Nedir devlet? Haddizatında bir bütünlük, bir çokluk ihsas
ediliyor kavramın telaffuzunda. Hani orman derken yüzlerce, belki de binlerce
ağacı anlatırsınız ya, işte öyle. Mevhum olarak elbet mücerret bir şey, ancak
kurumsal düzeyde müşahhaslaşıyor mevcudiyeti. Devlet, kapsama alanını ifade
eder, tüm kurumları kapsayandır.
Kurumsal yapılar tavassutu ile toplum denilen kopleks yapıyı tanzim eden
mekanizmadır bir anlamda. Devlet, şöyle, tasavvur ettiğiniz zaman, anlamsızmış
gibi gelecektir ama kurumlar ona anlam eklerler, ruh katarlar. Biraz
netleştirelim; bir kurum, görev alanı ile ilgili bir durumda topluma müdahale
ederek, devleti müşahhaslaştırır yani varlığını ortaya çıkarır. Filhakika, kurumlar bile bir yerde mücerret
kalırlar. Asıl olan kurumları kendi benliğinde temsil eden şahıslardır. Önce
şahıs, sonra kurum, en sonunda devlet gelir. Her kurumun bir başı vardır.
Bunların her biri kendi düzeylerinde temsilde bulunurlar. Kimisi kifayetlidir,
kimisi de kifayetsizdir temsilde. Devlet denilen mekanizmayı, kurumsal bazda
temsil edenler arasında bahusus Ordu, İstihbarat, Adalet-Hukuk, Emniyet daha
dominanttır. Bu kurumlar, toplum hayatında çok hayati öneme ve konuma haizdirler.
Zira en etkin, aktif ve etkili kurumlardır, toplum ve birey bazında.
Binaenaleyh, buralarda ki en ufak bir olumsuz hareket toplumsal infiale yol
açabilmektedir ve en ufak bir hata devleti tahribata uğratmaktadır. Aynı
şekilde, bu kurumlara matuf yapılan hareketler de çok önemlidir ve dikkat
ister. Bir ara İstihbarat araçlarına yapılan hainane operasyonu anımsayınız
lütfen. Devleti muhafaza edenler kurumlar olduğu gibi aynı kurumların devleti
yıkıcı etkileri de vardır. Devlet düşmanlığına giden yolda buradan geçmektedir.
Devlet muhalifliği bu kurumlar tavassutu ile yapılmaktadır. Devlete matuf
tenkitler bu kurumlar üzerinde kesifleşmektedir. Keza bu kurumların kuvvetinin,
devletin kuvveti olduğu gibi. Devletin payidarlığı bu kurumların payidarlığı
ile kaimdir. Bu yüzden bu kurumların nasıl işledikleri sonsuz öneme haizdir. Muhtelif
yapıların, fraksiyonların, bu kurumlara egemen olmak istemelerinin inceliği
buradan kaynaklanmaktadır. Hülasa, bahusus mezkûr kurumlarımıza ve o
kurumlarımızın işleyişinden sorumlu en etkili ve en yetkili şahsiyetler son
derecek önemlidir ve bu yönde teennili olunmalıdır. Bilakis, en ufak bir yanlış
hareket, devlet denilen mekanizmayı yerle bir edebilir. Hani, nal, at, er,
ordu, millet mevzusu vardır ya işte o misal. Düşünce beyinleri ve ruhları
şekillendirir, beyin ve ruh bireyi şekillendirir, birey kurumu şekillendirir,
kurum da devleti şekillendirir ve devlet milleti, millette medeniyeti
şekillendirir. Tümüne İSLAM’ı temel yapın; işte size yücelmek, yükselmek,
kuvvetlenmek, bağımsızlaşmak. İslam’dan rengini almayan hiçbir devlet Milli
olamaz ve değildir de.
Bu ümmet için sızlayan bir vicdanınız, bu millet için
çırpınan bir yüreğiniz, bu vatan ve vatanlarınız için düşünen bir kafanız, bu
devlet için ortaya koyduğunuz bir gövdeniz varsa ve dahi yaşamak
arzusundaysanız bu emelleriniz için, yazıyorsunuz işte be kardeşim, yazmak
zorundasınız. Suç mu? Eyvallah, başımız eğiktir! Bir davamız vardır bizim,
dertlerimiz vardır, sancımız vardır, vardan öte varlarımız vardır. Acılarımız
büyüktür bizim, sürgünlerimiz derin, sevdalarımız kalbimizden büyük. Tarihimiz
uzun ince bir yol. Medeniyetimiz göklerden beslenir. Biz buyuz be kardeşim.
Böyle olmamalıyız velhasıl kelam! Daha ileri de, çok ileri de, en ileri de
olmalıyız. Geçelim! Geçemeyiz amma velakin geçmek zorundayız.
Evren üzerinde ve insanlık tarihinde devlet mekanizmasının
ileri ya da ilkel olsun, olmadığı bir devir yoktur. Bendeniz göremiyorum? Ya sizler?
Bu muhaldir bebeğim! Üç kişinin arasında bile bir umde vardır, birlikteliği var
kılan. Ve nerede bir yasa varsa, umde tebeyyün etmişse işte devlet oradadır.
Değil ki, toplumların olduğu yerde devlet olmasın. Bilakis, ne olur bilir misin
bebeğim? Herkes kendisi devlet olur ve alır eline kılıcı istediği şekilde keser
ve bunun ne demek olduğunu söylemeye lüzum yok galiba? Ruy-i zeminde birkaç
ferdin üzerinde yaşam sürdüğü bir toprak mevcut mudur acaba? Devletsizlik,
tiranlık demektir. Birkaç şerefsiz itin, toplumun kanını bit gibi emmesi
demektir. Devletsizliğin olduğu yerde, kesinkes şeytandır devlet. Devlet yoksa
anarşizm vardır. Zehirli kötülük çiçekleri güzelim insanlık bahçesini perişan
eder. Tiran devletse, tiranlar korunur, millette korunmak için tiranlara kul
olur. Zalim devletse, zulüm kılıçtır. Çünkü devlet yoksa herkesin kanunu kendi
nefsidir. Nefislerin hayatı tayin ettiği bir evreni düşünmek bile kâbustur. Var
mı devlet, bir parçadır her şey, çok iyi olmasa bile; yok mu devlet, parçasını
bile özlersin her bir şeyin. Ki daha ileri düzeyde düşünürsek, birey bile kendi
kendisinin devletidir bir yerde. Kurumları nelerdir diyorsanız, organları niye
vardır bebeğim? Ve en güzel başkent değil midir kalp dediğimiz? Ve o güzel
başkent, şeytan tarafından ele geçirildiği zaman, bir zalim olmuyor mu o
devletin sahibi olan kendin. Başkent yıkıldı mı, devlet kalır mı ortada? Ah
kalp, bozulmayagörsün, bozulur gider ardı sıra her şey ve bir et yığını gibi
çöker kalır gövden. Ya bir de kalbin paksa, temizse, kuvvetli ise, muhkem ise,
dağlar bile dayanmaz sana bebeğim! Dünyaya hükmetmekte bir şey mi? Yüce Önderin
(sav) demiyor mu; ‘’kalbinize dikkat edin, o et parçası kokarsa, tüm vücut
kokar’’ diye? İşte devlet namına söylersek adalettir bu organ. Çünkü devletleri
adalet ayakta tutar. Adalet yıkıldı mı, yıkılmadık hiçbir şey kalmaz.
Vicdanlar, yürekler, kafalar ve her şey. Nasıl organlar günah işledikçe beden
zayıflarsa, kurumlar yanlış yaptıkça da devlet zayıflar. İnsan, nasıl
organlarının sağlıklı olmasını aruzalarsa ve bunun için elinden ne geliyorsa
yaparsa; aynı şekilde toplumda devletinin kuvvetli ve sağlıklı olması ve
düzenli olarak işlemesi için kendisi için var olan kurumları biteviye
otokontrole tabi tutmalıdır. Aksi durumda, ne beden kalır ne de devlet bebeğim!
Yaşamak ve kadim bir medeniyeti canlandırarak bu yaşamı
anlamlandırmaktır yegâne arzumuz. Ne bir masa derdindeyiz ne de kasalara
sevdalanmışız biz. Ve ne de bir nisaya feda edecek hürriyetin peşindeyiz. Ahhh!
Şu garip ve muamma dolu evrende, Selçuklu-Osmanlı gibi bir devletin sahibi
olaydıkta göreydik neler olabileceğini. Alpaslan-Yavuz-Selahaddin gibi
hanlarımız, hakanlarımız, sultanlarımız olaydı da göreydik zalimlerin perişan
hallerini, hüsran dolu sonlarını. O zaman mazlum Türkistan’ımızı, çaresiz
Filistin’imizi, yiğit Çeçen’imizi, kalbimiz Boşnak’ımızı ezip geçeydi de,
yiğitliklerini bir göreydik, Rus ayılarının, Sırp sırtlanlarının, kahpe Çin’in
ve kanı bozuk barbar Siyonist’in ve dahi tüm Avrupa şeytanlarının. Göreydik
bir, küçük, sefil ve müptezel Fransız şeytanlarının Önderimize hakaret
edebildiklerini. Ahhh yiğitlik, cesaret, asalet! Her güzel şey, her soyluluk
ihtiva eden erdem kayboldu gitti, kayboluşuyla büyük Selçuklu ve Osmanlı
Türk’ünün. Canım yanıyor be bebeğim! Evet, atalarımın kahramanlıklarıyla ucuz
övünce gark olacak kadar basit değilim, sığ düşünmem amma ve lakin onlar bir
başkaydı be bebeğim! Korku salıyorduk tüm ruy-i zemine. Setler örülüyordu,
pespayelikler bir anda nihayet buluyordu, Önderimize dil uzatanın dilleri
koparılıyordu satvetimizden, korkumuzdan. Bize sığınıyordu, bugün sahte ve ucuz
kahramanlık peşinde koşan zavallı Avrupalılar. Birbirilerinin barbarlıklarından
biz koruyor, kurtarıyorduk onları. Bunları ne bilsinler bugünkü Haçlı
artıkları. Öldürüldük biz bebeğim! Can evimizden vurulduk. Dilimizden,
dinimizden geçirildik. Tarihimiz çalındı ve tarih diye sunuldu çocuklarımıza
yalanlar. Geçelim!
İnsan, küçücük bir evrene; evren de, büyükçe bir insana
tekabül eder özden baktığımız zaman. Varlığın, var olmasının anlamıdır insan. Mümeyyiz
vasıflarla mücehhez ve tüm mevcudatın, kendi varlığı için var olduğu bir
öznedir. Binaenaleyh, tüm mevzubahis durumlar için misal teşkil eden bir yönü vardır
insanın. Devlet denilen mekanizmanın dişlileri konumunda olan kurumsal yapılar
bazı zamanlarda insicamsız ve yanlış çalışabilir, işleyebilir. İşte buraya
dikkat kesilmek iktiza ediyor. Bu yanlış işleyiş nasıl olmaktadır? Mekanizmayı
çalıştıran dişlilerde görev deruhte etmiş bulunan şahısların, ruhlarına ve kafalarına,
nihayetinde de yaşamlarına etkide bulunan zihniyettir, yanlış ya da doğru
işleyişi tevlit eden. Eğer musluğun başında sorun varsa, su insicamlı akmaz ama
sorun yoksa insicam göz kamaştırır. Şimdi bu izahla ve meselenin izharıyla,
devlet düşmanlığının da kasıtlı olduğunu tespit etmiş olduk. Düşmanlık
zihniyete olmalıdır, devlete değil. Öyleyse işleyişten devleti sorumlu tutup,
devleti türap etmeye matuf eylemlere başvuracağımıza, zihniyeti yok etmek hem
isabetli olur hem de namusluca olan yoldur. Egemen zihniyet yok olduğu zaman
işleyiş insicam kesbedecektir. Bizim dilimizi ve dinimizi öldüren ve bizi,
özsüz, cansız koyan, cansız devlet değildir, kirli zihniyettir. Tarihe düşman
kılan, ecdadı tahkir eden ve ettiren, cansız devlet değil, kirli zihniyettir.
Esasında ise, kirli zihniyeti taşıyan kirli ruhlar ve beyinlerdir. Bataklığa
saplanıp kalmış bir şahsı katlediyor musunuz? Hayır. İlk evvelde ıslah etmeye
gayret ediyorsunuz. Çünkü bataklığa saplayan nedenleri tetkik etmeden, yapısal
sorunları sorgulamadan ve ıslah çalışması yapmadan katliam yapmak
ahlaksızlıktır ve asıl cinayet budur. İşte devleti de düzeltmeye çalışmadan,
düzeltmeden ve yanlış işleyişin nasıl ve neden olduğunu sorgulayıp, çözüm
aramadan, devlete yönelik hainane harekete yeltenmek en ağır ihanettir. İnsan
düzgün olmadan, devlet düzgün işlemez, işleyemez bebeğim!
Basit bir misal; bu milletin enerjisini, gücünü, terörle,
başörtüsü vs. gibi suni sorunlarla mahveden, tüketen, bitiren ve bu ülkeyi geri
bıraktıran devlet midir yoksa o devleti ele geçirmiş zihniyet midir?
Binaenaleyh, hangi taraf olursa olun devlete düşman olunmaz. Ya devleti uçuruma
sürükleyen ve milletle arasını açan zihniyetlere muhalif olunur ya da devlete
egemen olunup, devletin insicamlı şekilde işlemesi sağlanır ve devlet, sağlam
temeller üzerinde yenilenir. Milletinin, sahiplenmediği hiçbir devlet uzun
ömürlü olamaz.
İnsan, tertemiz var olur ama yaşarken kirlenir, çünkü insan
İslam olarak doğar ama küflenir küfürle. İnsanın fıtratı, evvelinde ebeveyni
tarafından tagayyürata uğratılır, sonra da sair etkenler girer devreye ve
insan, kendinden kopar. İnsan her zaman umut taşır ve yine umut taşır insanlar.
Umut tükendiği zaman tükenir insan. İslam fıtratıyla dünyaya doğan insanı,
sonradan edindiği düşünceler İslam fıtratından koparır. Zihniyeti kirli diye,
insan katledilemez. İlk evvelde insanı yenilemek, ilk fıtratına döndürmek için
gayret etmek iktiza eder. Çünkü her insanda potansiyel bir umut vardır ve o
umut tükendiği zaman tükenmiştir asıl insan. Bizim görevimiz; insanı sahil-i
selamete çıkarmaktır ve umutları her an tazelemektir. İnsanın gövdesi
düşürülmeden, o gövdeyi tahrip ve tahrif eden organlar düzeltilmelidir. İnsan,
zaman içinde muhtelif düşünceler, alışkanlıklar ve değerler edinir. Değerlerin
tükendiği yerde değersizlik sadır olur. Değer, iskelet misalidir, ayakta tutar.
Değerin çürümesi, iskeletin çürümesi gibidir, iskeletsiz insanın ne olduğu
malumdur. İşte tıpkı insan gibi, devlet mekanizması da muayyen değerlere göre
ya insicamlı ya da insicamsız işler. Bizim dikkat kesileceğimiz yerde tam da
burasıdır. Devlete hangi değerler egemense, işleyişte o yönde olacaktır. Bizler
kılıçlarımızı, devlete değil, devletin yönünü belirleyen pratiğe ve o pratiğin
kökü olan teoriye karşı kaldırmalıyız. Eğer devlete yönlendiriyorsak bedelini
de ödemeye hazır olmalıyız. Çünkü devlet, bedel ödetir, hainlere! Ne devlet ne
de kurum işler günahı, günahı işleyen insandır. İnsana günah işleten de
nefsidir, beynine ve ruhuna hükmeden düşüncedir. Zulümlerden şahıslar
sorumludur. 12 Eylül de yani Kara Eylül denilen zaman diliminde, gencecik insanlarımızı
katleden devlet ya da kurumlar mıydı yoksa Siyonist şeytanın emir eri olanlar
mıydı? Siz devletin hâkim rengini değiştirin, inanın hayatlarımız da
değişecektir. Cehennem ateşi sönecek, cennet gülleri derilecektir. Bizim
vazifemiz, devletimizin üzerinde dolaşan karabulutları dağıtmak, karanlık
ruhları gayya kuyusuna yuvarlamaktır. Bizler devletimize sahip çıkmazsak,
kimlerin sahip çıkacağı malumdur. Bugüne kadar, bu ülke ve bu millet, bu
devleti ele geçiren karanlık ruh ve beyinlerce mahvedildi. Tüm enerjisi heba
edildi, büyük beyinler adeta sürgün edildi. Misal, 12 Eylül çok planlı bir
tezgâhtı, denetimli, disiplinli ve bilinçli bir operasyondu. Hangi taraftan
olursa olsun, bir hakikat vardı ki, o insanlar bir nevi düşünen ve en azından
bir ideali olan insanlardı, yanlış ya da doğru. İşte Siyonist şeytan
hizmetkârlarına o insanları katlettirdi resmen ve alenen. Ve yıllarca bu
ülkenin kaynaklarını yağmalayacak, insanlarını adeta diri diri toprağa gömecek
olan terör mikrobu türetildi tam da o zamanda. Eğer bu millet hakikaten
bilinçli olsaydı, hakikati arasaydı ve bu temellerde devletlerine sahip
çıksaydı, bu belalar başımıza yağmur gibi yağar mıydı? Önce dilimiz ve dinimiz
tahrip ve tahrif edildi, sonra bilinçlerimiz çalındı ve nihayet her şeyimiz
çalındı. Ve biz öylece bakakaldık. İşte tüm bu söylediklerimiz, devlete türlü
entrikalarla egemen olan kirli zihniyetlerin, karanlık ruhların marifetleridir.
Zaman için iflas etmiş olsa da maalesef devletimizi de mahvetmiş, milletimizin
birlik dokusunu paramparça etmiştir o zihniyet. Bu toprağın evladı olan hiçbir
kimse devletle hesaplaşacağım diyemez, ancak zihniyetle hesaplaşma yapılır. Eğer
bir sistem her şeyi berbat etmişse, berbat edilen şeyleri aynı sistemle
çözmeniz kabil-i mümkün değildir. Böyle yapmak alıklığın dikalasıdır. Türkiye
Cumhuriyeti Devletine, bu devletin ve bu milletin kadim ruhu yani Osmanlı Ruhu
yeniden girmelidir. Yeniden diriliş için bu mutlak koşuldur.
Bir harita vardır değil mi; bir ülkenin sınırlarını
kuşbakışı belirleyen. Tıpkı bunun gibi, bir de insan denilen coğrafyanın sınırlarını,
hareketlerini, düşüncelerini, duygularını etkileyen ve ruhtan fışkıran değerler
haritası vardır. Bu değerler haritası küçük mikyasta bireyin, büyük mikyasta
toplumun yönünü tayin eder. İşte o toplum adına yapılacak, icra edilecek ne
varsa, muhakkak olarak bu haritayla mütenasip olması iktiza eder. Bireyin ve
toplumun yönünü tayin eden o haritayı bozmaya ya da değiştirmeye yeltenmek hem
namussuzluktur hem de birgün mutlaka ters teper. Bumerang gibi bu namussuzluğa
yelteneni feci şekilde vurur. Bahusus bizim milletimiz bunun şahididir. Tabi bu
dayatma, elbette devlet gücü suiistimal edilerek icra edilmektedir. Türk
Milletine bu dayatma çok yapıldı ama her deneme hüsranla neticelendi, Allah’ın
izniyle. Dilsizlik dayatıldı, dinsizlik dayatıldı bu millete, şeytanın kanlı ve
kirli gömleği giydirilmeye yeltenildi ama olmadı, oldurulmadı. Derin milli
bilinç buna müsaade etmedi. Bademada etmeyecek inşaallah. Çünkü Türk’ün
bedeniyle, gâvurun bedeni arasında sonsuz fark vardır. Bu beden de İslam gibi
fevkalade, asil ve soylu bir ruh saklıdır. Bu ruh her aykırılığı kusmuştur,
kusar ve kusacaktır. Bu topluma dikte edilen her ne varsa, haritayla uyuşmadığı
görülmüştür. Bu değerler haritası derinlik, mana, enginlik, yücelik, yükseklik
ihtiva eder. Tüm hayat, bu haritanın murakabesindedir. Yaşam içinde belki
belirginlik aksetmiyor olabilir ama ortaya öyle bir zamanda çıkar ki, bu
millete yönünü gösteriverir. Şeytanlar bile şaşırırlar bu hale. Olgular,
olaylar, tarihler, şahıslar, yaşamlar, düşünceler, duygular, hep bu haritaya
vurulur. Tercihlerde, seçimlerde ona göre olur. Birey ve toplum hayatına etkide
bulunur tüm bu saydıklarımız. Ve toplum, sunulan her olguyu, gördüğü her olayı,
haritayla karşılaştırır. Ve sonuç; red ya da kabuldür. Topluma inipte, toplum
tarafından tekme yiyenlerin işte buraya dikkat etmeleri elzemdir. Bilakis, bir
ömür tekme yemekle geçecektir. At sessiz olabilir ama unutulmasın ki, çiftesi
ağırdır. Bal akıtır belki, yüreğinin büyüklüğü dolayısıyla ama elbet bir iğnesi
de muhakkak bulunur. Bir trafikle dans edilmez bir de toplumla. Zira ya
oldururlar ya da öldürürler, sunacak üçüncü bir seçenekleri yoktur. Toplumu
adam etmeye yeltenmek en büyük hamakatlık örneğidir. Adam olması iktiza eden
sensin bebeğim! Toplum adam olmaz, adam eder! Kaybedenler, niçin
kaybettiklerini, söylenenleri anladıkları zaman algılayacak, anlayacaklardır. Devleti
bir müddet kanlı bir kılıç gibi kullanabilirsin ve sanırsın ki millet devlete
düşman olacak. Hayır bebeğim mutlaka yanılırsın. Çünkü millet sana kin
bileyecek ama devletine sadakatini sürdürecektir. Devleti ele geçirdiğini
sanırsın velakin yanılırsın. Aslında ele geçirilen kendinsindir. Çünkü
denenmektesindir fakat farkında değilsindir. Tekmeyi yediğin gün aklın başına
gelir ama geçen geçmiştir artık.
Kökeni ruh olan değerler haritasından bahsetmiştik. Peki, bu
değerler haritası neye göre şekillenmiştir? Vahiy, Hadis ve Töre. Haddizatında
bizim töremiz bile Vahiy ve Hadise göre şekillenmiştir. Türk Milleti budur
kardeşim. Kabul etseniz de etmeseniz de Vahiy, Hadis ve Töre damarlarımızda
akan kan, beslendiğimiz toprak, aydınlandığımız güneş ve soluduğumuz hava
gibidir bizim için. Kadim ve şanlı, şöhretli bir tarihin evlatlarıyız. Devlet
deyince töre, töre deyince devlet gelmiş aklımıza. Ama her ikisinde de asıl
belirleyici, tayin edici din olmuştur. İstisnai bir kültürel dokuya sahibiz.
Muhkem dinamiklerimiz vardır mayamızı pekiştiren ve her daim taze ve temiz
kılan. Ne yüz yıllık bir milletiz ne de yüz yıllık bir devlet. Ne de
bahşedilmiş bir devletin sahibiyiz, ne de hürriyet lütfedilmiştir bize.
Kanımızın, canımızın, terimizin, yaşımızın, emeğimizin ve binlerce yıllık
tecrübelerin ürünüdür her şeyimiz. Ahlakta, hürriyette, adalette mayamızdır
bizim. Bunlar varsa varız, bizde yokuz bunların yokluğu ile. Bu ulvi ve kadim
değerlerimiz olmasa, ne itibarımız kalır ne de tercih edilen bir ağabey
olabiliriz. Varlığımızın idamesi de muhal olur bunlarsız. Bunlardan geçeni
millet neylesin? Vurur tekmeyi işine bakar. Zira bu millet ve devlet, ne bir
oyundadır ne de kuru, sığ ülküler peşindedir. Dün doğmadık ki, çocukça
oyunlarla iştigal edelim. Ya bu değerlere sıkıca tutunacaksın ya da tarihin
çöplüğüne atılacaksın. İslam’a düşman olan, mutlak surette Türk Milletine de
Türkiye Cumhuriyeti Devletine de düşmandır. Bu kesinkes bilinmelidir. İslam,
Türk’ün gövdesine saplanmış bir oktur hayat sunan, can katan. O ok çıktığı an
Türk Milleti muhakkak şekilde yere düşecektir. Çok çıkarılmak istenmiştir ama
başarılamamıştır ve ilanihaye de başarılamayacaktır. Bilakis, o oku çıkarmaya
yeltenen sefilleri, bu millet bağrından çıkarıp çöplüğe atacaktır. Gerçeği
görmek, algılamak, anlamak, fark etmek zorundayız. Göz kapayan kendini
karanlığa mahkûm eder asla gerçeğe zarar veremez. Yel mi yoksa kaya mı
kuvvetlidir? Devleti ayakta tutan, zaman süreci içinde, değerler haritası
ekseninde oluşmuş geleneklerdir. Devlet geleneği diye bir şey vardır. Ama bizim
binlerce yıllık devlet geleneğimiz tahrip ve tahrif edilmiştir maalesef. Değerler
haritamız yırtılıp atılmış ve bize uymayan değerler aşılanmaya çalışılmıştır
temiz gövdemize. Ve o yabancı değerler temelinde bir devlet geleneği var
edilmeye yeltenildiyse de maalesef bu tutmamıştır. İşte bu sebeplerle
devlet-millet ayrışması baş göstermiştir. Bu devletin asıl sahipleri bitevi
ötelenmiştir. Bir insan kendini kendisi yapan unsurlarla çatışır mı Allah,
vatan, namus aşkına bebeğim? Milletine muhalif olan bir devletin serencamı nice
olur? Tabi aslında bu tür ihanetlerinin kökeninde, kadim Türk Milletini ve
devletini yok etmek vardı ama olmadı Allah’ın izniyle. Türk Milletini, kendi
devletine düşman etmek istediler ama başaramadılar. Bu millette, bu devlette
ilelebet payidar olacaktır Allah’ın izniyle ve sıyanetiyle.
Bu topraklara ideolojiler girdi, bu topraklardan din
çıkarıldı, bu milletin kimliği tahrif ve tahrip edildi, netice de devlette,
millette perişan oldu. Çarpık zihniyetler, çarpık sistemleri doğurdu, çarpık
sistemlerde her şeyi altüst etti. Yerli ve mazlum olan ağladı, yabancı ve zalim
olan güldü. Devletimizi, şeytani çıkarlarına alet ettiler maalesef on yıllarca.
Ama bu toprağın çocukları, her zaman, devletlerini sahiplendiler. Elbet bu
zulmü yapan devletimiz değildir ve zalimler bir gün bilmem ne olup gidecektir
dediler ve devlet düşmanlığına yönelmediler. Maalesef çok uzun yıllar, devletimiz,
masonlara çalışmıştır daha doğru ve isabetli bir ifadeyle masonlar için
çalıştırılmıştır. Tabi, yönetimde olan masonlar tavassutu ile becerilmiştir bu.
Yerli maskeli yabancı maşalar, yerli olan ne varsa, yok etmek, yozlaştırmak
için mücadele vermiştir, yerli insanlar mütemadiyen tahkir ve tezyif
edilmişlerdir. Allah, vatan ve namus aşkına, eğer insan evladı iseniz, eğer
vicdanınız hala diriyse, lütfen, kafanızı, iki elinizin arasına alıp, bir
dakika düşünün ve öyle konuşun; bir ülke var, o ülke Müslüman, o ülkede
Müslüman annelerin Müslüman evlatları, yiğitlerimiz, askerlik yapıyorlar ama o
askerin yemin törenine annesi alınmıyor ve o mazlum ve garip anne, yiğitlerin
anası yiğit ana, yemin törenini, tel duvarların dışından izliyor. Bu millet
buna bizatihi şahit olmuştur ne acı ki. Buna normal diyenin, vicdanı şu ya da
bu sebeple bunu onaylayanın, o pespaye suratına tüküreyim. Burası gâvur toprağı
değildir bebeğim! Adam olacaksın haddini ve hududunu bileceksin. Bilakis bilmem
ne olup gideceksin. Benim çocuğum, zehir gibi ayaz gecelerde nöbet tutacak,
vatanın namusunu koruyacak, hatta icabında canını bu millet için, bu devlet
için, bu din için, bu topraklar için verecek ve tertemiz gövdesi apansız
toprağa düşecek ama o yiğidin annesi, o yiğidini, yemin ettiği esnada, şöyle
göğsünü gere gere, gurur ve kıvanç duyarak izleyemeyecek. Tükürürüm böyle
müptezelliğin içine ben. Tük Toprağında, İslam’ın her zerreye sindiği
topraklarda, cami duvarını kirlettirmezler bebeğim sana! Bu hakikati, Türk
Ordusunda en üst düzey mevkiine yükselmiş bir komutan da, emekli olduktan sonra,
sarahaten ortaya koymuş ve ‘’maalesef böyle yanlışlıklar yapılmıştır’’ diye
açıkça bu mevzuyu ifade etmiştir. Umarım bundan böyle yanlışlıklar geç
anlaşılmaz ve bir daha tekrar edilmez. Bu millet bilinçsiz, hafızası
boşaltılmış, binaenaleyh, yapılanları derinliğine idrak edemiyor da göz
yumuyor. Dua edin ki bilinçsiz, ya bir de hakiki manasıyla bilinçli olaydı,
hafızası taze ve temiz olaydı bebeğim! Bu ülkenin öz sahipleri her zaman
ağladılar ama bu ülkenin sahibi olmayı bırakın, bu ülkenin toprağını
kirletenler daima güldüler. Her yere egemen oldular, kaynaklarımızı sömürdüler,
nesillerimizi mahvettiler, besinlerimizi zehirlediler. Velhasıl, her
güzelliğimizi berbat ve harap etiler. Tüm bunlara yalan diyene ne diyeyim ki? Mallığıyla
kalsın derim ancak. Bu milletin damarlarına ahlaksızlık şırıngalandı. Ne
hazindir ki, Müslüman’ım diyenler bile, ahlaksızlığa dümen kırdılar. Zira bu
ülkede, münhasıran Müslümanlar, ahlakı ve adaleti, hakkıyla temsil
edebilselerdi, bu milletinde, devletinde, ülkeninde düzelmesine kifayet ederdi
ama olmadı maalesef. Ahlaksızlığı herhalde devlet teşvik ediyor değildir.
Nesilleri, şeytan işi pisliklerle zehirlemez devlet, değil mi? Ama devlete
egemen olan zalimler var ya, işte bütün mesele onlardır. Devlet, evlatlarını,
baronların, baronların yönlendirdiği mafya bozuntularının, çetelerin ve terörün
kucağına atar mı? O evlatlardır ki, devlet babanın varlığının teminatıdırlar,
aydınlığı, terakkisi, atisidirler. Devlet, umut çalmaz, istikballeri karartmaz,
istiklallere ipotek koymaz, sevenlerini mahvetmez, bu toprakların tertemiz
kızlarını aşağılık kodamanların soysuz piçlerinin hayvani zevklerine kurban
vermez, oğullarını eroin ve kokain baronlarının inisiyatiflerine terk etmez,
kardeşlik ve dostluk köprülerini tarumar etmez, milli birlik ve beraberliğe
kurşun sıktırmaz. Ama ne acıdır ki, devletin derinliklerine ve hassas
noktalarına çöreklenmiş karanlık ruhlu kara tipler bunları yapmışlardır ve bu
ülkeyi de, bu milleti de, bu devleti de mahvetmişlerdir. İşte kurtarmamız
iktiza eden devletimiz, milletimiz, ülkemiz budur. Herkes hissiyatlıca,
hassasiyetlice, haysiyetlice, vazifesini bihakkın ifa etmelidir. Bilakis,
katıksız bir vatan hainidir!
Bu topraklar üzerinde müesses bir devlet mekanizması varsa
şayet, o devlet, bu toprakların yerlilerinindir. Ama o devlet, bir şekilde, ele
geçirilmiştir ve on yıllarca, yerlilerin aleyhine işletilmiştir. Bu ülkede,
terör, taammüden organize edilmiştir ve kadim kardeşler birbirilerine
kırdırılmışlardır, Siyonizm lehine. Ölenlerin kimler olduklarına bakınız,
olayın karanlık yüzünün aydınlanmaya başladığını göreceksiniz. Çok basit bir
misal; hiçbir şatonun önünden şehit cenazesi kalkmamıştır ve önünden şehit
cenazesi kalkan hiçbir evin doğru düzgün bir yapısı bile yoktur. Diğer tarafta
ise Siyonizm’in uşağı olan kodamanların çocukları krallar gibi yaşarlarken ve
Avrupalar da okurlarken, ölenler yine cahil ve gariban insanlardır. Zaten,
daima, fakirler, zenginlerin daha çok kazanmaları için ölmüşlerdir. Yabancı bir
filozofa ait bir söz vardır; ‘’toprakları uğruna öldüğünü sananlar, bilmezler
ki, emperyalistler için ölürler.’’ Ama artık bir ölüm olacaksa, bu ölümler, bu
topraklar için olmalıdır. Bu devletin ekonomisi masonların ve küresel
sermayenin maşalığına soyunmuş kompradorların inhisarına ve inisiyatifine
bırakılmıştır. Devlet yapısı yenilenmeden ve yenilenen devlette mutlak olarak
yerliler söz sahibi olmadan ve bu ülkede bugüne kadar egemen olmuş komprador
sefiller, müptezeller ekarte edilmeden düzelmemiz, güçlenmemiz kabil değildir. Bir
defa, bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti, bugüne kadar namussuzca sömürmüş
kodamanlar muhakkak tasfiye edilmelidirler. Bu kodamanlardır ki, karanlık ruhlu
adamlara, arka planda destek vererek, bu ülkenin nice evladını katlettirmişler
ve bu ülkeyi kaosa sürüklemişlerdir. Bu ülke, on yıllarca, özünde dindışı olan
bir mevhum ile daima tökezletilmiştir. O mevhum tavassutu ile din daima toplum
dışına itilmek istenmiştir ve itilmiştir. Din devletten, devlette dinden
ayrılamaz oysa. Devlet, adil ve ahlaklı olmalı mıdır? Ahlak ve adaletin kaynağı
nedir? Bizleri on yıllarca aldattılar. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru diye
gösterdiler. Dini, gericilik diye lanse ettiler. Filmlerde, dine dair ne varsa
düşük ve kötü olarak gösterdiler. Oysa bizler, bizleri dinden uzaklaştıran
yabancı mahreçli mevhumlarla yatıp kalkmıyorduk, o mevhumu giymiyor, yemiyor,
içmiyorduk. Onsuz da varolabilirdik ve olabiliyordukta. Sadece soruyorum,
insanım ya ve bir kafam varsa ve o kafam karışıktır ya ve düşünür ya, düşününce
de sorular ayaklanmaya başlarlar ya, işte bu yüzden sormak mecburiyetinde
kalıyorum; adalet yok diyelim ama laiklik var, peki adaletsiz laikliği ne
yapayım ben? Ya da adalet var ama laiklik yok, eksik olan nedir? Benim karnımı
adalet doyuracaksa, beni adalet mutlu edecekse ve adalet varsa ve ben de
bunlara ulaşmışsam ve laiklikte yoksa hangi kaybım vardır? Akıl niye var ve
niye biz insanlara lütfedilmiştir? Adaletin ve ahlakın olmadığı yerde insan
düşer ama insan asla laiklikle ayakta değildir? Ve bugüne kadar, bu mevhum
yüzüden, milli ve manevi değerlerimiz tahrif ve tahrip edilmedi mi? Ya da şöyle
diyelim, laiklikle kazandığımız tek bir şeyi kim söyleyebilir? Milletin durumu
malum. Devletin durumu malum. Bireylerin durumu malum. Her şey gözlerimizin
önünde olup bitiyor bebeğim! Acaba bu laiklik dediğimiz şey, arka planda
masonlara ve hizmetkârlarına mı kazandırıyordu ne? Kim aksini iddia edebilir? Hakikat
gizlenebilir mi? Veyahut nereye kadar gizlenebilir? Tolstoy ne diyordu; ahlakı
mı yoksa laikliği mi çiğnemeyin diyordu? Kavimlerin helakına sebep olan şey
ahlaksızlık mıydı yoksa laiklikten uzak kalmak mıydı? Önderimiz, ahlakı mı
ikmal etmişti yoksa laikliği mi? Ahlak ve adalet mi, insanlık için temel, ortak
ve kadim değerdir yoksa laiklik mi? Öyleyse laik olan ama adaletsiz, ahlaksız
olan insan mı yoksa laikliği umursamayan ama ahlak ve adalete iman etmiş insan
mı itibara, saygıya şayandır? Cehalet kadar rezil bir şey yok maalesef. Aklını
kullanmayan insan kadar zavallı, sefil ve acınacak biri daha var mıdır acep şu
fani dünyada?
Topraklarımı, topraklarım üzerinde müesses olan devletimi ve
o devletimin çatısı altında yaşayan milletimi savunmak mecburiyetindeyim. Merak
etmek, düşünmek, sormak, sorgulamak, hakikate ulaşmak, ulaştığım hakikatleri
izhar etmek mecburiyetindeyim. Ne kimseye iflah olmaz bir kinim var ne de iflah
olmaz bir müptelasıyım birinin. Aklım var ve onu layığı ile kullanmak
zorundayım. Gidecek bir toprağım, bana kucağını açacak başka bir milletim, çatısı
altında özgürce yaşayabileceğim başka bir devletim yok. Sürgünlükte kötüdür be
bebeğim! Eğer kendin olarak var olmaya devam ediyorsan, uşaklaşmış bir ruha
sahip değilsen. Sevgili dostlarım! Bir defa daha tekrar etmek ihtiyacını
hissediyorum. O kadar sorundan bahsettik. Bu sorunların hiçbirisini, devlet
ortaya koymuş değildir. Sorunların kaynağı, devleti bir şekilde ele geçirmiş
zihniyettir. Ve hiçbir sorun, kendisini doğuran sebebe dayanarak yok edilemez. Hala
aynı kaynağa yönelerek sorunları yok edeceğine inanmak katıksız alıklıktır. Bu
ülkenin temiz dimağlarına hala Darvinist fikriler enjekte edilmektedir,
bilimsellik kılıfı altında, üstelikte bunu koca koca adamlar yapmaktadırlar. Hem
de bir şekilde devletin bir yerine yamanmış adamlar. Eğer bu milleti, bu
devleti, bu ülkeyi savunmak zorundaysam, bu milletin, devletin, ülkenin
evlatlarını da düşünmek ve korumak zorundayım bir o kadar. Öyleyse
nesillerimizi karanlık bir dünyaya sürükleyen, onların kalplerini ve kafalarını
zehirleyen, onları kirli ve karanlık odakların zavallı birer hizmetkârı yapan
Darwinizme de muhakkak karşı çıkmak ve onu alaşağı etmek zorundayım. Çocuklarımızı
göz göre göre vahşi bir canavarın eline teslim edemeyiz. Hayır yani, bu
tefessüh etmiş ve tarihin çöplüğünü boylamış fikirden kim ne güzellik görmüş
ki, bizler görelim? Körlüğün bu derecesine de yuh olsun yani! Faydası var
diyenler, tek bir örnekle bunu bize izah edebilir mi? Buyurun bu kör ve sakat
zihniyetle kesbedilmiş bir kazanım gösterin eyvallah çekmezsem namerdim. Bizim
kadim ve ulvi değerler haritamız tüm ideolojileri ve izm’leri kusar dostlarım!
Bu topraklara uymaz hiçbirisi. Bu ülkeye zerre miskal iyilik, güzellik, asalet
bahşetmemiştir hiçbirisi. Bilakis, bu milletti düşürmüş, alçaltmıştır hepsi. Bu
milleti resmen ve alenen köleleştirmiştir. Çünkü zihniyet kime aitse, sen o
zihniyeti sahiplenerek asla kendin olamazsın, bilakis o zihniyete sahip olanın
kölesi ve zavallı bir maşası olursun. Hakikat budur bebeğim! Dışarıdan gelen
ilaçlar asla tedaviye cevap vermez, bilakis daha da hasta eder ki daha çok
ihtiyaç duy ve iyice kötürümleş. Olan da budur tarih boyunca. Bir iki hainle,
içine bir zehir akıtırlar ve sen onu bal sanırsın, yedikçe kandığını düşünürsün
ama o seni içinden, kalbinden vurmakta ve yıkmaktadır ve birgün bedenen de
düşürecektir. Bize, kendimize ait olmayan ne şırıngalanmışsa, tümünün yegâne
bir gayesi vardır; bünyemizi tahrif ve tahrip etmek, tagayyürata uğratmak,
asimile etmek, nihayette elimine etmek. Hani Darwin denilen katıksız faşist
diyordur ya; bu Türk denilen vahşi ırk mutlaka elimine edilmelidir diye. Tıpkı
öyle işte. Başka nasıl yok edilecekti Türk Milleti? Ancak temiz ruhunu
kirleterek yok edebilirdiniz ve işte yapılan da budur ve buydu. Bu milletin
ruhu ve beyni harap edildi zehirli fikirlerle ve nihayet bedenen düşürüldü ama
inşaallah yok edilemeyecektir badema. Çünkü insanlık âleminin bu millete
ihtiyacı vardır, tabir caizse bu millet, insanlığın güneşidir ama gövdesinde
İslam ruhunu taşıyan Türk Milletine, bilakis gövdesinde zehirler taşıyan Türk
Milletine değil. Ki zaten gövdesinde İslam ruhu olmayan Türk’te değildir.
Bizler, gövdesinde zehirler taşıyan ama kendini de Türk olarak lanse edenlerin
bu millette verdikleri zararları çok iyi biliyoruz. Gözlerimiz çalışmalı,
kalbimiz çalışmalı, beynimiz çalışmalıdır. Bu hayat sunan organlarımız maalesef
durdurulmuşlardır bir süreliğine ve artık yeniden çalıştırılmalıdırlar. Görmek,
hissetmek, düşünmek yoksa karanlık vardır.
Şu hakikati muhakkak olarak beynimize iyice kazımalıyız,
çivi gibi çakmalıyız; şeytan, insanların doğru yolları üzerindedir ve insanları
bitevi yanlış yollara yönlendirir, kendi özünden uzaklaştırmak ister ki, kendi
egemenliği sarsılmasın ve isyanında başarılı olsun. Şeytan sağdadır, soldadır,
öndedir ve arkadadır. Yüce Rabbimiz ne buyurmuştu; şeytanın, bizi, Rabbimizle
aldatabileceğini ama aldanmamamız gerektiğini buyurmuştu. Yani şeytan, hakikat
kılıfına bürünerekte bizleri aldatabilirdi. Bu kadim bir olaydır. İnsanlığı
örümcek ağı gibi sarıp, kuşatan ideolojilerin insanlık toprağında zuhur
etmeleri, bu kadim vaka sonrasına tekabül eder. İdeolojilerin arka planlarını
çok iyi tetkik ve tahlil etmeliyiz. Hatta ülkemizde ki, cemaat yapılarını da
çok iyi tetkik ve tahlil etmeliyiz. Ki aldanmayalım, yanlış yollara sapmayalım.
Şeytanın yegâne gayesi vardır; Kur’an’ı elimizden almak, alamıyorsa da bizi
Kur’an hakikatlerinden uzaklaştırmaktır. Kur’an’ı tahrif ve tahrip ederek,
bilinçlerimizi dumura uğratmaktır. Şeytanı sevimli göstermektir. Bizim varlık âleminde
sarılabileceğimiz, mutlak olarak inanıp, güvenebileceğimiz yegâne iki kadim
kaynağımız vardır; Kur’an ve Hadis. Bunlardan gayrısı yalandır, yanlıştır,
sahtedir. Bu iki kadim ve mutlak kaynağa istinat eden, bu iki kaynağın hakikatlerinden
milim sapmayanların ise başımız üstünde yeri vardır. İnsanları, kendilerine
değil de, bu iki kaynağa çağıranlar hakikat üzeredirler. İdeolojilerin,
insanları, saf hakikatlerden uzaklaştırmak istedikleri ve böylece insanları
kendi kulları yaparak sömürmek istedikleri mutlak olarak aşikârdır. Akıllar
ıskat olur, vicdanlar sükût eyler bu derin hakikat muvacehesinde. Tüm
ideolojilere de, her türlü emperyalizme de sonsuza kadar hayır. Bizim
kimliğimizde, dinimizde bellidir. Topraklarımız, vatanımız, devletimiz
bellidir. Moskof emperyalizmine de, Amerikan emperyalizmine de, İngiliz
emperyalizmine de, Siyonist emperyalizmine de, İran emperyalizmine de sonsuza
dek hayır. Bugüne kadar ne sömürüldük ne de sömürdük, sadece insanlık adına
adil ve ahlaklı bir hakem olduk tabir caizse. Biz Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın
torunlarıyız. Gerçekleri görmeliyiz, bilmeliyiz ve ona göre tavır almalı,
taktik ve strateji belirlemeliyiz. Yeniden adalet dağıtıcı olmalıyız.
İnsanlığın ufkunda bir Güneş gibi doğmalıyız. İnsanlık toprağına, barış, sevgi,
kardeşlik, muhabbet, ahlak ve adalet tohumları ekmeliyiz.
Son tahlilde; vakit, hesaplaşma vaktidir. İçi adeta
kemirilmiş, kabuğu da bozulmuş olan kadim devletimizi reorganize etme, çalınmış
ruhunu geri koyma, kayba uğramış hafızasını yenileme zamanıdır. Ve namusluca
sahiplenme vaktidir. İlk evvelde eski ve eskiten zihniyeti kökünden söküp atmak
iktiza eder. Bize nefes veren ama çağdışı diye bizden çalınan kültürümüze ve
mutantan tarihimize yeniden dönüş yapmak, ileriye atılmak için şarttır. Ne
tarihte donmak, ne de tarihi silip atmak; dondurulmuş tarihi çözmek ve onu bir
ışık gibi kullanmak, istikbalimizin ve istiklalimizin önkoşuludur. Nesillerimiz,
dinlerini v e törelerini, muhakkak ve mutlak temeller ekseninde yeniden
öğrenmelidirler. Kadim köklerimiz temelinden, etkili ve kuvvetli hamleler
yaparak terakki kaydetmeliyiz, bilim üretmeliyiz. Bilimde muhakkak surette öne
geçmeliyiz. Din ile bilimi barıştırmalıyız. Ne din bilime engel kılınmalıdır ne
de bilim dinin toplum dışına itilmesine sebep edilmelidir. Filmlerle oyalanma
ve gerçekleri filmlerden öğrenme vakti geçmiştir artık. Ahlakı ve adaleti
mutlak surette kalplere yerleştirmeliyiz. Devletimiz, kesinlikle ve kesinlikle,
ahlak ve adalet temelinde yükseltilmelidir. Kaynaklarımızı mutlak olarak
milletimize münhasır kılmalıyız ve millileştirmeliyiz. Artık, ekonomi üzerinde
ki yabancı tasallutuna nihayet vermeli, küresel sermayenin, ülkemizde ki
ayağını kırmalı ve o kirli, kanlı ayakları ekarte etmeliyiz, kökünden
kopartmalıyız. Devletimizi, milletimizi, topraklarımızı canımız pahasına
sahiplenmeliyiz. Nesillerimizi, artık milli ve manevi değerlerimizle
beslemeliyiz. Bilinmeli ve unutulmamalıdır ki, devlet, tüm insanların ortak
aklı ve vicdanının eseridir. Sınırsız hürriyet bahanesi ile devlete muhalefet
edilemez ve devlet mekanizması işlemez hale getirilemez. Devlette, kafasına
estiği şekilde hareket edemez. Bir devlet disiplini, ciddiyeti ve geleneği
vardır.
En son tahlilde; Kudretli Devletim! Muhakkak olarak
bilmelisin ki, deruni acılar hissederek kaleme aldım bu satırları. Sana
sadakatimiz, senin adaletin içindir. Varlığımız, varlığına fedadır. Gayemiz,
yükselmen, yücelmen ve evrene yeniden nizam vermendir. Evlatlarını muhafaza
etmelisin. Güneş gibi doğmalısın çocuklarının ufuklarında. Yorgan gibi
sarmalısın tüm evlatlarını. Kaynaklarını adil bir şekilde dağıtmalısın. Alın
terlerini gasp eden pezevenkleri söküp atmalısın bağrından. Şeytanla işbirliği
yapan herkesi toplumun önüne fırlatıp atmalısın ve ifşa etmelisin ki, toplum
gerçek yüzleri görsün. Güneşli günlere en çok layık olanlar seni ölümsüz sevda
bilenlerdir. Senin için ayakta kalanlardır. Acısız, sancısız, mutlu hayatlar
senin evlatlarının da hakkıdır. Baharları çiçekli olsun, yüzleri gülsün,
gönülleri şen olsun evlatlarının. Mukadderatlarına koyu ve kör karanlıklar
egemen olmasın. İnsanlarının değeri olsun, başka ülkelerin insanları gibi. Ne
hayatlar ucuzudur ne de ucuza gitmelidir hayatlar canım devletim! Sen
evlatlarını sar, kuşat ve koru ki, onlarda sana sadakatten şaşmasınlar. Sana,
bilinçli, şuurlu, taammüden ihanet edenleri affedecek kadar anlayışlı olma. Bu
sadakatli evlatlarına zulüm olur. Yüce Yaratıcının, evrende ki gölgesi ol,
halifesi ol. Yüce Yaratıcının ism-i celiliyle yücel, yüksel ve yücelt, yükselt
evlatlarını da. Yüce Yaratıcının, adaletini ve ahlakını ikame eden ol. Zalim
olma ve zalimlerden koru çocuklarını. Şeytan işi pislikleri yayanları,
yaydıkları pisliğin içinde boğ. Ne hürriyetleri kısıtla ne kısıtsız hürriyet
bahanesi ile temellerine dinamit döşenmesine müsaade et. Çocuklarını, asla ve kata acze düşürme Sayın
Devletim! Hiçbir devlete muhtaç etme, hiçbir devletin önünde diz çöktürme. Saygılar,
sadakatler, hizmetler sanadır Sayın Devletim! Allah’ım seni de, bizleri de
korusun, varlıklarımızı daim kılsın. Sen bizim için ol, bizde senin için. Ama
hepimiz Allah için!