Yeryüzünde verilen fasılasız ve amansız kavga, filhakika
iktisada dayanıyor. Yani dünya nimetlerine hükmetmek için veriliyor kavga.
Para, bu kavga da en önemli unsur. Allah, akıl gibi eşsiz bir nimetin yanında,
para gibi amansız bir imtihan unsuru da yaratmıştır. Maalesef ki, bu dünya da
ekonomiye hükmeden, her şeye hükmediyor. Güçsüz olan, güçlü olana boyun eğiyor.
Acı bir gerçektir bu. Hükmedenlerde genelde kötüler oluyorlar yani şeytaniler
yani Müşrikler. Şeytaniler mutlak sahip olup, her şeyi yok etmek istiyorlar.
Muvahhitler ise muvakkat sahiplikle, ıslah ve imar etmek istiyorlar. Tarihi
süreç, bu durumun hakiki şahididir. Müşrikler yani şeytaniler, gemleyemedikleri
arzuları yüzünden daha çok sahip olmak, mutlak olarak sahip olmak adına ekini,
nesli, doğayı kirletmişler ve harap etmişlerdir. Muvahhitler ise insanca
yaşamak ve yaşatmak için kavga vermişler ve şeytanilerin bozduklarını
düzeltmişlerdir, düzeltmek istemektedirler. Ama özünde, Müşrikler her ne
şekilde olursa olsun yaşamak istemişler ve bu sebeple daha çok sahip olma
derdine düşmüşlerdir, binaenaleyh vahşileşmişlerdir. Muvahhidler ise yaşatmak
istemişler ve bu yolda canlarını, mallarını feda etmişlerdir. Evet, sahip olma
kavgası verilsin ya da verilmesin, birileri illa ki dünyaya egemen olacaklardır
ve bu normaldir. Öyleyse, kifayet edecek düzeyde çalışmayla ve kazanmayla ve
dahi büyük bir birlik teşekkül etmeyle, dünyaya sahip olanlar, niçin
Muvahhidler olmasınlar ve dünya niçin mamur olmasın onların eliyle? Bu pekâlâ
kabil olabilir hatta Allah’ın izniyle olacaktır. Müşrikler karşısında aciz
olmaktansa, onlara muhtaç ve mahkûm olmaktansa, çalışırlar, üretirler,
kazanırlar ve dünyaya da egemen olabilirler. Dünya var ve içi nimetlerle dolu
ve birileri bu nimetlere sahip olmak için kıyasıya mücadele veriyorlar ve sahip
oldukları tavassutu ile dünya iktidarına da egemen oluyorlar. O zaman,
şeytaniler dünyaya sahip olmak isterken ve bu uğurda kıyasıya savaşırlarken,
niçin Allah’ın kulları Müslümanlar bakınacaklar ve dünyayı şeytanilere
bırakacaklar? Muvahhidler dünya için çalışırlarken, pekâlâ ahiret içinde
çalışabilirler. Bu ne zordur ne de burada paradoks vardır. Burada şunları
söyleyebiliriz; çalış, üret, kazan ve dünyaya egemen ol, velakin kazandığını
paylaş, kazandıkça bireyselleşme, bilakis toplumla birlikte ol. Kazandıklarını
münhasıran arzularına ve zevklerine hasredecek kadar köpekleşme. Emek ver, ter
akıt, helalinden kazan, çalıştırdığın işçiye hakkını tam teslim et, garibi
gözet, yoksula ver, boşu boşuna iddihar edipte, sayıp durma. Fert olarak değil
toplum olarak zenginleş. Hedefte bu olmalıdır zaten; dünyaya sahip olmak
mücadelesi ver ama sahip olduklarını adam gibi kullan. Müslüman, sahip
olduklarını devlete devredemez ve böyle bir düzene de onay veremez. Bu kirli
bir tezgâhtır. Müslüman sahip olduklarını, şeytanilerin, şeytani düzenlerini
yerle yeksan etmek için kullanmalıdır. Hatta münhasıran malını değil canını da
ortaya koymalıdır. Muvahhidler, Müşriklerin yüreklerine korku salmalıdırlar.
Zaten kazandıklarını Allah yolunda harcamayan, şeytanın kanlı ve kirli
imparatorluğunu paramparça etmek ve insanlığı şeytanilerin zulümlerinden
kurtarmak için kullanmayan birisi asla ben Müslümanlardanım diyemez, diyorsa da
o katıksız bir münafıktır. Ekonomiye hükmeden, bir anlamda, hayatın kurallarını
da tanzim eden oluyor. Peki, Müşrikler, ekonomiye hükmederlerse ne olur?
Muvahhidler, Müşrikliğe zorlanırlar. Hayatları zindan olur. İslam, hayatın
dışına itilir. Hürriyetler gasp olunur. Ne yani, biz Müslümanlar, Müşriklerin tanzim
ettikleri hayatı mı yaşayalım? Allah, böyle bir yaşamı kabul eder mi? Saçma
sapan şeylerle iştigal ediyoruz, peki düşmanın neyle iştigal ettiğinden
haberiniz var mı? Mutlak mülksüzleşme, mülkte mutlak eşitlenme, mutlak
mülklenme gibi temelsiz söylemler kimin icadıdır ve burada gerçek maksat nedir
hiç düşündünüz mü? İnsan, iki dünya için vardır ve kendini iki dünyaya göre de
konumlandırmalıdır. Bu dünyada kazanmaktadır elbette ve kazanacaktır da.
Kazandıklarına tapmamalıdır, sahip olduğu şeyleri kendi gelişimi, milletinin
terakkisi, ülkesinin istiklali, devletinin kuvvetlenmesi için kullanmalıdır. Ve
ayrıca, mevcudiyeti tavassutu ile nimete eriştiği tabiatı da korumalıdır,
tahrip etmemeli, kirletmemelidir. Maddeye ulaşılırken, mana kaybedilmemelidir.
Hem mülkiyet hem de mülksüzlük küfre yakındır bendenize göre. İkisinin de
saptırıcılık yönü vardır. Birinin olması sefaleti, diğerinin olması ise
sefahati tevlit edecektir. Hayat, size doğruyu söyleyecektir. Tabi onunla doğru
iletişim kurarsanız ve ona doğru bakarsanız.
Tek tekerlekli araba, ilerleyemez. Tek kanatlı kuş, uçamaz.
Tarih, çift yönlü işler. İnsan, iki boyutludur. Hayatın, önyüzü ve arkayüzü
vardır. Her yön, bir diğer yönün, tamamlayıcısıdır. Ne madde sadece maddedir,
ne mana sadece manadır. İkisi, birbirinin içine gizlenmiştir. Din, işte, tam da
bu sebeple, bakidir ve mutlak hakikattir. İdeolojiler, tam da bu sebeple,
fanidir ve mutlak yalandır. Din, bu yüzden, insan tarafından, spontane ittihaz
edilir; ideolojiler, bu yüzden, insana, metazori dayatılır. Dinde, zorlamanın
olmamasının hikmeti budur. İdeolojilerde, zorlamanın olmasının sebebi budur.
Ama asıl olan, manadır burada. Çünkü maddenin ruhudur ve anlamıdır. Mana
çıktığı zaman, madde, hikmetini de, anlamını da, özünü de, etkisini de yitirir.
Din, insanı önceler ve bir nevi insandır, ideolojiler ise, insanı hiçbir zaman
öncelememişlerdir ve insanla da ilgileri yoktur. Din, varlığı bir bütün olarak
ele alır; ideolojiler ise, varlığı paramparça ederler ve kendilerine uygun olan
parçayı alırlar. Eğer madde âlemini, mananın kontrolüne tabi kılarsanız cennete
hoş geldin dersiniz; eğer manayı madde âleminde eritirsek ve yok edersek,
cehenneme hoş bulduk dersiniz. Niçin niceliği pek önemsemeyiz de, nitelik
ararız hep? Çünkü nicelik, kuru maddeden ibarettir de ondan. Nitelik ise, başlı
başına dopdolu manadır. Maneviyatı ölen her şey, diriliğini kaybeder. Manasız
madde, kurudur, kirlidir, işlevsizdir, niteliksizdir, çürütücüdür, dengeyi
sarsıcıdır, ölçüyü bozucudur. Sevgi, şefkat, merhamet, fedakârlık, sadakat,
güzellik, tevazuu, feragat, kadirşinaslık, cömertlik, civanmertlik, cesaret,
fazilet, bilinç, şuur vs. hepsi maneviyatın kutsal ve mümbit meyveleridirler. Mütemadiyen
maddeyle hemhal olan, kendini kaybeder. Dünyaya alışan insan, düşüşü yaşar.
Çünkü sana ait olmayan yere alışmak alıklıktır. İnsan, ruhun ait olduğu yere
aittir. Bu yüzden, dünyaya alışması kabil değildir. Alıştıysa da, kaybolduğu
içindir. Madde doyum ister ama mana sonsuzdur. Madde, bir yerde tatmin olur,
yine ister ama tatmin olur. Mana ise, tatmin olmaz, çünkü mananın özünde
sonsuzluk barınır. İnsanı sonsuzlaştıran da manadır. İnsanın duygularını ve
düşüncelerini sınırlandırın, insan orada biter. Ama ihtiyaçlarını
sınırlandırın, yine varolur. Niye? Çünkü madde sınırlıdır, mana ise sınırsızdır.
Duygu ve düşünce ise, manaya aittirler. Mutlak yok oluş, insan için değildir bu
yüzden, hayvan içindir. Hayvanat ve nebatat, insan için var edilen nimetlerdir,
bu dünyada istifade etmesi için. Sonsuzcasına çoğalmak için debelenen insan,
sonsuzcasına azalır. İnsan, maddeye sahip olmakla çoğalmaz, sahip olduklarını
paylaşmakla çoğalır. Paylaşmayan, çoğaldığını zanneder ama o azalır, azaldıkça
da alçalır. Maddeye mahkûmiyet, alçaltır insanı; manaya sevdalanmak ise,
yüceltir, yükseltir, kaldırır düşeni. Bir gün hesap verecek olan insan, bu
dünya da hesaplarla iştigal edemez, etmemelidir. Bitevi sayıp duran, günahını
çoğaltır, sevabını azaltır ve böyle gidenin hesabı çetindir. İslam, maddeden
çok manadır. Şehitliğin hikmetini idrak ettiğiniz zaman, bunu da idrak
edeceksiniz. Şehit, yaşamak için değil yaşatmak için vardır. Şehit gider ama
kanı, damla damla her çağı sular, canlandırır, anlamlandırır. Yeryüzünde
kurumayan tek şey; şehidin kanıdır. Niyesini de, sizler aklediniz! Olgu maddeyi
işaret eder, algı manayı. Bu yüzdendir ki, olgular değildir lanetlenen, algıların
tevlit ettiği düşüncelerdir ve o düşüncelerin ortaya koyduğu yaşamlardır. Ama
bağnaz ve sekter tipler için, bu hakikati anlamak çok zordur. Çünkü onlar,
manadan uzaklaşmış, maddeye ram olmuşlardır. Hakiki yobaz, manadan mahrum
olandır. Yobaz, dünyayı, tek yönlü algılayandır. Bu yüzendir ki, zorbalar,
mutlak yobazlardan çıkar. Şeytan yobazdır. Çünkü onu şeytanlaştıran, tek yönlü
bakışı, algılayışı, düşünüşüdür. Müslüman, asla tek yönlü olamaz, bakamaz,
algılayamaz, düşünemez. Ki, dengenin ve ölçünün hikmetini de, tam da, burada
aramak iktiza eder. İnsanlığın felahına giden yol, burada ki bakışın, algının,
düşüncenin değişmesine merbuttur. Söz temelli öz, öz temelli bakış, düşünüş
inşa etmedikçe, şeytani düzenlerin varlığı devam edecektir. İnsan bozuk olunca
düzenlerde bozuk oluyor, düzenler bozuk oldukça insanlar daha da bozuluyorlar. İşin
kökü nefse istinad ediyor ama düzen de çok önemlidir. Evet, düzeni insan
yapıyor ama insan da o düzenlerin çarkında esir oluyorlar. İnsanın değişmesi
kadar düzenlerin değişmesi de önemlidir yani. Nefsin ıslahı demek, düzenlerin
ıslahı demektir bir anlamda, bu yüzden. Düzenlerin değişmesi de nefsin
kontrolünü daha da kolaylaştırır bu yüzden. Ki zaten cihadların en çetini ve en
büyüğü de, nefisle cihad değil midir? İslam ne güzeldir! Keşke idrak edebilsek!
Ah İslam’ın İnsan, İnsan’ın İslam olduğunu bir idrak debilsek ve İslam’ın
bizlere en yüce ve görkemli yaşamı sunacağını bir anlayabilsek, neler olurdu
neler!
Altına sahip olursun. Altın kıymetlidir. Ekonomik dengelerde
tayin edici unsurdur bir nevi. Siyonist, niçin, altına sahip olunuz demiştir?
Altına sahip olan, çok şeye sahip olur da ondan. Belki konuyla pek ilgisi yok
şu an, amma, Siyonist’in sahip olunmasını istediği bir diğer şey de basındır.
Türk Basını dediğimiz (ki hakikatte Türk kimliği ile zerre alakaları yoktur) ve
bu millet üzerinde tesiri kuvvetli olan ve on yıllarca, yalanlarla, bu ülkeyi
kasıp kavuran güzide basın (!) ekseninde düşününüz lütfen, beyninizin kör
noktalarında kıvılcımlar belirmeye başlayacaktır. Siyonizm bizim ülkemizde,
yerli maskeli yabancılar eliyle (şu Beyaz Türkler dediğimiz zevatlar) altına
da, basına da sahip olmuştur ve bizim bu hale gelmemizde ekonomik durumumuz ve
karanlığın temsilcisi basın çok etkilidir. Çünkü ikisi de arka perde de Siyonizm’e
çalışmıştır mütemadiyen. Geçelim! Altınla, altın gibi hayat var edebilirsin ama
aklınla o altını bakırlaştırabilir, hayatını da bataklığa çevirebilirsin.
Hayatını bataklığa çevirmen de altının değil, o altına sahip olmanla beyninde
kıvılcımlanan düşüncenin etkisi vardır. Sen sahiplenirsin ama düşüncen kirli
olursa, sahiplendiğin şey senin sahibin olur. Akıl, altını işlemez de; altın,
akılı işlemeye başlarsa, işte o vakit felaket başlar. İnsan bir masaya sahip
olur ve düşüncesi o masaya nitelik katmaz da, masa, o şahsın düşüncesini
değişime uğratırsa, o insan sahip olduğu masadan bile kıymetsiz olur. Keza
insan, kasaya sahip olur ama o kasayı kendisi yönetmezse, kasa onu yönetmeye
başlar ve insanı düşürür, insanlığı öldürür. Hakeza, nisa olayı da aynıdır, bir
nisanın peşinde düşer de, tüm benliğini ona adarsan, şehvetinin kölesi olmuşsun
demektir, artık belayı bekleyebilirsin. Unutmayalım ki, bir hayatın, iki İlahı
olmaz! Yaşadığımız hayat, düşüncemizin müşahhaslaşmış halidir. Bu yüzden madde
değildir bizi bitiren, madde hakkında ki düşüncelerimizdir. Cansız bir nesne,
canlı bir varlığı kötü yapmaz. Onu kötü yapan, cansız maddeye yüklediği
değerdir ve o değeri, o nesneye ekleyen düşüncedir. En temelde, insanın, hayata
bakışını tayin eden şey, sahip olduğu düşüncedir ama o düşüncenin nasıl
oluştuğu ve hangi kaynaklardan sadır olduğu sonsuz önemlidir. İnsanın yapması
iktiza eden şey, fıtratına münasip olanı bulmak ve onunla beslenmektir. O
şeyde, İslam’dır. İnsan, kadim, kök ve kutsal yasalardan beslenmelidir. O yasalarla,
kendini eğitmeli, terbiye etmelidir. Kendisini, mukaddes yasalarla besleyen ve
eğiten insan, tesis ettiği düzeni de mutlaka bu temellerde tesis edecektir. İnsanın
da, ayarları vardır ve düzgün işlemesi için o ayarları çok iyi kurmalısınız, o
ayarları en muazzam şekilde kuracak olan yegâne şey de; Kur’an’dır.
Nefislerimizin tesviyeye ve tezkiyeye ihtiyacı vardır. Bilakis, nefis denilen
azgın at, bizi, karanlık dehlizlerde koşturacak, koşturdukça coşturacak ve
boşluğa uçuracaktır. İnsan, hem kendi kendini murakabe etmeli hem de toplumun
ve kamunun murakabesinde bulunmalıdır. İnsanın, ayarlarının, nasıl, neye göre
ve niçin yapıldığı sonsuz önem arz etmektedir. Ayarlarınızı, ya İslam
yapacaktır ya da ideolojiler. Başka seçenek yoktur. Hayatınızın, ilkini de,
sonunu da bu seçim belirleyecektir. Nasıl biri olduğunuzun, ayarlarınızın neye
göre yapıldığıyla mutlak olarak ilgisi vardır. Şimdi fabrika ayarlarına dönme
ve yeniden kurulma zamanıdır zaman; KUR’AN’LA.
Dünyadan kendinizi çektiğiniz zaman, zillet, sefalet,
mezellet, meskenet sizi sarar ve nihayet esaretin kör kuyularında tutsak eder. Dünyaya
mutlak tapınışınızda ise, sefahat, tefessüh sizi sarar ve nihayet tuğyan bataklığına
saplanır kalırsınız. İnsan varsa, hayat ve ölüm vardır. Hayat olacaksa dünya
olacak, ölüm varsa ahiret vardır. Çalışmadan ve mücadeleden kendini çekme öyle
neticeler tevlit eder ki, tüm dünya şeytanın inhisarına girer. İnsan da,
ahireti, dünyada kazanacağına göre, ahiretiniz berbat olur. Çünkü çalışma
hayatı kimin elindeyse, mukadderatı tayin edici konumda olacak olanda odur.
Çalışmak ve üretmek, mutluluktur. Dengede olan ve ölçüyü gözeten, kulluğu en
güzel şekilde yapar. Dünyadan el etek çekme miskinliği, dünyaya tapınma
azgınlığı intaç edeceği için; iki tarafında münasip şekilde kulluk yapması
kabil değildir. Çünkü iki tarafta da, denge ve ölçü yoktur. Ekonomiye,
çalışanlar hâkim olurlar. Ekonomiye hâkim olanlar, hayatın yönünü tayin
ederler. Demek ki ne oluyor; çalışmayanın tüm varlığı tehdit altında oluyor. Mülkiyet
anlayışı, insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Bu yönde ki anlayışımız
düzeldiği zaman, tüm hayatımız düzene girecektir. Karanlığa giden yolunda,
aydınlığa giden yolunda mülkle yakından ilgisi vardır. Şimdi buradan yola
çıkarak üzerimize karabulut gibi çöken mülksüzlük telakkisinin netameli
boyutlarına bir göz atalım. Aynı şekilde, içki, faiz, kumar, eroin, silah vb. şeytani
pislikleri de yeniden tezekkür edebiliriz. Aklınız varsa ve bu aklı derin
aklediş yönünde istimal edebiliyorsanız, derin gerçekleri fehmetmeniz zor
değildir. Şunu bileceksiniz; giydin ve eskittiysen, bu senindir. Yedin, içtin ve
doyduysan, bu senindir. Kazandın ve paylaştıysan, bu senindir. Bunlardan başka
senin olan hiçbir şey yoktur. İnsan, çalışıp, kazanıp, paylaştığıdır. İnsan
zindanlara doğar ve o zindanlar içinde yaşar. Ya o zindanlardan kurtulursun ya
da o zindanları daha da yaşanılır kılarsın. Ki kurtulması da pek kabil
değildir. Misal, toplum, birey için bir zindandır ve buradan kurtulması çok
zordur. Çünkü yalnız yaşamak muhaldir. Zira insanlar birbirlerine ekli
doğmuşlardır. Kopuş muhaldir. Öyleyse birey olarak yaşarken, toplumu sarfınazar
eyleyemezsiniz. Alan insan, vermesini de bilmelidir. Tabiattan bitevi
alıyorsunuz ama tabiata dönüşüm yapmazsanız, bir daha asla alamazsınız. Toplum
tavassutu ile kazanıyorsun kazandıklarını, bir yerde. Öyleyse ona da
kazandığından pay vereceksin ki, nefretleri üzerine çekmeyesin, zira
kazandıklarını korumakla ömrünü çürütürsün ve hayatın cehenneme döner,
zevklerin zehir olur. Zira ilmin seni korurken, malını sen korursun. Ve mal bir
yerde prangadır, bukağıdır, zincirdir. Tabi devlet denilen mekanizmaya da büyük
görev düşüyor burada. Bireysel tuğyanı da, toplumsal inhitatı da önleme de,
devlete ciddi görevler düşmektedir. Fıtrata uymayan her şey insanı çökertir,
aileyi bitirir, toplumu çürütür, devleti yok eder. Hülasa; İSLAM AHLAK VE
ADALETİ temelinde, bireysel ve toplumsal yaşama müdahale kaçınılmazdır. Bilakis,
insanlığın acılarının ve sürgünlerinin bitmesi muhal ender muhaldir. Gerisi
angaryadır!
İslam Dininin en dominant müntesibi olan Türk Milletinin de,
İslam Dininin müntesibi olan sair milletlerinde, insanlığın ölümsüz ruhunun ve
fıtri hürriyetinin üzerine karabasan gibi çöken din dışı fikirlerle yani
ideolojilerle zerre ilintisi yoktur, olmamıştır ve olamazda. Bu fikirler daima,
içeriden birilerinin eliyle metazori dayatılmak istenmiştir bu milletlere ama
aşı tutmamıştır ve badema da tutmayacaktır. Hiçbir İslam Milleti, bahusus Türk
Milleti, tarihinde din dışı fikirler temelinde bir nizam tesis etmemiştir. Ki,
etmesi kabilde değildir zaten. Cevdet Paşa’nın meşhur bir sözü vardır; ‘’İslam
Dinine mensup olan kavimlerin hiçbirinde, ne komünizm, ne sosyalizm, ne de
nihilizm kabilinden birliğe kast edici ayrılıkçı fikirler bulunmaz.’’ Çünkü bu
düşünceler, özlerinde, şirk ihtiva ederler, putperesttirler ve ayrımcıdırlar. Şirkin,
putperestliğin ve tefrikanın da İslam’da yeri yoktur. Fakat İslam Dinine mensup
kavimlerin bağrında bunlarda yaşamışlardır, fikirleri değil ama kendileri
yaşamışlardır. İslam’a iltihak ettikleri takdirde ise kardeşliğe dâhil
olmuşlardır. Çünkü İslam Dini, âlemşümul bir dindir ve çağrısı yekpare
insanlığadır. İslam da ne sosyal sınıf mevcuttur ne de kast sistemi vardır. Var
olan bir şey vardır, o da; kardeşliktir. Çünkü Mü’min’ler kardeştirler. Müslümanlar,
tarağın dişleri gibidirler ve nasıl, tarağın dişleri kırıldığı zaman ortada
tarak kalmazsa, kardeşlerde koparsa orta da ümmet diye bir şey kalmaz. Keza bir
beden gibidirler ve organlar, nasıl, bedenden ayrılamazlarsa, kardeşlerde
birbirilerinden kopamazlar. Organlar olmadığı zaman koca gövde ne işe yarar? Allah,
şirki, putçuluğu, tefrikayı ve düşmanlığı yasak kılmıştır ve kullarını bu
konuda uyarmıştır. Bu düşünceler, özden sapma sonucunda tevlit etmişlerdir.
Tümü de batıldır ve Batı menşeli düşüncelerdir. İnsanın hastalanması sonucunda
türemişlerdir. Hakikatten kopuş, insanlığı, bu sapkınlıklara sürüklemiştir. Avrupa
tarihini ciddi şekilde tetkik ve tahlil ediniz, bu gerçeği sarih olarak
müşahede edeceksiniz. Hıristiyanlığa
mensup olanların, ağır baskıları ve zulümleri neticesinde, dinden kopanların
ürettikleri batıl fikirlerdir bunlar. Bu, İslam düşmanı fikirlerin, genelde İslam
Milletlerinin ve özelde Müslüman Türk Milletinin gövdesine sızmalarının sebebi
de, Avrupa’ya giden ve orada gövdeleri dağlanarak kendi dinlerine, ülkelerine
ve milletlerine yabancılaştırılanların, özlerine düşman edilip ve kendilerine
aydın sıfatı verilerek ülkelerine gönderilmeleridir. Bunlar, yabancı
memleketlerde cahilleştirilerek ehlileştirilmiş güruhtur. Avrupa’da ne
yutmuşlarsa, gelip burada kusmuşlardır. Gerisi tamamen hikâyedir. Saf hakikat
budur. Bu memleketin çocukları da, bunların aydın vasıflarına aldanmışlardır.
Oysa bunlar kendileri aydınlanamamışlardır ki, milletlerinin evlatlarını nasıl
aydınlatacaklardır? Zaten karanlığa gömülmüşler, beraberlerinde karanlığı
getirmişler ve bu ülkeyi de zifiri karanlığa gömmüşlerdir. Tevfik Fikret’in
oğlunu tahattur eyleyiniz lütfen. Niçin gitmiştir Avrupa’ya? Güya aydınlığı
getirecekti değil mi? Ama o papaz oldu çıktı ve kendi milletini de reddetti.
Bunlar hastadırlar dostlarım! Hastalıktan ve karanlıktan başka da sunacakları
hiçbir şeyleri yoktur. Bunlar kendi özlerinden uzaklaştılar ve batıl sözlere
kandılar. Avrupa adeta büyülemişti bu zavallı ve cahil tipleri. Ne kendilerini
tanımışlardı ne de Avrupa’yı, bu yüzden de aldanmışlardı. Seçim yapabilecek
bilgiye de sahip değillerdi. Zira anlamadan seçim yapılamazdı. Bunlar ise
kendilerine yabancıydılar, kendi dışlarında olana yabancıydılar ve mukayese
yapabilecekleri durumları yoktu, mukayese yapamayan nasıl anlasındı? Mukayese
de ilime, irfana istinat ederdi. Peki, bunlar hangi ilime, bilime ve irfana
sahiptiler? Avrupa menşeli ideolojileri, Avrupa’nın siyasal durumunu ve
toplumsal yapısını bilmeden anlamak kabil olabilir miydi? Din nasıl bir bütünse,
ideolojilerde bir bütündü ve güya Avrupa’nın meselelerini vuzuha kavuşturmak
için üretilmiş fikir kalıplarıydılar. Sizin aydınlığınız bu hastalıklı tiplerde
değil, Allah’ın indirdiği Kur’an’dadır. Allah sizi aydınlığa çıkarır, bunlar
ise karanlığın tam göbeğine bırakırlar ve kaçarlar. Hakikat biriciktir, yalan
ise sonsuzdur. Bu yüzden İslam tektir, ideolojiler bin türlüdür. İşte tüm bu
hastalıklar, insanlığın yalanlarının size gösterilmiş yüzleridirler ya da ruha
sirayet etmiş hastalıkların tebeyyün etmesidir. Varlık âleminde ve İnsanlığın
varoluş kavgasının tam orta yerinde tek bir hakikat vardır; İSLAM.
Şimdi, yaşadığımız hayat ekseninde ve fevkalade
gözlemlerimiz bazında, tefekkür ve tezekkür eyleyelim lütfen. Hayır, kesinlikle
kinle konuşmuyoruz. Zira kin, karşı kini tevlit eder. Bizler, düşünmeyi,
sormayı, sorgulamayı, tahkiki ve tahlili tercih ediyoruz. Allah, değil mi ki,
bizlere akıl gibi bir ulvi ve emsalsiz nimet bahşetmiş, işte onu istimal edelim
diyoruz. Deniyor ki, mülkiyete nihayet verelim ya da eşitlenelim mülkte. Peki,
bunun tahakkuku nasıl kabildir efendim? Bizatihi duyumsayarak, etkisi altında
kalarak yaşadığımız hayatta ve insanlık ailesi üzerinde ideolojilerin
hâkimiyetinin daha baskın olduğu bir evrende bunun yegâne yolu; komünizmdir. Aslında
söylemek istemiyorum ama yine de söyleyeyim; zira aklımızı istimal ettiğimiz
takdirde bir batılın cezbesine kapılacak kadar çaresiz değilizdir herhalde ya
da olmamalıyız canım. ‘’Nikitin’’ isimli zevatın ‘’Ekonomi Politik’’ isimli bir
eseri var, eğer ciddi bir tetkik ve tahlille okursak bazı gerçekleri orada
göreceğiz; misal haddizatında eşitlik gibi bir şeyin olmadığını, bunun,
insanlığa ne büyük acılar çektirilerek metazori ittihaz ettirildiğini göreceksiniz
ki, bunun adı da güya eşitlenme oluyor. İnsanların tüm mallarını gasp edip,
artık eşitlendiniz derseniz ve bu yolda nice canları alırsanız, insanlık başka
ne yapsın değil mi? Bu tür eşitlenme, asla, gönülden gelerek kabul görmüş bir
eşitlenme değildir. Yani komünizm, görüp görebilecek en zalim zincirdir,
insanlığın boynuna geçirilmiş. Geçelim! Eğer mevzubahis olan eşitlenmenin başka
türlü olabilme ihtimali olduğunu bilen biri varsa söylesin ki bizde bilgilenmiş
olalım ve eyvallah çekelim, saflara iltihak eyleyelim. Şimdi soralım; bu fikir
yani komünizm, iktidar karşıtı mıdır? Hayır. Bilakis, katı ve sert bir iktidarı
arzular. Düzen karşıtı değildir. Devlet karşıtı hiç değildir. Hükümet karşıtı da
değildir. Filhakika proleter diktatörlüğüdür. Kapitalizmin devletleşmesidir.
Devlet emperyalizmi ve devlete egemen olan bir avuç tiranın kompradorluğu
vardır. Esasında, komünizmin sürekli savaştığı şu adi ve namussuz kompradorlar
var ya, işte onların devlet olmasıdır. Komünizm, servet avcılarını
devletleştirmek istemektedir. Kapitalist kompradorlar devlet murakabesinden
hazzetmezler. Ferdi mülkiyetçidirler ve mülkiyet üzerinde mutlak egemen
değildirler. İşte komünizm bunlara mülkiyet üzerinde mutlak egemenlik
sunmaktadır, tabi devletleşmelerini temin ederek. Bunlara mutlak güç bahşediyor
bir nevi. Nihayet insanlık ailesi, servet avcısı ve tapıcısı olan fertlerin
değil de, servetin temerküz ettiği devletin kölesi oluyor. Bu şekilde
hâkimiyette daha kolaylaşıyor. Zira devletin bünyesinde ki tüm kurumlar
bunların monopolüne geçiyor. Halk suskundur artık! Seslilik, sessiz ve toplu
ölümdür. Hesapsız, sorgusuz itaat esastır. Ey Türk Milletinin asil ve necip
evlatları! Sizleri, hürriyetinize, özünüze, kadim sözünüze, özgüveninize,
asaletinize, yüce cesaretinize kavuşturacak ve yeniden dünyaya hâkimiyetinizin
yolunu açacak yegâne şey; asırlardır kılıçdarlığını ve sancaktarlığını yapma
şerefine nail olduğunuz İSLAM’DIR. İslam’dan
gayrı her şey sizi düşürecektir ve düşürmüştür de. Tabi aklederseniz!
Her sistemde mülkün sahibi olan ya da mülk üzerinde etkin
olan bir yapı olacaktır. Bu gerçek mi? Tüm organlarımız çalışıyor ve
müşahedelerimiz bize böyle olduğunu haykırıyor. Birey ya da devlet, illa ki
egemen bir odak olacaktır. Doğru mu? Şu an dünya da ferdi mülkiyetçiler
egemenmiş gibi görünse de aslında arka perde de bir konsorsiyum vardır. Sevgili
dostlarım! Şeytanın planı asla bitmez. Mülk mevzusunda ki telakkileri ortaya
süren, şeytanın ta kendisidir. Çünkü bu konu hassas bir konudur ve kaşıdıkça
toplumda bir huzursuzluk tezahür eder. Zira hayat, buraya dayanır bir nevi. Bunu
da halklara kabullendirmek için bir ideoloji ortaya sürmüştür. Çünkü direkt
olarak kendisiyle ilgilidir mevzu. Faraza, mülk el değiştirdi ve devletin
inhisarına devredildi. Şimdi, mülk bireyin elinde olunca kapitalist olur da,
devletin elinde olunca kapitalist olmaz mı? Hiç, alığa benzeyen bir tarafımız
var mı? Ya da önderlerimizi biraz daha derinlemesine okusak olmaz mı? Böylece
ne olacak? Komünist önderler zevahirde güya kapitalizme nihayet vermiş
olacaklar ama arka perede de birer komünist komprador olarak var olacaklardır.
Yani insanlık ya ferdiyetçi kapitalistlerin elinde esir olacak ya da toplumcu
kapitalistlerin elinde esir olacak. Ki ikisi de aynı yere hizmet ediyor
olacaklar. Yani, Siyonizm’e. Kim ne
derse desin hakikat budur. Asla sarf-ı nazar eyleyemeyeceğimiz şok bir ince
ayrıntı gizlidir burada; mülksüzlük telakkisi ve bu minvalde yapılan
propagandalar, halkın malına metazori el koyup, tüm mülkiyeti devlete
devrederek, halkı devletin kölesi kılmaktır, en arka perdede ise Siyonizm’in
kölesi kılmaktır. Çünkü komünizm dip derinliklerinde Siyonizm’in mutlak
hâkimiyeti için vardır. Peki, komünist devlet, yaşam sebebi olan kaynaklara
sahip olunca ne olur? Bir defa akıl iptal olacaktır, irade diye bir şey
anlamsızlaşacaktır, ihtiyar yani seçim hayal olacaktır. Zira böyle bir sistemde
ya komünistsindir ya da ölüsündür. Başka şans kabil değildir. Tarihi de
bilmiyor değilizdir. Böyle bir düzende, halk, münhasıran üretecek, taşıyacak ve
kendisine verildiği kadar tüketecek. Zira sahip olduğu hiçbir şey yoktur.
Güçten düştüğü zamanda varlığını iptal edersin, olur biter. İnsan, mutlak
olarak devlete muhtaçtır böyle bir düzende. İnsanın kaderi, kesinkes devletin
iradesine bağlıdır. Hülasa, insanın iptali demektir!
Şimdi olayın farklı bir boyutu da var. Hassas bir nokta.
Çünkü mezkûr telakkilerin arka perdesinde ki tezgâhta izhar oluyor bu yönün
izahıyla. Milletlerin, varoluş kaynaklarına devlet olarak sahip olmak ve o
devletin de sahibi olmak ve o devleti de tek bir devletin emrine vermek
netamelidir. Burada tek bir gaye vardır; şeytani imparatorluğu mutlak şekilde
tesis etmek. Bu nasıl gerçek olur? İnsanları köleleştirmekle hem de millet
olarak köleleştirmekle. Peki, bir millet nasıl köleleştirilir? O milletin
hazinelerine el koyarak, maddi ve manevi kaynakları üzerinde egemen olarak. Genelde
İslam Milletlerinin tümünün, özelde ise Türk Milletinin ebedi olarak köleleşmesi
demektir, komünizm. Mutlak hedefte budur haddizatında. Şimdi Türk Milleti ve
sair İslam Milletleri, komünist bir düzeni ittihaz etmeyeceklerine göre, şayet
üzerlerinde böyle bir düzen egemen olduğu takdirde, egemenler asla Müslüman ve Türk
kimliği ile uyuşanlar olmayacaklardır. Müslüman ya da Türk görüneceklerdir ve
bilineceklerdir belki ama hakikatte İslam’a ve Türklüğe düşman olacaklardır.
Niye? Çünkü Türk Milletinin ve sair İslam Milletlerinin tarihinde böyle bir
düşünce yoktur, olmamıştır ve olması da mümkün değildir. Zira bu düşünce
İslam’a mutlak olarak zıttır. İslam’a mutlak olarak zıt olan bir düşünce
muhakkak olarak Türk Milletine de zıttır. Ki zaten komünist bir devlet, küresel
düzlemde komünizmin temsilcisi olan devlet hangisiyse, ona bağlanmak
zorundadır. Bu durumda ne olacaktır, Türkiye komünist bir düzene girerse,
küresel düzlemde ki komünist devletlerin ağabeyi konumunda olan ülkeye bağlı
olacaktır. Neticenin tasavvuru ve tahayyüllü bile kâbus dolu. Komünizm;
Siyonizm’in, milletlerin malına, mülküne ve yekpare kaynaklarına el koymasının
tam adıdır. Millet, iradesiz bir sürüdür adeta. Mutlak itaat esastır. Ferdi
yaşam noktalanmıştır. Hayaller sıfırlanmıştır. İnsanın düştüğü ve bittiği
yerdir. Şeytanın nezdinde, kendisi dışında kalan tüm insanlık hayvandır.
Bahusus Müslümanlar, özel bazda Türk Milleti. ‘’Türkler İslam Dininin
müntesipleri olmaları hasebiyle hayvandan farkları yoktur, binaenaleyh onlara
karşı atom bombasını kullanmakta hiçbir beis yoktur’’ diyor Çörçil denilen
aşağılık yaratık. Keza, Darwin denilen sefil alıkta, Türk Milletinin barbar ve
aşağılık bir millet olduğunu ve yok edilmeleri iktiza ettiğini söylemiyor mu? Komünizm,
bahusus, İslam Milletleri, özel de Türk Milleti için üretilmiş bir ideolojidir
dostlarım. Türk Milletini faşistlikle itham eden cahiller güruhu önce bu
alıkların söylediklerini iyi anlasınlar da hakiki faşistlerin kimler
olduklarını bir görsünler. Ki zaten faşizmden dem vuranların, faşizmi
bildikleri bile meçhuldür hatta bilmedikleri kesindir. Önce dünya tarihini bir
okumaları iktiza ediyor bunların ve kavram kargaşasından da kurtulmaları icap
ediyor. Tevrat’ta kalın, İncil’de ise ince belirtiler bulabilirsiniz, komünizme
temel oldukları konusunda. Yani altyapıları tahrif ve tahrip edilmiş
kitaplardır. Ki Ilımlı İslam teranesinin bile dibini deşiniz, altından İncil’in
çıktığını göreceksiniz. Faşizmin babalarından olan Hitler, Yahudilerin büyük
çoğunlukla ferdiyetçi kapitalizme, mutlak devletçi komünizme ve toplumcu
sosyalizme bağlandıklarını söylüyor. Bu
düşüncelerin tümü, en arkada Siyonizm’e çalışmaktadırlar. Kim ne derse desin.
Boş laflara kanımız tok bebeğim! Müslüman Türk Milletinin evlatlarının kendi
özlerine dönebilmeleri için muhakkak Kur’an’a dönmeleri şarttır. Kur’an niçin
nazil olmuştu? Kur’an niçin mehcur bırakıldı? Ve sonuç ne oldu? Akletmeniz
dileği, umudu ve inancıyla!
Artık, kanyakları, devlet tarafından müsadere edilen
insanlar köledirler. Kaynakları müsadere eden devlette, dünya da ki tek bir
devletin emrinde olmakla, milletiyle birlikte, o tek devletin hizmetkârı
durumundadır. Yani bir nevi emperyalizmin ta kendisi. Tek bir devlet, dünyada
ki tüm devletleri sömürecek, üstelik resmen ve alenen sömürüdür bu. Kapitalizmden
bile daha ağır bir sömürü sistemidir. Burada olacak olan tek şey, baronların
renk değiştirmesidir. Karanın kızıllaşmasıdır olay. Ama tabi her zaman ifade
ettiğimiz bir hakikat vardır; son tahlilde, kendisine çalışılan merkez
Siyonizm’dir. Komünizm nedir biliyor musunuz? Kapitalist kompradorların,
komünist kompradorlara dönüşmesidir. Bakınız yok edilmeleri değil
dönüşmeleridir. Çünkü hâkim olacak olanlar yine onlardır. Ama insanlık
aldatılmaktadır. Baksanız, sözde değişmektedir her şey ama özde hiçbir şey
değişmemektedir. Hülasa, arka perde de, Siyonizm’in tasallutu ve egemenliği
altında olan komünizm, İslam’a ve İslam Milletlerine, özelde ise Türk Milletine
kurulmuş netameli ve melun bir tuzaktır, tezgâhtır. Çok ince düşünülmüş ve
planlanmış bir tuzaktır. Mülkü Siyonist Yahudi’ye devretme oyunudur. Böylece tüm dünya Siyonizm’in tekelinde
olacaktır. Siyonizm’in, tezgâh, plan, oyun dolu, kir ve kan kokan
protokollerinde sarahaten izah ve izhar edilir bu hakikat. Ne gariptir ki,
milletler iki cambaz kardeş arasında gider ve gelirler. Böylece İslam arada
kaynatılır gidilir. Kimsenin haberi bile olmaz. Millet aydınlığı göremeden,
karanlıklarda kaybolur gider. Tabi bu iki kadim yoldaşın yani komünizm ile
kapitalizmin yanlarına bir üvey kardeşi daha koymak lazımdır; faşizm. Çünkü
insanlık bunların kıskacı altındadır ve bunlar bitevi birbirlerine çalışırlar. Kimseye
garezim yok, ulaştığım hakikatleri aktarıyorum münhasıran. Resim ne ise, onu
çiziyoruz. Resim de bahar varsa baharı görürsünüz, kış varsa kışı görürsünüz.
Bizim görevimiz görünen şeyi aktarmaktır. Binaenaleyh, kalbi ve derin bir
anlayış, kavrayış ummak hakkımızdır. ‘’Komünizmin yegâne dayanağı; dünyadır. Bu
düşünceye sahip olanların zihniyetlerinin altyapısıda; dünyaya tapınıştır,
komünizm bu dar çerçevede kalmaya mahkûmdur’’ der üstat şehit Doktor Ali
Şeriati.
Müslüman için, asıl olan ve ideal bilinen şey; küçük
dünyasına hükmeden imanı ve yaşarken bağlı kaldığı kök değerleridir. İnsanın
yönünü tayin eden ve hayatını anlamlandıran; niçin var oluruz ve nasıl
yaşamalıyız gibi zevahirde soru olduğu algısı yaratan ama esasta ulvi bir anlam
ihtiva eden değerlerdir. Çünkü soruda bir değerdir özünde. Maddeci düşünceler,
insanların kulaklarına şu yalanı fısıldarlar; ‘’çağ inanç çağı değildir, bilim
çağıdır. Bilim üstünlüğüne sahip olan, teknoloji üreten, evrene hâkim olur.’’
İnançla fasılasız bir mücadele içinde olan düzenbaz komünizm ve ulvi değerleri
pasifize etmekle iştigal eden lanet liberalizm gibi sağdan ve soldan yanaşan
ideolojilerin fısıltısıdır bu. İdeolojilerin tümü terakkiyata heveslidirler.
Çünkü teknolojik terakki olduğu müddetçe, insanlık inançlarından uzaklaşacaktır
bunlara göre. Bu terakki hikâyesi, insanları aldatmanın en kolay yoldur. Ki
sözde terakki yani ilerleme masalı anlatılırken, arka perdede insanlık vahşi
katliamlara maruz kalmıştır ve tüm kutsal değerleri çiğnenmekten
kurtulamamıştır. Tüm maddeciler, hayata tek taraflı bakarlar, bu yüzdende önem
verdikleri tek şey, maddi değeri olan şeylerdir. İşte bu sebeple de dünya
nimetlerine konmak isterler. İnsan aldanmaktadır! Şeytaniler, yeryüzü
egemenliklerini tahkim etmek için, insanlığın yaşam sebebi olan rızk
kaynaklarını kendi inhisarlarına almak istiyorlar. Bu şekilde insanları
zincirlenmiş köleler olarak görmek istiyorlar. Yaşatmakta, öldürmekte kendi
inisiyatiflerinde olsun istiyorlar. Çünkü inandıkları kin ve yalan dolu
kitapları böyle emrediyor; tüm insanlar sizin hizmetinizde olacak! İşte
insançocuklarının, bilinçli ya da bilinçsiz olarak hizmet ettikleri kirli ve
kanlı oyun budur. İslam tandanslı bazı tipler, bahusus Antikapitalist İslam ve
Ilımlı İslam diyenler de, bu gayeye hizmet etmektedirler. Farkındadırlar ya da
değildirler ama gerçek budur. İki
odakta, İslam’ı tahrif ve tahrip etmektedirler. Birisi Komünizme, diğeri de
kapitalizme payandalık etmektedir. Bunlar kendi kitaplarından çok tahrif ve
tahrip edilmiş kitaplardan beslenmektedirler. Bu yüzdende gönüllere inmeyi
başaramamaktadırlar. Yaşam, hedefin göstergesidir. İşiniz, sözünüzü açık eder. Oysa
bunlar çok büyük yanılgıdadırlar. Kurtuluşu geciktirmektedirler. Hatta
ayrılıkları pekiştirmektedirler. Eğer birlik istiyorlarsa, hakikati tahrif ve
tahrip etmeden dürüstçe ortaya koymalıdırlar. Niçin hakikat üretmeye yelteniriz
de, hakikate ram olmayız acaba? İkinci bir hakikat kabil midir ve ihtiyaç
mıdır? Hakikate direniyoruz ve yanlış olan yolumuzda ısrar ve inat ediyoruz. Hadid
Suresi 25. Ayeti eğer tertil ile okuyup, üzerinde derinlemesine tezekkür
etseydik, hakikatin ne olduğunu fark ve idrak ederdik. Ne, ne aradığımızı, ne de,
ne istediğimizi bilmiyoruz maalesef. Oysa mutlak ve kesin kanıtlarla gelen bir
din ne payanda olur ne de müzaherete ihtiyaç duyar. İslam Ümmetinin ve Türk
Milletinin namuslu evlatları! Sizlerin sahte kanıtlara değil, KESİN KANITLARA
ihtiyacınız var.
İnsanlık tarihini, dünya hayatını ve varlık âlemini
derinlemesine gözleyenler ve teferruatlı olarak okuyanlar sarahaten müşahede
edeceklerdir ki; İslam’ın mevcudiyeti emsalsiz bir nimettir. Ve tüm ideolojiler
İslam’ın karşısındadırlar. Ve yine dünya, ideolojiler tavassutu ile monoblok
bir dünyaya evriltilmek istenmektedir. Allah, renkli bir dünya yaratmıştır ve
renksizlik, çirkinliktir. Şeytan, farklılıktan hoşlanmaz, bu yüzden de
tektipçidir. Duygu ve düşünce sahibi insan asla tektip bir varlık değildir ve
olamaz ama şeytan insanın ciğerlerini sökercesine, duygularını ve düşüncelerini
yok etmek istemektedir. Teori her zaman
pratiği örter. Cezbedici bir cümle kurarsınız, içini de anlamlıymış gibi
görünen ama anlamsızlık fışkıran kelimelerle doldurursunuz ve insanları
sürüleştirirsiniz. Ya uyuyacak ve güdüleceksiniz ya da uyanık olacak ve
iradenizi ortaya koyacaksınız. Şimdi şöyle bir durum vardır; İslam güzeldir ama
uygulayıcılar çirkin olabilirler, fakat uygulayıcılar güzel olsalar bile
ideolojiler çirkindirler. Faraza uygulayıcıları çirkin olsalar bile, bu
ideolojilerle örtüşen bir durum olur ama uygulayıcılar çirkinse bu İslam ile
örtüşmez fakat güzelseler, bu İslam’ın güzelliğindendir. Uygulayıcılar kahir
ekseriyetle teoriyi pratiğe dökmezler. Teori, kitleleri çekmek adına bir
mıknatıs kabilinden istimal edilir. Hayat, teoriden ibaret değildir maalesef.
İşte bizim görmemiz iktiza eden şey; hayatın içinde makes bulan yaşamlardır.
Gerçek hayatın içindedir çünkü. Ve teoride muhteşem olan çok şey, pratikte
pespayedir, müptezeldir. Yaşamın tam göbeğindeyiz. Binaenaleyh, bize teori
değil pratik lazımdır. Çünkü gerçeği en net şekilde pratiklerde müşahede
edersiniz. Zira mukadderatı tayin edici olan şey, yazılanlar değil
yaşananlardır. Şöyle daha netleşsin olay; teoride ki ideolojiler bize güzel bir
dünya vaat edebilirler, ama asıl olan pratikteki ideolojiler o dünyayı vaat
edebiliyorlar mı, biz ona bakalım. İdeolojiler, marşlarla, şarkılarla, sözlerle
öyle müthiş anlatılır ki, adeta erirsiniz karşısında, fakat o ideolojilerin
taşıyıcılarının nasıl yaşadıklarını, hayatta nasıl göründüklerini gördüğünüz
zaman kusarsınız resmen. Ve o an idrakine varırsınız, yazılanla yaşananın asla
bir olmadığının. Bu yüzden, marşlar, şakılar, süslü laflar, filmler, diziler
sizleri aldatmasın ve uyutmasın ey İslam Ümmetinin ve Türk Milletinin temiz ve
mazlum evlatları! Cevap, hayattadır ve hayatın cevabını yalanlayabilecek hiçbir
kuvvet yoktur. Bazı ideolojilere baksanız size yeryüzü cennetini vaat
etmektedirler ama ne gariptir ki o ideolojilerin taşıyıcıları gövdelerinde
adeta cehennemi taşımakta ve sizlere de o cehennemin alevlerini sunmaktadırlar.
Hadi hayata yalanlatın da görelim bunu! Ateş kusun ama gül bahçesi vaat edin,
kim inanacak buna?
Yalan dünyayı yaşamak kolay geliyor insana ama hakikatler
çok ağır geliyor. Hakikati bilmek istemiyor, bildiği hakikatlerden de kaçıyor.
Böyle olunca da, yaşamak kurşun kadar ağır geliyor. Mutlu çoğunluk yüzünden
mutsuz azınlık hayattan tat alamıyor. İnsan kendi gerçeğinden kaçıyor, yalan
insana sığınıyor. Uyumak muvakkat rahatlığı sağlıyor. Duymuyorsunuz,
görmüyorsunuz, düşünmüyorsunuz, hissetmiyorsunuz. Uyanıklıksa tehlikeli! Çünkü
oyunu ihsas ediyorsunuz ve bozmaya tevessül ediyorsunuz. İnsan neyin ne
olduğunu bilmezse, neyi nasıl yapacağını da bilmez. Uyanmanın yegâne yolu;
KESİN KANITLARA kulak vermektir. Bir şeyi muhkem temellerde inşa etmezseniz,
bitevi sallantıda yaşarsınız ve korku egemen olur hayatınıza. Bu yüzden hayat
binanınızı hakikat temelinde yani KESİN KANITLAR temelinde yükseltmelisiniz. Niye
zor gelir ki insana hakikat? Ah dünya nimetleri, süslü gösterilmiştir insana ve
insanın düştüğü yer işte burasıdır. Hakikat bir şey sunmuyor ki insana, asil ve
soylu bir yaşamdan başka. Ama yalanlarla dünya hayatını dibine kadar
yaşıyorsunuz. Bu da yalanı hakikate müreccah kılıyor. Hep bir düzen peşinde
koşar durur insan. Yalan düzenlerde adalet arar. Oysa adalet hakikattir. HADİD
Suresi 25. Ayet temelinde bir düzen inşa etmelidir insan. Evrensel şeytani
tezgâhları parçalamalı, derin oyunu bozmalıdır, vahşetlere münteha vermelidir. Cömert
olmalıdır insan. Özüne dönmelidir. Hakikatlerden kopmamış ahlak ve adalet
istemelidir. Mutlaka ama mutlaka İSLAM temelli MİLLİ DEVRİM için varolmalıdır. Mutlak
ve kutsal yasalara inkıyad etmeyen ve varlığını adamayan bir millet, illete
tutulmaktan asla kurtulamaz. Nihayet, zillet, sefalet, esaret yağmur gibi yağar
üzerine. Dirilmeyi bekleyen dünya sen dirilmeyince nasıl dirilsin? Unutulan ve
kendilerinden uzaklaşılan dindaşlara ve soydaşlara eller nasıl uzansın? Şunu
muhakkak bilmeliyiz; tüm İslam Milletlerinin, İslam Milletlerinden biri olan
Türk Milletinin dirilişine sonsuz ihtiyacı vardır. Türkiye yoksa, İslam
Beldelerine huzur, mutluluk, hürriyet, bağımsızlık yoktur. Şerefli, namuslu,
haysiyetli, hassasiyetli, hissiyatlı, adil ve ahlaklı Müslümanların liderliğini
yapmadıkları ve yönünü tayin etmedikleri bir devrimin, düşen insanlığa ve
karanlığa mahkûm olmuş bir evrene vereceği hiçbir şey olamaz; felaketlerden,
zulümlerden, ölümlerden başka. İslam’ın ruh katmadığı hiçbir devrim; barışın,
huzurun, adaletin, ahlakın, güzelliğin kaynağı olamaz. İslam’ın can verdiği
devrim mustazafları güldürür, zalimleri öldürür ama İslam’ın öldürüldüğü bir
devrim zalimleri güldürür, mustazafları öldürür. Müslümanın canı ve kanı, devrimlerin
ruhu olmalıdır. İşte bu devrim yaşatır. Zaten asil ve soylu bir devrimci
yaşamak için değil, yaşatmak için vardır. Çünkü o değer ekler hayata. Onun
dünyanın zevkleriyle ilgisi olmaz. Kesin Kanıtlar temelinde yaşayan bir
devrimci tabir caizse üst insandır. Tıpkı üstat şehit Doktor Ali Şeriati gibi. Hayat
ve tarih kolay kolay aldatmaz insanı, insan aldatır insanı. İslam’ın ruh
katmadığı hangi devrim adaleti ve ahlakı temin etmiştir? Barışı, saadeti,
huzuru, kardeşliği sunmuştur? Hiçbirisi. Bilakis hepsi, adeta birer cellat
kesilmiştir ve kan kuyuları açmıştır yeryüzünde. KESİN KANITLAR niçin
gönderildi? ADALET DEVLETİ tesis edilsin diye. Adaleti layığı ile ikame ediniz,
ne zulüm kalır ne sömürü olur. Tabi tüm
bunların yanında çok daha önemli bir şey vardır; İÇİNDEKİNİ DEĞİŞTİRMEK. Sen
değiş ki, değişsin âlem! Hakikati yaşamakta SABIR iktiza eder. Sabredemeyip
batıla sapanların kurtuluş beklemeye hakları yoktur, olamaz. DEVRİMCİ AHLAK VE
SORUMLULUK sonsuz önemlidir. Devrimci insan, bireyselciliğin buzlu sularında
yüzemez, küçük çıkarlar peşinde koşamaz, ucuz hesaplar yapamaz. Kesin kanıtlara
kulak tıkayıp, mesuliyetten kaçıp, Müslümanları itham etmek en hafif tabirle
ahlaksızlıktır. Unutmayın ki, mülkten feragat etmek, tüm mülkü şeytana
vermektir. Bu da varoluş serüveninin ikmal olunması ve insanın mutlak düşüşü
demektir. Allah’ın var. Peki, tanrılara ne ihtiyacın var? Önderin var. Peki,
önderlere ne ihtiyacın var? Kitabın var. Peki, kitaplara ne ihtiyacın var? Dinin
var. Peki, dinlere yani ideolojilere ne ihtiyacın var? Hiç ama hiç AKLETMİYORUZ
maatteessüf.