VARLIĞIN YARATILIŞI...10...

Özgür DENİZ - 01.02.2015

Hakikati çırılçıplak ortaya koyalım ki, kim ne yaptığını ve neyi seçtiğini bilsin. Herkes bunu yapmalıdır bendenize göre. Eğer gittiğin yol yanlış ise yanlış olduğunu bilerek git ya da gitme ve yine gittiğin yol doğru ise doğru olduğunu bilerek git ya da gitme. Bu sonsuz önemli bir durumdur. Yanlışı doğru diye gösterirsek, o yolda gidenleri yollarında uyutmuş oluruz. Doğruyu yanlış diye gösterirsek, o yolda gidenleri aldatmış oluruz. Fakat bu insanlığın hayrına olmayacaktır, ki olmuyor da. Kurtuluş kabil olmayacaktır, zulüm varlığını sürdürecek, zalimler kazanacaktır, ki öyle de olmaktadır. Hakikati, olguları ve olayları sarih olarak izhar ve izah edeceğiz ve insanları da dürüstçe, namusluca ikaz edeceğiz. Gerisi insanların iradesine, ihtiyarına kalmıştır artık. İşte o zaman uyanış ve akabinde kurtuluş bize yaklaşır. Seçim, hürriyettir. Ama önce hakikati, olguları, olayları mutlak netlikte ortaya koymak iktiza eder. FRANZ KAFKA’ya kulak verelim; ‘’insan dediğimiz canlı hür iradeye sahiptir ve bu üç yönlü bir durumdur. Yaşadığı hayatı istedi ve isterken hürdü. Yaşadığı hayatta ki yürüyeceği yolu belirlerken hürdür. Yeniden varoluşu düşündüğü ve kendini bulmayı istediği için hürdür.’’ Olayı şöyle basitleştirelim; komünizm nedir, ne değildir; kapitalizm nedir, ne değildir; demokrasi nedir, ne değildir; liberalizm nedir, ne değildir, çırılçıplak ortaya koyalım. Tahrifata ve tahribata yeltenmeyelim. İnsanlar gelsinler ya da gelmesinler, hakikat ne ise onu konuşalım. İnsanların gelmesi ya da gitmesi için gerçeği tersyüz etmeyelim. İnsanların bilerek seçim yapmasıdır, hakiki hürriyet. İnsanlara, kendileri aldatılarak seçim yaptırılması, zımnen insanın hürriyetinin gasp edilmesidir. İnsanların önüne olguları oldukları gibi koyalım, tetkik etsinler, analizini yapsınlar ve o olgunun kurtuluş vaat edip etmediğini görsünler, böylece, akılları, iradeleri, ruhları ve ihtiyarları öncülüğünde kararlarını versinler. Biz bunu yapmıyoruz hatta bunu yapmaktan korkuyoruz. Çünkü inandıklarımızdan korkuyoruz ve onlara güvenmiyoruz. Hakikat belli mi ve orta yerde mi? Evet. Peki, niçin yalanlarla yani batıllarla hakikati boğmaya yelteniyoruz? Çünkü yalanlarla yaşıyoruz ve inandıklarımız boş. Yalanlarla yaşamak güya aykırı yaşamak oluyor ve bu da bizim nefsimizi okşuyor. Bu nasıl bir garabettir anlayan beri gelsin. Bu şekilde biz kaybediyoruz, kazandırıyoruz zalimlere. Ne insanlar hakikati kabul etsinler diye, hakikati eğip bükmeye hakkımız vardır ve ne de insanlar gelsin diye yalanı hakikat gibi sunmaya hakkımız vardır. İki yolda yanlıştır. Misal, dini oyuncak edenlere kızarız ama kendimiz de dini batıla payanda kılarız. Bu nasıl bir mürailiktir? Önderimiz (sav) asla böyle bir şey yapmamıştır. Oysa şimdi ki zamanda ne varsa ve olmuşsa, aynısı o zamanda da vardı ve olmuştu ama zerre taviz verilmemişti, Hak, batıla payanda kılınmamıştı ve asla eğilip bükülmemişti. Hak apaçık ortaya konmuştu, yalan apaçık ortaya konmuştu. Gelen gelsindi, giden gitsindi, tercihte hürriyet vardı. Ne Mü’min’ler hakikati eğip büküyorlardı ne de Müşrikler yalanlarını eğip büküyorlardı. İnsanlar hakikati ve yalanı net görüyorlar ve tercihlerini de ona göre yapıyorlardı. O dönemde de sömürü vardı, zulüm vardı, zalimler vardı. Ama Önderimiz (sav) Faşizmi hakikat diye göstermedi, Komünizmi hakikat diye göstermedi ve burjuva diktatörlüğüne karşı proleter diktatörlüğü önermedi, Demokrasizmi hakikat diye göstertmedi, Liberalizmi ve Kapitalizmi hakikat diye göstermedi. Ne de hakikati, müşrikler gelsinler ve kabul etsinler diye asla eğip bükmedi. Ne bırakın sömürsünler dedi ne de herkes istediğini yapsın ve keyfince yaşasın dedi. Çünkü KENDİSİ hakikatin kendisiydi. Mutlak zıt olarak NASIL EMROLUNDUYSAN ÖYLECE DOSDOĞRU OL dedi. Hakikatten de, mutlak ve kesin kanıtlarla ve hakikatlerle şekillenmiş kutsal davasından da asla vazgeçmedi ve taviz de vermedi. Eğer isteselerdi Kendileri, faşizmi de, komünizmi de, kapitalizmi de, liberalizmi de, demokrasizmi de muhakkak toplumuna kabul ettirebilirdi ve herkeste O’nun sancağı altına muhakkak toplanırdı ama O’na bunlar emredilmedi. Ki bunları getirmek istediğinde, karşısında durabilecek hiçbir kimse de olamazdı. O, İSLAM’dı, MÜSLÜMAN’dı. KİTAP ve ÖLÇÜ ile geldi, ADİL DEVLET için geldi.

 

 

Bizler, şeyleri, olguları, hakikatin kaynağından değil, akademi denilen şarlatanlık yoluyla öğreniyoruz kahir ekseriyetle. Bu yüzden de hep tökezliyoruz. Çünkü akademi denilen illet lafı çoğaltarak, hakikati laf kalabalığında boğar. Akademi namussuzdur. Size hakikati anlatırmış gibi yapar ama aslında, o, sizi sığlıkta, kuru kavramlarda boğmakta ve resmiyete alıştırmaktadır. Çünkü bin kelime söyler ama içinde bir hakikat barındırmaz. Böylece insanları yontar, budar, cüceleştirir ve yozlaştırır. İnsanlık tarihine bir göz atınız lütfen, toplumsal eylemleri ve değişimleri akademisyenler değil akademi dışında ki beyinler gerçekleştirmişlerdir zımnen. Evet, liderlik etmiş tipler öncü rol oynamışlardır ama onlara yol ve yön tayin edici olanlar akademi dışındakilerdir. Akademi boştur, kuru edebiyattır, saçma felsefi kırıntılardır, laf düzenbazlığıdır, saf cerbezedir. Ne akademiye inanın ne de akademisyenlere güvenin. O dünyanın içinde, kendisinde bir işaret gördükleriniz varsa bile, onlar, o dünyaya tam anlamıyla teslim olmamış olanlardır, illa budanmamış, yontulmamış bir tarafları vardır. Bilakis, akademiye teslim olmuş olanlardan asla bir cacık olmaz, bu kesinlikle bilinmelidir. Bugün bizim asıl sorunlarımızdan biri akademi sorunudur. Sorunlarımızın çözümsüz kalmasının en büyük sebeplerinden biri budur. Akademi hakikatten asla hazzetmez. Çünkü hakikatin olduğu yerde iş yapamaz ve bocalar kalır, seviyesizliği, düzeysizliği, saçmalığı beliriverir. Akademisyen, lafı inceltir ama bin laf etse de hiçbir şey söylemez. Hakikat adamı ise sözü tabir caizse odun gibi söyler ama tek sözle çok şey söyler. Müslümanların yapmaları iktiza eden bir şey vardır; ifrattan ve tefritten kaçmak, vasata sığınmak, İslam ahlak ve adaleti temelinde yani Kesin Kanıtların (Hadid-25) belirleyiciliğinde, etkisi tüm evrende makes bulacak bir devrime öncülük etmektir. Bugün, Müslümanların, en hayati vazifelerinden ve sorumluluklarından birincisi budur kanımca. Ve değerleri sıfırlayıp, yeniden, Kutsal Yasalar yani Kesin Kanıtlar temelinde, tüm insanlığı kapsayan ve kuşatan değerler üretmektir. Çünkü var olan değerler tefessüh etmiştir ve hiçbir derde derman olmamaktadır. Ya da insan çürüdüğü için değerleri de çürütmüştür, bu yüzden de yeni bir insan türü ile değerler yeniden kurulmalıdır. Müslümanlar maalesef özlerini, sözlerini, değerlerini, karakterlerini, kimliklerini kaybetmişlerdir ve yeniden bulmak zorundadırlar. İşte tam da bu sebeple yeniden KÖKLERE dönmek şarttır. Ve o eskimez, pörsümez, değişmez, çürümez, mutlak doğru, Kesin Kanıtlara dayalı kökler temelinde yeninden kendilerini oluşturmak ve değerlerini kurmak zorundadırlar. Şayet, dünyaya bir umut, bir ışık olmak ve insanlığın mukadderatında söz sahibi olmak istiyorlarsa. Çünkü Müslüman, insanlığın ruhudur. Dünya İslam’a ve Müslüman’a muhtaçtır.

 

 

İnsanlığın; eskimeyen, çürümeyen, donuk kalmayan, tüm çağlara hitap eden, mutlak ve muhakkak doğru, değişmeyen ama değiştiren, karanlığı aydınlığa tedvir eden, öldüreni diriltene döndüren, yol keseni yol gösteren yapan, mutlak yeni ve hep yeni olan, kesin kanıtlardan beslenen bir SÖZ’e ihtiyacı vardır. O söz, ölü insanlığı diriltecek, çürümüş dünyaya ruh ve anlam katacaktır. Ahlak ve Adalet Devrimi neticesinde tesis olunacak ve mutlak yasalar ekseninde işleyen pak ve etkin vicdanla varlığını idame ettirecek Ahlak ve Adalet Devletinin de temeli olacaktır o SÖZ. O söz, Kur’an’dır. O sözü bir bayrak gibi, bir sancak gibi taşıyacak ve o yüce devrimin öncüsü olacak olanda İslam Milletlerinden bir millet olan Türk Milletidir, böyle olmalıdır. Tabi bu ulvi şana ve şöhrete, bu soyluluğa, bu asalete, bu yüce ödüle de layık olmalıdır önce. Türk Milleti, başka bir sözün bayraktarlığını yapacak kadar düşemez, düşmemelidir. Türk Milleti bu SÖZ’le dirilmiş ve insanlığı diriltmişti, bu SÖZ’den koptuğu zaman düştü ve yeniden kalkışı bu SÖZ’le olacaktır. Başka hiçbir yolu yoktur. Yükseliş ve yüceliş ancak ve ancak bu SÖZ sayesinde kabil olacaktır. Bilakis, tarihin çöplüğüne atılmak vardır kaderde. Şu an bunca çürümüşlüğe rağmen eğer hala var olabiliyorsa, bu SÖZ’e yalan yanlışta olsa tutunmasından dolayıdır. Ya bir de namusluca, olanca haysiyeti, hassasiyeti ve hissiyatı ile tutunsa neler olamaz ki. SÖZ’ü elinden alındığı an ÖZÜ tefessüh etmeye başlamıştı, Türk Milletinin. Türk Milleti, insanların devletin kölesi olma oyununa aracılık edemez, birkaç komprador itinde kölesi yapmaz çocuklarını. Maalesef millet olarak çok yozlaştık, bozulduk, adeta çürüdük, nihayette kendimizi kaybettik. MUTLAK VE KESİN KANIT OLAN SÖZÜN, gövdemize ağır gelmesinin tek nedeni budur. Türk’ün ruhu normalde tüm şeytani ideolojileri kusar amma o ruh çürüdüğü için maalesef böyle olmuyor. İnsanlığın ve evrenin aydınlığı, hamisi, dostu, kardeşi olan bir millet, nasıl olurda insansızlık üzerine kurulu olan kirli ve kanlı ideolojilerin taşıyıcısı, yaşayıcısı, yayıcısı olabilir? Bu kabil değildir, olamaz, olmamalıdır. Ne komünizmde, ne kapitalizmde, ne liberalizmde, ne demokrasizmde ne de başka türlerde insan yoktur. Bunlar insani yaratımında celladıdırlar. İnsanlığa, sömürü, zulüm, katliam, adaletsizlikten başka ne vermişlerdir Allah, kitap, vatan, namus aşkına? Birazcık dürüstlük ve samimiyet lütfen!

 

 

İnsanlık, İSLAM’dadır ve insanlığı düştüğü yerden kaldıracak ve yeniden yepyeni bir dirilişle diriltecek olan İSLAM’dır. İnsan, kullanıldığının farkında değildir. Kendisi, kirli ve kanlı çıkarlara ulaşmak için acımazsızca kullanılmaktadır. Fakat suçlu kendisidir. Çünkü sen kendine değer vermezsen, kullanıma açık olursan, kullanan çok olur. Kendi bütünlüğünü oluşturmalı ve kendisine bir bütün olarak değer vereni bilmelidir. İnsan, kendini yüceltenden kaçıyor ve kendini düşürene sığınıyor. İnsanı, insan olarak gören ve değer veren İslam’dır ama insan İslam’dan yani kendisinden kaçmaktadır. İnsanı, hayvan yerine koyan ve değersizleştiren, düşüren ideolojilerdir ama insan yine de ideolojilere sığınmaktadır. Misal, kapitalizm de ve komünizm de insan diye bir şey yoktur. Eğer üretirsen değerlisindir birinde, eğer tüketirsen değerlisindir öbüründe. Haddizatında değerli olan sen değilsin, üretirken ve tüketirken kazandırdığındır. Sen basit bir nesnesindir ve edilgen bir konumdasındır. Belirlenirsin ama belirleyemezsin. Oysa filhakika sen öznesin, asıl olansın, etkensin ama bu ideolojiler senin bu yüceliklerini yok etmektedir. Yani senin fıtratını tahrip ve tahrif etmektedir bunlar. Her ne varsa senin içinken, sen her ne varsa onlar için oluyorsun. Yani denge ve ölçü, bunların terazisinde yoktur. Yani bunlar dengesizliğin zirvesidirler. Peki denge, ölçü, düzen nerededir? Şüphesiz ki İSLAM’da. Maddeye ulaş ama kölesi olma. Çalış kazan ama paylaş. Kazan ama kazandıklarına taparak değerini kaybetme ve kendini düşürme. Mülkün sahibini unutma. Muhtaç olanları gözet, ihtiyacından fazlasını toplumsal üretimde kullan ve yoksullarla paylaş. Tabi önce bunu zorlanmadan yapabileceğin diri ve etkin vicdanı oluştur kendi benliğinde. Çünkü bunu yüce gönüllülükle yapabilmelisin. Zira ancak bu şekilde devam ettirebilirsin bu davranışını, bilakis zorlamayla bir yere kadar götürebilirsin ve bir yerde ya da zorla yaptıran yapı yok olduğunda bu davranışında yozlaşır ve yok olur gider. İSLAM ne yüce bir nimettir. En güzel tarafı da, insanda, hesapsız, umarsız, çıkarsız işleyecek bir VİCDAN oluşturabilmesidir. İslam haricinde hiç ama hiçbir şey bunu asla ve kata yapamaz.

 

 

Maalesef dehşetli bir bilinçsizlik ve bilinçsizliğin doğurduğu duyarsızlık var. Karakter yok. Kalite yok. Ehliyet yok. Değerler tükenmiş ve değerden düşmüş insan. Akıl, bilim, ilim, bilinç, şuur, basiret, feraset yok. Yön göstericilerin yönü yok. Haysiyet, hassasiyet, hissiyat kaybolmuş. Bu erdemlerin olmadığı bir yerde elbette ideal ve dava da yok. Müthiş bir kıskançlık ve kompleks tüm güzellikleri kasıp kavuruyor.  Ne dert var ne de derman aranmaktadır. Herkes bir yol tutturmuş gitmektedir ve konforunun da bozulmasını istememektedir. Evet, kimsenin konforunu bozmaya hakkımız yoktur diyebiliriz ama o zaman konfor derdinde olanların da şikâyete hakları olamaz. Ki, aslında, bir yerde de, konforların da bozulması, birilerinin rahatsız olması iktiza ediyor. Maalesef bu halet-i ruhiye ile insanlığa ve dünyaya vereceğimiz hiçbir şey olamaz. Müslümanların muhakkak kendilerine gelmeleri gerekiyor. Çünkü kendine gelmeyenlerin insanlığa ulaşmaları kabil değildir. DOSDOĞRU OL emrine kulaklarını, vicdanlarını, akıllarını kapayan Müslümanlar EPEĞRİ olmuşlar maalesef. Dertsiz bir Müslüman ha vardır ha yoktur, hiçbir farkı yoktur. Dünyaya o kadar alışmışız ki, mutlak olarak dünyacı olmuşuz. Biteviye konuşuyoruz ama icraat sıfır. Bilgi depolamışız ama içinde hakikat yok. Bilginin kaynağı bizim değil. Kavramlarımıza yabancılaşmışız. Tamamen, kapitalist dünyanın verileriyle yaşıyoruz. Böyle olunca hayatımızda saçmalıklarla lebalep dolmuş. Yani kendimiz değiliz. Haddizatında başkası da değiliz. İşin özü, ne olduğumuz belli değil. Tarifsiz bir cehaletin tutsaklarıyız. Kendimizi akıllı sanmamız bile bizi bu cehaletten âri kılmıyor maalesef. Vallahi de, billahi de, tallahi de cahiliz. Birkaç bilgi kırıntısı ile bilgili olduğumuzu sanmamız sadece alıklığımıza dalalettir. Derin düşünme sıfır. Analiz kabiliyeti sıfır. Olaylara bakış açısı sıfır. Kendi köklerimize ait kavramlara hâkimiyetimiz sıfır. Saygı, edep, samimiyet, anlayış, müsamaha gibi erdemler handiyse kaybolmuş. Namuslu insanın zerre kıymeti yok. Kim ne derse desin yok, aksini söyleyen dünyanın en büyük yalancısıdır. Bilgi değil cehalet daha itibar kazandırıcı. Varolmak değil gölgede yaşamak daha tercihe şayan. Konuşan değil susan daha muteber. Güvenilir insan alelade insan, güven vermeyen insan işini bilen zeki insan. Böyle olmaz, böyle de gitmez. Bunlar bizim mevcut gerçekliğimiz. Ya ahlaklı olacağız ya da ahlaken düştüğümüzü kabulleneceğiz ve kalkmaya gayret edeceğiz. Dürüst değiliz kimse kusura bakmasın. Birbirimize karşı da ne samimiyiz, ne saygılıyız ve ne de anlayışlıyız. İşimiz gücümüz sahtekârlık. Birbirimizin kuyusunu kazmak. Bizim dışındakilerde bir güzellik varsa onu budamak, yok etmek, görünmez kılmak. İşimize gelince Müslümanlıktan dem vururuz. İşimize gelmezse oralı bile olmayız. Ne acıdır ki, Müslümanlığımızı çıkarlarımıza alet eden birer zavallıyız. Oysa nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım Allah’ın huzurundaymış gibi olmamız gerekiyor. Karanlık dünyamızı sarmışken, karanlık dünyaya nasıl ışık olabileceğiz bilmiyorum. Çok üzücü ama yapacak bir şey de yok gibi. Hayatlarımızdan, tavırlarımızda, laflarımızdan (henüz söz sahibi olamadık) resmen sahtekârlık fışkırıyor. Hülasa; ne kadar da Müslümanlık iddiasında olsak bile, İSLAM, hayatımızdan çekilmiş durumdadır, mutlak hakikat budur. Neyse geçelim! 

 

 

Bir kişi, ilk evvelde, kendi dünyasında hakikati hâkim kılacak, sonra ailesinde hâkim kılacak, sonra çevresine etkide bulunacak, daha sonra da toplumda hakikatin hâkim olması için gayret edecek, nihayetinde de insanlık âleminde hakikatin hâkimiyeti için mücadele verecek. Toplum zindanından çıkıp kendi benliğini inşa etmeyen insanın, insanlığa verecek hiçbir şeyi olamaz. Toplumun çürümüş ve çağı idrak edemeyen benliği ile var olmaya çalışanlar tersine yok olmaya doğru giderler. Kurtulacaksın bebeğim, seni eriten, çürüten, tüketen, bitiren tüm zindanlardan. Ta ki, Allah’a saf akılla, berrak gönülle varana dek. Orucu niye tutarsın ki? Namazı niye kılarsın ki? Zekâtı niye verirsin ve nasıl vermen gerekir ki? Kelime-i Tevhid ve Şahadet ne demektir ki? Hacca niçin gidersin ki? Bunca zamandır bu kutsal yasaları hayatında tatbik edersin, peki hani kendine geldiğin, kendini bildiğin ve olduğun! Hayır, sen bunları basit birer gelenek haline getirmişsin ve bu telakki ile ifa ediyorsun. Sana bir şeyler katmıyor bunlar, bilakis değerleri kirletiyorsun ve sevimsizleştiriyorsun sümmehaşa. Çünkü artık hayatında basit birer alışkanlık olmuş tüm bunlar. Dirilmen gerekirken bunlarla, daha da uyuşmuşsun. Çünkü artık bir uyuşturucu haline gelmiş senin için. Peki diriltmeyen ve bu dünyada sana hizmet etmeyen din, ne zaman diriltecek ve hizmet edecek? Oysa sen, dini, çıkarlarına alet ederek dindarlığını kaybedip, dincilik sularında demir atmışsın. Kurtul bu çıkmazdan bebeğim! Dünya sana benzemesi gerekirken sen dünyaya benzemişsin. Oysa dünya karanlıktır, kirlidir, batıktır, çamurdur. Sen güneşi kaybetmişsin bu karanlıkta devr-i âlem yaparken. İdeolojiler seni öldürmüş bebeğim! Bugün yaşadığın şey, kesinlikle din değildir bil bunu ve kendine gel. Ya ol ve bitsin bu zillet, olamıyorsan da öl gitsin ve yine bitsin bu zillet. Doğru yere varmak istiyoruz, ama attığımız tüm adımlar yanlış, peki nasıl varacağız menzile bu adımlarla kardeşim? Ve ayrıca yorgun adımların kurbanıyız. Ama yarınlar, yorgunların değil atılganlarındır bebeğim!  Dünyaya büyük bir hevesle ve kirli zevklerinle bakıyorsun, oysa dünya ibretle izlenecek fani bir evdir, zira burada baki değilsin sen ve arzuladığın zevkler.

 

 

Ürettiğin ve tükettiğin kadar değil, değerlerin kadar değerli ol. Ve sana değer veren tek şeyin İSLAM olduğunu kesinkes unutma! Burada küçük gibi görünen ama sonsuz büyük bir misal vermek iktiza ediyor. Çünkü tam yeridir. Şöyle ki; kadın, adeta, basit bir meta gibi alınıp satılıyor mu? Sıkıyorsa yalanlasın bunu tek bir kişi. Peki, İslam ne yapmıştır? Alınıp satılan ve adeta köle gibi kullanılan, onuru, itibarı, şerefi beş para edilen kadının, ayaklarının altına cenneti koymuştur. İşte bu kadar sarihtir hakikat ey cahil! Geçelim! Sahip olduklarının gerçek sahibini bil ve saklama sahiplendiklerini. Sana ne geliyorsa, senden de gelen yere gitsin. Zira gelen yeri kurutursan, kurumaktan kurtulamazsın. Ahlaklı çalış, ahlaklı kazan, ahlaklı harca, ahlaklı paylaş. Hülasa, ahlaklı yaşa. Kazandığın, kibre yol açmasın ve kibrin seni, kendine müstağni göstermesin ki kazandığınla haddini aşma, tanrılığa yeltenme. Yürek devletini kur ki, milli devletini de kurabilesin. Ve o devletinde ki kurumlarını, ahlak ve adalet temelinde işletebilesin. Sömürücüleri, zalimleri, hanileri sallandırmakta müsamaha göstermeyesin. Zalime insaf, mazluma zulümdür, ihanettir zira. Bunu yaptığınız zaman tek bir tiran namussuzca hareket edemeyecektir. Herkes hak ettiğini mutlaka alacaktır, almalıdır. Ne köle olacaksın ne de köleleştireceksin. Devlet ahlaksızlığa ve adaletsizliğe dümen kırarsa, işler şirazesinden çıkar ve palazlanan tiranlar olur. Hazine herkesindir; ne devletindir ne de kompradorların çifliğidir. Hazine tiranların yemliği olduğu zaman, her türlü isyan haklılık kazanır. Anarşi kasıp kavurur ortalığı. Yoksullar kolayca tuzağa düşerler. Toplumda ki uçurum, dengesizlik ve ölçüsüzlük, her şeyi uçuruma yuvarlar. Devlet, Allah’tan sonra ki en kudretli olandır. Zalimlere kan kusturmalıdır iktiza ettiği an. Zalime merhametten kötülük tevlit eder. Çünkü zalime merhamet, mazlumu şeditleştirir. Mazlumda ki merhameti yok eden devlet en büyük felaketi davet etmiştir. Çünkü zalimde zaten merhamet olmaz. Mazlumun canını bile koruyamayan devlet, zalimlerin devasa servetlerini koruyorsa, o servetten toplum adına da icap eden payı söke söke almalıdır. Gerekirse zecri yöntemlerle. Garipten vergiyi tam alıpta, servet avcılarından almaya çekinmek namussuzluktur. Bu vicdanları kanatır ve kanayan vicdanlar kanlarını muhakkak topluma doğru akıtacaktır. Bunun ne demek olduğunu da herkesten iyi devlet bilir! Vergi alımında adalet gözetilmezse, toplum bünyesi sarsılır ve toplumsal birlik o an yok olur ve toplum dağılır. Tek kuruş vergi kaçıran ya da buna yeltenen komprador it darağacında sallandırılmalıdır muhakkak. ‘’İmkânım el verseydi, zenginlerin midesine inip, kanlarına karışan, yoksula ait her hakkı ellerimle söküp çıkarırdım’’ diyen Hz. Ali gibi bir halifenin takipçileriyiz biz. Bunu unutmayın lütfen ve söylediklerimi de bu bağlamda değerlendirin sevgili kardeşlerim! İSLAM=ADALET tir.

 

 

İnsan, şeyleri, bireysel bakış açısıyla ve içsel gözlemlerine göre algılar, anlar ve yorumlar, yorumladığı minvalde de düşünce geliştirir. Her insantekinin, nev-i şahsına münhasır bir zihinsel evreni vardır. Aksi olsaydı, insan, esaretin zincirlerini kırıp atamazdı. Binaenaleyh, hür olmayan insan içinde imtihan olgusu anlamsızlaşırdı. Ve bir kutup, diğer kutbun üzerinde süresiz hâkimiyet tesis edebilirdi. Belki de, insanteklerinin, farklı tabiatlarda var olmalarının en büyük hikmeti budur. Allah, tüm kullarını farklı seciyeler üzerine halk etmiştir. Her kul, apayrı bir küçük evrendir. Duygu boyutuyla, düşünce boyutuyla, hayal boyutuyla her biri bir diğerinden tamamen farklıdır. Akledenler için, burada ince ve derin hikmetlerin olduğu aşikârdır. Lütfen bir anlık düşünün bakalım, nereye varacaksınız, hayvanlarda ki ortak karakter benzerliği insanlarda olsaydı, insanlar da, sürüler halinde güdülebilirdi. Akıl yok, irade yok, ihtiyar yok. Bir hayvana bakın, tüm hayvanları görün. Hadi bir insana bakıpta tüm insanları görün de göreyim sizi! Her insan ayrı tahlili iktiza eder. Evet, insanları bir ülküde birleştirip yönlendirebilirsiniz ama bu tamamen farklı bir durumdur ve mevzubahis olan temel farklılığı yok edemez.  Ha bu farklılık, elbette, mutlak ve kutsal yasaların, tüm insanlığı bağladığı hakikatini de değiştiremez. Burası da ayrı bir durumdur. Çünkü mutlak hakikat, şahıslara göre değişmez. Şahısların farklılığı ayrıdır, hakikatin her bir şahıs için bağlayıcılığı ayrıdır. Herkes için mutlak hüküm mevkiinde olan kutsal yasalara ihanet etmek ya da o hükümleri yok saymakta imtihan olgusunu refetmek anlamına gelir. Böyle bir durum fıtrata mugayirdir, haddi ve hududu aşmaktır. Benzersiz ve eşsiz olan sadece Allah’tır. Farklılıkları tesviyeye yeltenmek, hür iradeyi iptal etmektir. İnsanın kabiliyetlerini budamaktır. Ferdi varedişleri yani var olan ama varlığı saklı olup var edilmesi yani görünüre çıkartılması insana bırakılmış olanları ortaya koymaları yok etmektir. Hülasa, insanı, hayvanlık derekesine düşürmektir. Ki dine düşman olan her batıl düşünce de, esaslarında, insan fıtratını ittihaz etmemektedir. Farklılıklara tahammül edememektedir ve bu yüzden de insanı hayvan gibi tek ortak karaktere mahkûm etmek istemektedir. Böylece daha kolay şekilde istediği kalıba sokabilecek ve istediği yöne çevirebilecektir.

 

 

Bir durum netleştirmesi yapalım: Allah, dinli dinsiz tefriki yapar mı? Tüm mevcudatı ihata eder mi? Nimetleri ve yasaları herkes için midir? Kaçanın; kaçtığı yerde, kaçacağı yerde O’nun mülkü müdür? Peki, yeryüzünde tanrıcılık oynayan şarlatan tiranlar böyle midirler? İnsanları tefrik ederler, sadece kendi küçük çevrelerini muhasara altına alabilirler, ki bu da ancak zecri yöntemlerle kabildir. Ne herkesi doyuracak nimetleri vardır ne de herkesçe kabul görecek yasaları. Bir tirandan kaçan diğerine iltica edebilir. Münhasıran bu detay bile, Allah’a, kayıtsız şartsız, perestiş etmenize kifayet edecektir. Ama akledebilmek iktiza eder. O, yeryüzü sofrasını herkese açmıştır. İstediğin verilir ama çalışmak kaydıyla. Dinli çalışmaz alamaz da, dinsiz çalışır alırsa, burada bir paradoks yoktur. Çünkü sofra, çalışana açılır. Ve kutsal yasalar münhasıran Müslümanlara matuf değildir. Nimet nasıl herkese ise, tabir caizse külfette herkesedir. Nimete gülümseyipte, külfete sırt dönmek haysiyetsizlikle eşdeğerdir. Sofra bahşedildiyse, Kutsal Yasalar da açık edilmiştir. Yani Müslüman yükümlüdür de başkası değildir anlamı çıkaramaz hiçbir kimse.  Binaenaleyh, hitap herkesi ihata eder. Değerlendirme, tüm insanlığı kapsar, tefrik yapmadan.  Misal, bitevi, Müslümanlar şiddetli şekilde eleştirilir velakin esaslı kompradorlar teğet geçilir. Burada adalet ve ahlak yoktur. Bu işler; ben bilirim, ben dedim oldu türünden saçmalıklarla olmuyor bebeğim!  Ya da bir taraf, bir hakikate davet edilirken, o hakikatin özü saklı mı tutulmalıdır? Müşrik, dünyanın sahibi olsun; ahiret bize kifayet eder gibi bir çıkarım ne kadar tutarlıdır? Son zamanlarda piyasaya açılanlar, birkaç yıllık var olanlar, yani dini komünizme payanda kılmak isteyenler, bitevi bu söylemlerle ortaya atılıyorlar ama çürük yolda ilerliyorlar. Sürekli İslami tarafı itham etmek kaybettirir, samimiyeti katleder. Oysa adalet yaratıcıdır, dirilticidir, sahiplenilmeyi tevlit eder. Müslümana, mülksüzlüğü telkin et ama diğer yandan her türlü yolla mülke hâkim olmaya çalışanlara sus pus ol. Bu katıksız alıklıktır bebeğim! Ya da sürekli Müslümanları tenkit et ama devasa servetlere sahip komprador itlere tek laf etme. Bunu yapmakla göze gireceğinizi düşünüyorsanız, o gireceğiniz göz şeytanın gözü olur ancak, Müslüman kimliğine sahip olanların değil, ki böyle de olmaktadır. Tıpkı İslam’ı tahrif ederek ve cihad tarafını törpüleyip ılıklaştırarak kapitalizme payanda yapmak istenler gibi, bunlar da onlar gibi aynı yoldadırlar zira, farklı taraflara göz kırpsalar da. Ki özünde ise, ikisi de aynı merkeze göz kırpmaktadırlar ama bundan bihaberdirler. Müslümanların başına bin türlü çorap örüyorlar kirli tezgâhlarda. Bir Müslüman, şeytaniler tarafından övülmeye başlandığı an, hakikatten çark ediyor ve artık denge tuzağına düşüyor. Ne şeytana vuruyor, ne de Müslümanı sahipleniyor artık. Filhakika, vazifesi ise, yanlışında uyarmak, doğrusunda savunmaktır. Şeytaniler, İslam’ı ve Müslümanı tanımlıyorlar ve Müslümanları zımnen istedikleri yöne kanalize ediyorlar. Maalesef bu tuzağa da düşülüyor. İslam şudur dendi mi, artık ona göre hareket ediliyor ve gerçek İslam ifade edilemiyor. Müslüman şudur dendi mi, hiçbir Müslüman o tanımın dışına çıkamıyor, korkuyor. Ne dehşetli ve lanetli bir kumpastır bu. Küfrü, şirki bile eleştiremez hale getiriliyor Müslüman. Hak, batıla kurban ediliyor artık. Müslüman bir münevvere, sen nasıl bir münevversin dendiği an, dudaklara kilit takılıveriyor. Şeytanın kucağına düşülüyor o anda. Ama düşman, istediği gibi koşturuyor bu arada. Maalesef gözlerimize perde inmiş. Nefisler okşanarak, kafalar ve kalpler zincirleniyor. Neymiş efendim, İslam emperyalizme muhalifmiş, Müslüman ahlakçı ve adil olurmuş. Hayır diyen mi var? Tabi bunun ardı var. Bu arada Müslümanların da artık kapitalistleştiklerinden dem vuruluyor ve böylece araya bir nifak sokuluyor. Ki oyuna da düşülüyor ve kulluk toprağına tefrika tohumları ekiliyor maalesef. Haklı olunsun ya da olunmasın. Tamam, kapitalist olmaması iktiza ederken kapitalistleşen Müslümanlara vur ama temelinden kapitalist olanlara sessizlik ve tepkisizlik niçindir? İşte burada ki derin ve ince tezgâh ihsas edilmiyor ne hazindir ki. Müslüman, Müslümana vurduruluyor ve Müslümanlara, Müslümanlar tavassutu ile egemen olunuyor ne yazık ki. Hayatta, tarihte karanlık değildir. Ne kadar da karartılmaya çalışılsa da. Olayları saptırma gibi bir gayret içindeysem namussuzum. Hayır, böyle basit biri olamam. Ama hakikatleri izhar, izah etmek ve ikaz etmekte İslami-İnsani sorumluluğumdur. Bilakis, ateş korkutur beni ve şeytanın oyuncağı olmaktan da iğrenirim. Dilimden dökülen her söz, aklıma vura vura, yüreğimi kanata kanata dilime gelmektedir. Mutlak hakikatim gibi bir iddiam yok ama izlediğim kötü filim budur. Elbet, Müslüman kimliği altında emperyalizme uşaklık edenler vardır. İnsandır ve bu müptezel tavrı göstermesi kabildir. Ama bu tiplerin de zaten Müslümanlık gibi bir dertleri, İslam gibi bir davaları yoktur. Onlar küresel şeytanın küresellik tezgâhına düşen kuklalarıdırlar. Bunlar göze sokularak, tüm Müslümanları itham etmek kahpeliktir. Bu tipler, İslam’ı tahrif ve tahrip ederek, şeytanın istediği İslam’ı türetmeye çalışan ve şeytanın topraklarında, kendi toprağından bihaber yaşayan tiplerdir. Ayrım burada yapılır ve dürüstçe yapılır. Bir yerde hayat fikirler temelinde de yürümüyor ki bebeğim! İstihbaratlar ve iktidarlar savaşıdır hayat bir yönüyle ama etkin yönüyle. Ve kimse de göründüğü kadar cesur değil. Faraza Müslümanlara kızdık ve kardeşlerin saflarından ayrıldık. İktidar diye bir dünya gerçekliği de var. Katı ve sertlik ihtiva eden gerçeklik olsa da. İktidar olan millet kaderine de etki ediyor mu? Peki, Müslümanlar bir kenara atıldı, kim iktidara hâkim olacak? Lafa bakarsanız emperyalizm düşmanları, peki böyle bir şey kabil midir, yani hakikaten anti-emperyalistlerin gelmesi? Diyelim ki, güya antikapitalistler ya da daha açık ifadeyle komünistler geldiler, bunların mutlak ve kadim değerlere bakışı nasıldır? Hayır, cevabı biliyoruz ama laf olsun kabilinden soruyoruz, bizim alıklara. Onlar melek, Müslümanlar şeytan, öyle ya. Öyleyse, hakikaten adil ve ahlaki bir devlet tesis ederler değil mi ya? Oysa insan insandır, nasıl düşünürse düşünsün insandır neticede. Nefis birinde varda, diğerinde yok değildir. İslam’a anti olanlar gelince ülkemiz cennet mi olacak? Zulüm son mu bulacak? Barış, paylaşım, kardeşlik, birlik mi egemen olacak insanlık toprağında? Kötülüklerin kaynağı Müslümanlar öyle diyorsunuz yani. Bunlar derin, ince ve netameli manipülasyonlardır dostlarım. Akıllılık değildir bu, bilakis derin akılsızlıktır, mutlak cehalettir. Başınıza ne gelirse, ellerinizle, dillerinizle işlediğiniz ve davet ettiğiniz kötülükler yüzündendir. Kendi ellerinizle, kendinizi, zalimlerin karanlık zindanlarına atmayınız!

 

 

Bir evrende yaşıyoruz. Üstelik insan ile şeytanın iç içe yaşadığı bir evren. Zalimler var ve zulümle lebalep bu evren. Vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü bir sistem var dünya yüzünde. Böyle bir sistem de, Müslümanlara, işte İslam’ın umdeleri şunlardır ve siz bunlara göre yaşamak zorundasınız, çalışmanız da, kazanmanız da bu umdelere göre olmalıdır deniyor. Evet densin ama burada netameli bir tuzak var. Şöyle ki; sisteme hükmeden kompradorlar, kuralsız, kaidesiz, hesapsız, kitapsız yaşıyorlar, çalışıyorlar ve kazanıyorlar ama Müslümanlara gelince işin rengi değişiveriyor. Böyle bir tavır, Müslümanları alık yerine koymak olmuyor mu? Buradan şu çıkarım yapılmasın; biz, Müslüman namussuz olsun, helal haram ayrımı yapmasın, keyfince yaşasın, gasp yapsın, ahlaksız olsun demiyoruz. Diyoruz ki, egemen olan sistemin kaideleri de göz önünde bulundurulsun yani Müslüman akıllı, uyanık olsun. Hiç olmazsa, mevcut kaidelerin bilincinde olsun ki, kutsala yasalara mugayir hareket etmeden yaşamasını becersin. Tabi aynı zamanda mevcut sistemi ve kaidelerini de değiştirme gayreti içerisinde olmalıdır muhakkak. Mutlak ve Kesin Kantılar ekseninde Adil ve Ahlaklı bir sistemin tesisi için mücadele etmelidir. Kapitalizme göre ala fakat İslam’a kaidelerine göre sat, nedir bu? Zımnen, Müslümana, sen, yok ol demektir bu. Komprador itlere de dilediğince geç git demektir. Peki, Müslüman aptal mıdır? Temel ve kadim değerlerine mütenasip yaşa ama müteyakkız da ol. Denge, ölçü gerek yani. Sistem içinde yaşamak zorundasın ama o sisteme uyum sağlamak, alışmak zorunda değilsin. Yaşarken, yok etmek içinde yaşayacaksın. Ahlaklı ol, adil ol ama tuzağa düşme. Bil ki, Allah, sana mutlaka doğru yolu gösterecektir. Sistem yanlış deyipte, o sistemi değiştirmek yerine o sisteme uyum sağlamak, alışmak ve alışıp gitmek namussuzluktur. Yanlış sistemde o yanlışları bahane ederek kazan, kanlan, canlan, palazlan ama giderek o sistemle uyuş, kaynaş ve öylece yaşa git ama bir diğer taraftan da İslam’dan söz et, Müslümanlıktan dem vur, işte bu katıksız kahpeliktir, şeytanlıktır. Allah, bunu onaylamaz. Bu mutlak münafıklıktır. Müslüman, şeytani sistemle uyuşamaz, kaynaşamaz, bilakis o sistemi yerle yeksan etmek için vardır Müslüman. Elbette çalışacaksın, üretecek ve ürettiğini satıp kazanacaksın. Başka türlüsü muhaldir. Hayat, zaten çalışmak ve gayret etmek değil midir? Kazandığın serveti, şeytani bir komprador olup, mazlum insanlara tahakküm etmek, topluma baskı kurmak ve tağutlaşma yolunda kullanmak adiliktir. Sana dosdoğru olman buyurulmuştur. Hûd Suresi 112. Ayete bakınız lütfen. Müslüman, ahlakın ve adaletin ikamesi adına vardır. Aksi sözkonusu bile olamaz. Paylaşacak, sömürüyü yok edecek, faizi ilga edecek Müslüman. Bizim esas sıkıntımız buradadır. Bunu bir çözsek, önümüzde kimse duramaz ve hiçbir şeytani sistem ayakta kalamaz Allah’ın izniyle. Kazananlar ve kazandıkça şımarıp kendini müstağni görenler, vehleten değişiveriyorlar ve hemen şeytani sisteme intibak ediyorlar ve nihayet kendilerini kaybediyorlar ve şeytani sistemin en azılı müdafi oluyorlar ve üstelik diğer insanları da sisteme bağlamaya gayret ediyorlar. Nihayet şeytani sistemi yok etmek için değilde tam aksine tahkim etmek için varoluyorlar. Utanılacak bir durumdur bu. Ahlaksızlık, namussuzluk, şerefsizliktir. Karunvari, Firavunvari, Hamanvari yaşamak İslam’a mutlak ihanettir. Kazanımlarımızı kaybetmek zor geliyor, paylaşmak ise kabil olmuyor. Oysa paylaşmak, hem çoğalmaktır hem de güçlenmektir. Çünkü paylaşmak kardeşliği pekiştirmektir. Ki Müslüman asla statükocu değildir, tam zıttına devrimcidir. İşte bizim mutlak ve muhakkak olarak karşı çıkmamız iktiza eden yön burasıdır; Müslüman asla şeytani sisteme alışamaz, bu sistemle uyuşamaz ve bu sistemin bakası için mücadele edemez. Aksine bu sistemi paramparça etmektir yegâne vazifesi. Varoluşunun mutlak gayesi budur. Olayları tahrif edemeyiz. Kardeşlerimizi ahlakilik temelinde uyarmalıyız. Kardeşlerimizi düşman belleyip, onlarla mücadele etmek şeytana yol vermektir. Şeytanın saflarında yer alamayız. Kardeşlerimize kin kusamayız. Şeytanın kucağına oturanlara da Allah ıslah etsin deriz ancak. Şeytanı otorite bilemeyiz, bilenleri de uyarırız, Allah ıslah etsin deriz. Ki Müslümanların şeytanı sisteme sahip olmaları da kabil değildir, ancak kuyrukçuluk yaparlar ki, bu da Müslüman için zillettir, onursuzluktur. Mutlak sahip olamayacağımız ve ancak azına sahip olabileceğimiz dünya malı gözümüzü döndürmemelidir. Aslında, zımnen, şeytaniler de buna zemin hazırlıyorlar, Müslümanları yozlaştırmak ve izzetlerini sıfırlatmak adına. Zira dünyaya tapan muhakkak yozlaşıyor, yüce değerlerinden taviz veriyor ve tecerrüt etmeye başlıyor. HÜLASA, BURADA ÇOK İNCE, DERİN VE NETAMELİ BİR TEZGÂH VAR DOSTLARIM! İyi düşünmek iktiza ediyor. Bir de olayın şöyle bir ayrıntı tarafı da vardır; bugüne kadar İslam tandanslı siyasi yapılara iktidarın bir verilip, bir alınması ve iktidar verildiğinde de düzenin dinamikleri, kodları tarafından bitevi kontrol altında tutulması ve istendik yönde hareket ettirilmesinin ardında ki gerçek endir acaba düşündünüz mü hiç? DÜNYA HAYATINA ALIŞTIRMAK VE DÜNYA NİMETLERİNE TAPTIRMAK. Lütfen derin bakınız, derin aklediniz. UNUTULMAMALIDIR Kİ; dünyaya alıştığınız zaman, zaman içinde dünyacıların çarklarına yağ olur ve onların çarklarının daha kolay dönmesini sağlarsınız. Dünyaya alışanlar, dinlerini terkederler.

 

 

Ekonomi kanalında ki kaotik ve çelişik telakki, hangi kanalda ki telakkiye benzer? Elbette ki politik telakkiye benzer. Şöyle ki, politikanın umdelerini, dünya düzleminde politikaya hükmedenler, kendi arzuları yönünde belirliyorlar ve Müslümanlara yönelik olarakta zımnen diyorlar ki; senin bir dinin var ve ona göre yaşamalısın, hareket istikametini tayin etmelisin.  Yani açıkça politika yapmamalısın, yapamazsın deniyor. Ya sınırları çizilmiş politik kaidelere ittiba edeceksin ya da çekilip gideceksin. Şimdi sıkı durun; eğer Müslüman sınırları tayin edilmiş olan politik düzene bir şekilde ittiba etmeye çalıştığında ise hemen itham ediliyor, hem de münafıklıkla. Hem sisteme uy deniliyor hem de uyulunca itham ediliyor. Yani Müslümanın politika yapması istenmiyor arka perdede. Çünkü böyle bir durumda şanslarının olmadığını görüyorlar, biliyorlar. Takiyye diyorlar, mürailik diyorlar. Hülasa, Müslümanı alık yerine koyuyorlar. Bu dilemma Müslümanı şaşırtıyor. Ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemeden ve dengeyi ayarlayamadan ya düzene uyuveriyor ya da düzen dışına itiliyor. Peki, tüm bu derin gerçekleri, güya her şeyi bildiğini sananlar bilmezler mi? Bilirler ama yine de bildikleri gibi konuşmaya devam ederler. MÜSLÜMAN ŞUNU YAPMALIDIR BENDENİZE GÖRE; içinde yaşadıkları düzenin kaidelerine göre yaşarlarken aynı anda o düzeni de değiştirme iradesini göstermelidirler. Ve zımni işkencelerden kurtulmalıdırlar. Hem hür olmalıdırlar hem de esir insanlığı hürriyetlerine kavuşturmalıdırlar. Eğer buna yanaşmıyorlarsa, mezellet ve meskenete layıktırlar. Tabi bu arada bir ince nüans daha vardır; toplum yapısından önce bireylerin zihinsel yapısı değişmelidir muhakkak. Eğer bunu yapmazsak, dünya hayatı, bizim için daima tedenniyat dünyası olacaktır. MÜSLÜMANLARIN MUKADDERATINI MÜŞRİK DÜZENLER TAYİN EDEMEMELİDİR. Ama bizler sorumluluğumuzu layığı ile yapmalıyız ve kaderimiz, müşrik yapılara göre yaşamak olmamalıdır. Tarihi bilmiyor değiliz. Şunu bilmeliyiz kati surette; ister kral olun, ister şah, isterse padişah, hatta cihanın âlimi olun isterseniz, aziz, kerim, ekmel, yüce kurucu olan Kur’an’ın mülkiyet hususunda ki emri bellidir ve hep belli olduğu haliyle kalacaktır, aksi bir durum, tahrifat ve tahribat yapmaktır, hakikatten sapmaktır, İslam’a ihanettir. Eğer vicdanınıza ihanet etmezseniz, hakikat sarahaten ortadadır. Yüce Kurucu Kur’an’a bütüncül bir bakış açısıyla bakınız, en ince nüanslara dikkat kesiliniz, kuru mantığı atınız, sığ telakkilerden uzaklaşınız ve nihayet Yüce Kurucu Kur’an’ı tertil ve tedebbür ile okuyunuz, vallahi, billahi, tallahi hakikat apaçık olarak size gülümseyecektir. Çalış. Helal kazan. Çalışana ücretini teri kurumadan öde. Kazandıklarında ki yoksulun payını ayır. Kazandıklarını baskı unsuru yapmayacaksın. Kazanç kapılarını başkalarına kapatmayacaksın. Haramla işin olmayacak. Mutlak sahiplenme iddian olmayacak. Ahlaklı ve adil olacaksın. Kesin Kanıtlar temelinde, ölçüyü gözeterek, Adil bir düzen için, Milli bir Devrim yapmak yönünde gayret edeceksin. Kazandıklarını, kesinlikle ve kesinlikle, müşrik düzenleri yerle yeksan etmek için kullanacaksın. Bilakis, zillet içinde yaşayacaksın.

 

 

İlk evvelde, bir izah yapmam iktiza ediyor ve bu izah, hayati öneme haiz bendeniz için. Bu yazı dizisine başladığımda, kafamda ve kalbimde, hep bir acaba ile yaşadım durdum. Vahşi, soysuz, adi, ilkel, aşağılık, kansız, milliyetsiz, dinsiz, şerefsiz, namussuz ve şeytani emperyalizmin paydanlığını yapıyor gibi bir algı, telakki oluşur mu zihinlerde diye tefekkür ettim durdum mütemadiyen. Hakikaten deruni acılara gark oldum. Kahroldum, mahvoldum. Bırakayım dedim ama yapamadım. Yazmış olmak için değil, yapmamayı yapamadığım için devam ettim. Çünkü Müslümanım. Bir dünya özlemim var ve o dünyaya beni ve benim gibileri ulaştıracağına iman ettiğim bir davam var.  Ama tüm dostlarımı, şerefim ve namusum üzerine temin ederim ki, ne gizli ne de açık böyle bir niyetim, düşüncem, duygum asla olmadı Yüce Rabbimin izniyle ve bilgisiyle. Ki zaten şeytani emperyalizmin payandalığını yapmam demek, Müslümanlığımın iptali demektir, Allah’ıma ihanettir, Önderime ihanettir, Kur’an’ıma ihanettir. Ki domuzlaşmam demektir bu. Zira şeytani emperyalizme payandalık yapmak haddizatında Siyonizm’e payandalık yapmak demektir. Bu ise, ümmetin kanını döken, kaynaklarını kahpece yağmalayan eli tutmam demektir. Rabbim muhafaza buyursun. Âmin. Zira insan olan, İslam olan biri asla emperyalist olmaz, olamaz. Ki yazım da herkesin önünde zaten. İkilemli tek cümlem yoktur inşaallah. Bu yüzden yanlış telakki ve algı oluşmamalıdır naçizane fikrimce. Tabi hala içim rahat değil. Yalan değil, yüreğim acıyor, beynim zonkluyor. Aciz bırakan bir şüphe bu. Tabi bunları söylüyoruz ama herkes için değil, arada çıkıntılık yapabilecek art niyetli tipler için. Ama bu algıyı oluşturacak tek bir ima dahi gösterilemez. Böyle bir hüccete sahip olmadan da yargılamak, en hafif tabirle terbiyesizlik ve seviyesizliktir. İddian varsa ispatında olmalıdır. Şahit değilsen, tanıklıkta yapma hiçbir davaya, zira utanç içinde kalırsın. Hissiyatı olanlar anlarlar bunu. Ama şu da bir hakikat ki, artık müşriklerin düzeninde yaşamak ağır geliyor. Müslümanların mukadderatını müşrikler tayin edememelidir. İslam Ahlak ve Adaleti temelinde işleyecek bir düzen istiyorum. Tüm mücadelem bunun içindir. Her şey çürüyor günden güne. Ki vicdanların çürümesi kâfidir zaten. Çünkü o çürüdü mü çürümeyen tek şey kalmaz. Ve bu şekilde, ülkem, milletim, devletim, ümmetim ve tüm mazlum insanlık kaybediyor. Sevgili dostlarım nihayet bir yazı dizimizin sonuna yaklaştık. Bu yazı dizisini kaleme alırken bu kadar uzun olabileceğini tahmin etmemiştim ama sağlık olsun, takip eden dostlarıma derin sabırları için sonsuz teşekkürlerimi sunarım, Allah razı olsun her birinden. Varlığım, ülkemin, milletimin, devletimin, ümmetimin varlığına armağan olsun. Rabbimin dinine, davasına feda olsun. Evet, ideolojileri tanıdım ama ideolojik bir karakter olmadım asla. Badema da olmam kabil değil. Rabbime şirk koşmaktan yine Rabbime sığınırım. Hadid Suresi 25. Ayeti bilen biriyim ve davamın temellerinden olan bir ayettir de. Üstat şehit Doktor Ali Şeriati bakınız ne diyor; ‘’İnsanlığın aziz ve emin Önderleri derler ki: Biz sizi; yeryüzünün karanlığından, dar ve bunaltıcı yapısından, göklerin enginliğine; krallara ve sultanlara kulluk etmekten Allah’a kulluk etmeye; zulüm ve baskı kaynağı olan dinlerden, İslam’ın yüce adaletine davet etmek için geldik.’’ Allah var, gam yok. Önder var, belirsizlik yok. Kur’an var, çelişki ve kaoitizm yok. İslam var, insansızlık yok. Bile isteye de şeytana hizmet edemem.

 

 

Eğer birileri bitevi kötülük yapıyorlarsa, bu davranış onlarda alışkanlık haline gelmiştir, onlarda bu halden mutludurlar. Yaptıklarını da sorgulamazlar, açığa çıkmasından da hazzetmezler. Binaenaleyh, ışık ve aydınlık, kötüler için tehdittir, tehlikelidir, korkunçtur. Zira çırılçıplak ortaya çıkıvereceklerdir. İşte İslam düşmanlarının durumu aynen budur. Çünkü İslam’a bakan, ne ise ve nasılsa kendini görecektir. Kötü ise kötü, iyi ise iyi. Çünkü İslam, kişiye, kendinin ne olduğunu gösteren mutlak net ve temiz bir aynadır. Fakat bitevi hakikat düzleminde yaşamaya gayret edenler ise ışıktan çekinmezler, bilakis daha da yaklaşırlar, çünkü güzel olan, güzelliğinin farkındalık yaratmasından hazzeder. Nefisten fışkıran düşünceler, daima karanlık saçarlar ve ölümü davet ederler, ama ruhtan sızan düşünceler hayat sunar, aydınlık saçarlar. Nefis hakikate düşmandır, hırs, haz peşinde koşar. Nefis, Kutsal Yasalar önünde eğilmekten kaçar. İslam, nefsi dizginler ve işte, nefsi ekseninde yaşam sürenler, İslam’dan bu yüzden kaçarlar. İslam düşmanları, kör ve koyu karanlıkta yaşamaktadırlar. Ne kendilerini fark edebilmektedirler ne de fark edebilmeyi Bahşedeni fark edebilmektedirler. Karanlıkta yaşayıpta aydınlıktan bihaber olanlar, mutlu ve huzurludurlar kendi dünyalarında. Karanlıkta, kesin inanış vardır, merak, soru, sorgu, düşünme yoktur. Maalesef, karanlıkta kalanları aydınlığa çıkaracak bir zeminde yoktur. Ülkemizde ki, sanat, edebiyat, felsefe, bilim, akademi, basın, televizyon kahir ekseriyetle dinsizdir. Hatta handiyse din bile dinsizleştirilmiştir. Öyleyse karanlık çok doğal geliyor insana. Nereye baksan karanlık fışkırıyor çünkü. Aydınlığa yürümeye de yürek ve cesaret yoksa iş bitmiştir. İnsana şöyle bir bakalım; insanda ki GÖVDE kibir yuvasıdır ve FAŞİZM’e tekabül ediyor. AKIL kurnazlık yuvasıdır ve KAPİTALİZM’e tekabül ediyor. NEFİS şehvet, hırs, zevk yuvasıdır ve KOMÜNİZM’e tekabül ediyor. RUH ise değer kuyusudur ve İSLAM’a tekabül ediyor. Gövde ya da beden, ben üstünüm der, her şey benim içindir. Ben sağlıklı ise her şey sağlıklıdır. Bu yüzden benim için çalışmalı, var olmalıdır benim dışımdakiler der. Bir nevi kendini müstağni görür. Ama parasız ve zevksiz de edemem, bu yüzden akla ve nefse muhtacım der. Akıl da, hiçbir şeyi bensiz yapamazlar der. Kazandıran da, yaşatan da, sunan da benim. Benim ürettiklerimdir hayat veren, bensiz zevk olmaz, benim sunduklarım olmasa gövde nasıl tatmin olacak der. Ama bir gövdeye ve nefsin düşlediklerine de muhtacım, yoksa ürettiklerimi nasıl arz ederim der. Nefis de, gövdeyi doyuran benim, akla kazandıran benim düşlediklerimdir der. Rahatlık verecek, tatmin edecek, keyiflendirecek arzular, koşturacak hırslar bendedir. Ama gövdeye istetmeliyim, onu tahrik ederek, akla da talep ettirmeliyim. Bedensiz ve akılsız yapamam diye düşünür. Çünkü benim düşlediklerimi beden arzular, akıl ise satın alır. Ruh ise, bensiz karanlıktasınız ve yok olmaya mahkûmsunuz, bensiz bir hiç ama benimle anlamlısınız der. Ben sizi yokluktan kurtarırım, dengeyi ve ölçüyü sağlayarak size hayat ve uzun yaşam sunarım der. Evet, sizler olmalısınız ama sizde dengeyi ve ölçüyü sağlamazsam ve sizi kontrol etmezsem, siz ne yapabilirsiniz? Yokluk uçurumuna yuvarlanır gidersiniz der.  Ama üç tarafta ruhu kıskaç altına almışlardır yaşadığımız evrende maalesef. NEFİS insanı bataklığa çekiyor. AKIL insanı tuğyana sürüklüyor. GÖVDE ise insana kendini müstağni gösteriyor ve kibire sevk ediyor. Oysa hepsine canlılık, anlam, işlevsellik veren, katan ruhtur. Ruh olmasa hep gibi görünenlerin tümü hiçtir. Olay budur işte dostlar! İnsan, Kapitalizmin, Komünizmin, Faşizmin kıskacı altındadır ve İslam’a dönüş yapmadan ve yeniden doğmadan asla huzura, mutluluğa, güzelliğe erişemeyecektir. Ve tükenip, bitip, yok olup gidecektir. Ruh aydınlıktır, ışıktır. İslam=İnsan; ışıktır, sevgidir, barıştır, kardeşliktir, paylaşımdır, dengedir, ölçüdür, birliktir, beraberliktir, kuvvettir, kurtuluştur ve nihayet hürriyettir, bağımsızlıktır. Diğerleri ise daima karanlıktır, uçurumdur. UYAN ARTIK EY İNSAN VE İSLAM OL!

 

 

Son tahlilde; sevgili dostlar! Hakikatler apaçık olarak ortadayken inkâra yönelmek bilerek yapılmış, bilinç temelli bir şey değildir. Kasıtlı bir reddediştir, ortak koşuştur. Burada biz bu yönelimli olan ve yönlendirici konumda bulunan tipleri kastediyoruz. Yoksa gariban, hiçbir şeyden haberi olmayan, yönlendirilmeye açık olan insan kardeşlerimizi kastetmiyoruz. Bu derin inkârcılar, Var’ın yok olmadığını, Bilinen’in bilinemez olmadığını, Göklerde egemen Olan’ın yerlere de egemen olduğunu çok iyi bilirler. Tabi bahane üretmek gerekir ki, yönlendirilecek kitleler ikna edilsin. Şirkin ve inkârın temellendirilmesi çalışmaları netameli bir tezgâhtır. Muhakkak bilgiyle varlığını ittihaz eyledikleri Allah’ı, sanki reddediyormuş gibi yaparak ama bir de bunun ciddiyet kazanması için redlerini güya bilgiyle, bilimle temellendirmeye çalışıyormuş gibi yapıyorlar. Var olana yok demek, muhal ender muhaldir. Kabul neyi iktiza eder? İman, kulluk, amel; işte olayın bamteli burasıdır. Evren üzerinde planlanan oyunlarda asıl işlev DİN’e aittir. EVREN, İNANIN Kİ, MÜTEMADİYEN, TAHRİF VE TAHRİP EDİLMİŞ, KİN, RİYA VE YALAN DOLU KİTAPLARA GÖRE ŞEKİLLENDİRİLMEK İSTENMEKTEDİR.  Kirli ve kanlı planların, tezgâhların, ihanetlerin, işgallerin, katliamların altyapısını tahrif ve tahrip edilmiş kitaplar oluşturuyorlar. İşin özünde ideolojiler bile hikâyedir. İnsanları dine çekmenin zor olduğunu bilen şeytaniler, ideolojilerle, ölü daha doğrusu kara vurmuş balıkları daha kolay avlamaktadırlar. Çünkü ideolojilerin altyapısı da zaten bu kitaplar ekseninde atılmıştır. Avrupa denilen, hastalık üreten ve yayan bataklık, haddizatında dinden mutlak anlamda hiçbir zaman kendini soyutlamadı. Sair milletleri ne kadar da dinsizleştirmeye çalışsa da. İslam’dan uzak evet ama kendi tahrif ve tahrip edilmiş kitaplarıyla hala bağları kesilmiş değildir. Çünkü bağları mutlak koptuğu zaman mutlak yokoluşu yaşayacaklarını biliyorlar. Avrupa’da ki Allahsızlık derin bir oyundur. Ateizm yönelimli aktörler, sanatçılar, bilimciler, filmciler, basıncılar, edebiyatçılar, felsefeciler arka perde de birer ajan bozuntusudurlar gerçekliklerinde. Kahir ekseriyetle, Siyonizm’e çalışmaktadırlar. İnsanların İslamlaşmasından, dolayısıyla yaşadıkları bataklığın gül bahçesine dönüşmesinden ve var olmalarının anlamsızlaşacağından korkuyorlar. Öyleyse uyutmaya devamdan başka şey değildir yaptıkları. Çünkü uyanan insanlık hakikati görecektir ve hakikatin İslam olduğunu anlayacaktır. Öyleyse Ateizm oyunu sürdürülmelidir. Ateizm ile insanlığın değerlerini çürütmektedirler çünkü. Değeri çürüyeni yıkmakta çok kolaydır. Yıkılanı da yutmak işten bile değildir. İşte olay budur. Bu tipler, insanlığın kanını emen, ciğerlerini söken, değerleri yozlaştırıp çürüten, ahlakı ve adaleti katleden, ruhları çalınmış ve nefislerinin, akıllarının, bedenlerinin kölesi olmuş hastalıklı tiplerdir. Bunlar kendilerinden başkalarını asla düşünmezler. Vallahi, billahi, tallahi düşünmezler. Hatta bunlar tavassutu ile ateizme yönelen diğer milletlerin evlatları bile değersizdir bunların gözünde. Çünkü bunların derdi ateizm değildir ki, küresel çıkarlarıdır. Ateizm bir araçtır bu yolda. İnsanları dinsizliğe sürükleyemeseler, eroini nasıl satacaklar, içkiyi nasıl içirtecekler, savaş çıkartıp nasıl silah satacaklar, kumarı nasıl oynatacaklar, ekonomiyi faizle nasıl kasıp kavuracaklar, fuhşu nasıl yayacaklar? Ah insan bir akledebilsen bir akledebilsen! Küresel ateistler kanla beslenirler. Dünyayı kızıl nehirlere döndürüp içinde yüzlerler. Onların şarapları da insanların kanlarıdır. Bu hastalığın kökeni, DARWİNİZM’dir. Bu hastalığın kökünü kurutacak yüce aydınlıkta, mutlak şifa veren ilaçta, İSLAM’dır. Avrupa denilen domuzlar dünyasını daima din yönlendirmiştir arka perde de ve ilanihaye de böyle olacaktır, insanlık ne kadar da gerçeklerden bihaber olsalar da. Ki bir detay da şudur ki; tahrip ve tahrif edilmiş kitaplar, özlerinde bir din kitabı olmaktan ziyade, dünyaya şekil vermede istimal edilen birer politik kitaplardır. Dünya da ki işgallerin ve sömürülerin, katliam planlarının, Müslümanları terörist ilan ederek yok etme oyunlarının, gerçek dini yani İSLAM’ı tahrif ve tahrip etme ihanetinin altında tahrif ve tahrip edilmiş kitaplar vardır. Hatta diyalog gibi netameli tezgâhların ardında, İslam’ı komünizme ve kapitalizme payanda kılma tuzaklarının ardında da bu kitaplar vardır. İncil, bölmeyi ama bölünmemeyi dikte eder. Tevrat, paramparça edip, yok etmeyi dikte eder. İşte yeryüzü şeytanının stratejilerini ve taktiklerini belirleyen kitaplardır bunlar. İncil diyor ki, kuvvetli adamın elini kolunu ayaklarını bağlarsanız, ancak o zaman onun hazinelerini çalabilirsiniz diyor. Peki, şeytan ne yapıyor? Terörizmle, ideolojik yalan rüzgârlarıyla, anlamsız ve boş dinlerle, İslam ile güya diyaloga girip İslam’ı zımnen tahrif ve tahrip ettirerek, faizle, kumarla, içkiyle, eroinle ve muhtelif yollarla kuvvetli adamın elini, kolunu, ayağını hatta tüm gövdesini bağlıyor ve onun tüm değerlerini çalıyor. İşte Müslüman Türk Milletine yapılan da budur. Osmanlı böyle yıkılmıştır. Ama buna nazaran ne yapıyor, hakikatte olmasa da zevahirde İSLAM MİLLETLERİNE karşı birlik oluyor. Unutmayın ki; KÜFÜR, ŞİRK, YALAN YANİ ŞEYTANİLER DAİMA TEK MİLLETTİRLER. Dünyanın en ücra köşelerinde ki şeytanlar söz konusu İSLAM ve TÜRK MİLLETİ ise hemen birleşiverirler. Böylece de tezgâhlar muazzam şekilde işlemeye devam ediyor. Nasıl olsa Müslüman Ailesi de uyutulmuş durumdadır. Bir yanağına vursanız, vurmanız için diğer yanağını döndürmektedir. Öyleyse plan yapmaya ve planı uygulamaya devamdır. Yazık! Bakara Suresi 257. Ayete bakınız lütfen.

En son tahlilde; ekmel, aziz, yüce, kerim, ahlak ve adalet kaynağı, insanlığı uyandıran, kaldıran, dirilten, yükselten ve yücelten, insanı en güzel ve en ideal şekilde kuran kitabım Kur’an’ımı, İncil’i, Tevrat’ı, Zebur’u, Das Kapitali, Risale-i Nurları, Nutuk’u ve nice filozofu okumuş biri olarak şunu mutlak katiyetle ifade edebilirim;

 

 

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Hıristiyanlığa yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Yahudiliğe ve Masonluğa yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Emperyalizme ve Kapitalizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Komünizme ve Sosyalizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Liberalizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Anarşizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Faşizme ve Kemalizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Egzistansiyalizme ve Nihilizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Demokrasizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Pozitivizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Darwinizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Sİyonizme yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda tahrif ve tahrip edilmiş dinleri din olarak ittihaz edip onlarla uzlaşmaya yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda İslam’ı, komünizme ve kapitalizme payanda kılmaya yönelemez.

Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda Devletine isyana kalkışıp Devlet içinde Devlet teşekkülüne yönelemez ve böyle bir kirli teşebbüse de müsaade etmez.

 

 

Peki, yönelim nereye doğru olur? Elbette ki, karanlıktan aydınlığa doğru olur. İnsan, şu zamanda karanlıktadır. İnsan mutlak ve muhakkak olarak tek bir şey olabilir; İSLAM. TÜRK MİLLETİ’nin sığınacağı yegâne yer İSLAM’ın mutlak aydınlık olan kucağıdır, ocağıdır. Ve inanalım ve bilelim ki, İSLAM olmayan herkes zımnen SİYONİZME çalışır ama bunun farkında olmaz. İSLAM’ın olmadığı yerde şeytan vardır. Sömürüye ve zulme, kesin olarak karşı duran ve zıt olan yegâne şey İSLAM’dır. Ahlak ve adaletin mutlak, muhakkak ve yegâne kaynağı İSLAM’dır. İnsanlığın koyu ve kör cehaleti, bu hakikati değiştirmez. Malum dinleri ve ideolojileri ameliyat masasına uzatın ve keskin neşteri çalın bakalım içlerinden ne çıkacak? Tümünün ciğerleri sömürüyle, zulümle, yalanla, kinle, düşmanlıkla dolu değilse ve yine tümü an arkada SİYONİZME hizmet etmiyorsa namert olayım. Bunu mutlak hakikat teyit ve tahkik edecektir ve hayatta yalanlayamayacaktır. Gerçeğe sırtını dönen, aydınlığa, ışığa, kendi özüne, kadim sözüne ve ulvi değerlerine sırtını dönmüş olacaktır. Şeytan yem üretir, insanların önüne atar ve ipi çekip onları kapana kıstırır. Şeytan, insanın, hakikate uzanan yolunun üzerine postunu sermiş oturmaktadır. O yoldan emin şekilde ancak ve ancak ALLAH’IN İPİNE TUTUNARAK geçebilir ve HAKİKATE ERİŞEBİLİRSİN. Aklederseniz, hakikatin pencereleri size açılacak ve ışık tüm dünyanızı aydınlıkla dolduracaktır. Bir yolda yürüyene bakmayın, o yolun kendisine bakın. Çünkü o zaman doğruyu görürsünüz. Zira doğru gibi görünen biri yanlış yolda yürüyebilir ya da yanlış biri doğru yolda yürüyor gibi görünebilir. İşte bu sizi yanıltır eğer yola odaklanmazsanız. Yola bakın, kararınızı öyle verin. Yolcuya bakara yola çıkılacak olsaydı, çıkacak yol bulunmazdı. Çünkü yolcular doğru yolu göstermezler ama yol doğru yolcuyu da açık eder. Yanlış bir yola, o yolda doğru görünenler var diye girmek alıklıktır. Doğru bir yoldan da o yolda yanlışlar var diye çıkmak alıklıktır. Misal; Liberalizm yolu lanet bir yoldur, pisliklerle, yalanlarla, yanlışlarla, şirkle doludur, o yolda doğru gibi görünenler var diye o yola girilebilir mi? Ya da İslam yolu aydınlıkla, ışıkla, güzellikle, erdemlerle, sevgiyle, barışla, kardeşlikle, paylaşımla, asaletle vs. dolu bir yoldur, o yolda yanlışlar var diye o yoldan çıkılır mı? Ki zaten kahir ekseriyetle de böyle gelişiyor çoğu yanlış şeyler. Mühim olan YOL’un bizatihi kendisidir. YOL da neyle, kimle karşılaşılacağı meçhuldür. Önemli olan, bir yola giriyorsan ve o yolda dimdik, dümdüz yürüyor ve yamuk olanları da düzeltebiliyorsan, işte büyüklük odur. Bakara Suresi 257. Ayete ve Nisa Suresi 76. Ayete bakınız lütfen. Kur’an’la dirilenler, Önderin izini takip edenler, Allah’ın ipine sımsıkı tutunanlar, sabredenler, iyiliği emredip, kötülüğü nehyedenler; İŞTE ONLARDIR DOĞRU YOLDA OLANLAR VE KURTULUŞA ERECEK OLANLAR ve ONLARDIR İNSANLIĞA UMUT OLACAK OLANLAR. Nasıl emrolunduysan öyle yaşa ki, yaşatasın tüm insanlığı! ZAFER, İNANANLARINDIR! Mûnafîkun Suresi 8. Ayete,  Alî İmrân Suresi 139. ve 19. Ayetlere, Mâide Suresi 3. ayete bakınız lütfen.

 

 

Çok alelade ve tanıdık bir dünya. Sığ ve sıradan hayatlar. Kof ve saçma düşünceler. Ne kadarda boğucu her şey. Adeta ciğerleri sökülüyor insanın, aklı ve ruhu yanıyor sanki tamusal boşlukta. Bu sağır, kör, hissiz ve karanlık evrenden kurtulmak istiyor; önce tinim, sonra tenim. Sıradışı, yeniden doğuracak, manayla lebalep bir evren arzuluyorum. Üst insanların yaşadığı bir evren. Her şeyin yeniden üretildiği ve yeni bir varoluşla varolunan. Tinsel acılarım var, yorgun gövdemi takatsiz bırakan. Beynimin göklerinde düşünceler savaşıyor. İçim isyanda, gövdeme küt küt vuruyor haykırışlarım. Kör ve sağır bir kuyu gibi bu evren, çığlıklar işitilmiyor. Bu karanlık yer, yurt eylenilmez cancağızım. Burası acıların yurdu, sürgünlerin kenti. Fanilikle damgalanmış topraklar. Burada hürriyet olmalı ama yok. Adalet bulunmalı ama kayıp. Kardeşlik çiçekleri kurutulmuş burada. Haz bile alamıyoruz dem sürerken. Terk-i diyar etmeye mahkûmuz. Bu karanlık diyar, sürgünlerin kenti, yurt eylendi, bu yüzden acıları ve sürgünleri de sert eylendi. Çaresiziz, hıçkırıklar gövdemizde mahpus. Ya göçümüz de olmamaydı neylerdik? Adam gibi göçebilecek miyiz? İşte bütün mesele bu!

Tarih: 01.02.2015 Okunma: 713

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?