Hakikati çırılçıplak ortaya koyalım ki, kim ne yaptığını ve
neyi seçtiğini bilsin. Herkes bunu yapmalıdır bendenize göre. Eğer gittiğin yol
yanlış ise yanlış olduğunu bilerek git ya da gitme ve yine gittiğin yol doğru
ise doğru olduğunu bilerek git ya da gitme. Bu sonsuz önemli bir durumdur. Yanlışı
doğru diye gösterirsek, o yolda gidenleri yollarında uyutmuş oluruz. Doğruyu
yanlış diye gösterirsek, o yolda gidenleri aldatmış oluruz. Fakat bu insanlığın
hayrına olmayacaktır, ki olmuyor da. Kurtuluş kabil olmayacaktır, zulüm
varlığını sürdürecek, zalimler kazanacaktır, ki öyle de olmaktadır. Hakikati, olguları
ve olayları sarih olarak izhar ve izah edeceğiz ve insanları da dürüstçe,
namusluca ikaz edeceğiz. Gerisi insanların iradesine, ihtiyarına kalmıştır
artık. İşte o zaman uyanış ve akabinde kurtuluş bize yaklaşır. Seçim,
hürriyettir. Ama önce hakikati, olguları, olayları mutlak netlikte ortaya
koymak iktiza eder. FRANZ KAFKA’ya kulak verelim; ‘’insan dediğimiz canlı hür
iradeye sahiptir ve bu üç yönlü bir durumdur. Yaşadığı hayatı istedi ve
isterken hürdü. Yaşadığı hayatta ki yürüyeceği yolu belirlerken hürdür. Yeniden
varoluşu düşündüğü ve kendini bulmayı istediği için hürdür.’’ Olayı şöyle basitleştirelim;
komünizm nedir, ne değildir; kapitalizm nedir, ne değildir; demokrasi nedir, ne
değildir; liberalizm nedir, ne değildir, çırılçıplak ortaya koyalım. Tahrifata
ve tahribata yeltenmeyelim. İnsanlar gelsinler ya da gelmesinler, hakikat ne
ise onu konuşalım. İnsanların gelmesi ya da gitmesi için gerçeği tersyüz
etmeyelim. İnsanların bilerek seçim yapmasıdır, hakiki hürriyet. İnsanlara,
kendileri aldatılarak seçim yaptırılması, zımnen insanın hürriyetinin gasp
edilmesidir. İnsanların önüne olguları oldukları gibi koyalım, tetkik etsinler,
analizini yapsınlar ve o olgunun kurtuluş vaat edip etmediğini görsünler,
böylece, akılları, iradeleri, ruhları ve ihtiyarları öncülüğünde kararlarını
versinler. Biz bunu yapmıyoruz hatta bunu yapmaktan korkuyoruz. Çünkü
inandıklarımızdan korkuyoruz ve onlara güvenmiyoruz. Hakikat belli mi ve orta
yerde mi? Evet. Peki, niçin yalanlarla yani batıllarla hakikati boğmaya
yelteniyoruz? Çünkü yalanlarla yaşıyoruz ve inandıklarımız boş. Yalanlarla
yaşamak güya aykırı yaşamak oluyor ve bu da bizim nefsimizi okşuyor. Bu nasıl
bir garabettir anlayan beri gelsin. Bu şekilde biz kaybediyoruz, kazandırıyoruz
zalimlere. Ne insanlar hakikati kabul etsinler diye, hakikati eğip bükmeye
hakkımız vardır ve ne de insanlar gelsin diye yalanı hakikat gibi sunmaya
hakkımız vardır. İki yolda yanlıştır. Misal, dini oyuncak edenlere kızarız ama
kendimiz de dini batıla payanda kılarız. Bu nasıl bir mürailiktir? Önderimiz
(sav) asla böyle bir şey yapmamıştır. Oysa şimdi ki zamanda ne varsa ve olmuşsa,
aynısı o zamanda da vardı ve olmuştu ama zerre taviz verilmemişti, Hak, batıla
payanda kılınmamıştı ve asla eğilip bükülmemişti. Hak apaçık ortaya konmuştu,
yalan apaçık ortaya konmuştu. Gelen gelsindi, giden gitsindi, tercihte hürriyet
vardı. Ne Mü’min’ler hakikati eğip büküyorlardı ne de Müşrikler yalanlarını
eğip büküyorlardı. İnsanlar hakikati ve yalanı net görüyorlar ve tercihlerini
de ona göre yapıyorlardı. O dönemde de sömürü vardı, zulüm vardı, zalimler
vardı. Ama Önderimiz (sav) Faşizmi hakikat diye göstermedi, Komünizmi hakikat
diye göstermedi ve burjuva diktatörlüğüne karşı proleter diktatörlüğü önermedi,
Demokrasizmi hakikat diye göstertmedi, Liberalizmi ve Kapitalizmi hakikat diye
göstermedi. Ne de hakikati, müşrikler gelsinler ve kabul etsinler diye asla
eğip bükmedi. Ne bırakın sömürsünler dedi ne de herkes istediğini yapsın ve
keyfince yaşasın dedi. Çünkü KENDİSİ hakikatin kendisiydi. Mutlak zıt olarak
NASIL EMROLUNDUYSAN ÖYLECE DOSDOĞRU OL dedi. Hakikatten de, mutlak ve kesin
kanıtlarla ve hakikatlerle şekillenmiş kutsal davasından da asla vazgeçmedi ve
taviz de vermedi. Eğer isteselerdi Kendileri, faşizmi de, komünizmi de,
kapitalizmi de, liberalizmi de, demokrasizmi de muhakkak toplumuna kabul
ettirebilirdi ve herkeste O’nun sancağı altına muhakkak toplanırdı ama O’na
bunlar emredilmedi. Ki bunları getirmek istediğinde, karşısında durabilecek
hiçbir kimse de olamazdı. O, İSLAM’dı, MÜSLÜMAN’dı. KİTAP ve ÖLÇÜ ile geldi,
ADİL DEVLET için geldi.
Bizler, şeyleri, olguları, hakikatin kaynağından değil,
akademi denilen şarlatanlık yoluyla öğreniyoruz kahir ekseriyetle. Bu yüzden de
hep tökezliyoruz. Çünkü akademi denilen illet lafı çoğaltarak, hakikati laf
kalabalığında boğar. Akademi namussuzdur. Size hakikati anlatırmış gibi yapar
ama aslında, o, sizi sığlıkta, kuru kavramlarda boğmakta ve resmiyete
alıştırmaktadır. Çünkü bin kelime söyler ama içinde bir hakikat barındırmaz.
Böylece insanları yontar, budar, cüceleştirir ve yozlaştırır. İnsanlık tarihine
bir göz atınız lütfen, toplumsal eylemleri ve değişimleri akademisyenler değil
akademi dışında ki beyinler gerçekleştirmişlerdir zımnen. Evet, liderlik etmiş
tipler öncü rol oynamışlardır ama onlara yol ve yön tayin edici olanlar akademi
dışındakilerdir. Akademi boştur, kuru edebiyattır, saçma felsefi kırıntılardır,
laf düzenbazlığıdır, saf cerbezedir. Ne akademiye inanın ne de akademisyenlere
güvenin. O dünyanın içinde, kendisinde bir işaret gördükleriniz varsa bile,
onlar, o dünyaya tam anlamıyla teslim olmamış olanlardır, illa budanmamış,
yontulmamış bir tarafları vardır. Bilakis, akademiye teslim olmuş olanlardan
asla bir cacık olmaz, bu kesinlikle bilinmelidir. Bugün bizim asıl
sorunlarımızdan biri akademi sorunudur. Sorunlarımızın çözümsüz kalmasının en
büyük sebeplerinden biri budur. Akademi hakikatten asla hazzetmez. Çünkü
hakikatin olduğu yerde iş yapamaz ve bocalar kalır, seviyesizliği,
düzeysizliği, saçmalığı beliriverir. Akademisyen, lafı inceltir ama bin laf
etse de hiçbir şey söylemez. Hakikat adamı ise sözü tabir caizse odun gibi
söyler ama tek sözle çok şey söyler. Müslümanların yapmaları iktiza eden bir
şey vardır; ifrattan ve tefritten kaçmak, vasata sığınmak, İslam ahlak ve
adaleti temelinde yani Kesin Kanıtların (Hadid-25) belirleyiciliğinde, etkisi
tüm evrende makes bulacak bir devrime öncülük etmektir. Bugün, Müslümanların,
en hayati vazifelerinden ve sorumluluklarından birincisi budur kanımca. Ve
değerleri sıfırlayıp, yeniden, Kutsal Yasalar yani Kesin Kanıtlar temelinde,
tüm insanlığı kapsayan ve kuşatan değerler üretmektir. Çünkü var olan değerler
tefessüh etmiştir ve hiçbir derde derman olmamaktadır. Ya da insan çürüdüğü
için değerleri de çürütmüştür, bu yüzden de yeni bir insan türü ile değerler
yeniden kurulmalıdır. Müslümanlar maalesef özlerini, sözlerini, değerlerini,
karakterlerini, kimliklerini kaybetmişlerdir ve yeniden bulmak zorundadırlar.
İşte tam da bu sebeple yeniden KÖKLERE dönmek şarttır. Ve o eskimez, pörsümez,
değişmez, çürümez, mutlak doğru, Kesin Kanıtlara dayalı kökler temelinde
yeninden kendilerini oluşturmak ve değerlerini kurmak zorundadırlar. Şayet, dünyaya
bir umut, bir ışık olmak ve insanlığın mukadderatında söz sahibi olmak istiyorlarsa.
Çünkü Müslüman, insanlığın ruhudur. Dünya İslam’a ve Müslüman’a muhtaçtır.
İnsanlığın; eskimeyen, çürümeyen, donuk kalmayan, tüm
çağlara hitap eden, mutlak ve muhakkak doğru, değişmeyen ama değiştiren,
karanlığı aydınlığa tedvir eden, öldüreni diriltene döndüren, yol keseni yol
gösteren yapan, mutlak yeni ve hep yeni olan, kesin kanıtlardan beslenen bir
SÖZ’e ihtiyacı vardır. O söz, ölü insanlığı diriltecek, çürümüş dünyaya ruh ve
anlam katacaktır. Ahlak ve Adalet Devrimi neticesinde tesis olunacak ve mutlak
yasalar ekseninde işleyen pak ve etkin vicdanla varlığını idame ettirecek Ahlak
ve Adalet Devletinin de temeli olacaktır o SÖZ. O söz, Kur’an’dır. O sözü bir
bayrak gibi, bir sancak gibi taşıyacak ve o yüce devrimin öncüsü olacak olanda
İslam Milletlerinden bir millet olan Türk Milletidir, böyle olmalıdır. Tabi bu
ulvi şana ve şöhrete, bu soyluluğa, bu asalete, bu yüce ödüle de layık
olmalıdır önce. Türk Milleti, başka bir sözün bayraktarlığını yapacak kadar
düşemez, düşmemelidir. Türk Milleti bu SÖZ’le dirilmiş ve insanlığı
diriltmişti, bu SÖZ’den koptuğu zaman düştü ve yeniden kalkışı bu SÖZ’le
olacaktır. Başka hiçbir yolu yoktur. Yükseliş ve yüceliş ancak ve ancak bu SÖZ
sayesinde kabil olacaktır. Bilakis, tarihin çöplüğüne atılmak vardır kaderde. Şu
an bunca çürümüşlüğe rağmen eğer hala var olabiliyorsa, bu SÖZ’e yalan yanlışta
olsa tutunmasından dolayıdır. Ya bir de namusluca, olanca haysiyeti,
hassasiyeti ve hissiyatı ile tutunsa neler olamaz ki. SÖZ’ü elinden alındığı an
ÖZÜ tefessüh etmeye başlamıştı, Türk Milletinin. Türk Milleti, insanların
devletin kölesi olma oyununa aracılık edemez, birkaç komprador itinde kölesi
yapmaz çocuklarını. Maalesef millet olarak çok yozlaştık, bozulduk, adeta
çürüdük, nihayette kendimizi kaybettik. MUTLAK VE KESİN KANIT OLAN SÖZÜN,
gövdemize ağır gelmesinin tek nedeni budur. Türk’ün ruhu normalde tüm şeytani
ideolojileri kusar amma o ruh çürüdüğü için maalesef böyle olmuyor. İnsanlığın
ve evrenin aydınlığı, hamisi, dostu, kardeşi olan bir millet, nasıl olurda
insansızlık üzerine kurulu olan kirli ve kanlı ideolojilerin taşıyıcısı,
yaşayıcısı, yayıcısı olabilir? Bu kabil değildir, olamaz, olmamalıdır. Ne
komünizmde, ne kapitalizmde, ne liberalizmde, ne demokrasizmde ne de başka
türlerde insan yoktur. Bunlar insani yaratımında celladıdırlar. İnsanlığa,
sömürü, zulüm, katliam, adaletsizlikten başka ne vermişlerdir Allah, kitap,
vatan, namus aşkına? Birazcık dürüstlük ve samimiyet lütfen!
İnsanlık, İSLAM’dadır ve insanlığı düştüğü yerden kaldıracak
ve yeniden yepyeni bir dirilişle diriltecek olan İSLAM’dır. İnsan,
kullanıldığının farkında değildir. Kendisi, kirli ve kanlı çıkarlara ulaşmak
için acımazsızca kullanılmaktadır. Fakat suçlu kendisidir. Çünkü sen kendine
değer vermezsen, kullanıma açık olursan, kullanan çok olur. Kendi bütünlüğünü
oluşturmalı ve kendisine bir bütün olarak değer vereni bilmelidir. İnsan,
kendini yüceltenden kaçıyor ve kendini düşürene sığınıyor. İnsanı, insan olarak
gören ve değer veren İslam’dır ama insan İslam’dan yani kendisinden
kaçmaktadır. İnsanı, hayvan yerine koyan ve değersizleştiren, düşüren
ideolojilerdir ama insan yine de ideolojilere sığınmaktadır. Misal, kapitalizm
de ve komünizm de insan diye bir şey yoktur. Eğer üretirsen değerlisindir
birinde, eğer tüketirsen değerlisindir öbüründe. Haddizatında değerli olan sen
değilsin, üretirken ve tüketirken kazandırdığındır. Sen basit bir nesnesindir
ve edilgen bir konumdasındır. Belirlenirsin ama belirleyemezsin. Oysa filhakika
sen öznesin, asıl olansın, etkensin ama bu ideolojiler senin bu yüceliklerini
yok etmektedir. Yani senin fıtratını tahrip ve tahrif etmektedir bunlar. Her ne
varsa senin içinken, sen her ne varsa onlar için oluyorsun. Yani denge ve ölçü,
bunların terazisinde yoktur. Yani bunlar dengesizliğin zirvesidirler. Peki
denge, ölçü, düzen nerededir? Şüphesiz ki İSLAM’da. Maddeye ulaş ama kölesi
olma. Çalış kazan ama paylaş. Kazan ama kazandıklarına taparak değerini
kaybetme ve kendini düşürme. Mülkün sahibini unutma. Muhtaç olanları gözet,
ihtiyacından fazlasını toplumsal üretimde kullan ve yoksullarla paylaş. Tabi
önce bunu zorlanmadan yapabileceğin diri ve etkin vicdanı oluştur kendi
benliğinde. Çünkü bunu yüce gönüllülükle yapabilmelisin. Zira ancak bu şekilde
devam ettirebilirsin bu davranışını, bilakis zorlamayla bir yere kadar
götürebilirsin ve bir yerde ya da zorla yaptıran yapı yok olduğunda bu
davranışında yozlaşır ve yok olur gider. İSLAM ne yüce bir nimettir. En güzel
tarafı da, insanda, hesapsız, umarsız, çıkarsız işleyecek bir VİCDAN
oluşturabilmesidir. İslam haricinde hiç ama hiçbir şey bunu asla ve kata
yapamaz.
Maalesef dehşetli bir bilinçsizlik ve bilinçsizliğin
doğurduğu duyarsızlık var. Karakter yok. Kalite yok. Ehliyet yok. Değerler
tükenmiş ve değerden düşmüş insan. Akıl, bilim, ilim, bilinç, şuur, basiret,
feraset yok. Yön göstericilerin yönü yok. Haysiyet, hassasiyet, hissiyat
kaybolmuş. Bu erdemlerin olmadığı bir yerde elbette ideal ve dava da yok. Müthiş
bir kıskançlık ve kompleks tüm güzellikleri kasıp kavuruyor. Ne dert var ne de derman aranmaktadır. Herkes
bir yol tutturmuş gitmektedir ve konforunun da bozulmasını istememektedir. Evet,
kimsenin konforunu bozmaya hakkımız yoktur diyebiliriz ama o zaman konfor
derdinde olanların da şikâyete hakları olamaz. Ki, aslında, bir yerde de, konforların
da bozulması, birilerinin rahatsız olması iktiza ediyor. Maalesef bu halet-i
ruhiye ile insanlığa ve dünyaya vereceğimiz hiçbir şey olamaz. Müslümanların
muhakkak kendilerine gelmeleri gerekiyor. Çünkü kendine gelmeyenlerin insanlığa
ulaşmaları kabil değildir. DOSDOĞRU OL emrine kulaklarını, vicdanlarını,
akıllarını kapayan Müslümanlar EPEĞRİ olmuşlar maalesef. Dertsiz bir Müslüman
ha vardır ha yoktur, hiçbir farkı yoktur. Dünyaya o kadar alışmışız ki, mutlak
olarak dünyacı olmuşuz. Biteviye konuşuyoruz ama icraat sıfır. Bilgi
depolamışız ama içinde hakikat yok. Bilginin kaynağı bizim değil.
Kavramlarımıza yabancılaşmışız. Tamamen, kapitalist dünyanın verileriyle
yaşıyoruz. Böyle olunca hayatımızda saçmalıklarla lebalep dolmuş. Yani kendimiz
değiliz. Haddizatında başkası da değiliz. İşin özü, ne olduğumuz belli değil. Tarifsiz
bir cehaletin tutsaklarıyız. Kendimizi akıllı sanmamız bile bizi bu cehaletten
âri kılmıyor maalesef. Vallahi de, billahi de, tallahi de cahiliz. Birkaç bilgi
kırıntısı ile bilgili olduğumuzu sanmamız sadece alıklığımıza dalalettir. Derin
düşünme sıfır. Analiz kabiliyeti sıfır. Olaylara bakış açısı sıfır. Kendi
köklerimize ait kavramlara hâkimiyetimiz sıfır. Saygı, edep, samimiyet,
anlayış, müsamaha gibi erdemler handiyse kaybolmuş. Namuslu insanın zerre
kıymeti yok. Kim ne derse desin yok, aksini söyleyen dünyanın en büyük
yalancısıdır. Bilgi değil cehalet daha itibar kazandırıcı. Varolmak değil
gölgede yaşamak daha tercihe şayan. Konuşan değil susan daha muteber. Güvenilir
insan alelade insan, güven vermeyen insan işini bilen zeki insan. Böyle olmaz,
böyle de gitmez. Bunlar bizim mevcut gerçekliğimiz. Ya ahlaklı olacağız ya da
ahlaken düştüğümüzü kabulleneceğiz ve kalkmaya gayret edeceğiz. Dürüst değiliz
kimse kusura bakmasın. Birbirimize karşı da ne samimiyiz, ne saygılıyız ve ne
de anlayışlıyız. İşimiz gücümüz sahtekârlık. Birbirimizin kuyusunu kazmak.
Bizim dışındakilerde bir güzellik varsa onu budamak, yok etmek, görünmez
kılmak. İşimize gelince Müslümanlıktan dem vururuz. İşimize gelmezse oralı bile
olmayız. Ne acıdır ki, Müslümanlığımızı çıkarlarımıza alet eden birer
zavallıyız. Oysa nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım Allah’ın
huzurundaymış gibi olmamız gerekiyor. Karanlık dünyamızı sarmışken, karanlık
dünyaya nasıl ışık olabileceğiz bilmiyorum. Çok üzücü ama yapacak bir şey de
yok gibi. Hayatlarımızdan, tavırlarımızda, laflarımızdan (henüz söz sahibi
olamadık) resmen sahtekârlık fışkırıyor. Hülasa; ne kadar da Müslümanlık
iddiasında olsak bile, İSLAM, hayatımızdan çekilmiş durumdadır, mutlak hakikat
budur. Neyse geçelim!
Bir kişi, ilk evvelde, kendi dünyasında hakikati hâkim
kılacak, sonra ailesinde hâkim kılacak, sonra çevresine etkide bulunacak, daha
sonra da toplumda hakikatin hâkim olması için gayret edecek, nihayetinde de
insanlık âleminde hakikatin hâkimiyeti için mücadele verecek. Toplum
zindanından çıkıp kendi benliğini inşa etmeyen insanın, insanlığa verecek
hiçbir şeyi olamaz. Toplumun çürümüş ve çağı idrak edemeyen benliği ile var
olmaya çalışanlar tersine yok olmaya doğru giderler. Kurtulacaksın bebeğim,
seni eriten, çürüten, tüketen, bitiren tüm zindanlardan. Ta ki, Allah’a saf
akılla, berrak gönülle varana dek. Orucu niye tutarsın ki? Namazı niye kılarsın
ki? Zekâtı niye verirsin ve nasıl vermen gerekir ki? Kelime-i Tevhid ve Şahadet
ne demektir ki? Hacca niçin gidersin ki? Bunca zamandır bu kutsal yasaları
hayatında tatbik edersin, peki hani kendine geldiğin, kendini bildiğin ve
olduğun! Hayır, sen bunları basit birer gelenek haline getirmişsin ve bu telakki
ile ifa ediyorsun. Sana bir şeyler katmıyor bunlar, bilakis değerleri
kirletiyorsun ve sevimsizleştiriyorsun sümmehaşa. Çünkü artık hayatında basit
birer alışkanlık olmuş tüm bunlar. Dirilmen gerekirken bunlarla, daha da
uyuşmuşsun. Çünkü artık bir uyuşturucu haline gelmiş senin için. Peki
diriltmeyen ve bu dünyada sana hizmet etmeyen din, ne zaman diriltecek ve
hizmet edecek? Oysa sen, dini, çıkarlarına alet ederek dindarlığını kaybedip,
dincilik sularında demir atmışsın. Kurtul bu çıkmazdan bebeğim! Dünya sana
benzemesi gerekirken sen dünyaya benzemişsin. Oysa dünya karanlıktır, kirlidir,
batıktır, çamurdur. Sen güneşi kaybetmişsin bu karanlıkta devr-i âlem yaparken.
İdeolojiler seni öldürmüş bebeğim! Bugün yaşadığın şey, kesinlikle din değildir
bil bunu ve kendine gel. Ya ol ve bitsin bu zillet, olamıyorsan da öl gitsin ve
yine bitsin bu zillet. Doğru yere varmak istiyoruz, ama attığımız tüm adımlar
yanlış, peki nasıl varacağız menzile bu adımlarla kardeşim? Ve ayrıca yorgun
adımların kurbanıyız. Ama yarınlar, yorgunların değil atılganlarındır bebeğim! Dünyaya büyük bir hevesle ve kirli zevklerinle
bakıyorsun, oysa dünya ibretle izlenecek fani bir evdir, zira burada baki
değilsin sen ve arzuladığın zevkler.
Ürettiğin ve tükettiğin kadar değil, değerlerin kadar
değerli ol. Ve sana değer veren tek şeyin İSLAM olduğunu kesinkes unutma!
Burada küçük gibi görünen ama sonsuz büyük bir misal vermek iktiza ediyor.
Çünkü tam yeridir. Şöyle ki; kadın, adeta, basit bir meta gibi alınıp satılıyor
mu? Sıkıyorsa yalanlasın bunu tek bir kişi. Peki, İslam ne yapmıştır? Alınıp
satılan ve adeta köle gibi kullanılan, onuru, itibarı, şerefi beş para edilen kadının,
ayaklarının altına cenneti koymuştur. İşte bu kadar sarihtir hakikat ey cahil!
Geçelim! Sahip olduklarının gerçek sahibini bil ve saklama sahiplendiklerini. Sana
ne geliyorsa, senden de gelen yere gitsin. Zira gelen yeri kurutursan,
kurumaktan kurtulamazsın. Ahlaklı çalış, ahlaklı kazan, ahlaklı harca, ahlaklı
paylaş. Hülasa, ahlaklı yaşa. Kazandığın, kibre yol açmasın ve kibrin seni,
kendine müstağni göstermesin ki kazandığınla haddini aşma, tanrılığa yeltenme.
Yürek devletini kur ki, milli devletini de kurabilesin. Ve o devletinde ki
kurumlarını, ahlak ve adalet temelinde işletebilesin. Sömürücüleri, zalimleri,
hanileri sallandırmakta müsamaha göstermeyesin. Zalime insaf, mazluma zulümdür,
ihanettir zira. Bunu yaptığınız zaman tek bir tiran namussuzca hareket
edemeyecektir. Herkes hak ettiğini mutlaka alacaktır, almalıdır. Ne köle
olacaksın ne de köleleştireceksin. Devlet ahlaksızlığa ve adaletsizliğe dümen
kırarsa, işler şirazesinden çıkar ve palazlanan tiranlar olur. Hazine
herkesindir; ne devletindir ne de kompradorların çifliğidir. Hazine tiranların
yemliği olduğu zaman, her türlü isyan haklılık kazanır. Anarşi kasıp kavurur
ortalığı. Yoksullar kolayca tuzağa düşerler. Toplumda ki uçurum, dengesizlik ve
ölçüsüzlük, her şeyi uçuruma yuvarlar. Devlet, Allah’tan sonra ki en kudretli
olandır. Zalimlere kan kusturmalıdır iktiza ettiği an. Zalime merhametten
kötülük tevlit eder. Çünkü zalime merhamet, mazlumu şeditleştirir. Mazlumda ki
merhameti yok eden devlet en büyük felaketi davet etmiştir. Çünkü zalimde zaten
merhamet olmaz. Mazlumun canını bile koruyamayan devlet, zalimlerin devasa
servetlerini koruyorsa, o servetten toplum adına da icap eden payı söke söke
almalıdır. Gerekirse zecri yöntemlerle. Garipten vergiyi tam alıpta, servet
avcılarından almaya çekinmek namussuzluktur. Bu vicdanları kanatır ve kanayan
vicdanlar kanlarını muhakkak topluma doğru akıtacaktır. Bunun ne demek olduğunu
da herkesten iyi devlet bilir! Vergi alımında adalet gözetilmezse, toplum
bünyesi sarsılır ve toplumsal birlik o an yok olur ve toplum dağılır. Tek kuruş
vergi kaçıran ya da buna yeltenen komprador it darağacında sallandırılmalıdır
muhakkak. ‘’İmkânım el verseydi, zenginlerin midesine inip, kanlarına karışan,
yoksula ait her hakkı ellerimle söküp çıkarırdım’’ diyen Hz. Ali gibi bir
halifenin takipçileriyiz biz. Bunu unutmayın lütfen ve söylediklerimi de bu
bağlamda değerlendirin sevgili kardeşlerim! İSLAM=ADALET tir.
İnsan, şeyleri, bireysel bakış açısıyla ve içsel
gözlemlerine göre algılar, anlar ve yorumlar, yorumladığı minvalde de düşünce
geliştirir. Her insantekinin, nev-i şahsına münhasır bir zihinsel evreni
vardır. Aksi olsaydı, insan, esaretin zincirlerini kırıp atamazdı. Binaenaleyh,
hür olmayan insan içinde imtihan olgusu anlamsızlaşırdı. Ve bir kutup, diğer
kutbun üzerinde süresiz hâkimiyet tesis edebilirdi. Belki de, insanteklerinin,
farklı tabiatlarda var olmalarının en büyük hikmeti budur. Allah, tüm kullarını
farklı seciyeler üzerine halk etmiştir. Her kul, apayrı bir küçük evrendir.
Duygu boyutuyla, düşünce boyutuyla, hayal boyutuyla her biri bir diğerinden
tamamen farklıdır. Akledenler için, burada ince ve derin hikmetlerin olduğu
aşikârdır. Lütfen bir anlık düşünün bakalım, nereye varacaksınız, hayvanlarda
ki ortak karakter benzerliği insanlarda olsaydı, insanlar da, sürüler halinde
güdülebilirdi. Akıl yok, irade yok, ihtiyar yok. Bir hayvana bakın, tüm
hayvanları görün. Hadi bir insana bakıpta tüm insanları görün de göreyim sizi!
Her insan ayrı tahlili iktiza eder. Evet, insanları bir ülküde birleştirip
yönlendirebilirsiniz ama bu tamamen farklı bir durumdur ve mevzubahis olan
temel farklılığı yok edemez. Ha bu
farklılık, elbette, mutlak ve kutsal yasaların, tüm insanlığı bağladığı
hakikatini de değiştiremez. Burası da ayrı bir durumdur. Çünkü mutlak hakikat,
şahıslara göre değişmez. Şahısların farklılığı ayrıdır, hakikatin her bir şahıs
için bağlayıcılığı ayrıdır. Herkes için mutlak hüküm mevkiinde olan kutsal
yasalara ihanet etmek ya da o hükümleri yok saymakta imtihan olgusunu refetmek
anlamına gelir. Böyle bir durum fıtrata mugayirdir, haddi ve hududu aşmaktır. Benzersiz
ve eşsiz olan sadece Allah’tır. Farklılıkları tesviyeye yeltenmek, hür iradeyi
iptal etmektir. İnsanın kabiliyetlerini budamaktır. Ferdi varedişleri yani var
olan ama varlığı saklı olup var edilmesi yani görünüre çıkartılması insana
bırakılmış olanları ortaya koymaları yok etmektir. Hülasa, insanı, hayvanlık
derekesine düşürmektir. Ki dine düşman olan her batıl düşünce de, esaslarında,
insan fıtratını ittihaz etmemektedir. Farklılıklara tahammül edememektedir ve
bu yüzden de insanı hayvan gibi tek ortak karaktere mahkûm etmek istemektedir.
Böylece daha kolay şekilde istediği kalıba sokabilecek ve istediği yöne
çevirebilecektir.
Bir durum netleştirmesi yapalım: Allah, dinli dinsiz tefriki
yapar mı? Tüm mevcudatı ihata eder mi? Nimetleri ve yasaları herkes için midir?
Kaçanın; kaçtığı yerde, kaçacağı yerde O’nun mülkü müdür? Peki, yeryüzünde
tanrıcılık oynayan şarlatan tiranlar böyle midirler? İnsanları tefrik ederler,
sadece kendi küçük çevrelerini muhasara altına alabilirler, ki bu da ancak
zecri yöntemlerle kabildir. Ne herkesi doyuracak nimetleri vardır ne de
herkesçe kabul görecek yasaları. Bir tirandan kaçan diğerine iltica edebilir. Münhasıran
bu detay bile, Allah’a, kayıtsız şartsız, perestiş etmenize kifayet edecektir. Ama
akledebilmek iktiza eder. O, yeryüzü sofrasını herkese açmıştır. İstediğin
verilir ama çalışmak kaydıyla. Dinli çalışmaz alamaz da, dinsiz çalışır alırsa,
burada bir paradoks yoktur. Çünkü sofra, çalışana açılır. Ve kutsal yasalar
münhasıran Müslümanlara matuf değildir. Nimet nasıl herkese ise, tabir caizse
külfette herkesedir. Nimete gülümseyipte, külfete sırt dönmek haysiyetsizlikle
eşdeğerdir. Sofra bahşedildiyse, Kutsal Yasalar da açık edilmiştir. Yani
Müslüman yükümlüdür de başkası değildir anlamı çıkaramaz hiçbir kimse. Binaenaleyh, hitap herkesi ihata eder.
Değerlendirme, tüm insanlığı kapsar, tefrik yapmadan. Misal, bitevi, Müslümanlar şiddetli şekilde
eleştirilir velakin esaslı kompradorlar teğet geçilir. Burada adalet ve ahlak
yoktur. Bu işler; ben bilirim, ben dedim oldu türünden saçmalıklarla olmuyor
bebeğim! Ya da bir taraf, bir hakikate
davet edilirken, o hakikatin özü saklı mı tutulmalıdır? Müşrik, dünyanın sahibi
olsun; ahiret bize kifayet eder gibi bir çıkarım ne kadar tutarlıdır? Son
zamanlarda piyasaya açılanlar, birkaç yıllık var olanlar, yani dini komünizme
payanda kılmak isteyenler, bitevi bu söylemlerle ortaya atılıyorlar ama çürük
yolda ilerliyorlar. Sürekli İslami tarafı itham etmek kaybettirir, samimiyeti
katleder. Oysa adalet yaratıcıdır, dirilticidir, sahiplenilmeyi tevlit eder.
Müslümana, mülksüzlüğü telkin et ama diğer yandan her türlü yolla mülke hâkim
olmaya çalışanlara sus pus ol. Bu katıksız alıklıktır bebeğim! Ya da sürekli
Müslümanları tenkit et ama devasa servetlere sahip komprador itlere tek laf
etme. Bunu yapmakla göze gireceğinizi düşünüyorsanız, o gireceğiniz göz
şeytanın gözü olur ancak, Müslüman kimliğine sahip olanların değil, ki böyle de
olmaktadır. Tıpkı İslam’ı tahrif ederek ve cihad tarafını törpüleyip
ılıklaştırarak kapitalizme payanda yapmak istenler gibi, bunlar da onlar gibi
aynı yoldadırlar zira, farklı taraflara göz kırpsalar da. Ki özünde ise, ikisi
de aynı merkeze göz kırpmaktadırlar ama bundan bihaberdirler. Müslümanların
başına bin türlü çorap örüyorlar kirli tezgâhlarda. Bir Müslüman, şeytaniler
tarafından övülmeye başlandığı an, hakikatten çark ediyor ve artık denge
tuzağına düşüyor. Ne şeytana vuruyor, ne de Müslümanı sahipleniyor artık.
Filhakika, vazifesi ise, yanlışında uyarmak, doğrusunda savunmaktır. Şeytaniler,
İslam’ı ve Müslümanı tanımlıyorlar ve Müslümanları zımnen istedikleri yöne
kanalize ediyorlar. Maalesef bu tuzağa da düşülüyor. İslam şudur dendi mi,
artık ona göre hareket ediliyor ve gerçek İslam ifade edilemiyor. Müslüman şudur
dendi mi, hiçbir Müslüman o tanımın dışına çıkamıyor, korkuyor. Ne dehşetli ve
lanetli bir kumpastır bu. Küfrü, şirki bile eleştiremez hale getiriliyor
Müslüman. Hak, batıla kurban ediliyor artık. Müslüman bir münevvere, sen nasıl
bir münevversin dendiği an, dudaklara kilit takılıveriyor. Şeytanın kucağına
düşülüyor o anda. Ama düşman, istediği gibi koşturuyor bu arada. Maalesef
gözlerimize perde inmiş. Nefisler okşanarak, kafalar ve kalpler zincirleniyor. Neymiş
efendim, İslam emperyalizme muhalifmiş, Müslüman ahlakçı ve adil olurmuş. Hayır
diyen mi var? Tabi bunun ardı var. Bu arada Müslümanların da artık
kapitalistleştiklerinden dem vuruluyor ve böylece araya bir nifak sokuluyor. Ki
oyuna da düşülüyor ve kulluk toprağına tefrika tohumları ekiliyor maalesef.
Haklı olunsun ya da olunmasın. Tamam, kapitalist olmaması iktiza ederken
kapitalistleşen Müslümanlara vur ama temelinden kapitalist olanlara sessizlik
ve tepkisizlik niçindir? İşte burada ki derin ve ince tezgâh ihsas edilmiyor ne
hazindir ki. Müslüman, Müslümana vurduruluyor ve Müslümanlara, Müslümanlar
tavassutu ile egemen olunuyor ne yazık ki. Hayatta, tarihte karanlık değildir.
Ne kadar da karartılmaya çalışılsa da. Olayları saptırma gibi bir gayret
içindeysem namussuzum. Hayır, böyle basit biri olamam. Ama hakikatleri izhar,
izah etmek ve ikaz etmekte İslami-İnsani sorumluluğumdur. Bilakis, ateş
korkutur beni ve şeytanın oyuncağı olmaktan da iğrenirim. Dilimden dökülen her
söz, aklıma vura vura, yüreğimi kanata kanata dilime gelmektedir. Mutlak
hakikatim gibi bir iddiam yok ama izlediğim kötü filim budur. Elbet, Müslüman
kimliği altında emperyalizme uşaklık edenler vardır. İnsandır ve bu müptezel
tavrı göstermesi kabildir. Ama bu tiplerin de zaten Müslümanlık gibi bir
dertleri, İslam gibi bir davaları yoktur. Onlar küresel şeytanın küresellik tezgâhına
düşen kuklalarıdırlar. Bunlar göze sokularak, tüm Müslümanları itham etmek
kahpeliktir. Bu tipler, İslam’ı tahrif ve tahrip ederek, şeytanın istediği
İslam’ı türetmeye çalışan ve şeytanın topraklarında, kendi toprağından bihaber
yaşayan tiplerdir. Ayrım burada yapılır ve dürüstçe yapılır. Bir yerde hayat
fikirler temelinde de yürümüyor ki bebeğim! İstihbaratlar ve iktidarlar
savaşıdır hayat bir yönüyle ama etkin yönüyle. Ve kimse de göründüğü kadar cesur
değil. Faraza Müslümanlara kızdık ve kardeşlerin saflarından ayrıldık. İktidar
diye bir dünya gerçekliği de var. Katı ve sertlik ihtiva eden gerçeklik olsa
da. İktidar olan millet kaderine de etki ediyor mu? Peki, Müslümanlar bir
kenara atıldı, kim iktidara hâkim olacak? Lafa bakarsanız emperyalizm
düşmanları, peki böyle bir şey kabil midir, yani hakikaten
anti-emperyalistlerin gelmesi? Diyelim ki, güya antikapitalistler ya da daha
açık ifadeyle komünistler geldiler, bunların mutlak ve kadim değerlere bakışı
nasıldır? Hayır, cevabı biliyoruz ama laf olsun kabilinden soruyoruz, bizim
alıklara. Onlar melek, Müslümanlar şeytan, öyle ya. Öyleyse, hakikaten adil ve
ahlaki bir devlet tesis ederler değil mi ya? Oysa insan insandır, nasıl
düşünürse düşünsün insandır neticede. Nefis birinde varda, diğerinde yok
değildir. İslam’a anti olanlar gelince ülkemiz cennet mi olacak? Zulüm son mu
bulacak? Barış, paylaşım, kardeşlik, birlik mi egemen olacak insanlık toprağında?
Kötülüklerin kaynağı Müslümanlar öyle diyorsunuz yani. Bunlar derin, ince ve
netameli manipülasyonlardır dostlarım. Akıllılık değildir bu, bilakis derin
akılsızlıktır, mutlak cehalettir. Başınıza ne gelirse, ellerinizle,
dillerinizle işlediğiniz ve davet ettiğiniz kötülükler yüzündendir. Kendi
ellerinizle, kendinizi, zalimlerin karanlık zindanlarına atmayınız!
Bir evrende yaşıyoruz. Üstelik insan ile şeytanın iç içe
yaşadığı bir evren. Zalimler var ve zulümle lebalep bu evren. Vahşi
kapitalizmin hüküm sürdüğü bir sistem var dünya yüzünde. Böyle bir sistem de,
Müslümanlara, işte İslam’ın umdeleri şunlardır ve siz bunlara göre yaşamak
zorundasınız, çalışmanız da, kazanmanız da bu umdelere göre olmalıdır deniyor.
Evet densin ama burada netameli bir tuzak var. Şöyle ki; sisteme hükmeden
kompradorlar, kuralsız, kaidesiz, hesapsız, kitapsız yaşıyorlar, çalışıyorlar
ve kazanıyorlar ama Müslümanlara gelince işin rengi değişiveriyor. Böyle bir
tavır, Müslümanları alık yerine koymak olmuyor mu? Buradan şu çıkarım yapılmasın;
biz, Müslüman namussuz olsun, helal haram ayrımı yapmasın, keyfince yaşasın, gasp
yapsın, ahlaksız olsun demiyoruz. Diyoruz ki, egemen olan sistemin kaideleri de
göz önünde bulundurulsun yani Müslüman akıllı, uyanık olsun. Hiç olmazsa,
mevcut kaidelerin bilincinde olsun ki, kutsala yasalara mugayir hareket etmeden
yaşamasını becersin. Tabi aynı zamanda mevcut sistemi ve kaidelerini de
değiştirme gayreti içerisinde olmalıdır muhakkak. Mutlak ve Kesin Kantılar
ekseninde Adil ve Ahlaklı bir sistemin tesisi için mücadele etmelidir. Kapitalizme
göre ala fakat İslam’a kaidelerine göre sat, nedir bu? Zımnen, Müslümana, sen,
yok ol demektir bu. Komprador itlere de dilediğince geç git demektir. Peki,
Müslüman aptal mıdır? Temel ve kadim değerlerine mütenasip yaşa ama müteyakkız
da ol. Denge, ölçü gerek yani. Sistem içinde yaşamak zorundasın ama o sisteme
uyum sağlamak, alışmak zorunda değilsin. Yaşarken, yok etmek içinde
yaşayacaksın. Ahlaklı ol, adil ol ama tuzağa düşme. Bil ki, Allah, sana mutlaka
doğru yolu gösterecektir. Sistem yanlış deyipte, o sistemi değiştirmek yerine o
sisteme uyum sağlamak, alışmak ve alışıp gitmek namussuzluktur. Yanlış sistemde
o yanlışları bahane ederek kazan, kanlan, canlan, palazlan ama giderek o
sistemle uyuş, kaynaş ve öylece yaşa git ama bir diğer taraftan da İslam’dan
söz et, Müslümanlıktan dem vur, işte bu katıksız kahpeliktir, şeytanlıktır.
Allah, bunu onaylamaz. Bu mutlak münafıklıktır. Müslüman, şeytani sistemle
uyuşamaz, kaynaşamaz, bilakis o sistemi yerle yeksan etmek için vardır
Müslüman. Elbette çalışacaksın, üretecek ve ürettiğini satıp kazanacaksın.
Başka türlüsü muhaldir. Hayat, zaten çalışmak ve gayret etmek değil midir? Kazandığın
serveti, şeytani bir komprador olup, mazlum insanlara tahakküm etmek, topluma
baskı kurmak ve tağutlaşma yolunda kullanmak adiliktir. Sana dosdoğru olman
buyurulmuştur. Hûd Suresi 112. Ayete bakınız lütfen. Müslüman, ahlakın ve
adaletin ikamesi adına vardır. Aksi sözkonusu bile olamaz. Paylaşacak, sömürüyü
yok edecek, faizi ilga edecek Müslüman. Bizim esas sıkıntımız buradadır. Bunu
bir çözsek, önümüzde kimse duramaz ve hiçbir şeytani sistem ayakta kalamaz
Allah’ın izniyle. Kazananlar ve kazandıkça şımarıp kendini müstağni görenler,
vehleten değişiveriyorlar ve hemen şeytani sisteme intibak ediyorlar ve nihayet
kendilerini kaybediyorlar ve şeytani sistemin en azılı müdafi oluyorlar ve
üstelik diğer insanları da sisteme bağlamaya gayret ediyorlar. Nihayet şeytani
sistemi yok etmek için değilde tam aksine tahkim etmek için varoluyorlar. Utanılacak
bir durumdur bu. Ahlaksızlık, namussuzluk, şerefsizliktir. Karunvari,
Firavunvari, Hamanvari yaşamak İslam’a mutlak ihanettir. Kazanımlarımızı
kaybetmek zor geliyor, paylaşmak ise kabil olmuyor. Oysa paylaşmak, hem
çoğalmaktır hem de güçlenmektir. Çünkü paylaşmak kardeşliği pekiştirmektir. Ki
Müslüman asla statükocu değildir, tam zıttına devrimcidir. İşte bizim mutlak ve
muhakkak olarak karşı çıkmamız iktiza eden yön burasıdır; Müslüman asla şeytani
sisteme alışamaz, bu sistemle uyuşamaz ve bu sistemin bakası için mücadele
edemez. Aksine bu sistemi paramparça etmektir yegâne vazifesi. Varoluşunun
mutlak gayesi budur. Olayları tahrif edemeyiz. Kardeşlerimizi ahlakilik
temelinde uyarmalıyız. Kardeşlerimizi düşman belleyip, onlarla mücadele etmek
şeytana yol vermektir. Şeytanın saflarında yer alamayız. Kardeşlerimize kin
kusamayız. Şeytanın kucağına oturanlara da Allah ıslah etsin deriz ancak.
Şeytanı otorite bilemeyiz, bilenleri de uyarırız, Allah ıslah etsin deriz. Ki
Müslümanların şeytanı sisteme sahip olmaları da kabil değildir, ancak
kuyrukçuluk yaparlar ki, bu da Müslüman için zillettir, onursuzluktur. Mutlak
sahip olamayacağımız ve ancak azına sahip olabileceğimiz dünya malı gözümüzü
döndürmemelidir. Aslında, zımnen, şeytaniler de buna zemin hazırlıyorlar,
Müslümanları yozlaştırmak ve izzetlerini sıfırlatmak adına. Zira dünyaya tapan
muhakkak yozlaşıyor, yüce değerlerinden taviz veriyor ve tecerrüt etmeye
başlıyor. HÜLASA, BURADA ÇOK İNCE, DERİN VE NETAMELİ BİR TEZGÂH VAR DOSTLARIM!
İyi düşünmek iktiza ediyor. Bir de olayın şöyle bir ayrıntı tarafı da vardır;
bugüne kadar İslam tandanslı siyasi yapılara iktidarın bir verilip, bir
alınması ve iktidar verildiğinde de düzenin dinamikleri, kodları tarafından
bitevi kontrol altında tutulması ve istendik yönde hareket ettirilmesinin
ardında ki gerçek endir acaba düşündünüz mü hiç? DÜNYA HAYATINA ALIŞTIRMAK VE
DÜNYA NİMETLERİNE TAPTIRMAK. Lütfen derin bakınız, derin aklediniz. UNUTULMAMALIDIR
Kİ; dünyaya alıştığınız zaman, zaman içinde dünyacıların çarklarına yağ olur ve
onların çarklarının daha kolay dönmesini sağlarsınız. Dünyaya alışanlar,
dinlerini terkederler.
Ekonomi kanalında ki kaotik ve çelişik telakki, hangi
kanalda ki telakkiye benzer? Elbette ki politik telakkiye benzer. Şöyle ki,
politikanın umdelerini, dünya düzleminde politikaya hükmedenler, kendi arzuları
yönünde belirliyorlar ve Müslümanlara yönelik olarakta zımnen diyorlar ki;
senin bir dinin var ve ona göre yaşamalısın, hareket istikametini tayin
etmelisin. Yani açıkça politika
yapmamalısın, yapamazsın deniyor. Ya sınırları çizilmiş politik kaidelere
ittiba edeceksin ya da çekilip gideceksin. Şimdi sıkı durun; eğer Müslüman
sınırları tayin edilmiş olan politik düzene bir şekilde ittiba etmeye
çalıştığında ise hemen itham ediliyor, hem de münafıklıkla. Hem sisteme uy
deniliyor hem de uyulunca itham ediliyor. Yani Müslümanın politika yapması
istenmiyor arka perdede. Çünkü böyle bir durumda şanslarının olmadığını
görüyorlar, biliyorlar. Takiyye diyorlar, mürailik diyorlar. Hülasa, Müslümanı
alık yerine koyuyorlar. Bu dilemma Müslümanı şaşırtıyor. Ne yapacağını, nasıl
yapacağını bilemeden ve dengeyi ayarlayamadan ya düzene uyuveriyor ya da düzen
dışına itiliyor. Peki, tüm bu derin gerçekleri, güya her şeyi bildiğini
sananlar bilmezler mi? Bilirler ama yine de bildikleri gibi konuşmaya devam
ederler. MÜSLÜMAN ŞUNU YAPMALIDIR BENDENİZE GÖRE; içinde yaşadıkları düzenin
kaidelerine göre yaşarlarken aynı anda o düzeni de değiştirme iradesini
göstermelidirler. Ve zımni işkencelerden kurtulmalıdırlar. Hem hür olmalıdırlar
hem de esir insanlığı hürriyetlerine kavuşturmalıdırlar. Eğer buna
yanaşmıyorlarsa, mezellet ve meskenete layıktırlar. Tabi bu arada bir ince
nüans daha vardır; toplum yapısından önce bireylerin zihinsel yapısı
değişmelidir muhakkak. Eğer bunu yapmazsak, dünya hayatı, bizim için daima
tedenniyat dünyası olacaktır. MÜSLÜMANLARIN MUKADDERATINI MÜŞRİK DÜZENLER TAYİN
EDEMEMELİDİR. Ama bizler sorumluluğumuzu layığı ile yapmalıyız ve kaderimiz,
müşrik yapılara göre yaşamak olmamalıdır. Tarihi bilmiyor değiliz. Şunu
bilmeliyiz kati surette; ister kral olun, ister şah, isterse padişah, hatta
cihanın âlimi olun isterseniz, aziz, kerim, ekmel, yüce kurucu olan Kur’an’ın
mülkiyet hususunda ki emri bellidir ve hep belli olduğu haliyle kalacaktır,
aksi bir durum, tahrifat ve tahribat yapmaktır, hakikatten sapmaktır, İslam’a
ihanettir. Eğer vicdanınıza ihanet etmezseniz, hakikat sarahaten ortadadır.
Yüce Kurucu Kur’an’a bütüncül bir bakış açısıyla bakınız, en ince nüanslara
dikkat kesiliniz, kuru mantığı atınız, sığ telakkilerden uzaklaşınız ve nihayet
Yüce Kurucu Kur’an’ı tertil ve tedebbür ile okuyunuz, vallahi, billahi, tallahi
hakikat apaçık olarak size gülümseyecektir. Çalış. Helal kazan. Çalışana
ücretini teri kurumadan öde. Kazandıklarında ki yoksulun payını ayır.
Kazandıklarını baskı unsuru yapmayacaksın. Kazanç kapılarını başkalarına
kapatmayacaksın. Haramla işin olmayacak. Mutlak sahiplenme iddian olmayacak. Ahlaklı
ve adil olacaksın. Kesin Kanıtlar temelinde, ölçüyü gözeterek, Adil bir düzen
için, Milli bir Devrim yapmak yönünde gayret edeceksin. Kazandıklarını,
kesinlikle ve kesinlikle, müşrik düzenleri yerle yeksan etmek için
kullanacaksın. Bilakis, zillet içinde yaşayacaksın.
İlk evvelde, bir izah yapmam iktiza ediyor ve bu izah,
hayati öneme haiz bendeniz için. Bu yazı dizisine başladığımda, kafamda ve
kalbimde, hep bir acaba ile yaşadım durdum. Vahşi, soysuz, adi, ilkel,
aşağılık, kansız, milliyetsiz, dinsiz, şerefsiz, namussuz ve şeytani
emperyalizmin paydanlığını yapıyor gibi bir algı, telakki oluşur mu zihinlerde
diye tefekkür ettim durdum mütemadiyen. Hakikaten deruni acılara gark oldum.
Kahroldum, mahvoldum. Bırakayım dedim ama yapamadım. Yazmış olmak için değil,
yapmamayı yapamadığım için devam ettim. Çünkü Müslümanım. Bir dünya özlemim var
ve o dünyaya beni ve benim gibileri ulaştıracağına iman ettiğim bir davam var. Ama tüm dostlarımı, şerefim ve namusum üzerine
temin ederim ki, ne gizli ne de açık böyle bir niyetim, düşüncem, duygum asla
olmadı Yüce Rabbimin izniyle ve bilgisiyle. Ki zaten şeytani emperyalizmin
payandalığını yapmam demek, Müslümanlığımın iptali demektir, Allah’ıma
ihanettir, Önderime ihanettir, Kur’an’ıma ihanettir. Ki domuzlaşmam demektir
bu. Zira şeytani emperyalizme payandalık yapmak haddizatında Siyonizm’e
payandalık yapmak demektir. Bu ise, ümmetin kanını döken, kaynaklarını kahpece
yağmalayan eli tutmam demektir. Rabbim muhafaza buyursun. Âmin. Zira insan
olan, İslam olan biri asla emperyalist olmaz, olamaz. Ki yazım da herkesin
önünde zaten. İkilemli tek cümlem yoktur inşaallah. Bu yüzden yanlış telakki ve
algı oluşmamalıdır naçizane fikrimce. Tabi hala içim rahat değil. Yalan değil,
yüreğim acıyor, beynim zonkluyor. Aciz bırakan bir şüphe bu. Tabi bunları
söylüyoruz ama herkes için değil, arada çıkıntılık yapabilecek art niyetli
tipler için. Ama bu algıyı oluşturacak tek bir ima dahi gösterilemez. Böyle bir
hüccete sahip olmadan da yargılamak, en hafif tabirle terbiyesizlik ve seviyesizliktir.
İddian varsa ispatında olmalıdır. Şahit değilsen, tanıklıkta yapma hiçbir
davaya, zira utanç içinde kalırsın. Hissiyatı olanlar anlarlar bunu. Ama şu da
bir hakikat ki, artık müşriklerin düzeninde yaşamak ağır geliyor. Müslümanların
mukadderatını müşrikler tayin edememelidir. İslam Ahlak ve Adaleti temelinde
işleyecek bir düzen istiyorum. Tüm mücadelem bunun içindir. Her şey çürüyor
günden güne. Ki vicdanların çürümesi kâfidir zaten. Çünkü o çürüdü mü çürümeyen
tek şey kalmaz. Ve bu şekilde, ülkem, milletim, devletim, ümmetim ve tüm mazlum
insanlık kaybediyor. Sevgili dostlarım nihayet bir yazı dizimizin sonuna
yaklaştık. Bu yazı dizisini kaleme alırken bu kadar uzun olabileceğini tahmin
etmemiştim ama sağlık olsun, takip eden dostlarıma derin sabırları için sonsuz
teşekkürlerimi sunarım, Allah razı olsun her birinden. Varlığım, ülkemin,
milletimin, devletimin, ümmetimin varlığına armağan olsun. Rabbimin dinine,
davasına feda olsun. Evet, ideolojileri tanıdım ama ideolojik bir karakter
olmadım asla. Badema da olmam kabil değil. Rabbime şirk koşmaktan yine Rabbime
sığınırım. Hadid Suresi 25. Ayeti bilen biriyim ve davamın temellerinden olan
bir ayettir de. Üstat şehit Doktor Ali Şeriati bakınız ne diyor; ‘’İnsanlığın
aziz ve emin Önderleri derler ki: Biz sizi; yeryüzünün karanlığından, dar ve
bunaltıcı yapısından, göklerin enginliğine; krallara ve sultanlara kulluk
etmekten Allah’a kulluk etmeye; zulüm ve baskı kaynağı olan dinlerden, İslam’ın
yüce adaletine davet etmek için geldik.’’ Allah var, gam yok. Önder var,
belirsizlik yok. Kur’an var, çelişki ve kaoitizm yok. İslam var, insansızlık
yok. Bile isteye de şeytana hizmet edemem.
Eğer birileri bitevi kötülük yapıyorlarsa, bu davranış
onlarda alışkanlık haline gelmiştir, onlarda bu halden mutludurlar. Yaptıklarını
da sorgulamazlar, açığa çıkmasından da hazzetmezler. Binaenaleyh, ışık ve
aydınlık, kötüler için tehdittir, tehlikelidir, korkunçtur. Zira çırılçıplak
ortaya çıkıvereceklerdir. İşte İslam düşmanlarının durumu aynen budur. Çünkü İslam’a
bakan, ne ise ve nasılsa kendini görecektir. Kötü ise kötü, iyi ise iyi. Çünkü
İslam, kişiye, kendinin ne olduğunu gösteren mutlak net ve temiz bir aynadır.
Fakat bitevi hakikat düzleminde yaşamaya gayret edenler ise ışıktan
çekinmezler, bilakis daha da yaklaşırlar, çünkü güzel olan, güzelliğinin
farkındalık yaratmasından hazzeder. Nefisten fışkıran düşünceler, daima
karanlık saçarlar ve ölümü davet ederler, ama ruhtan sızan düşünceler hayat
sunar, aydınlık saçarlar. Nefis hakikate düşmandır, hırs, haz peşinde koşar.
Nefis, Kutsal Yasalar önünde eğilmekten kaçar. İslam, nefsi dizginler ve işte,
nefsi ekseninde yaşam sürenler, İslam’dan bu yüzden kaçarlar. İslam düşmanları,
kör ve koyu karanlıkta yaşamaktadırlar. Ne kendilerini fark edebilmektedirler
ne de fark edebilmeyi Bahşedeni fark edebilmektedirler. Karanlıkta yaşayıpta
aydınlıktan bihaber olanlar, mutlu ve huzurludurlar kendi dünyalarında.
Karanlıkta, kesin inanış vardır, merak, soru, sorgu, düşünme yoktur. Maalesef,
karanlıkta kalanları aydınlığa çıkaracak bir zeminde yoktur. Ülkemizde ki,
sanat, edebiyat, felsefe, bilim, akademi, basın, televizyon kahir ekseriyetle dinsizdir.
Hatta handiyse din bile dinsizleştirilmiştir. Öyleyse karanlık çok doğal
geliyor insana. Nereye baksan karanlık fışkırıyor çünkü. Aydınlığa yürümeye de
yürek ve cesaret yoksa iş bitmiştir. İnsana şöyle bir bakalım; insanda ki GÖVDE
kibir yuvasıdır ve FAŞİZM’e tekabül ediyor. AKIL kurnazlık yuvasıdır ve
KAPİTALİZM’e tekabül ediyor. NEFİS şehvet, hırs, zevk yuvasıdır ve KOMÜNİZM’e
tekabül ediyor. RUH ise değer kuyusudur ve İSLAM’a tekabül ediyor. Gövde ya da
beden, ben üstünüm der, her şey benim içindir. Ben sağlıklı ise her şey
sağlıklıdır. Bu yüzden benim için çalışmalı, var olmalıdır benim dışımdakiler
der. Bir nevi kendini müstağni görür. Ama parasız ve zevksiz de edemem, bu
yüzden akla ve nefse muhtacım der. Akıl da, hiçbir şeyi bensiz yapamazlar der.
Kazandıran da, yaşatan da, sunan da benim. Benim ürettiklerimdir hayat veren,
bensiz zevk olmaz, benim sunduklarım olmasa gövde nasıl tatmin olacak der. Ama
bir gövdeye ve nefsin düşlediklerine de muhtacım, yoksa ürettiklerimi nasıl arz
ederim der. Nefis de, gövdeyi doyuran benim, akla kazandıran benim
düşlediklerimdir der. Rahatlık verecek, tatmin edecek, keyiflendirecek arzular,
koşturacak hırslar bendedir. Ama gövdeye istetmeliyim, onu tahrik ederek, akla
da talep ettirmeliyim. Bedensiz ve akılsız yapamam diye düşünür. Çünkü benim
düşlediklerimi beden arzular, akıl ise satın alır. Ruh ise, bensiz
karanlıktasınız ve yok olmaya mahkûmsunuz, bensiz bir hiç ama benimle
anlamlısınız der. Ben sizi yokluktan kurtarırım, dengeyi ve ölçüyü sağlayarak
size hayat ve uzun yaşam sunarım der. Evet, sizler olmalısınız ama sizde
dengeyi ve ölçüyü sağlamazsam ve sizi kontrol etmezsem, siz ne yapabilirsiniz?
Yokluk uçurumuna yuvarlanır gidersiniz der.
Ama üç tarafta ruhu kıskaç altına almışlardır yaşadığımız evrende
maalesef. NEFİS insanı bataklığa çekiyor. AKIL insanı tuğyana sürüklüyor. GÖVDE
ise insana kendini müstağni gösteriyor ve kibire sevk ediyor. Oysa hepsine
canlılık, anlam, işlevsellik veren, katan ruhtur. Ruh olmasa hep gibi
görünenlerin tümü hiçtir. Olay budur işte dostlar! İnsan, Kapitalizmin,
Komünizmin, Faşizmin kıskacı altındadır ve İslam’a dönüş yapmadan ve yeniden
doğmadan asla huzura, mutluluğa, güzelliğe erişemeyecektir. Ve tükenip, bitip,
yok olup gidecektir. Ruh aydınlıktır, ışıktır. İslam=İnsan; ışıktır, sevgidir,
barıştır, kardeşliktir, paylaşımdır, dengedir, ölçüdür, birliktir,
beraberliktir, kuvvettir, kurtuluştur ve nihayet hürriyettir, bağımsızlıktır.
Diğerleri ise daima karanlıktır, uçurumdur. UYAN ARTIK EY İNSAN VE İSLAM OL!
Son tahlilde; sevgili dostlar! Hakikatler apaçık olarak
ortadayken inkâra yönelmek bilerek yapılmış, bilinç temelli bir şey değildir.
Kasıtlı bir reddediştir, ortak koşuştur. Burada biz bu yönelimli olan ve
yönlendirici konumda bulunan tipleri kastediyoruz. Yoksa gariban, hiçbir şeyden
haberi olmayan, yönlendirilmeye açık olan insan kardeşlerimizi kastetmiyoruz. Bu
derin inkârcılar, Var’ın yok olmadığını, Bilinen’in bilinemez olmadığını,
Göklerde egemen Olan’ın yerlere de egemen olduğunu çok iyi bilirler. Tabi
bahane üretmek gerekir ki, yönlendirilecek kitleler ikna edilsin. Şirkin ve
inkârın temellendirilmesi çalışmaları netameli bir tezgâhtır. Muhakkak bilgiyle
varlığını ittihaz eyledikleri Allah’ı, sanki reddediyormuş gibi yaparak ama bir
de bunun ciddiyet kazanması için redlerini güya bilgiyle, bilimle
temellendirmeye çalışıyormuş gibi yapıyorlar. Var olana yok demek, muhal ender
muhaldir. Kabul neyi iktiza eder? İman, kulluk, amel; işte olayın bamteli
burasıdır. Evren üzerinde planlanan oyunlarda asıl işlev DİN’e aittir. EVREN,
İNANIN Kİ, MÜTEMADİYEN, TAHRİF VE TAHRİP EDİLMİŞ, KİN, RİYA VE YALAN DOLU
KİTAPLARA GÖRE ŞEKİLLENDİRİLMEK İSTENMEKTEDİR.
Kirli ve kanlı planların, tezgâhların, ihanetlerin, işgallerin,
katliamların altyapısını tahrif ve tahrip edilmiş kitaplar oluşturuyorlar. İşin
özünde ideolojiler bile hikâyedir. İnsanları dine çekmenin zor olduğunu bilen
şeytaniler, ideolojilerle, ölü daha doğrusu kara vurmuş balıkları daha kolay
avlamaktadırlar. Çünkü ideolojilerin altyapısı da zaten bu kitaplar ekseninde
atılmıştır. Avrupa denilen, hastalık üreten ve yayan bataklık, haddizatında
dinden mutlak anlamda hiçbir zaman kendini soyutlamadı. Sair milletleri ne
kadar da dinsizleştirmeye çalışsa da. İslam’dan uzak evet ama kendi tahrif ve
tahrip edilmiş kitaplarıyla hala bağları kesilmiş değildir. Çünkü bağları
mutlak koptuğu zaman mutlak yokoluşu yaşayacaklarını biliyorlar. Avrupa’da ki
Allahsızlık derin bir oyundur. Ateizm yönelimli aktörler, sanatçılar,
bilimciler, filmciler, basıncılar, edebiyatçılar, felsefeciler arka perde de
birer ajan bozuntusudurlar gerçekliklerinde. Kahir ekseriyetle, Siyonizm’e
çalışmaktadırlar. İnsanların İslamlaşmasından, dolayısıyla yaşadıkları
bataklığın gül bahçesine dönüşmesinden ve var olmalarının anlamsızlaşacağından korkuyorlar.
Öyleyse uyutmaya devamdan başka şey değildir yaptıkları. Çünkü uyanan insanlık
hakikati görecektir ve hakikatin İslam olduğunu anlayacaktır. Öyleyse Ateizm
oyunu sürdürülmelidir. Ateizm ile insanlığın değerlerini çürütmektedirler
çünkü. Değeri çürüyeni yıkmakta çok kolaydır. Yıkılanı da yutmak işten bile
değildir. İşte olay budur. Bu tipler, insanlığın kanını emen, ciğerlerini
söken, değerleri yozlaştırıp çürüten, ahlakı ve adaleti katleden, ruhları
çalınmış ve nefislerinin, akıllarının, bedenlerinin kölesi olmuş hastalıklı
tiplerdir. Bunlar kendilerinden başkalarını asla düşünmezler. Vallahi, billahi,
tallahi düşünmezler. Hatta bunlar tavassutu ile ateizme yönelen diğer
milletlerin evlatları bile değersizdir bunların gözünde. Çünkü bunların derdi
ateizm değildir ki, küresel çıkarlarıdır. Ateizm bir araçtır bu yolda. İnsanları
dinsizliğe sürükleyemeseler, eroini nasıl satacaklar, içkiyi nasıl
içirtecekler, savaş çıkartıp nasıl silah satacaklar, kumarı nasıl oynatacaklar,
ekonomiyi faizle nasıl kasıp kavuracaklar, fuhşu nasıl yayacaklar? Ah insan bir
akledebilsen bir akledebilsen! Küresel ateistler kanla beslenirler. Dünyayı
kızıl nehirlere döndürüp içinde yüzlerler. Onların şarapları da insanların
kanlarıdır. Bu hastalığın kökeni, DARWİNİZM’dir. Bu hastalığın kökünü kurutacak
yüce aydınlıkta, mutlak şifa veren ilaçta, İSLAM’dır. Avrupa denilen domuzlar
dünyasını daima din yönlendirmiştir arka perde de ve ilanihaye de böyle
olacaktır, insanlık ne kadar da gerçeklerden bihaber olsalar da. Ki bir detay
da şudur ki; tahrip ve tahrif edilmiş kitaplar, özlerinde bir din kitabı
olmaktan ziyade, dünyaya şekil vermede istimal edilen birer politik
kitaplardır. Dünya da ki işgallerin ve sömürülerin, katliam planlarının,
Müslümanları terörist ilan ederek yok etme oyunlarının, gerçek dini yani
İSLAM’ı tahrif ve tahrip etme ihanetinin altında tahrif ve tahrip edilmiş
kitaplar vardır. Hatta diyalog gibi netameli tezgâhların ardında, İslam’ı
komünizme ve kapitalizme payanda kılma tuzaklarının ardında da bu kitaplar
vardır. İncil, bölmeyi ama bölünmemeyi dikte eder. Tevrat, paramparça edip, yok
etmeyi dikte eder. İşte yeryüzü şeytanının stratejilerini ve taktiklerini
belirleyen kitaplardır bunlar. İncil diyor ki, kuvvetli adamın elini kolunu
ayaklarını bağlarsanız, ancak o zaman onun hazinelerini çalabilirsiniz diyor.
Peki, şeytan ne yapıyor? Terörizmle, ideolojik yalan rüzgârlarıyla, anlamsız ve
boş dinlerle, İslam ile güya diyaloga girip İslam’ı zımnen tahrif ve tahrip
ettirerek, faizle, kumarla, içkiyle, eroinle ve muhtelif yollarla kuvvetli adamın
elini, kolunu, ayağını hatta tüm gövdesini bağlıyor ve onun tüm değerlerini
çalıyor. İşte Müslüman Türk Milletine yapılan da budur. Osmanlı böyle
yıkılmıştır. Ama buna nazaran ne yapıyor, hakikatte olmasa da zevahirde İSLAM
MİLLETLERİNE karşı birlik oluyor. Unutmayın ki; KÜFÜR, ŞİRK, YALAN YANİ
ŞEYTANİLER DAİMA TEK MİLLETTİRLER. Dünyanın en ücra köşelerinde ki şeytanlar
söz konusu İSLAM ve TÜRK MİLLETİ ise hemen birleşiverirler. Böylece de
tezgâhlar muazzam şekilde işlemeye devam ediyor. Nasıl olsa Müslüman Ailesi de
uyutulmuş durumdadır. Bir yanağına vursanız, vurmanız için diğer yanağını
döndürmektedir. Öyleyse plan yapmaya ve planı uygulamaya devamdır. Yazık! Bakara
Suresi 257. Ayete bakınız lütfen.
En son tahlilde; ekmel, aziz, yüce, kerim, ahlak ve adalet
kaynağı, insanlığı uyandıran, kaldıran, dirilten, yükselten ve yücelten, insanı
en güzel ve en ideal şekilde kuran kitabım Kur’an’ımı, İncil’i, Tevrat’ı,
Zebur’u, Das Kapitali, Risale-i Nurları, Nutuk’u ve nice filozofu okumuş biri
olarak şunu mutlak katiyetle ifade edebilirim;
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Hıristiyanlığa yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Yahudiliğe ve Masonluğa yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Emperyalizme ve Kapitalizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Komünizme ve Sosyalizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Liberalizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Anarşizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Faşizme ve Kemalizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Egzistansiyalizme ve Nihilizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Demokrasizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Pozitivizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Darwinizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Sİyonizme yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
tahrif ve tahrip edilmiş dinleri din olarak ittihaz edip onlarla uzlaşmaya
yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
İslam’ı, komünizme ve kapitalizme payanda kılmaya yönelemez.
Türk Milletinin müntesibi olan biri hiçbir şartta ve koşulda
Devletine isyana kalkışıp Devlet içinde Devlet teşekkülüne yönelemez ve böyle
bir kirli teşebbüse de müsaade etmez.
Peki, yönelim nereye doğru olur? Elbette ki, karanlıktan
aydınlığa doğru olur. İnsan, şu zamanda karanlıktadır. İnsan mutlak ve muhakkak
olarak tek bir şey olabilir; İSLAM. TÜRK MİLLETİ’nin sığınacağı yegâne yer
İSLAM’ın mutlak aydınlık olan kucağıdır, ocağıdır. Ve inanalım ve bilelim ki,
İSLAM olmayan herkes zımnen SİYONİZME çalışır ama bunun farkında olmaz. İSLAM’ın
olmadığı yerde şeytan vardır. Sömürüye ve zulme, kesin olarak karşı duran ve
zıt olan yegâne şey İSLAM’dır. Ahlak ve adaletin mutlak, muhakkak ve yegâne
kaynağı İSLAM’dır. İnsanlığın koyu ve kör cehaleti, bu hakikati değiştirmez. Malum
dinleri ve ideolojileri ameliyat masasına uzatın ve keskin neşteri çalın
bakalım içlerinden ne çıkacak? Tümünün ciğerleri sömürüyle, zulümle, yalanla,
kinle, düşmanlıkla dolu değilse ve yine tümü an arkada SİYONİZME hizmet etmiyorsa
namert olayım. Bunu mutlak hakikat teyit ve tahkik edecektir ve hayatta
yalanlayamayacaktır. Gerçeğe sırtını dönen, aydınlığa, ışığa, kendi özüne,
kadim sözüne ve ulvi değerlerine sırtını dönmüş olacaktır. Şeytan yem üretir,
insanların önüne atar ve ipi çekip onları kapana kıstırır. Şeytan, insanın,
hakikate uzanan yolunun üzerine postunu sermiş oturmaktadır. O yoldan emin
şekilde ancak ve ancak ALLAH’IN İPİNE TUTUNARAK geçebilir ve HAKİKATE
ERİŞEBİLİRSİN. Aklederseniz, hakikatin pencereleri size açılacak ve ışık tüm
dünyanızı aydınlıkla dolduracaktır. Bir yolda yürüyene bakmayın, o yolun
kendisine bakın. Çünkü o zaman doğruyu görürsünüz. Zira doğru gibi görünen biri
yanlış yolda yürüyebilir ya da yanlış biri doğru yolda yürüyor gibi
görünebilir. İşte bu sizi yanıltır eğer yola odaklanmazsanız. Yola bakın,
kararınızı öyle verin. Yolcuya bakara yola çıkılacak olsaydı, çıkacak yol
bulunmazdı. Çünkü yolcular doğru yolu göstermezler ama yol doğru yolcuyu da
açık eder. Yanlış bir yola, o yolda doğru görünenler var diye girmek
alıklıktır. Doğru bir yoldan da o yolda yanlışlar var diye çıkmak alıklıktır. Misal;
Liberalizm yolu lanet bir yoldur, pisliklerle, yalanlarla, yanlışlarla, şirkle
doludur, o yolda doğru gibi görünenler var diye o yola girilebilir mi? Ya da
İslam yolu aydınlıkla, ışıkla, güzellikle, erdemlerle, sevgiyle, barışla,
kardeşlikle, paylaşımla, asaletle vs. dolu bir yoldur, o yolda yanlışlar var
diye o yoldan çıkılır mı? Ki zaten kahir ekseriyetle de böyle gelişiyor çoğu
yanlış şeyler. Mühim olan YOL’un bizatihi kendisidir. YOL da neyle, kimle
karşılaşılacağı meçhuldür. Önemli olan, bir yola giriyorsan ve o yolda dimdik,
dümdüz yürüyor ve yamuk olanları da düzeltebiliyorsan, işte büyüklük odur.
Bakara Suresi 257. Ayete ve Nisa Suresi 76. Ayete bakınız lütfen. Kur’an’la
dirilenler, Önderin izini takip edenler, Allah’ın ipine sımsıkı tutunanlar,
sabredenler, iyiliği emredip, kötülüğü nehyedenler; İŞTE ONLARDIR DOĞRU YOLDA
OLANLAR VE KURTULUŞA ERECEK OLANLAR ve ONLARDIR İNSANLIĞA UMUT OLACAK OLANLAR. Nasıl
emrolunduysan öyle yaşa ki, yaşatasın tüm insanlığı! ZAFER, İNANANLARINDIR! Mûnafîkun
Suresi 8. Ayete, Alî İmrân Suresi 139.
ve 19. Ayetlere, Mâide Suresi 3. ayete bakınız lütfen.
Çok alelade ve
tanıdık bir dünya. Sığ ve sıradan hayatlar. Kof ve saçma düşünceler. Ne kadarda
boğucu her şey. Adeta ciğerleri sökülüyor insanın, aklı ve ruhu yanıyor sanki
tamusal boşlukta. Bu sağır, kör, hissiz ve karanlık evrenden kurtulmak istiyor;
önce tinim, sonra tenim. Sıradışı, yeniden doğuracak, manayla lebalep bir evren
arzuluyorum. Üst insanların yaşadığı bir evren. Her şeyin yeniden üretildiği ve
yeni bir varoluşla varolunan. Tinsel acılarım var, yorgun gövdemi takatsiz
bırakan. Beynimin göklerinde düşünceler savaşıyor. İçim isyanda, gövdeme küt
küt vuruyor haykırışlarım. Kör ve sağır bir kuyu gibi bu evren, çığlıklar
işitilmiyor. Bu karanlık yer, yurt eylenilmez cancağızım. Burası acıların
yurdu, sürgünlerin kenti. Fanilikle damgalanmış topraklar. Burada hürriyet
olmalı ama yok. Adalet bulunmalı ama kayıp. Kardeşlik çiçekleri kurutulmuş
burada. Haz bile alamıyoruz dem sürerken. Terk-i diyar etmeye mahkûmuz. Bu
karanlık diyar, sürgünlerin kenti, yurt eylendi, bu yüzden acıları ve sürgünleri
de sert eylendi. Çaresiziz, hıçkırıklar gövdemizde mahpus. Ya göçümüz de
olmamaydı neylerdik? Adam gibi göçebilecek miyiz? İşte bütün mesele bu!
Tarih: 01.02.2015 Okunma: 713