NEDİR BU DEVLET?...

Özgür DENİZ - 15.02.2015

Nedir devlet? Haddizatında bir bütünlük, bir çokluk ihsas ediliyor kavramın telaffuzunda. Hani orman derken yüzlerce, belki de binlerce ağacı anlatırsınız ya, işte öyle. Mevhum olarak elbet mücerret bir şey, ancak kurumsal düzeyde müşahhaslaşıyor mevcudiyeti. Devlet, kapsama alanını ifade eder, tüm kurumları kapsayandır.  Kurumsal yapılar tavassutu ile toplum denilen kopleks yapıyı tanzim eden mekanizmadır bir anlamda. Devlet, şöyle, tasavvur ettiğiniz zaman, anlamsızmış gibi gelecektir ama kurumlar ona anlam eklerler, ruh katarlar. Biraz netleştirelim; bir kurum, görev alanı ile ilgili bir durumda topluma müdahale ederek, devleti müşahhaslaştırır yani varlığını ortaya çıkarır.  Filhakika, kurumlar bile bir yerde mücerret kalırlar. Asıl olan kurumları kendi benliğinde temsil eden şahıslardır. Önce şahıs, sonra kurum, en sonunda devlet gelir. Her kurumun bir başı vardır. Bunların her biri kendi düzeylerinde temsilde bulunurlar. Kimisi kifayetlidir, kimisi de kifayetsizdir temsilde. Devlet denilen mekanizmayı, kurumsal bazda temsil edenler arasında bahusus Ordu, İstihbarat, Adalet-Hukuk, Emniyet daha dominanttır. Bu kurumlar, toplum hayatında çok hayati öneme ve konuma haizdirler. Zira en etkin, aktif ve etkili kurumlardır, toplum ve birey bazında. Binaenaleyh, buralarda ki en ufak bir olumsuz hareket toplumsal infiale yol açabilmektedir ve en ufak bir hata devleti tahribata uğratmaktadır. Aynı şekilde, bu kurumlara matuf yapılan hareketler de çok önemlidir ve dikkat ister. Bir ara İstihbarat araçlarına yapılan hainane operasyonu anımsayınız lütfen. Devleti muhafaza edenler kurumlar olduğu gibi aynı kurumların devleti yıkıcı etkileri de vardır. Devlet düşmanlığına giden yolda buradan geçmektedir. Devlet muhalifliği bu kurumlar tavassutu ile yapılmaktadır. Devlete matuf tenkitler bu kurumlar üzerinde kesifleşmektedir. Keza bu kurumların kuvvetinin, devletin kuvveti olduğu gibi. Devletin payidarlığı bu kurumların payidarlığı ile kaimdir. Bu yüzden bu kurumların nasıl işledikleri sonsuz öneme haizdir. Muhtelif yapıların, fraksiyonların, bu kurumlara egemen olmak istemelerinin inceliği buradan kaynaklanmaktadır. Hülasa, bahusus mezkûr kurumlarımıza ve o kurumlarımızın işleyişinden sorumlu en etkili ve en yetkili şahsiyetler son derecek önemlidir ve bu yönde teennili olunmalıdır. Bilakis, en ufak bir yanlış hareket, devlet denilen mekanizmayı yerle bir edebilir. Hani, nal, at, er, ordu, millet mevzusu vardır ya işte o misal. Düşünce beyinleri ve ruhları şekillendirir, beyin ve ruh bireyi şekillendirir, birey kurumu şekillendirir, kurum da devleti şekillendirir ve devlet milleti, millette medeniyeti şekillendirir. Tümüne İSLAM’ı temel yapın; işte size yücelmek, yükselmek, kuvvetlenmek, bağımsızlaşmak. İslam’dan rengini almayan hiçbir devlet Milli olamaz ve değildir de.

 

 

Bu ümmet için sızlayan bir vicdanınız, bu millet için çırpınan bir yüreğiniz, bu vatan ve vatanlarınız için düşünen bir kafanız, bu devlet için ortaya koyduğunuz bir gövdeniz varsa ve dahi yaşamak arzusundaysanız bu emelleriniz için, yazıyorsunuz işte be kardeşim, yazmak zorundasınız. Suç mu? Eyvallah, başımız eğiktir! Bir davamız vardır bizim, dertlerimiz vardır, sancımız vardır, vardan öte varlarımız vardır. Acılarımız büyüktür bizim, sürgünlerimiz derin, sevdalarımız kalbimizden büyük. Tarihimiz uzun ince bir yol. Medeniyetimiz göklerden beslenir. Biz buyuz be kardeşim. Böyle olmamalıyız velhasıl kelam! Daha ileri de, çok ileri de, en ileri de olmalıyız. Geçelim! Geçemeyiz amma velakin geçmek zorundayız.

 

 

Evren üzerinde ve insanlık tarihinde devlet mekanizmasının ileri ya da ilkel olsun, olmadığı bir devir yoktur. Bendeniz göremiyorum? Ya sizler? Bu muhaldir bebeğim! Üç kişinin arasında bile bir umde vardır, birlikteliği var kılan. Ve nerede bir yasa varsa, umde tebeyyün etmişse işte devlet oradadır. Değil ki, toplumların olduğu yerde devlet olmasın. Bilakis, ne olur bilir misin bebeğim? Herkes kendisi devlet olur ve alır eline kılıcı istediği şekilde keser ve bunun ne demek olduğunu söylemeye lüzum yok galiba? Ruy-i zeminde birkaç ferdin üzerinde yaşam sürdüğü bir toprak mevcut mudur acaba? Devletsizlik, tiranlık demektir. Birkaç şerefsiz itin, toplumun kanını bit gibi emmesi demektir. Devletsizliğin olduğu yerde, kesinkes şeytandır devlet. Devlet yoksa anarşizm vardır. Zehirli kötülük çiçekleri güzelim insanlık bahçesini perişan eder. Tiran devletse, tiranlar korunur, millette korunmak için tiranlara kul olur. Zalim devletse, zulüm kılıçtır. Çünkü devlet yoksa herkesin kanunu kendi nefsidir. Nefislerin hayatı tayin ettiği bir evreni düşünmek bile kâbustur. Var mı devlet, bir parçadır her şey, çok iyi olmasa bile; yok mu devlet, parçasını bile özlersin her bir şeyin. Ki daha ileri düzeyde düşünürsek, birey bile kendi kendisinin devletidir bir yerde. Kurumları nelerdir diyorsanız, organları niye vardır bebeğim? Ve en güzel başkent değil midir kalp dediğimiz? Ve o güzel başkent, şeytan tarafından ele geçirildiği zaman, bir zalim olmuyor mu o devletin sahibi olan kendin. Başkent yıkıldı mı, devlet kalır mı ortada? Ah kalp, bozulmayagörsün, bozulur gider ardı sıra her şey ve bir et yığını gibi çöker kalır gövden. Ya bir de kalbin paksa, temizse, kuvvetli ise, muhkem ise, dağlar bile dayanmaz sana bebeğim! Dünyaya hükmetmekte bir şey mi? Yüce Önderin (sav) demiyor mu; ‘’kalbinize dikkat edin, o et parçası kokarsa, tüm vücut kokar’’ diye? İşte devlet namına söylersek adalettir bu organ. Çünkü devletleri adalet ayakta tutar. Adalet yıkıldı mı, yıkılmadık hiçbir şey kalmaz. Vicdanlar, yürekler, kafalar ve her şey. Nasıl organlar günah işledikçe beden zayıflarsa, kurumlar yanlış yaptıkça da devlet zayıflar. İnsan, nasıl organlarının sağlıklı olmasını aruzalarsa ve bunun için elinden ne geliyorsa yaparsa; aynı şekilde toplumda devletinin kuvvetli ve sağlıklı olması ve düzenli olarak işlemesi için kendisi için var olan kurumları biteviye otokontrole tabi tutmalıdır. Aksi durumda, ne beden kalır ne de devlet bebeğim!

 

 

Yaşamak ve kadim bir medeniyeti canlandırarak bu yaşamı anlamlandırmaktır yegâne arzumuz. Ne bir masa derdindeyiz ne de kasalara sevdalanmışız biz. Ve ne de bir nisaya feda edecek hürriyetin peşindeyiz. Ahhh! Şu garip ve muamma dolu evrende, Selçuklu-Osmanlı gibi bir devletin sahibi olaydıkta göreydik neler olabileceğini. Alpaslan-Yavuz-Selahaddin gibi hanlarımız, hakanlarımız, sultanlarımız olaydı da göreydik zalimlerin perişan hallerini, hüsran dolu sonlarını. O zaman mazlum Türkistan’ımızı, çaresiz Filistin’imizi, yiğit Çeçen’imizi, kalbimiz Boşnak’ımızı ezip geçeydi de, yiğitliklerini bir göreydik, Rus ayılarının, Sırp sırtlanlarının, kahpe Çin’in ve kanı bozuk barbar Siyonist’in ve dahi tüm Avrupa şeytanlarının. Göreydik bir, küçük, sefil ve müptezel Fransız şeytanlarının Önderimize hakaret edebildiklerini. Ahhh yiğitlik, cesaret, asalet! Her güzel şey, her soyluluk ihtiva eden erdem kayboldu gitti, kayboluşuyla büyük Selçuklu ve Osmanlı Türk’ünün. Canım yanıyor be bebeğim! Evet, atalarımın kahramanlıklarıyla ucuz övünce gark olacak kadar basit değilim, sığ düşünmem amma ve lakin onlar bir başkaydı be bebeğim! Korku salıyorduk tüm ruy-i zemine. Setler örülüyordu, pespayelikler bir anda nihayet buluyordu, Önderimize dil uzatanın dilleri koparılıyordu satvetimizden, korkumuzdan. Bize sığınıyordu, bugün sahte ve ucuz kahramanlık peşinde koşan zavallı Avrupalılar. Birbirilerinin barbarlıklarından biz koruyor, kurtarıyorduk onları. Bunları ne bilsinler bugünkü Haçlı artıkları. Öldürüldük biz bebeğim! Can evimizden vurulduk. Dilimizden, dinimizden geçirildik. Tarihimiz çalındı ve tarih diye sunuldu çocuklarımıza yalanlar. Geçelim!

 

 

İnsan, küçücük bir evrene; evren de, büyükçe bir insana tekabül eder özden baktığımız zaman. Varlığın, var olmasının anlamıdır insan. Mümeyyiz vasıflarla mücehhez ve tüm mevcudatın, kendi varlığı için var olduğu bir öznedir. Binaenaleyh, tüm mevzubahis durumlar için misal teşkil eden bir yönü vardır insanın. Devlet denilen mekanizmanın dişlileri konumunda olan kurumsal yapılar bazı zamanlarda insicamsız ve yanlış çalışabilir, işleyebilir. İşte buraya dikkat kesilmek iktiza ediyor. Bu yanlış işleyiş nasıl olmaktadır? Mekanizmayı çalıştıran dişlilerde görev deruhte etmiş bulunan şahısların, ruhlarına ve kafalarına, nihayetinde de yaşamlarına etkide bulunan zihniyettir, yanlış ya da doğru işleyişi tevlit eden. Eğer musluğun başında sorun varsa, su insicamlı akmaz ama sorun yoksa insicam göz kamaştırır. Şimdi bu izahla ve meselenin izharıyla, devlet düşmanlığının da kasıtlı olduğunu tespit etmiş olduk. Düşmanlık zihniyete olmalıdır, devlete değil. Öyleyse işleyişten devleti sorumlu tutup, devleti türap etmeye matuf eylemlere başvuracağımıza, zihniyeti yok etmek hem isabetli olur hem de namusluca olan yoldur. Egemen zihniyet yok olduğu zaman işleyiş insicam kesbedecektir. Bizim dilimizi ve dinimizi öldüren ve bizi, özsüz, cansız koyan, cansız devlet değildir, kirli zihniyettir. Tarihe düşman kılan, ecdadı tahkir eden ve ettiren, cansız devlet değil, kirli zihniyettir. Esasında ise, kirli zihniyeti taşıyan kirli ruhlar ve beyinlerdir. Bataklığa saplanıp kalmış bir şahsı katlediyor musunuz? Hayır. İlk evvelde ıslah etmeye gayret ediyorsunuz. Çünkü bataklığa saplayan nedenleri tetkik etmeden, yapısal sorunları sorgulamadan ve ıslah çalışması yapmadan katliam yapmak ahlaksızlıktır ve asıl cinayet budur. İşte devleti de düzeltmeye çalışmadan, düzeltmeden ve yanlış işleyişin nasıl ve neden olduğunu sorgulayıp, çözüm aramadan, devlete yönelik hainane harekete yeltenmek en ağır ihanettir. İnsan düzgün olmadan, devlet düzgün işlemez, işleyemez bebeğim!

 

 

Basit bir misal; bu milletin enerjisini, gücünü, terörle, başörtüsü vs. gibi suni sorunlarla mahveden, tüketen, bitiren ve bu ülkeyi geri bıraktıran devlet midir yoksa o devleti ele geçirmiş zihniyet midir? Binaenaleyh, hangi taraf olursa olun devlete düşman olunmaz. Ya devleti uçuruma sürükleyen ve milletle arasını açan zihniyetlere muhalif olunur ya da devlete egemen olunup, devletin insicamlı şekilde işlemesi sağlanır ve devlet, sağlam temeller üzerinde yenilenir. Milletinin, sahiplenmediği hiçbir devlet uzun ömürlü olamaz.

 

 

İnsan, tertemiz var olur ama yaşarken kirlenir, çünkü insan İslam olarak doğar ama küflenir küfürle. İnsanın fıtratı, evvelinde ebeveyni tarafından tagayyürata uğratılır, sonra da sair etkenler girer devreye ve insan, kendinden kopar. İnsan her zaman umut taşır ve yine umut taşır insanlar. Umut tükendiği zaman tükenir insan. İslam fıtratıyla dünyaya doğan insanı, sonradan edindiği düşünceler İslam fıtratından koparır. Zihniyeti kirli diye, insan katledilemez. İlk evvelde insanı yenilemek, ilk fıtratına döndürmek için gayret etmek iktiza eder. Çünkü her insanda potansiyel bir umut vardır ve o umut tükendiği zaman tükenmiştir asıl insan. Bizim görevimiz; insanı sahil-i selamete çıkarmaktır ve umutları her an tazelemektir. İnsanın gövdesi düşürülmeden, o gövdeyi tahrip ve tahrif eden organlar düzeltilmelidir. İnsan, zaman içinde muhtelif düşünceler, alışkanlıklar ve değerler edinir. Değerlerin tükendiği yerde değersizlik sadır olur. Değer, iskelet misalidir, ayakta tutar. Değerin çürümesi, iskeletin çürümesi gibidir, iskeletsiz insanın ne olduğu malumdur. İşte tıpkı insan gibi, devlet mekanizması da muayyen değerlere göre ya insicamlı ya da insicamsız işler. Bizim dikkat kesileceğimiz yerde tam da burasıdır. Devlete hangi değerler egemense, işleyişte o yönde olacaktır. Bizler kılıçlarımızı, devlete değil, devletin yönünü belirleyen pratiğe ve o pratiğin kökü olan teoriye karşı kaldırmalıyız. Eğer devlete yönlendiriyorsak bedelini de ödemeye hazır olmalıyız. Çünkü devlet, bedel ödetir, hainlere! Ne devlet ne de kurum işler günahı, günahı işleyen insandır. İnsana günah işleten de nefsidir, beynine ve ruhuna hükmeden düşüncedir. Zulümlerden şahıslar sorumludur. 12 Eylül de yani Kara Eylül denilen zaman diliminde, gencecik insanlarımızı katleden devlet ya da kurumlar mıydı yoksa Siyonist şeytanın emir eri olanlar mıydı? Siz devletin hâkim rengini değiştirin, inanın hayatlarımız da değişecektir. Cehennem ateşi sönecek, cennet gülleri derilecektir. Bizim vazifemiz, devletimizin üzerinde dolaşan karabulutları dağıtmak, karanlık ruhları gayya kuyusuna yuvarlamaktır. Bizler devletimize sahip çıkmazsak, kimlerin sahip çıkacağı malumdur. Bugüne kadar, bu ülke ve bu millet, bu devleti ele geçiren karanlık ruh ve beyinlerce mahvedildi. Tüm enerjisi heba edildi, büyük beyinler adeta sürgün edildi. Misal, 12 Eylül çok planlı bir tezgâhtı, denetimli, disiplinli ve bilinçli bir operasyondu. Hangi taraftan olursa olsun, bir hakikat vardı ki, o insanlar bir nevi düşünen ve en azından bir ideali olan insanlardı, yanlış ya da doğru. İşte Siyonist şeytan hizmetkârlarına o insanları katlettirdi resmen ve alenen. Ve yıllarca bu ülkenin kaynaklarını yağmalayacak, insanlarını adeta diri diri toprağa gömecek olan terör mikrobu türetildi tam da o zamanda. Eğer bu millet hakikaten bilinçli olsaydı, hakikati arasaydı ve bu temellerde devletlerine sahip çıksaydı, bu belalar başımıza yağmur gibi yağar mıydı? Önce dilimiz ve dinimiz tahrip ve tahrif edildi, sonra bilinçlerimiz çalındı ve nihayet her şeyimiz çalındı. Ve biz öylece bakakaldık. İşte tüm bu söylediklerimiz, devlete türlü entrikalarla egemen olan kirli zihniyetlerin, karanlık ruhların marifetleridir. Zaman için iflas etmiş olsa da maalesef devletimizi de mahvetmiş, milletimizin birlik dokusunu paramparça etmiştir o zihniyet. Bu toprağın evladı olan hiçbir kimse devletle hesaplaşacağım diyemez, ancak zihniyetle hesaplaşma yapılır. Eğer bir sistem her şeyi berbat etmişse, berbat edilen şeyleri aynı sistemle çözmeniz kabil-i mümkün değildir. Böyle yapmak alıklığın dikalasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devletine, bu devletin ve bu milletin kadim ruhu yani Osmanlı Ruhu yeniden girmelidir. Yeniden diriliş için bu mutlak koşuldur.

 

 

Bir harita vardır değil mi; bir ülkenin sınırlarını kuşbakışı belirleyen. Tıpkı bunun gibi, bir de insan denilen coğrafyanın sınırlarını, hareketlerini, düşüncelerini, duygularını etkileyen ve ruhtan fışkıran değerler haritası vardır. Bu değerler haritası küçük mikyasta bireyin, büyük mikyasta toplumun yönünü tayin eder. İşte o toplum adına yapılacak, icra edilecek ne varsa, muhakkak olarak bu haritayla mütenasip olması iktiza eder. Bireyin ve toplumun yönünü tayin eden o haritayı bozmaya ya da değiştirmeye yeltenmek hem namussuzluktur hem de birgün mutlaka ters teper. Bumerang gibi bu namussuzluğa yelteneni feci şekilde vurur. Bahusus bizim milletimiz bunun şahididir. Tabi bu dayatma, elbette devlet gücü suiistimal edilerek icra edilmektedir. Türk Milletine bu dayatma çok yapıldı ama her deneme hüsranla neticelendi, Allah’ın izniyle. Dilsizlik dayatıldı, dinsizlik dayatıldı bu millete, şeytanın kanlı ve kirli gömleği giydirilmeye yeltenildi ama olmadı, oldurulmadı. Derin milli bilinç buna müsaade etmedi. Bademada etmeyecek inşaallah. Çünkü Türk’ün bedeniyle, gâvurun bedeni arasında sonsuz fark vardır. Bu beden de İslam gibi fevkalade, asil ve soylu bir ruh saklıdır. Bu ruh her aykırılığı kusmuştur, kusar ve kusacaktır. Bu topluma dikte edilen her ne varsa, haritayla uyuşmadığı görülmüştür. Bu değerler haritası derinlik, mana, enginlik, yücelik, yükseklik ihtiva eder. Tüm hayat, bu haritanın murakabesindedir. Yaşam içinde belki belirginlik aksetmiyor olabilir ama ortaya öyle bir zamanda çıkar ki, bu millete yönünü gösteriverir. Şeytanlar bile şaşırırlar bu hale. Olgular, olaylar, tarihler, şahıslar, yaşamlar, düşünceler, duygular, hep bu haritaya vurulur. Tercihlerde, seçimlerde ona göre olur. Birey ve toplum hayatına etkide bulunur tüm bu saydıklarımız. Ve toplum, sunulan her olguyu, gördüğü her olayı, haritayla karşılaştırır. Ve sonuç; red ya da kabuldür. Topluma inipte, toplum tarafından tekme yiyenlerin işte buraya dikkat etmeleri elzemdir. Bilakis, bir ömür tekme yemekle geçecektir. At sessiz olabilir ama unutulmasın ki, çiftesi ağırdır. Bal akıtır belki, yüreğinin büyüklüğü dolayısıyla ama elbet bir iğnesi de muhakkak bulunur. Bir trafikle dans edilmez bir de toplumla. Zira ya oldururlar ya da öldürürler, sunacak üçüncü bir seçenekleri yoktur. Toplumu adam etmeye yeltenmek en büyük hamakatlık örneğidir. Adam olması iktiza eden sensin bebeğim! Toplum adam olmaz, adam eder! Kaybedenler, niçin kaybettiklerini, söylenenleri anladıkları zaman algılayacak, anlayacaklardır. Devleti bir müddet kanlı bir kılıç gibi kullanabilirsin ve sanırsın ki millet devlete düşman olacak. Hayır bebeğim mutlaka yanılırsın. Çünkü millet sana kin bileyecek ama devletine sadakatini sürdürecektir. Devleti ele geçirdiğini sanırsın velakin yanılırsın. Aslında ele geçirilen kendinsindir. Çünkü denenmektesindir fakat farkında değilsindir. Tekmeyi yediğin gün aklın başına gelir ama geçen geçmiştir artık.

 

 

Kökeni ruh olan değerler haritasından bahsetmiştik. Peki, bu değerler haritası neye göre şekillenmiştir? Vahiy, Hadis ve Töre. Haddizatında bizim töremiz bile Vahiy ve Hadise göre şekillenmiştir. Türk Milleti budur kardeşim. Kabul etseniz de etmeseniz de Vahiy, Hadis ve Töre damarlarımızda akan kan, beslendiğimiz toprak, aydınlandığımız güneş ve soluduğumuz hava gibidir bizim için. Kadim ve şanlı, şöhretli bir tarihin evlatlarıyız. Devlet deyince töre, töre deyince devlet gelmiş aklımıza. Ama her ikisinde de asıl belirleyici, tayin edici din olmuştur. İstisnai bir kültürel dokuya sahibiz. Muhkem dinamiklerimiz vardır mayamızı pekiştiren ve her daim taze ve temiz kılan. Ne yüz yıllık bir milletiz ne de yüz yıllık bir devlet. Ne de bahşedilmiş bir devletin sahibiyiz, ne de hürriyet lütfedilmiştir bize. Kanımızın, canımızın, terimizin, yaşımızın, emeğimizin ve binlerce yıllık tecrübelerin ürünüdür her şeyimiz. Ahlakta, hürriyette, adalette mayamızdır bizim. Bunlar varsa varız, bizde yokuz bunların yokluğu ile. Bu ulvi ve kadim değerlerimiz olmasa, ne itibarımız kalır ne de tercih edilen bir ağabey olabiliriz. Varlığımızın idamesi de muhal olur bunlarsız. Bunlardan geçeni millet neylesin? Vurur tekmeyi işine bakar. Zira bu millet ve devlet, ne bir oyundadır ne de kuru, sığ ülküler peşindedir. Dün doğmadık ki, çocukça oyunlarla iştigal edelim. Ya bu değerlere sıkıca tutunacaksın ya da tarihin çöplüğüne atılacaksın. İslam’a düşman olan, mutlak surette Türk Milletine de Türkiye Cumhuriyeti Devletine de düşmandır. Bu kesinkes bilinmelidir. İslam, Türk’ün gövdesine saplanmış bir oktur hayat sunan, can katan. O ok çıktığı an Türk Milleti muhakkak şekilde yere düşecektir. Çok çıkarılmak istenmiştir ama başarılamamıştır ve ilanihaye de başarılamayacaktır. Bilakis, o oku çıkarmaya yeltenen sefilleri, bu millet bağrından çıkarıp çöplüğe atacaktır. Gerçeği görmek, algılamak, anlamak, fark etmek zorundayız. Göz kapayan kendini karanlığa mahkûm eder asla gerçeğe zarar veremez. Yel mi yoksa kaya mı kuvvetlidir? Devleti ayakta tutan, zaman süreci içinde, değerler haritası ekseninde oluşmuş geleneklerdir. Devlet geleneği diye bir şey vardır. Ama bizim binlerce yıllık devlet geleneğimiz tahrip ve tahrif edilmiştir maalesef. Değerler haritamız yırtılıp atılmış ve bize uymayan değerler aşılanmaya çalışılmıştır temiz gövdemize. Ve o yabancı değerler temelinde bir devlet geleneği var edilmeye yeltenildiyse de maalesef bu tutmamıştır. İşte bu sebeplerle devlet-millet ayrışması baş göstermiştir. Bu devletin asıl sahipleri bitevi ötelenmiştir. Bir insan kendini kendisi yapan unsurlarla çatışır mı Allah, vatan, namus aşkına bebeğim? Milletine muhalif olan bir devletin serencamı nice olur? Tabi aslında bu tür ihanetlerinin kökeninde, kadim Türk Milletini ve devletini yok etmek vardı ama olmadı Allah’ın izniyle. Türk Milletini, kendi devletine düşman etmek istediler ama başaramadılar. Bu millette, bu devlette ilelebet payidar olacaktır Allah’ın izniyle ve sıyanetiyle.

 

 

Bu topraklara ideolojiler girdi, bu topraklardan din çıkarıldı, bu milletin kimliği tahrif ve tahrip edildi, netice de devlette, millette perişan oldu. Çarpık zihniyetler, çarpık sistemleri doğurdu, çarpık sistemlerde her şeyi altüst etti. Yerli ve mazlum olan ağladı, yabancı ve zalim olan güldü. Devletimizi, şeytani çıkarlarına alet ettiler maalesef on yıllarca. Ama bu toprağın çocukları, her zaman, devletlerini sahiplendiler. Elbet bu zulmü yapan devletimiz değildir ve zalimler bir gün bilmem ne olup gidecektir dediler ve devlet düşmanlığına yönelmediler. Maalesef çok uzun yıllar, devletimiz, masonlara çalışmıştır daha doğru ve isabetli bir ifadeyle masonlar için çalıştırılmıştır. Tabi, yönetimde olan masonlar tavassutu ile becerilmiştir bu. Yerli maskeli yabancı maşalar, yerli olan ne varsa, yok etmek, yozlaştırmak için mücadele vermiştir, yerli insanlar mütemadiyen tahkir ve tezyif edilmişlerdir. Allah, vatan ve namus aşkına, eğer insan evladı iseniz, eğer vicdanınız hala diriyse, lütfen, kafanızı, iki elinizin arasına alıp, bir dakika düşünün ve öyle konuşun; bir ülke var, o ülke Müslüman, o ülkede Müslüman annelerin Müslüman evlatları, yiğitlerimiz, askerlik yapıyorlar ama o askerin yemin törenine annesi alınmıyor ve o mazlum ve garip anne, yiğitlerin anası yiğit ana, yemin törenini, tel duvarların dışından izliyor. Bu millet buna bizatihi şahit olmuştur ne acı ki. Buna normal diyenin, vicdanı şu ya da bu sebeple bunu onaylayanın, o pespaye suratına tüküreyim. Burası gâvur toprağı değildir bebeğim! Adam olacaksın haddini ve hududunu bileceksin. Bilakis bilmem ne olup gideceksin. Benim çocuğum, zehir gibi ayaz gecelerde nöbet tutacak, vatanın namusunu koruyacak, hatta icabında canını bu millet için, bu devlet için, bu din için, bu topraklar için verecek ve tertemiz gövdesi apansız toprağa düşecek ama o yiğidin annesi, o yiğidini, yemin ettiği esnada, şöyle göğsünü gere gere, gurur ve kıvanç duyarak izleyemeyecek. Tükürürüm böyle müptezelliğin içine ben. Tük Toprağında, İslam’ın her zerreye sindiği topraklarda, cami duvarını kirlettirmezler bebeğim sana! Bu hakikati, Türk Ordusunda en üst düzey mevkiine yükselmiş bir komutan da, emekli olduktan sonra, sarahaten ortaya koymuş ve ‘’maalesef böyle yanlışlıklar yapılmıştır’’ diye açıkça bu mevzuyu ifade etmiştir. Umarım bundan böyle yanlışlıklar geç anlaşılmaz ve bir daha tekrar edilmez. Bu millet bilinçsiz, hafızası boşaltılmış, binaenaleyh, yapılanları derinliğine idrak edemiyor da göz yumuyor. Dua edin ki bilinçsiz, ya bir de hakiki manasıyla bilinçli olaydı, hafızası taze ve temiz olaydı bebeğim! Bu ülkenin öz sahipleri her zaman ağladılar ama bu ülkenin sahibi olmayı bırakın, bu ülkenin toprağını kirletenler daima güldüler. Her yere egemen oldular, kaynaklarımızı sömürdüler, nesillerimizi mahvettiler, besinlerimizi zehirlediler. Velhasıl, her güzelliğimizi berbat ve harap etiler. Tüm bunlara yalan diyene ne diyeyim ki? Mallığıyla kalsın derim ancak. Bu milletin damarlarına ahlaksızlık şırıngalandı. Ne hazindir ki, Müslüman’ım diyenler bile, ahlaksızlığa dümen kırdılar. Zira bu ülkede, münhasıran Müslümanlar, ahlakı ve adaleti, hakkıyla temsil edebilselerdi, bu milletinde, devletinde, ülkeninde düzelmesine kifayet ederdi ama olmadı maalesef. Ahlaksızlığı herhalde devlet teşvik ediyor değildir. Nesilleri, şeytan işi pisliklerle zehirlemez devlet, değil mi? Ama devlete egemen olan zalimler var ya, işte bütün mesele onlardır. Devlet, evlatlarını, baronların, baronların yönlendirdiği mafya bozuntularının, çetelerin ve terörün kucağına atar mı? O evlatlardır ki, devlet babanın varlığının teminatıdırlar, aydınlığı, terakkisi, atisidirler. Devlet, umut çalmaz, istikballeri karartmaz, istiklallere ipotek koymaz, sevenlerini mahvetmez, bu toprakların tertemiz kızlarını aşağılık kodamanların soysuz piçlerinin hayvani zevklerine kurban vermez, oğullarını eroin ve kokain baronlarının inisiyatiflerine terk etmez, kardeşlik ve dostluk köprülerini tarumar etmez, milli birlik ve beraberliğe kurşun sıktırmaz. Ama ne acıdır ki, devletin derinliklerine ve hassas noktalarına çöreklenmiş karanlık ruhlu kara tipler bunları yapmışlardır ve bu ülkeyi de, bu milleti de, bu devleti de mahvetmişlerdir. İşte kurtarmamız iktiza eden devletimiz, milletimiz, ülkemiz budur. Herkes hissiyatlıca, hassasiyetlice, haysiyetlice, vazifesini bihakkın ifa etmelidir. Bilakis, katıksız bir vatan hainidir!

 

 

Bu topraklar üzerinde müesses bir devlet mekanizması varsa şayet, o devlet, bu toprakların yerlilerinindir. Ama o devlet, bir şekilde, ele geçirilmiştir ve on yıllarca, yerlilerin aleyhine işletilmiştir. Bu ülkede, terör, taammüden organize edilmiştir ve kadim kardeşler birbirilerine kırdırılmışlardır, Siyonizm lehine. Ölenlerin kimler olduklarına bakınız, olayın karanlık yüzünün aydınlanmaya başladığını göreceksiniz. Çok basit bir misal; hiçbir şatonun önünden şehit cenazesi kalkmamıştır ve önünden şehit cenazesi kalkan hiçbir evin doğru düzgün bir yapısı bile yoktur. Diğer tarafta ise Siyonizm’in uşağı olan kodamanların çocukları krallar gibi yaşarlarken ve Avrupalar da okurlarken, ölenler yine cahil ve gariban insanlardır. Zaten, daima, fakirler, zenginlerin daha çok kazanmaları için ölmüşlerdir. Yabancı bir filozofa ait bir söz vardır; ‘’toprakları uğruna öldüğünü sananlar, bilmezler ki, emperyalistler için ölürler.’’ Ama artık bir ölüm olacaksa, bu ölümler, bu topraklar için olmalıdır. Bu devletin ekonomisi masonların ve küresel sermayenin maşalığına soyunmuş kompradorların inhisarına ve inisiyatifine bırakılmıştır. Devlet yapısı yenilenmeden ve yenilenen devlette mutlak olarak yerliler söz sahibi olmadan ve bu ülkede bugüne kadar egemen olmuş komprador sefiller, müptezeller ekarte edilmeden düzelmemiz, güçlenmemiz kabil değildir. Bir defa, bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti, bugüne kadar namussuzca sömürmüş kodamanlar muhakkak tasfiye edilmelidirler. Bu kodamanlardır ki, karanlık ruhlu adamlara, arka planda destek vererek, bu ülkenin nice evladını katlettirmişler ve bu ülkeyi kaosa sürüklemişlerdir. Bu ülke, on yıllarca, özünde dindışı olan bir mevhum ile daima tökezletilmiştir. O mevhum tavassutu ile din daima toplum dışına itilmek istenmiştir ve itilmiştir. Din devletten, devlette dinden ayrılamaz oysa. Devlet, adil ve ahlaklı olmalı mıdır? Ahlak ve adaletin kaynağı nedir? Bizleri on yıllarca aldattılar. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru diye gösterdiler. Dini, gericilik diye lanse ettiler. Filmlerde, dine dair ne varsa düşük ve kötü olarak gösterdiler. Oysa bizler, bizleri dinden uzaklaştıran yabancı mahreçli mevhumlarla yatıp kalkmıyorduk, o mevhumu giymiyor, yemiyor, içmiyorduk. Onsuz da varolabilirdik ve olabiliyordukta. Sadece soruyorum, insanım ya ve bir kafam varsa ve o kafam karışıktır ya ve düşünür ya, düşününce de sorular ayaklanmaya başlarlar ya, işte bu yüzden sormak mecburiyetinde kalıyorum; adalet yok diyelim ama laiklik var, peki adaletsiz laikliği ne yapayım ben? Ya da adalet var ama laiklik yok, eksik olan nedir? Benim karnımı adalet doyuracaksa, beni adalet mutlu edecekse ve adalet varsa ve ben de bunlara ulaşmışsam ve laiklikte yoksa hangi kaybım vardır? Akıl niye var ve niye biz insanlara lütfedilmiştir? Adaletin ve ahlakın olmadığı yerde insan düşer ama insan asla laiklikle ayakta değildir? Ve bugüne kadar, bu mevhum yüzüden, milli ve manevi değerlerimiz tahrif ve tahrip edilmedi mi? Ya da şöyle diyelim, laiklikle kazandığımız tek bir şeyi kim söyleyebilir? Milletin durumu malum. Devletin durumu malum. Bireylerin durumu malum. Her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor bebeğim! Acaba bu laiklik dediğimiz şey, arka planda masonlara ve hizmetkârlarına mı kazandırıyordu ne? Kim aksini iddia edebilir? Hakikat gizlenebilir mi? Veyahut nereye kadar gizlenebilir? Tolstoy ne diyordu; ahlakı mı yoksa laikliği mi çiğnemeyin diyordu? Kavimlerin helakına sebep olan şey ahlaksızlık mıydı yoksa laiklikten uzak kalmak mıydı? Önderimiz, ahlakı mı ikmal etmişti yoksa laikliği mi? Ahlak ve adalet mi, insanlık için temel, ortak ve kadim değerdir yoksa laiklik mi? Öyleyse laik olan ama adaletsiz, ahlaksız olan insan mı yoksa laikliği umursamayan ama ahlak ve adalete iman etmiş insan mı itibara, saygıya şayandır? Cehalet kadar rezil bir şey yok maalesef. Aklını kullanmayan insan kadar zavallı, sefil ve acınacak biri daha var mıdır acep şu fani dünyada? 

 

 

Topraklarımı, topraklarım üzerinde müesses olan devletimi ve o devletimin çatısı altında yaşayan milletimi savunmak mecburiyetindeyim. Merak etmek, düşünmek, sormak, sorgulamak, hakikate ulaşmak, ulaştığım hakikatleri izhar etmek mecburiyetindeyim. Ne kimseye iflah olmaz bir kinim var ne de iflah olmaz bir müptelasıyım birinin. Aklım var ve onu layığı ile kullanmak zorundayım. Gidecek bir toprağım, bana kucağını açacak başka bir milletim, çatısı altında özgürce yaşayabileceğim başka bir devletim yok. Sürgünlükte kötüdür be bebeğim! Eğer kendin olarak var olmaya devam ediyorsan, uşaklaşmış bir ruha sahip değilsen. Sevgili dostlarım! Bir defa daha tekrar etmek ihtiyacını hissediyorum. O kadar sorundan bahsettik. Bu sorunların hiçbirisini, devlet ortaya koymuş değildir. Sorunların kaynağı, devleti bir şekilde ele geçirmiş zihniyettir. Ve hiçbir sorun, kendisini doğuran sebebe dayanarak yok edilemez. Hala aynı kaynağa yönelerek sorunları yok edeceğine inanmak katıksız alıklıktır. Bu ülkenin temiz dimağlarına hala Darvinist fikriler enjekte edilmektedir, bilimsellik kılıfı altında, üstelikte bunu koca koca adamlar yapmaktadırlar. Hem de bir şekilde devletin bir yerine yamanmış adamlar. Eğer bu milleti, bu devleti, bu ülkeyi savunmak zorundaysam, bu milletin, devletin, ülkenin evlatlarını da düşünmek ve korumak zorundayım bir o kadar. Öyleyse nesillerimizi karanlık bir dünyaya sürükleyen, onların kalplerini ve kafalarını zehirleyen, onları kirli ve karanlık odakların zavallı birer hizmetkârı yapan Darwinizme de muhakkak karşı çıkmak ve onu alaşağı etmek zorundayım. Çocuklarımızı göz göre göre vahşi bir canavarın eline teslim edemeyiz. Hayır yani, bu tefessüh etmiş ve tarihin çöplüğünü boylamış fikirden kim ne güzellik görmüş ki, bizler görelim? Körlüğün bu derecesine de yuh olsun yani! Faydası var diyenler, tek bir örnekle bunu bize izah edebilir mi? Buyurun bu kör ve sakat zihniyetle kesbedilmiş bir kazanım gösterin eyvallah çekmezsem namerdim. Bizim kadim ve ulvi değerler haritamız tüm ideolojileri ve izm’leri kusar dostlarım! Bu topraklara uymaz hiçbirisi. Bu ülkeye zerre miskal iyilik, güzellik, asalet bahşetmemiştir hiçbirisi. Bilakis, bu milletti düşürmüş, alçaltmıştır hepsi. Bu milleti resmen ve alenen köleleştirmiştir. Çünkü zihniyet kime aitse, sen o zihniyeti sahiplenerek asla kendin olamazsın, bilakis o zihniyete sahip olanın kölesi ve zavallı bir maşası olursun. Hakikat budur bebeğim! Dışarıdan gelen ilaçlar asla tedaviye cevap vermez, bilakis daha da hasta eder ki daha çok ihtiyaç duy ve iyice kötürümleş. Olan da budur tarih boyunca. Bir iki hainle, içine bir zehir akıtırlar ve sen onu bal sanırsın, yedikçe kandığını düşünürsün ama o seni içinden, kalbinden vurmakta ve yıkmaktadır ve birgün bedenen de düşürecektir. Bize, kendimize ait olmayan ne şırıngalanmışsa, tümünün yegâne bir gayesi vardır; bünyemizi tahrif ve tahrip etmek, tagayyürata uğratmak, asimile etmek, nihayette elimine etmek. Hani Darwin denilen katıksız faşist diyordur ya; bu Türk denilen vahşi ırk mutlaka elimine edilmelidir diye. Tıpkı öyle işte. Başka nasıl yok edilecekti Türk Milleti? Ancak temiz ruhunu kirleterek yok edebilirdiniz ve işte yapılan da budur ve buydu. Bu milletin ruhu ve beyni harap edildi zehirli fikirlerle ve nihayet bedenen düşürüldü ama inşaallah yok edilemeyecektir badema. Çünkü insanlık âleminin bu millete ihtiyacı vardır, tabir caizse bu millet, insanlığın güneşidir ama gövdesinde İslam ruhunu taşıyan Türk Milletine, bilakis gövdesinde zehirler taşıyan Türk Milletine değil. Ki zaten gövdesinde İslam ruhu olmayan Türk’te değildir. Bizler, gövdesinde zehirler taşıyan ama kendini de Türk olarak lanse edenlerin bu millette verdikleri zararları çok iyi biliyoruz. Gözlerimiz çalışmalı, kalbimiz çalışmalı, beynimiz çalışmalıdır. Bu hayat sunan organlarımız maalesef durdurulmuşlardır bir süreliğine ve artık yeniden çalıştırılmalıdırlar. Görmek, hissetmek, düşünmek yoksa karanlık vardır.

 

 

Şu hakikati muhakkak olarak beynimize iyice kazımalıyız, çivi gibi çakmalıyız; şeytan, insanların doğru yolları üzerindedir ve insanları bitevi yanlış yollara yönlendirir, kendi özünden uzaklaştırmak ister ki, kendi egemenliği sarsılmasın ve isyanında başarılı olsun. Şeytan sağdadır, soldadır, öndedir ve arkadadır. Yüce Rabbimiz ne buyurmuştu; şeytanın, bizi, Rabbimizle aldatabileceğini ama aldanmamamız gerektiğini buyurmuştu. Yani şeytan, hakikat kılıfına bürünerekte bizleri aldatabilirdi. Bu kadim bir olaydır. İnsanlığı örümcek ağı gibi sarıp, kuşatan ideolojilerin insanlık toprağında zuhur etmeleri, bu kadim vaka sonrasına tekabül eder. İdeolojilerin arka planlarını çok iyi tetkik ve tahlil etmeliyiz. Hatta ülkemizde ki, cemaat yapılarını da çok iyi tetkik ve tahlil etmeliyiz. Ki aldanmayalım, yanlış yollara sapmayalım. Şeytanın yegâne gayesi vardır; Kur’an’ı elimizden almak, alamıyorsa da bizi Kur’an hakikatlerinden uzaklaştırmaktır. Kur’an’ı tahrif ve tahrip ederek, bilinçlerimizi dumura uğratmaktır. Şeytanı sevimli göstermektir. Bizim varlık âleminde sarılabileceğimiz, mutlak olarak inanıp, güvenebileceğimiz yegâne iki kadim kaynağımız vardır; Kur’an ve Hadis. Bunlardan gayrısı yalandır, yanlıştır, sahtedir. Bu iki kadim ve mutlak kaynağa istinat eden, bu iki kaynağın hakikatlerinden milim sapmayanların ise başımız üstünde yeri vardır. İnsanları, kendilerine değil de, bu iki kaynağa çağıranlar hakikat üzeredirler. İdeolojilerin, insanları, saf hakikatlerden uzaklaştırmak istedikleri ve böylece insanları kendi kulları yaparak sömürmek istedikleri mutlak olarak aşikârdır. Akıllar ıskat olur, vicdanlar sükût eyler bu derin hakikat muvacehesinde. Tüm ideolojilere de, her türlü emperyalizme de sonsuza kadar hayır. Bizim kimliğimizde, dinimizde bellidir. Topraklarımız, vatanımız, devletimiz bellidir. Moskof emperyalizmine de, Amerikan emperyalizmine de, İngiliz emperyalizmine de, Siyonist emperyalizmine de, İran emperyalizmine de sonsuza dek hayır. Bugüne kadar ne sömürüldük ne de sömürdük, sadece insanlık adına adil ve ahlaklı bir hakem olduk tabir caizse. Biz Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın torunlarıyız. Gerçekleri görmeliyiz, bilmeliyiz ve ona göre tavır almalı, taktik ve strateji belirlemeliyiz. Yeniden adalet dağıtıcı olmalıyız. İnsanlığın ufkunda bir Güneş gibi doğmalıyız. İnsanlık toprağına, barış, sevgi, kardeşlik, muhabbet, ahlak ve adalet tohumları ekmeliyiz.

 

 

Son tahlilde; vakit, hesaplaşma vaktidir. İçi adeta kemirilmiş, kabuğu da bozulmuş olan kadim devletimizi reorganize etme, çalınmış ruhunu geri koyma, kayba uğramış hafızasını yenileme zamanıdır. Ve namusluca sahiplenme vaktidir. İlk evvelde eski ve eskiten zihniyeti kökünden söküp atmak iktiza eder. Bize nefes veren ama çağdışı diye bizden çalınan kültürümüze ve mutantan tarihimize yeniden dönüş yapmak, ileriye atılmak için şarttır. Ne tarihte donmak, ne de tarihi silip atmak; dondurulmuş tarihi çözmek ve onu bir ışık gibi kullanmak, istikbalimizin ve istiklalimizin önkoşuludur. Nesillerimiz, dinlerini v e törelerini, muhakkak ve mutlak temeller ekseninde yeniden öğrenmelidirler. Kadim köklerimiz temelinden, etkili ve kuvvetli hamleler yaparak terakki kaydetmeliyiz, bilim üretmeliyiz. Bilimde muhakkak surette öne geçmeliyiz. Din ile bilimi barıştırmalıyız. Ne din bilime engel kılınmalıdır ne de bilim dinin toplum dışına itilmesine sebep edilmelidir. Filmlerle oyalanma ve gerçekleri filmlerden öğrenme vakti geçmiştir artık. Ahlakı ve adaleti mutlak surette kalplere yerleştirmeliyiz. Devletimiz, kesinlikle ve kesinlikle, ahlak ve adalet temelinde yükseltilmelidir. Kaynaklarımızı mutlak olarak milletimize münhasır kılmalıyız ve millileştirmeliyiz. Artık, ekonomi üzerinde ki yabancı tasallutuna nihayet vermeli, küresel sermayenin, ülkemizde ki ayağını kırmalı ve o kirli, kanlı ayakları ekarte etmeliyiz, kökünden kopartmalıyız. Devletimizi, milletimizi, topraklarımızı canımız pahasına sahiplenmeliyiz. Nesillerimizi, artık milli ve manevi değerlerimizle beslemeliyiz. Bilinmeli ve unutulmamalıdır ki, devlet, tüm insanların ortak aklı ve vicdanının eseridir. Sınırsız hürriyet bahanesi ile devlete muhalefet edilemez ve devlet mekanizması işlemez hale getirilemez. Devlette, kafasına estiği şekilde hareket edemez. Bir devlet disiplini, ciddiyeti ve geleneği vardır.

 

 

En son tahlilde; Kudretli Devletim! Muhakkak olarak bilmelisin ki, deruni acılar hissederek kaleme aldım bu satırları. Sana sadakatimiz, senin adaletin içindir. Varlığımız, varlığına fedadır. Gayemiz, yükselmen, yücelmen ve evrene yeniden nizam vermendir. Evlatlarını muhafaza etmelisin. Güneş gibi doğmalısın çocuklarının ufuklarında. Yorgan gibi sarmalısın tüm evlatlarını. Kaynaklarını adil bir şekilde dağıtmalısın. Alın terlerini gasp eden pezevenkleri söküp atmalısın bağrından. Şeytanla işbirliği yapan herkesi toplumun önüne fırlatıp atmalısın ve ifşa etmelisin ki, toplum gerçek yüzleri görsün. Güneşli günlere en çok layık olanlar seni ölümsüz sevda bilenlerdir. Senin için ayakta kalanlardır. Acısız, sancısız, mutlu hayatlar senin evlatlarının da hakkıdır. Baharları çiçekli olsun, yüzleri gülsün, gönülleri şen olsun evlatlarının. Mukadderatlarına koyu ve kör karanlıklar egemen olmasın. İnsanlarının değeri olsun, başka ülkelerin insanları gibi. Ne hayatlar ucuzudur ne de ucuza gitmelidir hayatlar canım devletim! Sen evlatlarını sar, kuşat ve koru ki, onlarda sana sadakatten şaşmasınlar. Sana, bilinçli, şuurlu, taammüden ihanet edenleri affedecek kadar anlayışlı olma. Bu sadakatli evlatlarına zulüm olur. Yüce Yaratıcının, evrende ki gölgesi ol, halifesi ol. Yüce Yaratıcının ism-i celiliyle yücel, yüksel ve yücelt, yükselt evlatlarını da. Yüce Yaratıcının, adaletini ve ahlakını ikame eden ol. Zalim olma ve zalimlerden koru çocuklarını. Şeytan işi pislikleri yayanları, yaydıkları pisliğin içinde boğ. Ne hürriyetleri kısıtla ne kısıtsız hürriyet bahanesi ile temellerine dinamit döşenmesine müsaade et.  Çocuklarını, asla ve kata acze düşürme Sayın Devletim! Hiçbir devlete muhtaç etme, hiçbir devletin önünde diz çöktürme. Saygılar, sadakatler, hizmetler sanadır Sayın Devletim! Allah’ım seni de, bizleri de korusun, varlıklarımızı daim kılsın. Sen bizim için ol, bizde senin için. Ama hepimiz Allah için!

Tarih: 15.02.2015 Okunma: 726

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

05.04.2014 - 11:22

http://www.internethaber.com/buyuk-turp-kimin-heybesindeydi-15845y.htm


Büyük Turp kimin heybesindeydi?

Özgür Deniz

11.04.2014 - 18:13

http://dunyagerceklerim.blogspot.com.tr/2014/04/yumruk-kimden.html#more


bu adam kimi savunursa savunsun, kim olursa olsun, BU yazdıklarını çürütecek bir babayiğit asla çıkamaz... ve doğru kimden gelirse gelsin doğrudur...ve dünya böyle dönüyor işte...yüzeyde kalmamak gerekir,,,derinlere inmek ve derin gerçeği görmek gerekir...savaşını gerçekler üzerinde yaparsan mutlaka kazanırsın...ama yalanlar üzerinde yaparsan hep kaybedersin...

selam olsun savaşçılara...başlar eğilsin gerçeğe...

Özgür Deniz

05.04.2014 - 11:22

http://www.internethaber.com/buyuk-turp-kimin-heybesindeydi-15845y.htm


Büyük Turp kimin heybesindeydi?

Özgür Deniz

11.04.2014 - 18:13

http://dunyagerceklerim.blogspot.com.tr/2014/04/yumruk-kimden.html#more


bu adam kimi savunursa savunsun, kim olursa olsun, BU yazdıklarını çürütecek bir babayiğit asla çıkamaz... ve doğru kimden gelirse gelsin doğrudur...ve dünya böyle dönüyor işte...yüzeyde kalmamak gerekir,,,derinlere inmek ve derin gerçeği görmek gerekir...savaşını gerçekler üzerinde yaparsan mutlaka kazanırsın...ama yalanlar üzerinde yaparsan hep kaybedersin...

selam olsun savaşçılara...başlar eğilsin gerçeğe...