VARLIĞIN YARATILIŞI...6...

Özgür DENİZ - 01.02.2015

Şirk, bilmemek değil, kabul etmemektir. Müşrik, bilir ama kabul etmez, kendini öne çıkarır ve müdahalesiz yaşamak ister. Çünkü muhtelif nimetlerle dolu bir dünya vardır ve o dünyada kafasına göre yaşamak ister. Ama o dünyanın bir sahibi vardır ve müdahale eder. Tevhid, hem bilmektir hem de kabul etmektir. Muvahhit,  hem bilir hem de kabul eder ve dahi birler. Çünkü varı var eden bir Var vardır. Dolayısıyla nimetlerin sahibi vardır ve insan başıboş değildir. İnsan müdahale eden bir varlık olduğu gibi, kendisine müdahale edilen bir varlıktır. Müşrik, isyan ederken, kendisine isyan edilmesini istemeyendir. Güya boyun eğmeyi kölelik addeder ama herkesin de kendisinin karşısında hizaya geçmesini ister. Allah’tan gayrı her şeye boyun eğenler, Allah’a boyun eğmeyi reddederler. Ne garip; hem hürriyet derler hem de köleliği evetlerler. Müşrik, egemenliği parçalayandır ve yerin egemenliğini kendi inhisarına alandır. Oysa egemenlik parçalanmaz. Kararlar üstünde karar vardır ve her karar verici, en üst karara göre karar vermelidir. Hâkim tektir ve karar tek Hâkime aittir. Müşrik zihniyet, çürük zihniyettir. İmtihan olgusu, insan zihnini canlı tutar. Müşrik zihniyet bu yüzden imtihan olgusuna karşı çıkar ve zihinlerden silmek için mücadele eder. İnsanları köleleştirmek ve tektipleştirmek gibi bir baskının ardında imtihan olgusunu yokluğa mahkûm etmek gayesi vardır. Tektip insanlık arzusu, insanlığı yok etmek arzusudur. Hürriyeti ölen insan, ölüdür. İmtihan olgusunun unutturulması ve hürriyetin gasp edilmesi, dengeyi bozar ve evreni kaosa mahkûm eder.  Zira söylediğimiz durum yer üzerinde tedricen icra edilmektedir. Siyonist şeytanın, mutlak müşrikin, evrensel soykırımlarının altında bu kirli gaye yatmaktadır. Avrupa denilen hastalıklı canavarın bugüne kadar ortaya koyduğu barbarlıkların altında da bu kirli arzu vardı. İnsanlığı hayvanlaştırma eğilimi. Elbet insanları hayvan gibi görürseniz, onları tekrar eski hallerine döndürmek istersiniz. Çünkü insanlaşmak, sürüden ayrılmaktır, hayvanlıktan çıkmaktır. Ama bu şeytan için tehdittir ve tehlikedir. Şeytan, insani karakteri kabul etmez. Çünkü insani karakteri kabul etmek, Allah’ı bilmek, tanımak ve kabul etmektir. Birbirlerinden muhakkak farklarla ayrılmış bulunan insanları, tek kalıba sokmak, fıtrata münafidir. İmtihanı da yok saymaktır. Çünkü ortak karakterin imtihanı yoktur. Zira ortak karakterde aklın, iradenin, ihtiyarın anlamı yoktur.

 

 

Birey, tekliği; toplum, çokluğu ifade eder. Toplum, bireyin kontrolünde; birey, toplumun kontrolündedir. İkisi birbirini hem tamamlar hem de etkiler. Bireyin bünyesinde ki değişimler, toplumsal bünyede ki değişimi tetikler. Toplumda ki değişimler ise yine geri dönüşümlü olarak bireye sirayet eder. Ama ikisi de kamu düzeninin etkisindedir. İnsanlık ailesinin normları vardır. Bu normlar hem bireyi hem de toplumu bağlar. Birey de, toplumda, kendilerine çeki düzen vermelidirler, bu ise, devlet otoritesinin murakabesiyle mümkündür. Devlet müdahale etmelidir ama bu müdahale adalet ilkesi çerçevesinde kalmalıdır. Ne haddinden fazla, ne de az olmalıdır. Müdahale olurken de insanların tefriki çok iyi yapılmalıdır, toplumsal yapı çok derin analiz edilmelidir. İnsan için geçerli olan tefrit ve ifrat durumu, devlet içinde geçerlidir. Fertler de, toplumlar da zaman içinde olgunlaşırlar ve oluşurlar. Bu varoluşta ki, temel noktalar çok iyi tahlil edilmeli ve pasifize edilmemelidir. Burada en mühim olgu, hürriyettir, sonra da damla damla ter akıtarak ve miktar miktar enerji sarf ederek elde ettiği ve bir emanet bilinciyle sahiplendiği malıdır. İnsan, hürriyetsiz yapamaz, çünkü var olmak için hür olmak iktiza eder. Sahiplenmeyen de, hayatta ki varoluş sebebini kaybetmiş demektir. Hür olan; benliğini ifade etmeyi, varlığını geliştirmeyi garanti altına almıştır. Sahiplenmek ise; hareketi, ter akıtmayı ve üretimi tetikler. Bilakis, birey ölür, toplum atıl kalır ve hayat donar, nihayet varoluş değil yokoluş serüveni başlar. Mülkün mutlaklaştırılması da, mülksüzlüğün dayatılması da, hürriyetin yani insani özün yok edilmesini intaç edecektir. Mülkün mutlaklaştırılması demek; insanın, kahpe kapitalistin, namussuz müşrikin, hayvanlaşan müstekbirin, sefil ve zavallı bir oyuncağı kılınması demektir. Mülksüzlüğün metazori dayatılması ise; insanın, müstebit ve özünde kapitalist ruhu taşıyan devletin, çaresiz ve hayvani bir karaktere sahip marabası olması demektir. Binaenaleyh, mülk, varoluş için sonsuz önemli bir olgudur. Her iki durumda, mutlak mülkiyetçilik ya da mutlak mülksüzlük, insani öze mugayirdir. Hem bireyin hem de toplumun ölümü demektir. İnsan kendisi bir denge üzerindedir ve denge üzerinde varolur. Denge bozulunca her şey şirazesinden çıkar. Dengeyi muhafaza eden ve varoluşu en üst dengede temine den şey ise; İslam’dır. Çalışma ve sahiplenme hürriyeti vardır insanın. Hürriyet ve sahiplenmek, bir yerde yaratıcılığın sübabıdır. Bu hakikattir. Ne mantığa ne de vicdana münafidir. Bilakis, insan sapıtır, batar, biter, yok olur. Toplum çürür, kokar, ölür. İnsani öz ıskalandığı zaman ıskalanmayan şey kalmaz. İnsanlar kesin olarak farklıdırlar ve asla aynılaştırılamazlar. Her insanın beyni ayrıdır, tabiatıyla düşüncesi de ayrı olacaktır. Aynılık, hayvanlara özgü bir durumdur. Allah’ın farklı yarattığını, aynılaştırmaya yeltenmek isyan etmektir.  Ne kimse bizim gibi olmak zorundadır, ne biz kimse gibi olmak zorundayızdır. Herkes bir fıtrat üzerine halk edilmiştir. Evet, insan olarak aynıdır ama bir de, insanların, insan olmaklığı dâhilinde farklı tabiatları vardır. Kimse kimseyle ve kimse gibi yaşamak zorunluluğunda değildir. Yalnız kalsakta, birlikte olsakta, vazifemizi ifa etmek kaderimizse, katlanmak boynumuzun borcudur.  Kimse kimseyi hem ırgalamaz hem de ırgalar. Her bir insan teki ilk evvelde kendinden sorumludur. Bütün parçadan oluşur ve bütünün muhkemliği, parçanın muhkemliğine merbuttur.  Önce tek, sonra tüm gelir. Birey, toplumun üyesidir evet, ama toplumun sarsılması da bireysel hissiyata bağlıdır. Çünkü her devrim önce bireysel bünyede kıvılcımlanır ve taşıp topluma sirayet eder ve toplumsal yapıda ateşlenir. Ki, İslam Dini’de ilk evvelde bireyi önemser, zira fert olmayınca, toplum kendini bulamaz. İnsanlık Önderleri, ilk evvelde tektiler, sonra birler bin oldular ve kuvvet buldular, nihayet, ahlak ve adalet devletini kurdular. Bu durumlarda örneklik sonsuz mühimdir. Çünkü söylenen sözler, örnek olanın imzasını taşıyacaktır, sözün tesir etmesi için, örnek olanın tam olması iktiza eder. Hiçbir Önder sözünün aksini yapmadı, bu yüzden örneklikleri kuvvetli oldu ve etki bıraktı. Tek kalsalar da vazgeçmediler. Çünkü sorumluluk böyle bir şeydir ve ağırdı, ihmal edilmesi insanlığın yaralanması demekti. İzah ettiler, izhar ettiler, ikaz ettiler ama asla zora başvurmadılar, fıtratları zorlamadılar. Çünkü zorla fetih olmazdı. Gönüller yumuşaktı ve zora gelemezdi ve gönülde ki fetih hiçbir fethe benzemezdi. İslam, gönülleri fethetti ve çağlardan çağlara bu şekilde aktı durdu ve akıp duracak. Küfrün kudurması da bu yüzdendir işte. Zorlamak haddi ve hududu aşmaktır, yolundan şaşmaktır ve karanlığa koşmaktır. İslam, bu tür bir şeyi yasak kılmıştır. Çünkü insan hürdür ve ihtiyar sahibidir ama her seçiminin de bir bedeli olduğu kendisine bildirilmiştir.

 

 

Hak ve batıl (hakikat ve yalan, doğru ve yanlış, gerçek ve sahte) apaçık meydandadır. Akıl verilmiştir ve seçim hürriyeti vardır. Öyleyse zorlama yoktur ve olamaz. İzah yani bir olguyu açıklama vardır, izhar yani bir olguyu ortaya koyma vardır ve ikaz yani öğüt ve uyarı vardır. Baskı yapan, zora başvuran haddi aşmıştır. Bir şeyde yalnız kalmak acı veriyor insana. İstiyor ki benim gibilerde, benim gibi olsunlar. Kendi gibi olmayanlardan nefret ediyor, onları metazori kendine benzetmeye yelteniyor. Bahusus şeytani ideolojilerin yöntemidir bu. Şeytan her türlü hileye başvurarak insanı yoldan çıkarmak ve kendi peşinden götürmek ister. Şeytanın yeryüzünde ki müşahhas halinin Siyonist olduğunu biliyoruz gayrı. İnsanoğlunun yaptığı ne ise, onu herkesle birlikte yapmak zorunda değildir, herkes yapmıyorsa da ondan el çekmek gibi bir durumu olamaz. Hakikati herkesle birlikte savunmak zorunda değilsin. Kimse savunmasa da sen savunmak zorundasın. Şeytanın hileleri insanın cehaletiyle birleşince istenmedik durumlar ortaya çıkıyor tabi ki. İnsanın özünde ki farklılığın ve hürriyetin varlığı ve önemi olabildiğince aşikâr oluyor tam da burada.  Eğer insanlık ailesi, ailede ki tek bir ferdin söylediklerini ittihaz etmiş olsaydı ya da edecek tabiatta olsaydı dünya çok farklı olurdu, imtihan olmazdı. Hatta insanın anlamı kalmazdı be. Çünkü o zaman dini anlatmanın da önemi olmazdı. Yok be hayat olmazdı o zaman. Hürriyet, seçim, akıl, bir an da önemsizleşiverirdi. Evrende, efendiler ve köleler olurdu münhasıran. Çünkü kölelik, seçim hürriyetinden mahrum insanlığın kaderidir. İnsanları tektipleştirmek arzusu ve farklılığa tahammül edememek, patolojik bir durumdur. Toplumda ki çoğu meselelerin en dibinde de bu telakki vardır. Yalan ile gerçeğin çelişki arzettiği yerde tam da burasıdır. Çoğunluk bir şey yapıyorsa biz onu doğru ittihaz ediyoruz ama yapılan şey yanlışsa, işte burada durum vahamet arzediyor. Çünkü yapılan şeyler, doğru üzerinde yürüyen azlara zulüm oluyor. Tabiatıyla, bu durumda namuslu insanın kızgınlığına neden oluyor. Zira yanlış üzerinde olan çoğunluk yüzünden eziliyor, sömürülüyor ve hürriyetleri, emekleri gasp ediliyor. Kızma durumunun ve çoğunluğa handikap teşkil etmeye çalışmanın asıl hikmeti de buradadır zaten. Çelişki durumu da buradadır. İnsan, acılara sabırla katlanmalıdır. Zorlama yoktur, çünkü bu haddi aşmak olur ama hakikatte çoğalmak ve hakikati hâkim kılmak kabildir. İşin ilginç olan yönü ise; bu evrende, hakikat üzere olanlar hep azınlıkta olmuşlardır. Küfür ise daima kahir ekseriyeti teşkil etmiştir. Güçlü görünenler de hep ehl-i küfür olmuşlardır. Zecri yöntemlerle hiçbir şey olmuyor maalesef. İnsan kendine bahşedilen nimetleri hakkıyla, layığıyla ve olması gereken yerde istimal etmedikçe şeytanın gizli ya da açık egemenliği ilanihaye sürüp gidecektir ve tevhidin taraftarları hep azınlıkta kalacaklardır. Sömürü ve zulüm asla sona ermeyecektir. Çünkü insanın değiştirilmesi, insanın değişmesine merbuttur. Bu mutlak kaderdir. Zorla güzellikte, kurtuluşta olmaz, olmuyor, olmayacak bebeğim! En güzel sözle anlatmaktır insanın vazifesi. İnsan bir davetçidir. Davetçi de üslubudur. Hakikati değiştirmeden apaçık olarak ortaya koyarsın ve işte hakikat bu dersin, gelen gelir, gelmeyen gelmez. Gelmemeleri seni umutsuzluğa sevk etmemelidir ve yolundan vazgeçirmemelidir. Tabi bu meyanda, zalimlerin baskılarına karşı da direnirsin, gerek mülkünle, gerek gövdenle, gerekse sözünle, bu da senin sorumluluğundur. Senin yapacağın şey; Hakkı, bilerek ve isteyerek batıl ile karıştırmamandır. Çünkü mesajın, insanlara net ulaşması icap eder. Metazori, iman olmaz. İman, tamamıyla gönül işidir. Fıtrata mugayir hareket etmek isyandır. Kavimler vardır. Topluluklar vardır. Bireyler vardır. Her biri farklı seciye üzerindedirler. Hiçbir kavimde, hiçbir toplulukta, hiçbir bireyde ne bütün olarak birbirlerine ne de kendi içlerinde birbirilerine asla benzemezler. Varlığa tamamen maddi bakmak rasyonalitenin mahkûmu kılıyor bizi. Oysa varlığın bir de metafizik boyutu vardır. Bu boyuttan mahrum olan her şey, absürt, malayani, mukayyet, dar ve yüzeyseldir. Çünkü manasız bir şey olamaz. Her şeyde ki görünmeyen şey onun hikmetidir, manasıdır, metafiziğidir. Şeytan gökten uzak, melek yerden uzaktır, insan ise ikisiyle de ilintilidir. İnsana verilen nimetler, yer ile gök arasında ki bağlantısıyla anlam kazanmaktadır. İnsan hem fiziktir hem de metafiziktir.  Hem yerdedir ayakları hem de göğe uzanır elleri. İnsan, demek ki ne yerden kopabilir ne de gökle bağını kesebilir. Bu muhal ender muhaldir. İnsan denilen canlıyı idrak etmeden, onun üzerine çıkarımda bulunanlar ve hesap yapanlar daima yanılmaya mahkûmdurlar. Sığ ve dar akılcılıkta boğulmak kaderleridir bunların.

 

 

Kur’an’dan, mutlak mülkiyetçilik çıkaran da, mutlak mülksüzlük çıkaran da yanılmıştır ve bunu bilinçli yapıyorsa isyandadır. Hatta münafıktır ve hatta daha ötesi hakikati örten bir kâfirdir. İslam da mutlak eşitlik diye bir şey de yoktur. Tek bir ayet göstermez hiçbir kimse, bu mevzuya dair. Ahiret yurduna dair bahsolunurken eğer yoksullardan söz ediliyorsa, demek ki bu dünya da yoksul diye bir şey var olacaktır ve ahiret yurduna da irtihal edecektir ki ahiret yurdundan bahsolunurken onlardan da bahsolunmaktadır. Demek ki bu dünya da mutlak eşitlenme diye bir şey yoktur, mülk konusunda. Adalet vardır. İddialar ispatlanmak isterler, zira hüccetiz iddia şarlatanlıktır. Evet, İslam’da mutlak eşitlik iddiasında bulunanlar iddialarını delillendirmek zorundadırlar. Ve delillendirirlerse onlara selam durmazsam namerdim. Velakin bunu asla yapamayacaklardır. Vallahi, billahi, tallahi yapamayacaklardır. Zira böyle bir durum, insan olmaklığa münafidir. Evet, nefis böyle bir durumu ittihaz edemiyor kolay kolay ama nefis mutlak bağımsız değildir, bunu ittihaz etmemesi de nefsin zorlama yapması ve hududunu aşmasıdır. Hüccet diye ortaya koyduğunuz hiçbir ayet sizi onaylamamaktadır ama varsayımlarınızla, onayladığını sanmaktasınız. İstediğinizi Kur’an’da bulamayınca da, tahrif ve tahrip edilmiş kitaplardan medet ummaktasınız. Bu tür çıkarımlar ileri süren kişilerde zaten o kitaplardan beslenmektedirler. Misal; Feurbech ve Marks gibi. Hülasa, baz aldığınız kaynaklar hükümsüzdür ve hakikat değildir. Ki filhakika baz aldığınız malum kaynaklar, vahiy ve hakikat kaynakları değil, yalan ve katliam kaynaklarıdırlar. Boş gururlarınız ve kuru inatlarınız sizi de bataklığa gömmektedir. Bendenizin söylediklerine ise Kitap baştan sona mutlak hüccettir. Bendeniz bunları aptalca bir övgü için ifade etmiyorum, zira hakikat budur. Bilakis, ilmimiz malumdur ve kuru gurur ahmakların ve alıkların mesleğidir. Muhtaç ve nakıs bir insana övgü bir şey kazandırmaz, aksine komik duruma düşürür. Aklına tapanlar yanılgılardan kurtulamazlar ve kibir hastalığına tutulurlar. Mevzunun derinliğine inmek iktiza ediyor ve kalıba değil öze bakmak icap ediyor. Tabi birde bunu taammüden yapanlar var, onlar ayrıdırlar ve münafıklıkta demirlemişlerdir. Bu tür yönelim içinde olan sefil beyinliler, burada çok önemli bir detayı ıskalamaktadırlar. Bu tür söylemlerle, gerçeği gizliyorlar ve insanlarında yanlışlara kaymalarına hatta bu yanlışta ısrarcı olmalarına neden olup, Hakikat temelinde ki Adalet Devriminin gecikmesine yol açıyorlar. Yapılması gereken şey ise; hakikati tüm çıplaklığı ile ortaya koymak ve hakiki adaletin olduğunu izhar etmek ve adaletin nasıl ve hangi temellerde olması iktiza ettiğini deklare etmektir. Nerede olunursa, nasıl yapılırsa, Adalet Devriminin tahakkuk etmeyeceğini izah etmektir. İnsançocukları da, bu hakikatlere göre konumlarını tayin etmeli ve eylemlerini bulundukları konuma göre şekillendirmelidirler. İnsanları, olmayacak şeyler peşinde koşturmak namussuzluktur. Ömür en kıymetli bir armağandır. Bu armağan malayani şeyler uğrunda heba edilecek kadar kıymetsiz değildir. İnsanların yürüdükleri ve yürüyecekleri yollar, onları öz benliklerine yabancılaştırmamalıdır. Bu tür yönelimli zavallılar, bitevi kendilerini haklı görmektedirler. Böylece diğer insanları itham etmeleri kolaylaşmaktadır. Bu tür durumların bizatihi tanığıyız. Kişioğlu yanlış hatta muhtemelen yanlış olduğunu kendisi de biliyor ama inatçı davranıyor, yanlış çıkmak nefsine ağır geliyor, hele bir de uzun zaman aynı düşünceleri taşımış, o düşünleri yaymış ise artık vazgeçmesi kabil olmuyor. Kendisine karşı çıkılması da hırçınlaşmasına neden oluyor ve artık zıvanadan çıkıyor, her hakikati tahrip ve tahrife yelteniyor bu defa da. Hakikat ağırdır ve nefis için acıdır ama sonu da baldan tatlıdır dostlar! Nesillerimize göz göre göre kıymamalıyız. Onları hakikatle beslemeliyiz. Düşünmelerini sağlamalıyız. Onlara Hakkı anlatırken yalın olarak anlatmalıyız, asla batıl ile karıştırmamalıyız Hakkı.

 

 

Allah, Kur’an da, bazı ayetlerde, meydan okumasını yapar ve bu meydan okuma sonunda da, inkârcıların, istenileni asla yapamayacaklarını söyler hatta yapmadıkları zamanda sözlerinde durmayacaklarını da söyler. Çünkü inkârcılar; yalancı ve haindirler. Bunu, bizatihi tanıklığını yaptığımız ve hatta tam göbeğinde yaşadığımız hayatta da görmüyor muyuz? Kendi gönderdiklerinin de, kesin hüccetlerle gönderildiğini buyurur Rabbimiz. Hadid Suresi 25. Ayete bakınız lütfen. Kitabın ve ölçünün indirildiğini, insanı vasat kıldığını, evreni de denge üzerine koyduğunu buyurur. Bakara Suresi 143. Ayete bakınız lütfen. Biz mutlak mülksüzlük falan diyoruz da haddizatında böyle bir şey de yoktur. Özünde bu bir teranedir, mugalatadır, algı operasyonudur. Çünkü böyle durumda, mülk tamamıyla devletin monopolüne, arka planda ise yine azgın, kan emici, vahşi kapitalist müşriklerin monopolüne geçecektir. İnsanlar burayı görememektedirler. Mutlak mülklülük ya da mülksüzlük, hangi kapıyı açarsanız açınız, illa ki ötelediğiniz bir kesim olacaktır. Ötelemek, zaten özünde adil değildir. Ki insanları ötelenmiş bir toplumda, birlik, beraberlik ve huzur asla olmaz. Bitevi bir çatışma sürer gider. Peki, hayatı, bir çatışma alanı olarak görenler kimlerdir? Ve kendilerini haklı çıkarmak için ne yapabilirler sizce? Çatışmanın olduğu yerde kazanan kimdir? Çünkü burada denge ve ölçü yoktur. Ne Emperyalizm de ne de Marksizm de denge ve ölçü asla yoktur ve zaten bunların özlerine de terstir denge ve ölçü. Dengenin ve ölçünün bulunmadığı yerde her şey şirazesinden çıkar. Ki Emperyalist ve Marksist ülkelerin hangisinde şirazesinde olan bir şey vardır? Ki, ayrıca, ikisi de mutlak maddecidirler. Dengenin ve ölçünün olmadığı yerde, çatışma vardır, zulüm vardır, kaos vardır, sömürü vardır. Oysa denge ve ölçü, herkesin adalet içerisinde, bir arada bulunması ve kardeşçe yaşamasıdır. Biri ifrat (kapitalizm-mutlak mülkiyet) biri tefrit (komünizm-mutlak mülksüzlük) olan durumlardır mevzubahis olan durumlar. Ama Kur’an’da ikisi de yasak kılınmıştır. Eğer insanların sahiplenme duygularını yok etmeye tevessül eder ve mülkü ilga ederseniz, insanları Komünizm de ama arka plan da yine emperyalizm de çivilersiniz ve çiviliyorsunuz da. Tabi bununla kalmıyor, bir kesimi de dışlıyorsunuz, gettoya mahkûm kılıyorsunuz; hem mülkü mutlaklaştıranları hem de gerçek adalet peşinde olanları. Bireyler hürdürler, gönüllerinin dilediğince kazanırlar, kazanmak için her yol mubahtır, iddihar ederler, elde ettiklerini dilediklerince harcarlar, kendileri kazanmıştır, kendileri kullanırlar dediğiniz anda da, bu zihniyete sahip olanları yürüdükleri yanlış yolda yani sömürücü, kan emici emperyalizm de mıhlarsınız ve mıhlıyorsunuz da. Ve bir öncekin de olduğu gibi, bu seferde mülksüzlük sevdası peşine düşenleri ve yine aynı şekilde adalet peşinde koşanları dışlarsınız, gettoya mahkûm edersiniz. Bendenize göre, hiçbir şey göründüğü ya da gösterildiği gibi değildir. Arka planda şeytani bir tezgâh vardır, bu işte. Sanıyor musunuz ki, siz her şeyi biliyor, görüyor, algılıyor ve anlıyorsunuz. Hayır, size ne gösterilmişse ve neyi görmeniz gerekiyorsa onu görüyorsunuz. Yabancı eller, bizim kaderimizi çiziyorlar kardeşlerim. Buna imkân vermeyelim. Kendimize dönelim, kendimize ait olanları bilelim ve onlara göre yolumuzu, yönümüzü tayin edelim. Bir Dinimiz var mı? Bir Önderimiz var mı? Bir Kitabımız var mı? Peki, hala neyin peşindeyiz Allah, vatan, namus aşkına? İslam’a hayır diyoruz ama sürüyle dinimiz var, Öndere hayır diyoruz ama sürüyle önder buluyoruz, Kitaba hayır diyoruz ama yüzlerce kitabımız var. Bu ne biçim iştir? Samimiyetsizliktir, akılsızlıktır, sahtekârlıktır kardeşim. Yabancı olan, seni asla düşünmez. Seni düşünür ama yok etmek için, senin üzerine oyun kurar. İnsanları bilinçsizce bölüyoruz. Ve bu bölünme asla insanların hayrına değildir. Zalim ve karanlık eller, bu bölünmeden rant elde etmektedirler. En basit bir nünas; sadece sorunuz bakalım kendi kendinize; silah üreten kim ve o silahı alan kim? Ve ikisi de, son tahlilde, aynı el midir, değil midir? Silaha niçin ihtiyaç duyulur? Küresel emperyalist baronlar üretir, küreselleştirilmiş olan ve silahla konuşan ideolojiler ise o silahları tüketir. Peki, burada çıkar sağlayanlar, dünya nimetlerine erişenler ve egemenliklerini tahkim edenler kimlerdir? Aklediniz kardeşlerim!

 

 

İnsan; çalışır, kazanır, sahiplenir. Elde ettiklerini, emeğiyle ve alnının teriyle elde ettiği için kısmi tasarruf yetkisi vardır. Emanet bilincini asla kaybetmemelidir. Kazandıklarında belki teri vardır ama kazandıklarının mutlak sahibi olmadığı için, sahip olduklarını sahip olduğu bir şeyi olmayanlarla paylaşmakta zorundadır. Çünkü gariplerin hakkı vardır, kazananların hakkında. Değil mi ki Allah’ın mülkünden elde ediyorsun elde ettiklerini, o zaman Allah’ın ver dediklerine de vereceksin. Emek ve ter= helaldir. Kazanılanlara mutlak bağlanma da yanlıştır. Çünkü ayrılacağın şeye mutlak bağlanma, seni kendinden koparır ve köleliğin çukuruna yuvarlar. Bağlandığın şeyi kaybetmemek için zamanla değerlerinden taviz vermeye başlarsın ve bu durum, insanın yitmesini tevlit eder. Ahlaklı çalış, adil ol ama ahlaksızlıklara ve adaletsizliklere de geçit verme. Sen, sen olursan âlem de kendisi olmak iktiza ettiğini fark eder. İşte bu şekilde, tüm insanları, Adalet ve Ahlak Devleti’ni tesis yolunda birleştirebiliriz, hem de gönüllü olarak. O zaman, ne ezen olur ne de ezilen ve kurulur, insanca ve hakça bir düzen. Köleliğe de hayır, efendiliğe de. Herkesin, kendisinin efendisi olduğu bir dünyadır özlemimiz. Tabi söylediklerimiz beşeri düzlemdedir. Yoksa elbette tüm insanlığın bir Efendisi vardır. Biz yapmamız icap edeni en üst düzeyde yaparız ama hala saflarımıza iştirak etmeyenler olursa da zorlama yapmayız ama aynı düzlemde buluşanlar mutlaka çok büyük bir güç teşkil etmeye kifayet edeceklerdir. Güçler birleştiği vakit, insanlar çelikleşecektir, kavga evrene sirayet edecek ve büyüyecektir, insanlar akın akın saflara iltihak edecekler ve nihayet görkemli bir zafer güneşi tulu edecektir, insanlığın ufkunda. Buna, tüm beynimle ve kalbimle iman ediyorum. Ki, Rabbimiz, yeryüzünün devletini mustazaflara vadetmiyor mu? Kazananlar; elbette ki yürüdükleri yolda sağlam duranlar ve zafere inananlar olacaklardır. Çünkü inançsız kavga olmaz. Hülasa, yönümüz ve yolumuz bu olmalıdır. Hakikat üzerinde olmayan her şey kaybetmeye mahkûmdur. Orta yol budur. Rasyonel olan budur. Hakikat olan budur. Güzel ülkemiz, ter, kan ve yaşla yoğrulmuş topraklarımız, üzerinde tesis edeceğimiz Adalet ve Ahlak Devleti gözetiminde, hür çalışma ve emekle, terle üretim sağlama temellerinde bir hayat inşa etmek adına tüm insanlara çağrıda bulunmak iktiza ediyor. Çünkü hakikat, tüm insanlar içindir ve hakikatin dışlayacağı tek bir insan olamaz. Tüm insanların büyük birliği, ancak hakikat temelinde yapılacak bir kutsal çağrıyla tahakkuk edecektir. Bunun dışında kalan tüm çağrılar yani özünde ve sonunda yalan barındıran tüm çağrılar insanların gönüllerinde ve beyinlerinde makes bulmayacak ve birliğin sağlanmasına vesile olamayacaktır. İslam, dışında hiçbir şey tüm insanları birleştiremez. İslam, dışında kalan her şey, insanların gönüllerinde ve beyinlerinde metazori tahakküm kurmak isterler. Bu ise fıtrata mugayir olduğu içindir ki, muhakkak geri teper ve zaten tepmektedir de. İslam birleştirici, İslam haricinde ki her şey insanlığı bölücüdür. Mülkiyetin yüceltildiği yerde de, mülkiyetin değersizleştirildiği yerde de hiçbir değer barınmaz. İnsanlık mutlaka tedenni eder manevi yönden hatta maddi yönden de. İki tarafta putperesttirler, müşriktirler. Birbirilerini beslerler. Birbirlerine düşmanlıktan kazanırlar, ki arka planda hem vallahi, hem billahi, hem tallahi dostturlar. İki kardeştirler özlerinde ve ikisinin de düşmanı, kendi dışlarında kalan insanlardır. Filhakika, Emperyalizm kazansa Marksizm kazanacaktır, Marksizm kazansa Emperyalizm kazanacaktır. Bizim nasıl olduğumuzu ve nasıl olmamız iktiza ettiğini lütfen Bakara Suresi 143. Ayette okuyunuz.

 

 

Şimdi yaşadığımız hayat kötülüklerle dolu mu? Kumar, faiz, eroin, kokain, içki, fuhuş gibi durumlar var mı ve bunlar şeytan işi pislikler mi? Bunlar bireyi, aileyi, insanlığı, devleti ve medeniyeti kirleten şeyler mi? İnsanları, zalimler karşısında düşüren şeyler mi? Kaynakları, helal kazançları mahveden ve kirleten şeyler mi? Bunların hepsi de pahalı mı? Bunlardan kazananlar şeytanlar ve dostları değil mi? Bu pislikler üretilirken ve yayılırken, alıcıları da düşünülmekte midir? Tüm bu sorularda istenilen cevabın dışında düşünenler alıktırlar ve cahildirler. Peki, tüm bu kötülüklerin ve pisliklerin hedef kitleleri kimlerdir ya da kimler olabilirler? Hiç şüphesiz ki, mutlak maddecilerdir. Bunları üretenler de, yayanlar da ve taliplileri de mutlak maddecilerdir. Ruhtan, akıldan mahrum kişiliklerdir. Yani, ideolojik baronlar ve bunların avladıkları zavallılar. Hayat yalan söylemez ve tek bir kişioğlu da bu hakikati yalanlayamaz. Kumarın da, her türlü yani katı ya da sıvı içkilerinde, faizin de, fuhşun da baronları vardır. Hem küresel bazda, hem de yerel bazda baronları vardır. Bu baronlar, bu pislikleri üretiyorlarsa, elbette ki alıcılarını da düşürürler. Mantık bize bunu söylüyor. Şimdi anlamamız iktiza ediyor ve muhakkak anlamalıyız da, soysuz emperyalizmin varoluş temellerini ve niçin var olduğunu. Küresel Siyonizm’in, ki Siyonizm küresel ya da yerel bazda aklınıza gelen tüm izm’leri kapsar, tüm bu pisliklerle güç bulduğunu, insanları esir aldığını biliyoruz artık. Bu pislikler olmasın ya da insanlar bu pislikleri terk etsinler, hem vallahi, hem billahi, hem tallahi dakikasında yerle yeksan olacaktır. Çünkü şeytan pisliktir ve pisliklerden beslenir. Kompradorlar var edilmeli ya da tümden yoksullaştırılmalı milletler ki, ya tüketen olsun ya da üretilmesi için kanları, terleri, yaşları sömürülsün. Tabi kompradorlar ve veletleri, değersiz olmalı, ciğeri beş para etmez olmalı, zevkperest olmalı, dinsiz olmalı, milliyetsiz ve cibilliyetsiz olmalı, ki küresel şeytani baronların kirli ve kanlı çarklarını döndürebilsinler. Düşününüz dostlarım, sonsuz derin tefekkürlere dalınız. Sıvı ya da katı içkiler vardır. Pahalıdır. Ya da çok ucuz değildir. Ruhsuz insanlar hedef kitledir yani alıcılardır. Bunların maneviyatları çalınmış ve bunlar maddenin kölesi kılınmışlardır. Satanlar da, alanlar da, tüm ulvi değerlere düşmandırlar. Tümü dünyaperesttirler. Dünya çapında üreten baronlar vardır ve buranlar aynı zamanda ürettiklerini tüketmeleri için ruhsuz gençlik üretirler. Peki, bu gençliği nasıl üretirler? Ürettikleri ideolojiler tavassutu ile. Cerbezeyle de, mugalatayla da, hikâyeyle de, boş lafla da işim olmaz. Pisliklerin ve kötülüklerin müptelası olmuş zavallı nesiller, hem şeytanların avları olmaktadırlar ve onların kasalarını doldurmaktadırlar hem de milli-manevi değeri yok etmek için piyon olarak kullanılmaktadırlar. İdeolojiler ve ideolojiler sayesinde ulaşılmak istenen hedefler yalandır, aldatmacan ibarettir. En hakiki gaye, kasaların dolmasıdır ve insanlığın esir edilerek kirli ve kanlı çıkarlar için kullanılacak kıvama gelmesidir. Aldatanlara lanet, aldananlara yazıklar olsun. Yani öyle bir ideoloji üret ki ve bunu öyle bir süsle ki ve kitlelere öyle bir ulaştır ki, bu kitleler içkiyle yaşasınlar, sarhoş olsunlar, su gibi tüketsinler içkiyi ve bilinçlerini fırlatıp atsınlar, her şeyi unutsunlar ve zaman içinde tüm ulvi değerlerinden sıyrılsınlar. Hatta bu pisliklerin yaşaması için mücadele versinler. İdeolojiler adalet ve ahlak mücadelesi vermezler kardeşlerim. Buna inanmayınız. Küresel baronlar, sizleri sarhoşluğun bataklığına gömüp, şerefsizce sömürmektedirler. Üstelik sizleri, milli ve manevi değerlerinizi yıkmanız, yok etmeniz, kaynaklarınızı berhava etmeniz, devletinizi zayıf düşürmeniz ve üzerinizde şeytani egemenliğini tahkim edebilmek için kullanmaktadır. Sizleri, ürettikleri ideolojilerle ve pisliklerle, kendinize, milletinize, ümmetinize yabancılaştırmaktadır ve sizi karanlığın kör kuyularında tutsak etmektedirler. Aksine, nice olurdu bu domuz seciyeli, insanlık ve değer düşmanı yaratıkların sonu can gardaşlarım? Aklediniz dostlarım, kardeşlerim, arkadaşlarım, gardaşlarım, yoldaşlarım. Niye, yüce Allah’ımız, biz kullarına, bitevi akletmiyor musunuz diye yüce ve keskin bir soru tevcih etmektedir? Bizler hep bir gaye peşinde olduğumuz, insanlık için dövüştüğümüzü, adil bir düzen için yürüdüğümüzü sanıp duralım. Mutlak kurtuluş İslam’dadır dostlarım ve İslam temizdir, tüm pisliklerden arındırır insanlığı ve tertemiz bir düzen vaat eder.

 

 

Şimdi İslam’a düşmanlığın kökeninde yatan gerçek sebepleri idrak etmişsinizdir inşallah. Aslında burada bazı ince noktalara da dalmak icap ediyor ama mevzuyu dağıtmakta korkutuyor. Bizim ülkemiz de dine, asla, din bilinerek düşman olunmamıştır. Düşmanlığın temelini atan şeyler, bahusus filmlerdir. Filmler de, din, sürekli öcü olarak gösterilmiştir ve insanların duyguları, düşünceleri sürekli olarak başka yönlere kaydırılmıştır. Ki zaten, akılla, İslam’a düşman olmak yürek ister. Ki, bilakis, aklı olan zaten İslam’a iltihak eder. Çünkü İslam, işleyen her aklı ıskat eder son tahlilde. Bu mevzuya değineceğiz inşallah. Geçelim! Ve hatta tüm ideolojilerin niçin hep birden İslam’ın karşısında yer aldıklarını da ihsas etmiş olmanız iktiza ediyor. Müşrikler İslam’a, İslam çağdışı diye değil, İslam, bizim kirli kanımızı temizleyecek diye düşmandırlar. Tabi bu düşmanlığı da, aldattıkları ve uyuşturdukları zavallı nesilleri istimal ederek daha kolay yapmaktadırlar. Çünkü onlar kanlı ve kirli yaşamaya alışmışlardır. İslam, alçak şeytanilerin tüm pisliklerini yok edip temiz bir toplum inşa eder. Siz istediğiniz kadar kapitalizme lanet okuyun, istediğiniz kadar düşman olun. Onun atardamarını kesmeden onu asla yok edemezsiniz. Onun atardamarını kesmekte, onu, beslendiği zehirlerde boğmakla olur, gençliği onların zalim pençelerinden kurtarmakla olur. Bu da ancak İslam olmanla kabildir ey kardeşim! Sokakta, Bonzai denilen zehirle, varlığını iptal eden ve çaresizce yokluk uçurumuna doğru yuvarlanan gencimizi; kapitalizm mi, komünizm mi, faşizm mi, liberalizm mi, demokrasizm mi, anarşizm mi, kemalizm mi ya da tüm bunları kapsama alanına alan Siyonizm mi kurtaracaktır Allah, vatan, namus aşkına? Hayır dostlarım hayır, böyle bir şey asla olmayacaktır. Siz hayal âleminde yaşamaktasınız. O genci o hale getiren zaten esasında bunlardır ve gençliği o hale getirerek varlıklarını idame ettirmektedirler. Onlar kendi atardamarlarını keserler mi hiç? İslami bir toplumun bünyesinde şeytaniler asla barınamazlar. Çünkü insanları kirletemezler ve zaten Allah bilinci ve ahlakı ile teçhiz olmuş insanda artık kolay kolay şeytanilerin peşinden gitmez. İnsanlar farklı olduğu için her farklılığa göre farklı ideolojilerin üretilmesinin sebeb-i hikmeti de ortaya çıkıyor böylece. Çünkü tüm insanları kendilerine mahkûm etmek ve çıkarları için kullanmak istiyorlar. İnsanların duyguları ve düşünceleri farklı olduğu için, her düşünceye ve duyguya göre ideoloji üretmişlerdir. İslam, nasıl insanın tümü ise; ideolojiler, insanın parçalarına hitap ederler ve insanı oradan yakalayıp karanlığa doğru çekerler ve kendilerine ait parçayı aldıktan sonra da bırakıverirler. Ki insanın parçasına bile hitap edemezler ama gözleri boyarlar. Zavallı müntesiplere sorsanız, yüce ülküler peşinden gitmektedirler, zalimlere ve zulümlere karşı durmaktadırlar. Saflık işte ne yaparsın. Aklını kullanmayınca böyle ayaklara düşersin ama haberin bile olmaz. Şeytana hizmet edersin, insanlığa hizmet ettiğini sanırsın. Oysa tüm ideolojilerin en arkasında Siyonist baronlar vardır. Tüm dünya da ki sağcılık ve solculuk bile kahpe bir tezgâhtır. Çünkü bu iki kutba hükmeden baronlar da Siyonistlerdir. Zamanı gelince inşallah kapasitemiz elverirse bu mevzuya da gireceğiz. Dünya da tek bir hakikat, tek bir yol, tek bir yön vardır; İSLAM. İslam dışında kalan ne varsa tamamıyla yalandır ve seni en sonunda karanlığın dehlizlerine doğru çeker. İslam, her çağın hakikatidir, İslam dışındakiler ise, her çağın yalanıdırlar. İslam, iki dünyalıdır. İdeolojiler ise, tek dünyalıdır. Sizler bu dünya da bir şey olsun istiyorsunuz ve ideolojiler size bunu vaat ediyormuş gibi algılıyorsunuz. Oysa bu koca bir yalandır. Tarih boyunca böyle bir şey vuku bulmamıştır. Ne bu dünyada bir şey sunabilirler size ve ne de ikinci bir dünyaları vardır onların. Ha bu dünya da bir şey sunarlar; acı acı acı.  Ama İslam, size iki dünyada da cenneti vaat etmektedir. Velakin sizler akledenlerden olmuyorsunuz!

Tarih: 01.02.2015 Okunma: 697

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?