla da, hikâyeyle de, boş lafla da işim olmaz. Pisliklerin ve
kötülüklerin müptelası olmuş zavallı nesiller, hem şeytanların avları
olmaktadırlar ve onların kasalarını doldurmaktadırlar hem de milli-manevi
değeri yok etmek için piyon olarak kullanılmaktadırlar. İdeolojiler ve
ideolojiler sayesinde ulaşılmak istenen hedefler yalandır, aldatmacan
ibarettir. En hakiki gaye, kasaların dolmasıdır ve insanlığın esir edilerek
kirli ve kanlı çıkarlar için kullanılacak kıvama gelmesidir. Aldatanlara lanet,
aldananlara yazıklar olsun. Yani öyle bir ideoloji üret ki ve bunu öyle bir
süsle ki ve kitlelere öyle bir ulaştır ki, bu kitleler içkiyle yaşasınlar,
sarhoş olsunlar, su gibi tüketsinler içkiyi ve bilinçlerini fırlatıp atsınlar,
her şeyi unutsunlar ve zaman içinde tüm ulvi değerlerinden sıyrılsınlar. Hatta
bu pisliklerin yaşaması için mücadele versinler. İdeolojiler adalet ve ahlak
mücadelesi vermezler kardeşlerim. Buna inanmayınız. Küresel baronlar, sizleri
sarhoşluğun bataklığına gömüp, şerefsizce sömürmektedirler. Üstelik sizleri,
milli ve manevi değerlerinizi yıkmanız, yok etmeniz, kaynaklarınızı berhava
etmeniz, devletinizi zayıf düşürmeniz ve üzerinizde şeytani egemenliğini tahkim
edebilmek için kullanmaktadır. Sizleri, ürettikleri ideolojilerle ve
pisliklerle, kendinize, milletinize, ümmetinize yabancılaştırmaktadır ve sizi
karanlığın kör kuyularında tutsak etmektedirler. Aksine, nice olurdu bu domuz
seciyeli, insanlık ve değer düşmanı yaratıkların sonu can gardaşlarım?
Aklediniz dostlarım, kardeşlerim, arkadaşlarım, gardaşlarım, yoldaşlarım. Niye,
yüce Allah’ımız, biz kullarına, bitevi akletmiyor musunuz diye yüce ve keskin
bir soru tevcih etmektedir? Bizler hep bir gaye peşinde olduğumuz, insanlık
için dövüştüğümüzü, adil bir düzen için yürüdüğümüzü sanıp duralım. Mutlak
kurtuluş İslam’dadır dostlarım ve İslam temizdir, tüm pisliklerden arındırır
insanlığı ve tertemiz bir düzen vaat eder.
Şimdi İslam’a düşmanlığın kökeninde yatan gerçek sebepleri
idrak etmişsinizdir inşallah. Aslında burada bazı ince noktalara da dalmak icap
ediyor ama mevzuyu dağıtmakta korkutuyor. Bizim ülkemiz de dine, asla, din
bilinerek düşman olunmamıştır. Düşmanlığın temelini atan şeyler, bahusus
filmlerdir. Filmler de, din, sürekli öcü olarak gösterilmiştir ve insanların
duyguları, düşünceleri sürekli olarak başka yönlere kaydırılmıştır. Ki zaten,
akılla, İslam’a düşman olmak yürek ister. Ki, bilakis, aklı olan zaten İslam’a
iltihak eder. Çünkü İslam, işleyen her aklı ıskat eder son tahlilde. Bu mevzuya
değineceğiz inşallah. Geçelim! Ve hatta tüm ideolojilerin niçin hep birden
İslam’ın karşısında yer aldıklarını da ihsas etmiş olmanız iktiza ediyor.
Müşrikler İslam’a, İslam çağdışı diye değil, İslam, bizim kirli kanımızı
temizleyecek diye düşmandırlar. Tabi bu düşmanlığı da, aldattıkları ve
uyuşturdukları zavallı nesilleri istimal ederek daha kolay yapmaktadırlar.
Çünkü onlar kanlı ve kirli yaşamaya alışmışlardır. İslam, alçak şeytanilerin
tüm pisliklerini yok edip temiz bir toplum inşa eder. Siz istediğiniz kadar kapitalizme
lanet okuyun, istediğiniz kadar düşman olun. Onun atardamarını kesmeden onu
asla yok edemezsiniz. Onun atardamarını kesmekte, onu, beslendiği zehirlerde
boğmakla olur, gençliği onların zalim pençelerinden kurtarmakla olur. Bu da
ancak İslam olmanla kabildir ey kardeşim! Sokakta, Bonzai denilen zehirle,
varlığını iptal eden ve çaresizce yokluk uçurumuna doğru yuvarlanan gencimizi;
kapitalizm mi, komünizm mi, faşizm mi, liberalizm mi, demokrasizm mi, anarşizm
mi, kemalizm mi ya da tüm bunları kapsama alanına alan Siyonizm mi
kurtaracaktır Allah, vatan, namus aşkına? Hayır dostlarım hayır, böyle bir şey
asla olmayacaktır. Siz hayal âleminde yaşamaktasınız. O genci o hale getiren
zaten esasında bunlardır ve gençliği o hale getirerek varlıklarını idame ettirmektedirler.
Onlar kendi atardamarlarını keserler mi hiç? İslami bir toplumun bünyesinde
şeytaniler asla barınamazlar. Çünkü insanları kirletemezler ve zaten Allah
bilinci ve ahlakı ile teçhiz olmuş insanda artık kolay kolay şeytanilerin
peşinden gitmez. İnsanlar farklı olduğu için her farklılığa göre farklı
ideolojilerin üretilmesinin sebeb-i hikmeti de ortaya çıkıyor böylece. Çünkü
tüm insanları kendilerine mahkûm etmek ve çıkarları için kullanmak istiyorlar. İnsanların
duyguları ve düşünceleri farklı olduğu için, her düşünceye ve duyguya göre
ideoloji üretmişlerdir. İslam, nasıl insanın tümü ise; ideolojiler, insanın
parçalarına hitap ederler ve insanı oradan yakalayıp karanlığa doğru çekerler
ve kendilerine ait parçayı aldıktan sonra da bırakıverirler. Ki insanın
parçasına bile hitap edemezler ama gözleri boyarlar. Zavallı müntesiplere
sorsanız, yüce ülküler peşinden gitmektedirler, zalimlere ve zulümlere karşı
durmaktadırlar. Saflık işte ne yaparsın. Aklını kullanmayınca böyle ayaklara
düşersin ama haberin bile olmaz. Şeytana hizmet edersin, insanlığa hizmet
ettiğini sanırsın. Oysa tüm ideolojilerin en arkasında Siyonist baronlar
vardır. Tüm dünya da ki sağcılık ve solculuk bile kahpe bir tezgâhtır. Çünkü bu
iki kutba hükmeden baronlar da Siyonistlerdir. Zamanı gelince inşallah
kapasitemiz elverirse bu mevzuya da gireceğiz. Dünya da tek bir hakikat, tek
bir yol, tek bir yön vardır; İSLAM. İslam dışında kalan ne varsa tamamıyla
yalandır ve seni en sonunda karanlığın dehlizlerine doğru çeker. İslam, her
çağın hakikatidir, İslam dışındakiler ise, her çağın yalanıdırlar. İslam, iki
dünyalıdır. İdeolojiler ise, tek dünyalıdır. Sizler bu dünya da bir şey olsun
istiyorsunuz ve ideolojiler size bunu vaat ediyormuş gibi algılıyorsunuz. Oysa
bu koca bir yalandır. Tarih boyunca böyle bir şey vuku bulmamıştır. Ne bu
dünyada bir şey sunabilirler size ve ne de ikinci bir dünyaları vardır onların.
Ha bu dünya da bir şey sunarlar; acı acı acı.
Ama İslam, size iki dünyada da cenneti vaat etmektedir. Velakin sizler
akledenlerden olmuyorsunuz!