And olsun ki; hakikat ve imanın kudreti muvacehesinde,
ruy-i zeminde ki tüm kuvvetler bir olsalar da ıskat olmaya mahkûmdurlar.
Bilmeyenlerin, bilmediklerini, bildiklerini zannetmeleri onursuzca bir
alıklıktır. Şeyler hakkında gerçek bilgiye sahip olan, şeyleri yapandan başka
kim olabilir ki? Evet, bilgi kozdur ve kuvvettir ama hakikatin bilgisi!
Geçelim!
Tarihe iki türlü resmiyet kazandırılır. Küresel bazda,
yerel bazda. Dünyaya egemen olan ülkenin tarihine resmiyet kazandırılır ve
ülkelerin tarihine resmiyet kazandırılır. Çünkü tarihin resmileştirilmesi,
zihinlerin dondurulmasını tevlit eder ve zihinlerin donması da, daha kolay
sömürülmek demektir. Evrende ki egemen gücün resmileştirilen tarihini, küresel
yönetimi paylaşan kuvvetler yazarlar ve yazdıkları gibi de insanlığa dikte
ederler. Bu resmiyet kesbetmiş tarih, her ülkeye, küresel efendilerce o ülkeye
tayin edilmiş hadimler tarafından kendi insanlarına enjekte edilir. Bir ara,
İsrail başbakanı İzak Rabin, İslam ülkelerini, İsrail’in belirlediği mutemet
elemanlar yönetiyorlar demişti de, bu gerçek, Siyonistleri feci sarsmıştı ve
akabinde MOSSAD ajanlarınca katledilmişti malum başbakan. Mısır’ı, Suriye’yi,
İran’ı vd. düşünürsek olayı çözebiliriz.
Küresel efendilerce dizayn edilmiş tarihi pazarlamada,
kitaplar en mutemet ve muhkem araçlardır. Hassaten tutulmuş elemanlara
yazdırılmış ve yalan bilgilerle doldurulmuş kitaplar, resmiyet kesbetmesi
istenilen tarihin, kafalara zerk edilmesinde en ideal araçlardır. Resmi tarihin
dizayn edilmesinin sebebi, zecri yöntemlere başvurmadan, kolay şekilde
insanlara ittihaz ettirilip, insanların yaşamlarını bu tarihe göre
kurgulamalarını sağlamaktır. Resmiyet kazandırılan tarih, ülkelerin
terakkilerinin önünde ki en büyük handikaptır. Ülkeler bazında ki kurgulanmış
resmi tarih global ölçekte kurgulanan tarihle ilintilidir. Çünkü yollar,
yönler, artık resmiyet kesbetmiş tarih ekseninde tayin edilir. Nihayetinde de
insanlık bir aldanış çukuruna yuvarlanır ve öylece yaşar gider. Yalan yaşamlar,
yalan tarihin ürünü olur. Kurgulanan tarih, zihinleri felç eder, hür düşünceyi
boğar, insanları bitevi malayani sorunlarla iştigal ettirir. Devlet ve millet
buluşmasını muhal kılar.
İnsanlığı aldatmak için muhtelif eserlerin neşriyle
ilgilenen bir yapı vardır; USIA. Taktik ve yöntem çok basittir. Mutemet eleman
bulunur, bir eser kaleme aldırılır. Eserle ilgili sansasyon yaratacak haberler
yaptırılır ve böylece eser tüm kamuoyunun bilgisine sunulur, eserin okunması
sağlanır. Halkta merak uyandırılır. Müellifle arka perdede anlaşma sağlanır.
Derin sırlar iletilir kendisine. Kitap ve yazar üzerinde kontrol USIA adlı
karanlık yapının inhisarındadır artık. Aynı zamanda bu olay, yazara da çok
kazandıracaktır ve kimse böyle bir teklifi reddedemez. Bu meyanda derin sırlara
vakıf olan şahsiyet ünvanını almakta işin cabasıdır. Ki müellifin yapacağı
fazla bir şey de yoktur, sipariş edilen kitaba imza atmaktan başka. Tarihin
resmiyet kesbetmesi, statükonun ağababalarına da meşruluk sağlar. Artık
tepkiler cılız kalacaktır ve küçük tepkilerin de direnç noktası öldürülmüş
olacaktır. İdraklerin kilitlenmesidir, tarihin resmileştirilmesi. Artık merak
edemez, soramaz, sorgulayamazsınız. Akıl işlevini kaybeder bir anlamda. Mazi,
karanlığa mahkûm olur. Kötü iyi, iyi kötü olur. Tabir caizse, millet
mankurtlaşır. Mevcut, tazim ve tebcil edilir; muhtemel, böylelikle yerin dibine
sokulmuş olur. Tarihin resmilik kesbetmesi, statükonun anasıdır. Terakki, hür
düşüncenin boğulmasıyla akamete uğrar. İnsanlık, karanlık bir zamanda donar.
Sözde, beyinde ki kaostan kurtulunur ve bedensel kozmosa mülaki olunur. Güya,
insanlık sorumluluktan azade olur. Bir uyuşukluk sadır olur insanlıkta. Zira
beyinde ki kaosun münteha bulması demek, insanın zamanda donması demektir. Oysa
beyin zaten kaostur. Çünkü milyonlarca fikir uçuşur orada. Bireyin beyninin
donması demek, toplumun hayatının durması demektir. Bu da her türlü terakkinin,
gelişmenin, icadın katledilmesi demektir. Kaos tetikleyici bir unsurdur,
ilerlemek adına. Kafasında koasun hâkim olduğu insanlar mütemadiyen
müteyakkızdırlar. Hakikat arayışı
içerisindedirler. Yeni olana açıktırlar. Putları ve putlaştırmayı reddederler.
Aramanın ve bulmanın heyecanıyla yaşarlar. Tarihe resmilik atfetmek; sömürünün
resmileştirilmesidir!
Tarihe resmilik atfedilmesi, tarihin
sahteleştirilmesidir. Yücelmenin ve yükselmenin katilidir resmi tarih. Global
ölçekte de, yerel ölçekte de böyledir bu. Selamet sahiline vasıl olmak için,
yalanlarla lebalep doldurulmuş olan hafızamızı boşaltmak iktiza eder. Beynimize
format atarak, yüklenmiş bulunan tüm verileri silmek ve her şeyi yeni baştan
öğrenmeye başlamak gerek. Bir nevi, çocuk halimize dönmek ve hakikat ekseninde
yeniden büyümeye çalışmak icap eder. Bilakis, hür olduğumuzu düşünmek kuru bir
hayalden öteye geçemez ve geçemeyecekte. Sadece esirizdir, zihnimizde ki yüklü
verilerin esiriyizdir, dolayısıyla verileri yükleyenlerin esiriyizdir. Adeta
yalanızdır. Bildiğimiz yalandır, öğrendiğimiz yalandır, yaşadığımız yalandır,
biz yalan olmuşuzdur. Böyleyiz de zaten. Bu yüzden bir türlü kurtulamıyoruz ya.
Bildiğimizi sanırız, bir şeyler biliriz de belki ama münhasıran yalanları
biliriz, velakin cehaletimizi örtemez bildiklerimiz. Bilakis bildiklerimizin
kendisi cehalet üretir, cahilleştiricidir. Ki zaten resmi tarihin gayesi de,
haddizatında cahilleştirmektir!
İnsanlığa dikte edilen resmi tarihin muayyen
yalanlarından bazıları şunlardır;
Kapitalizmle Komünizmin ezeli düşmanlığı yalanı
Bir Yahudi olan Hitlerin Yahudilere yönelik toplu
katliamı yalanı
Büyük şeytanın Ay’a yolculuğu yalanı
Japonların büyük şeytanın deniz üssüne saldırısı yalanı
Birinci dünya savaşının yapıldığı yalanı
Körfez savaşı diye bir savaşın yapıldığı yalanı vs. vs.
vs.
Bizim ülkemize dair olanlarına ise girmeye ve üzerlerinde
fikir serdetmeye lüzum görmüyorum, zira gayet iyi biliyoruz.
Hakikatlere karşı, kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör,
kalplerimiz kapalı, beyinlerimiz fanus içinde maalesef. Ne garip! Niye rahatsız
oluruz ki? Kafan varsa düşünüyorsun işte. İlla şüphe besliyorsun her şeye
karşı. Ardına önüne bakmak zorunda kalıyorsun. Düşünüyorsun işte ya, aklın var
çünkü ve hiçbir şey seni tatmin etmiyor. Bildiğini sanıyorsun ama sanmakla
olmuyor. Merak ediyorsun, soruyorsun, sorguluyorsun. Delik deşik etmek
istiyorsun her kalıbı. Kalıba girmek kötüdür. Çünkü kalıba girenin aklı,
bilinci iptal olur. Kalıba giren şekil alır. Ama insanın şekli olmaz ki. Çünkü
insan kaostur. Tutuyorsun herkes şuna inansın diyorsun. Sen benim inandığıma
inan o zaman. Ne biliyorsun seninkinin doğru, benimkinin yanlış olduğunu? Hayır
yani nereden biliyorsun? Kim söyledi sana? Elinde mutlak kanıt mı var? Ya benim
inandıklarım doğruysa! Kalıba girenin kaderi sömürülmektir. Resmi olan her şey
kalıba sokar insanı. Adı üstünde resmi, doğal değil yani. Sınırları çizilmiş,
tayin edilmiş. Neyse be, cahil insanla dalaşacağına, çalıyı dolaş demiş ecdat.
Geçelim!
İlerleyen zamanda, yazımızda, resmiyet kesbetmiş dünya
tarihinin büyük yalanlarından bazılarını izah etmeye çalışacağız. Hassaten
kapitalizm ve komünizm kavgasının derinliğine inmeye gayret edeceğiz naçizane.
Zira insanlığı derinden etkileyen ve insanlığa yörüngesini şaşırtacak derecede
etkisi olan bir olaydır. Ve elan insanlık üzerinde ki sarsıcı etkisini
sürdürmektedir. Fakat bendeniz, olaya kalıpsal olarak değil muhteva olarak
bakacağım ve ince detaylara değineceğim. Muhteva idrak edilirse, kalıp zaten
paramparça olur. Yine sözde Yahudi katliamından küçük noktalara temas edeceğim.
Körfez olayı zaten bizim tanıklığımızda tahakkuk eden bir vakıadır. Tabi
muhtelif kitaplara da müracaat edebilirsiniz bu konuda. Japonların Pearl Harbor
olayı da, şeytanın Ay’a uzanma olayı da yine muhtelif kitaplarda
anlatılmaktadır. Misal; sevin sevmeyin, nefret edin etmeyin ama Harun Yahya’nın
kitaplarında bu konularda derin bilgilere ulaşabilirsiniz. Aklınız var mı?
Vardır herhalde. Tetkik ve tahlil yapabilme kabiliyetiniz var mı? Vardır
herhalde. O zaman kişi değil, yazdıkları önemlidir galiba, değil mi? Okursun,
ölçersin, biçersin, tartarsın ve kararını verirsin. Kafana güveniyorsan her
şeyi okuyabilirsin bebeğim! Yok güvenmiyorsan kalıba girersin ve sürünür
gidersin. Keza, NATO denilen küresel cinayetlerin ardında ki karanlık ama resmi
hüviyete sahip küresel şeytani şebekenin tetikçi unsurlarına temas edeceğim
gücüm yettiğince, dilim döndüğünce, aklım kifayet ettiğince.
Birinci Dünya Savaşı, derin bir aklın ürünü olsa gerek,
çok önceden, çok sonrası için hazırlanmış küresel bir planının aktive
edilmesinin müşahhas hali desek yeridir. Osmanlı Devleti yok olmalıydı.
Halifelik kurumu etkisizleştirilerek, İslam Âlemi başsız, otoritesiz
bırakılmalıydı. Çünkü baş gitti mi, kolların, bacakların, ellerin, ayakların
hiçbir hükmü kalmazdı hatta gövde bile hiçleşirdi. Ki aynen de böyle oldu.
Osmanlı kayboldu, insanlık belasını buldu. Neresini inkâr edebilirsiniz ki bu
hakikatin? Bunun Osmanlıyı sevip sevmemekle de ilgisi yoktur. Akıllı adam
aklını kullanır. Gerçek gerçektir bebeğim! Gerçeği bile isteye inkâr, kendi
kendini düşürmektir, onursuzluktur, onursuzca yaşamaya mahkûm olmaktır. Hayır,
yine düşman ol ama düşmanlığın seni alıklaştırmamalıdır. Çünkü tüm parçaları
birleştiren baş, görkemli bir gücü tevlit ederdi ve gücün karşısında durmaksa
yürek isterdi. Gâvursa yüreksizin tekiydi. Gâvurda erkeklik aramayacaksın.
Çünkü gâvur kahpedir. Onun işi gücü kahpece plan yapmak, hain tuzaklar
kurmaktır. Ha gâvur derken ille yabancı gâvurları anlamayalım, yerli maskeli
gâvurlarda geziniyor bu topraklarda. Ayrıca İsrail isminde bir devlet tesis
edilmeliydi. Hem de tam İslam Âleminin bağrına. Türk isminde ki barbar(!)
millet zincirlenmeliydi. Arz-ı Mev’ud ideali biraz daha yakınlaştırılmalıydı.
Yaptığım incelemeler neticesinde fark ve ihsas ettiğim derin detaylarda bu
düşüncelere ulaştım. Ama tarihe şöyle bir baktığımızda da bunların asla yalan
olmadığını bizatihi müşahede edebiliriz. Bu savaş, kocayan aslanı parçalama ve
paylaşma savaşıydı. Alman piçi kasıtlı olarak Osmanlıyı kendi yanına çekti.
Kemal Tahir’in kitaplarının derinliklerinde de bu minvalde izahatlara
rastlayabilirsiniz, tabi keskin okursanız. Hayatımıza aldanarak başladığımız
için, aldanmayı seviyoruz, bir türlü kalıpları kırmayı, putlarımızı reddetmeyi
istemiyoruz, istesekte başaramıyoruz. Keyfimizin bozulma ihtimali feci
korkutuyor bizi. Bilmekse, kâbus gibi! Rayında giden yaşam treninin rayından çıkacağını
düşünmek konforumuz bozuyor ve dokunmak istemiyoruz hiçbir şeye, dokunmasınlar
bize de diye. Şerefli yaşamak, hür hayatlara sahip olmak bedel ister oysa!
Tarihin resmiyet kesbetmesi, dilden ve dinden vazgeçirir insanı, kökü budar ve
gövdeyi çürütür, nihayet koca çınarı yok eder. Güneş söner, karanlık basar ve
susar tüm insanlık! Millet; dilsiz, dinsiz, köksüz kalır ve güneş söner
milletin, nihayetinde ise, bukağılara, kementlere, zincirlere vurulur. Kır
zincirlerini, çık kalıplardan ve sözünü bil, özüne dön ey insan, ey millet!
Gladio, klasik bir tetikçi yapıdır. NATO emrindedir.
Masonların vurucu gücüdür. Sokağın karanlık yüzüdür. Renk önemli değildir
Gladio için, yeter ki istendik yönde kullanılabilsin, şahıs ya da kurum.
Küresel Siyonizm’in insanlığa korku salmak ve insanlığı kendi istediği yola
sokmak için NATO denilen küresel şebekeye kurdurduğu karanlık bir yapıdır.
Dünyayı, küresel efendilerin istemediği yöne doğru yönlendirmek çabası içinde
olan şahıslar her zaman bu vahşi örgüt tavassutu ile ortadan kaldırılmışlardır.
Orta yolda olanlar dahilinde vücut bulamadığı için, ekstrem yapılar içinde daha
kolay şekilde yuvalanmıştır. Komünist ve faşist örgütler gibi. Binaenaleyh, bu
kliklerin tuzağına düşmüş gençlik kitlesi kolayca bu karanlık yapıya dâhil
olmuşlardır. Belki farkında değildirler, olmazlar ama dâhil olurlar ve
kullanılırlar. Bunu bilen bir kişi vardır; o da örgütü yöneten, yönlendiren
şahıstır. Velakin, keyfi gıcırdır o zevatın, yaşamı güzeldir ve ölümler onu
daha da iyi yaşatacaktır, bu yüzden susar ve vazifesini yapar. Mezkûr ideolojik
yapılanmalar, genişlemek isterler, silahlanmak isterler ve icap ettiği zaman da
silahlarını gömmek isterler. Şayet yakayı ele verirlerse de, tüymek isterler.
İşte Gladio tam da bunu sağlar. Gençliği tuzağa düşüren de budur. Bir parça derinlik,
biraz lüks ve sırlı bir dünya, gizemli ve güçlü görünen adamlar; haydi gençlik
toplan! Komünist ve faşist yapılanmalar kana ve kine istinat ettiklerinden
dolayı söylediklerimize daima muhtaçtırlar. Bu tür istekleri olanın da, bu
istekleri temin edecek derin adamlara ihtiyacı olur. İşte o derinliğin
barındığı yerdir; Gladio. Bir şey bildiğimizi sanıyoruz öyle mi? Cahillik bir
baş belasıdır bebeğim! Bu şeytani yapı, ekstrem duygulara sahip gençliğe,
mafyavari tiplere para akıtır, süfli ve adi zevklerini yaşayacak ve işkence
gibi vahşi duygularını tatmin edecek ortamı temin eder. Bu vahşi ve karanlık
yüzü gören ve aydın vasfına sahip olanlarla, bürokrasiye hâkim olanlar,
kırılmamak adına eğilirler ve bükemeyeceklerini düşündükleri eli öperler. Zamanla
onlarda birer tetikçi olur çıkarlar. Belki silahları yoktur ama daha keskin ve
etkili silah olan kaleme sahiptirler. Bu şekilde, tüm millet üzerinde kuvvetini
zımnen hissettirir Gladio. Ve artık siyaseti de yönlendirmeye başlar. Ahhh,
dâhil olduğumuz örgütlerin gerçek yüzlerini bir görebilsek! Fransız İhtilali
diye bildiğimiz sözde devrimin istikametini çizen, eksenini tayin eden hücre
yapıda ki asıl elemanların yani masonluğun birer hadimi olan jakobenlerin birer
Gladio unsuru olduğunu biliyor muyuz?
İtalya’nın bir başbakanı vardı. Adı Aldo Moro idi. Garip
işler yapıyordu, efendilerin hoşlanmayacağı. Tarihi uzlaşı minvalinde
politikalar icra ediyordu. Maksadı zıt kutupları bir araya getirmekti. Tıpkı
aynı dönemde Türkiye’de de Abdi İpekçi isimli gazeteci bu yönlü işlerle
uğraşıyor gibiydi. Zıtların bir araya gelmesini istiyordu sanki. Aynı zamanda
petrol üzerinde hâkimiyet tesis eden baronların çarkına çomak sokuyordu zımnen.
Hülasa, müesses nizamlar için tehlike ve tehdittiler. İkisinin de istediği bir
şey vardı; millet biraz huzur bulsun, temiz hava solusun. Milletin desteğini
arkalarında görmek istiyorlardı. Velakin ikisi de katledildi. Zannetmeyin ki
ideolojilerinden dolayı katledildiler. Hayır, küresel düzenin çarkına çomak
soktukları için katledildiler. Solcu oldukları için katledildiler diye lanse
edilmesinin yegâne sebebi; Sol’a itibar bahşetmektir ve sol gençliği dine karşı
kinlendirmektir. Zaten hep böyle değil midir? Uğur Mumcu katledilmiştir ve
resmen, alenen İslam’a küfrettirilmiştir. Ah bu sol gençlik! Kalıplardan
kurtuluverseler ve karanlık dünyalarına bir ışık yakıverseler, düğümler
çözülüverecek. Dünya da ya da Türkiye’de öldürülen hiçbir Sol tandanslı şahıs
asla ideolojisinden dolayı öldürülmemiştir ama olay bu şekilde olmuş gibi yansıtılmıştır.
Bu da kahpe bir tezgâhtır. Ya da Milliyetçi olduğu için, İslamcı olduğu için
öldürülmemiştir hiçbir kişi ve öldürülmezde zira. Öldürülenlerin hepsi kahir
ekseriyetle yerel ya da küresel nizamı sallayacak işlere bulaştıkları için
öldürülmüşlerdir. Ama bunu idrak etmek için kalıplardan, putlardan, layüsel
görülen tiplerin zincirlerinden kurtulmak iktiza ediyor. Kafanı özgürleştirmek,
gövdeni özgürleştirmek icap ediyor ve ruhunu salıvermek göklerin enginliğe.
Beyin zincir tutmaz bebeğim! Fikir, fanuslara sığmaz ve kalıplara girmez. Aldo Moro zıtlara el sıktıracağı günün
öncesinde ki gün katledildi. Katliam direktifini Henry Kissinger isimli,
politik imajlı, azılı, vahşi katilin verdiği bilinmektedir. Bu vahşi katil,
azılı bir İslam ve Müslüman düşmanıdır. Tabi aynı zamanda, küresel düzenin
çarkına çomak sokanlarında düşmanıdır. Siyonist bir katildir o. Katliama imza
atan örgütün Kızıl Tugaylar diye bilen örgüt olduğu bilinmektedir. Ki dünya
üzerinde ortaya çıkmış hangi kanlı örgüt varsa, rengi, dil hiç fark etmez, NATO
himayesinde, GLADİO emrinde ortaya çıkmıştır. Tümünün de hizmet ettiği bir amaç
vardır. ASALA, PKK ve dillerinden Allahuekber’i düşürmeyen kelle avcılarını
düşünün. Bunların zamanlarını düşünün, biçimlerini düşünün ve hangi masat için
kullanıldıklarını düşünün. Hiçbirisi rastgele değildir, aptalca planlanmış
değildir. Aptallık, alıklık, insanlığın kendisindedir. Kızıl Tugaylar denilen
kanlı örgüt GLADİO emrinde hareket eder, MOSSAD ile derin bağları vardır. Ama o
örgütün peşinde koşan garip insanlara gitseniz sorsanız onlara göre o örgüt
kutsal bir amaç için savaşmaktadır. Dünyadan Time isimli basın ne diyor
bakalım; ‘’Kızıl Tugaylar İslam Coğrafyasının kalbinde eğitiliyor ve eğitimleri
de MOSSAD elemanlarınca yaptırılıyor. Aynı anda eğitim gören bir gurup daha
vardır; Baader-Meinhof.’’ Yine Türkiye’de basılan Nokta isimli derginin bir
haberidir; ‘’Kızıl Tugay’a hükmeden şahsın yani Rento Curico’nun MOSSAD
tarafından eğitildiğini’’ söylüyor.
Faili meçhul kalan katliamların en ince noktası şurasıdır
ki; hedefe konulan şahıs, hem karanlık efendilerin düzenini sarsan biri
olmalıdır hem de katliamıyla toplumda infial oluşmalıdır. Toplumda tefrika
yaratacak etkisi olmalıdır katliamın. Bir de kahir ekseriyetle Müslümanlar
üzerinden İslam’ın suçlanması gizli hedefi vardır. Hem hedef yok olsun, hem
ayrılık oluşun hem de düzenin çarkı dönmeye devam etsin; istenilen şey budur.
Başka bir getiri de, ideolojik bazdadır. Şöyle ki; öldüren şahıs üzerinde bir
propaganda yapılır, güya şahıs ideolojisi için katledilmiştir, böylece o
ideolojiye prim sağlamaktır maksat. Belki de katiller o ideolojinin tam
göbeğinedirler ve cenazeyi de gömmüşlerdir. Ama alıklaştırılan,
mankurtlaştırılan milletimin garip çocukları bundan bihaberdir. Çünkü kalıplara
dökülmüşlerdir ve beyinleri dondurulmuştur. Putları vardır ve putların aleyhine
olacak şekilde hareket edemezler. Katilin bulunmadığı her cinayette bir
orijinallik ve operasyonellik vardır. Ne bir şahsın ne de bir gurubun
kotarabileceği cinayetlerdir. Karanlık örgütlerin muhakkak müzahereti vardır.
Hatta yaptıranlar onlardır zaten. Dünya da müesses bir para düzeni vardır. Bu
düzene çomak sokan her kişi, kitle, millet ya da devlet tehlikedir, tehdittir
ve mutlaka yok edilir, karıştırılır ve zayıflatılır. Ama içeride birlik,
bütünlük varsa bu kabil değildir tabi ki de. Hiçbir şeye düz bakmamak iktiza
eder. Küresel düzen hakikatte para düzenidir. İslam niçin tahrif ve tahrip
edilerek protestanlaştırılmak ve kapitalizme payanda yapılmak istenmektedir?
Niçin kapitalizme ve Liberalizme askerler yetiştirilmektedir dünyanın dört bir
yanında. İngiliz kahpesinin ve Amerika şeytanının hakiki İslam’a müsaade
edeceğini düşünebiliyor musunuz? Düşünüyorsanız dünyanın en angut tipisiniz
kusura kalmayın. Hayır, bunun aksi kabil değildir ve bu söz mutlak doğrudur.
Şeytan, İslam’ın ezeli ve ebedi düşmanıdır ve İslam’ın tek bir umdesine bile
tahammülü yoktur, olamaz, bademada olmayacaktır. Şeytan, Müslüman kimliğine
bürünebilir ama İslam’a zarar vermek içindir.
Bendeniz, sonradan Müslüman olanlara da pek güvenmiyorum. Şahsi
fikrimdir bu. Misal, bitevi din değiştirip duran bir yerli karakter var, güya
din değiştirdi ya, artık din üzerinde konuşma salahiyeti elde etti. Kimdir bu,
kaç paralıktır, hangi şerefli karaktere sahiptir, hayatı nedir, beyninin ölçüsü
nedir, ruhu kaç okkadır? Ama bizim insanımız gariptir. Şeytanilerce sosyolojik
ve psikolojik yapısı en dibine kadar tahlile dilmiştir ve oyunlarda bu
tahlillere göre kurgulanmaktadır. Bu sefilin fikirleri, maalesef millet
üzerinde etki bırakmaktadır. Niye? Müslüman oldu diye. Aynı şey yabancı tipler
içinde geçerlidir. Çoğu yabancı tip hem ajanlık yapmak hem de İslam’a zarar
vermek için Müslüman olmaktadırlar kanımca. Burada vazife İSTİHABARTA
düşmektedir. Bir de günden güne artan cinayetleri bir araştırsa diyorum
İSTİHBARAT. Zira normal görmüyorum. Şunu bilelim ki; Müslüman cana kıymaz.
Savaş hali müstesna! Bu yüzden Müslümanların itham edildikleri hiçbir cinayet
Müslümanlarca işlenmemiştir, işlenemez, bilakis Yüce Ölçü çiğnenmiş olur. Kur’an’a
ve Öndere hakkıyla iman etmiş bir Müslüman Allah’ın izniyle haksız yere bir
cana kıymaz. Amma ve lakin Müslüman kimliği biçilen tiplere işlettirilmiş
olabilir. Burada da ne İslam ne de Müslüman itham edilip, suçlanabilir, buna
yeltenmek kahpeliktir. Gerçeği gizlemektir.
Gerçeği gizleyen, cinayetlerle Müslüman arasında ille de irtibat kurmaya
yeltenen kesinkes küresel şeytani tezgâha hizmet eden bir maşadır.
Uğur Mumcu kimdi misal? Şöhretli bir hukukçu ve gazeteci.
Türkiye’nin en karmaşık ilişkilere ve yapısına sahip bir gazetenin yazarıydı ve
hakikaten de araştırmacıydı. Laikti ve sosyalistti ama bahusus laikliği
mevzubahis ediliyordu. Her ayrıntı dikkate şayandır! Bazen şeytan gizlidir
detaylarda bazen de devasa hakikatler. Detay deyip geçmeyeceksin! Hep
detaylarla kaybedildi bu topraklar, dilimiz ve dinimiz. Niye laikliği
mevzubahis ediliyordu, çünkü laikliğin bu toplum için kapsayıcı olduğu ama
sosyalizmin böyle bir özelliğe sahip olmadığı, bu yüzden de ölümüyle geniş
kitleleri bir araya getirebilmek için kapsayıcı mevhumların gündem yapılması
iktiza ettiği düşünülüyordu. Neyi intaç etti cinayet? Tehlikeli bir ayrışmayı,
gerginliği ve infiali netice verdi. Resmen ve alenen İslam’a küfredildi.
Cahiller, şöyle merak edip, durup, düşünüp, etraflıca tetkik edip bir sonuca
varacaklarına hemen sonuca varmışlardı; İslamcılar yapmıştı, öyleyse
vurulacaktı Müslümanlara, küfredilecekti İslam’a. Oysa bilmiyorlardı ki, belki
de katil onlarla yürümüştü ve cenazeye toprak bile atmıştı kim bilir! Ama
kalıba sokulmuşlar ve akıllarını iptal edip putlarının önünde secdeye
kapanmışlar için sorgulamak ne mümkündü. Ne oldu? Hiçbir karanlık ilişki tetkik
ve tahlil edilemedi. Müesses nizamın dişlileri gıcır gıcır dönmeye devam etti.
İntisap ettiği ideoloji palazlandı, laiklik çaktırmadan kemikleştirildi
toplumda. Zaten cinayette Uğur Mumcu’nun katledilmesinden daha önemli olan şey;
laiklik, sosyalizm ve İslam idi. Mukaddes din gömülmek istenirken, seküler
mevhumlar ve buradan rant elde eden baronlar ivme kazanacaktı, palazlanacaktı.
Zaten cinayetin en önemli amaçlarından biri de bu değil miydi? İslam değer
kaybedecek, taban kaybına uğrayacak ama diğerlerinin değeri artacak, taban
kazanacaklar ve palazlanacaklardı. Millet, korkuyla muhasara altına alınacaktı.
Vehimler egemen oldu beyinlere ve ruhlara. İslam ve Müslüman öcüleştirildi,
keskin bir tavra maruz kaldı. Hülasa, millet, ağır ve derin bir uyku moduna
geçirildi. Haddizatında, cinayetin, ideolojiyle zerre ilgisi yoktu. PKK boyutu
vardı, Petrol boyutu vardı, Küresel boyutu vardı. Ne garipti ki, Uğur Mumcu
ölmeden önceki akşam bir gazeteci ile oturmuş ve yarın çok önemli şeyler
açıklayacağını, belgelerin elinde olduğunu söylemişti. Ah Uğur Mumcu! Üzerine
oturduğu devlerin ıssız ve kurak çölleri kendisine aşıracağını düşünmüştü belki
de!!!
Egzistansiyalizmin babası Jean Paul Sartre’ye ait meşhur
bir söz vardır. GLADİO gerçek anlamını bu sözde bulur belki de. ‘’Benzer
kişilikler, benzeşen kirli çakallar, vurup öldürürler ve giderler, vurdukları
insanın mezarı başında nutuk atarlar. Öldürdükleri şanlıdır, şereflidir,
yücedir artık. Tabi bu yüceltmenin ardında bir milleti alçaltmak gizlidir.
Çünkü gidenler gözlerde büyütülürken, kalanlara, öldürülenlerin büyüdüğü
gözlerle zehir edilecek bir hayat vardır geride.’’ Geçelim!
Belki birkaç tane vardır ama bendeniz bir tanesini
gördüm. Uğur Mumcuyla ilgili bir belgesel var. Orada kendi dünyasına dair
detaylar bulacaksınız. Diyeceksiniz ki, sanki bu adam içinde yaşadığı dünya da
değil, beden olarak orada olsa da ruh olarak çok başka bir dünyada yaşıyor.
Küresel tetikçiler rastgele adam seçmezler. Bir taşla bin kuş vurmalıdırlar.
Asıl korkulacak tipler, bu tür cinayetlerde katledilen kişilere canhıraş sahip
çıkanlardır. Bilgide bazen bir işe yaramayabilir, ille de akıl, bilinç olacak.
Şeytani davalarda kişilerin zerre kıymet-i harbiyeleri olmaz, kişiler
münhasıran istimal edilirler. Eğer yaşıyor olsaydı belki de içinde bulunduğu
dünyayı bugün yerin dibine sokardı. Dostlarınıza dikkat edeceksiniz! Hele
tehlikeli ve paranın konuştuğu bir dünyada yaşıyorsanız daha bir dikkat
edeceksiniz. Çünkü her an satılmakla karşı karşıyasınızdır. Uğur Mumcu’nun
ardından ağlayanların gözyaşlarına asla inanmıyorum, hatta en yakınındakilerin
bile. Bu dünyanın analizini iyi yapmak iktiza ediyor. Bu dünyanın ruhu yoktur.
Tüm cinayetleri ve cinayetlerden geri kalan hayatları şöyle bir müşahede ediniz
bakalım, neler göreceksiniz. Misal, oğulun babasını katlederler ama daha sonra
oğula iyi getirisi olan bir iş veririler ve oğul ya da eş belki de katilleri biliyordur
ama artık her şey soğumuştur ve iyi bir konum vardır, öyleyse bırak gitsin,
değmez uğraşmaya denmektedir hatta katilerle aynı kulvarda bile yürünebilir.
Maksat para değil midir? Ah garip dünyam ve dünyamın garip işleri. Mevcut
düzenin namussuzluğa, aldatmaya ve kahpeliğe istinat ettiğini söylerdi. Benim
hiçbir şeyin uzamanı olmam diye bir şey sözkonusu değildir, ben Marksist
eskilerinin uzmanı olabilirim olsam da, derdi. Ne yazık ki, onların da uzamanı
değilmiş! Ardından ağlayanların savunmayacağı hatta kinle duyacağı ve kin
duyacağı sözler serdederdi Uğur Mumcu.
Hayat böyledir işte sevgili dostlarım! Bu ülkede ki
fail-i meçhul kalmış tüm cinayetler bu minvalde tertip edilmiş ve işlenmiş
cinayetlerdir. Vallahi, billahi, tallahi böyledir. Bu milleti önyargı
mahvediyor. Bir kişi öldürüldü mü, hemen kimliğine bakıp, tamam bunu şunlar
öldürdü deniyor. Ne kadar ahmakça ve alıkça değil mi? Hiç düşünmüyoruz da.
Adamlar, tüm yönlerimizle, mevcudiyetimizi teşrih masasına yatırmışlar ve
neşteri vurmuşlar, delik deşik etmişler ve bizi bizden daha iyi öğrenmişler
maalesef. Dünya hayatı böyledir işte. Asil ve soylu idealistler nice emeklerle
yaparlar, soysuz realistler köpek gibi yerler, tüketirler. Oyunun derinliği
devasa boyuttadır, tahmin etmek bile muhaldir. Çok çarpıcı ve sarsıcı bir
teferruatı da dikkatlere sunmak isterim; şayet failleri artık belirsizliğe ve
bilinmezliğe mahkûm olan cinayetler, sonuna kadar gidilipte, katiller, Ülkücü
ya da İslamcı (Müslümanların atomize edilip, birbirlerine bile muhalif olması
ne kadar yaralayıcıdır, kan ağlar yürekler) tandanslı çıkacak olsalardı,
cinayetler anında çözülürdü ve bu durum malum ekalliyetin ekmeğine sonsuz yağ
sürerdi. Bizde bir de garip bir huy vardır; piyon yakalandı mı tamamdır,
cinayet çözülmüştür, piyonun kimliği ne ise cinayeti de o kesim işlemiştir.
Oysa bu alıkça bir yanılgıdır. Sonuna kadar gitmek iktiza eder cinayetin ama
gitmek kabil olmaz bir türlü, ne garip! Amma velakin, cinayetin sırrı
çözüldüğünde arkasından piyonun güya dâhilinde yer aldığı kesim çıkmayacaktı,
katili gömenlerin olduğu çıkacaktı, bu da tehlikeliydi. Yoldaş, yolda yürürken
taş olup düşebilir kafana, dikkat edeceksin! Bu yüzden mezkûr cinayetler hep
meçhul kalacaktır; eskisi de, yenisi de. Katiller hep olacaktır. Önemli olan
bizim uyanık olmamız ve kalmamızdır. Malum, masonların korumasında bulunan
mutlu ekalliyetin peşinden koyun gibi gitmeyi bırakıpta gerçeğe dönersek belki
cinayetleri durdurabiliriz ya da aydınlatabiliriz. Eğer fail-i belirsiz
cinayetler teşrih masasına yatırılıp katil ya da katiller kesin şekilde tespit
edilsin-ler inanın ki bu ülkenin kaderi üzerine kâbus gibi çöken ideolojiler
paramparça olmaya ve bu topraklardan tamamen silinmeye mahkûm olacaklardır. Ve
keza masonların müzahereti ve muhafazası ile varolan mutlu ekalliyetinde
saltanatları yerle yeksan olacaktır. Bu katliamları bir de şu taraftan
sorgulayalım; kime kazandırıyor karanlık katliamlar? Bu katliamlardan, Sol ne
elde ediyor ya da İslamcı ve Ülkücü kanat ne elde ediyor veyahut kimler ne
kaybediyorlar? Öyle ya, bir cinayet işleniyor, ardında devasa bir uçurum olan.
Bundan elbette birileri kazançlı çıkıyordur. Bizde kimlerin kazançlı çıktığını
ve kimlerin ne kaybettiklerini bilmemiz, anlamamız iktiza ediyor. Zira bu
tetkik, cinayet içinde bir anahtar işlevi görecektir. Katillerin adresi bu
soruların cevaplarının gösterdiği sokaktadır inanın ki! Bu cinayetlerden
İslamcı ve Ülkücü tandanslı kitleler zerre karlı çıkmazlar, bilakis devasa
kayıplar yaşarlar ama Sol kesim mutlak ve muhakkak olarak kazanırlar. Gerçi,
cinayetler yine de Müslümanlara hamledilip Müslümanların zararlı çıkmaları ve
her şeye rağmen Sol kesimin karlı çıkmaları sağlanıyor ya neyse!
Keza Muammer Aksoy isimli kişinin katledilmesi de aynı
argümanlar temelinde işlenmiştir. Toplum sarsıldı ve keşmekeş zuhur etti.
Cinayet sır kaldı ve çarkın dişlileri gıcır gıcır işledi durdu. İntisap ettiği
fikir ivme kesbetti. Taban kuvvet kazandı ve palazlandı. Korku egemen oldu.
Vehimler hâkim oldu yaşama. İslam ve Müslümanlar itham edildi ve olumsuz tavra
maruz kaldı, Sol yüceltildi. Nihayet, uyku moduna geçildi. Çünkü ışık
tehlikeliydi! Oysa cinayetin ideolojiyle yakından uzaktan alakası yoktu. Fakat
olayın böyle olmuş olmasını isteyen ve bekleyen bir sürü kalabalık vardı.
Dünyanın efendilerini rahatsız eden işlerle iştigal ediyordu Muammer Aksoy;
Petrolle. Oysa petrolün damlası bile candan kutsaldı küresel şeytaniler için.
Bir de şöyle bir detay var; nedense sağ tandanslı olan insanların
katledilmeleri fazla gündem yapılmaz, üzerinde durulmaz ve zaman içinde
unutulmaya terkedilmesi sağlanır zımnen ama Sol tandanslı olanların
cinayetlerinde ise her şey mutlak zıt yönde bir seyir izler. Türk Milleti
nezdinde bir anlamı olmayan ideolojiler, fail-i meçhul cinayetlerle
palazlandırılmaya çalışılmıştır maalesef. Bir defa şu gerçeğe vurgu yapmak
şarttır. Sol ideolojiler bu ülkede ancak Kemalizm ardında
palazlanabilmektedirler, bilakis hiçbir etkileri yoktur ve olamaz da. Bu yüzden
münhasıran Sol olduğu için birinin katledildiği iddiası ham hayaldir,
yönlendirmedir, algı operasyonudur. Binaenaleyh, bu tür algı operasyonları neticesiz
kalmaya mahkûmdur.
Çetin Emeç katliamıyla ilgili dikkatle ve ibretle
okuyacağımız sözleri Çetin Emeç’in karısı Bilge Emeç’ten dinleyelim; ‘’bu
cinayetlerin perde gerisinde kimler var? Cinayetler hala sır olarak kalmaya
devam ediyor. Ki çözülse bile ne olacağını bilemiyorum. Mütemadiyen din
yönünden gelen uyarılar, tehditler aldığımız için cinayetin gerisinde İran’ın
olduğunu düşündük, dincilerin yaptığına inandık. Zira biz Atatürkçüyüz,
yurtseveriz. Türkiye Cumhuriyeti Devletine hiç kızıp, küsmedim ben.
İnandığımdan farklı bir gerçeğin çıkmasını istemedim. Bu sebepten dolayı
cinayetin arkasında İran’ın olduğuna inanmak işime geldi galiba. Böyle inanmak
rahatlattı beni.’’ Karısı böyle derken, derslerine girdiği başörtülü öğrenciler
şöyle diyordu; ‘’bizi çok severdi, ders dışında bizimle konuşurdu, sohbet
ederdik, sorularımızı sorardık ve alçakgönüllülükle cevaplardı.’’ Bizim
insanlarımızın kafaları ve ruhları harap edildi, insanlarımız resmiyet
çerçevesinde resmen mankurtlaştırıldı. İflah olmaz bir önyargıyla yaşar
oldular. Bahusus Sol tandanslı kitleler adeta kalıba sokuldular, cinayetlerle
vs. olaylarla. Körü körüne bağlılık, katı taassup maalesef Sol kitlelerin
özelliği iken bir de bu özellik Müslümanlara atfedildi daima. Haddizatında, Bilge Emeç’in izahatları
Kemalist Sol kitlelerin psikolojisini hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde
ortaya koymaktadır. Kesin inançlılar, maalesef, bu ülkede ki her terakki
hamlesini akamete uğratmışlardır. Kitlelerin birbirilerine muhalif oluşundan
beslenmişlerdir. İslam’a ve Müslümanlara karşı beslenen duygular ve düşünceler,
kuru kuruya beslenen duygular ve düşüncelerdir. İşte bu derin gerçekler,
söylediklerimize keskin hüccettirler. Hatta bu ülkenin üzerine kâbus gibi çöken
düzenin ciğerini deşifre eden sözlerdir. Hatta vatana ihanet edenle, sadık
olanı bile tespit etmeye yarayacak sözlerdir, gerçeklerdir.
Bilge Emeç hanımefendinin sözlerinde garip bir detayda
var. Cinayet çözülse ne olacak diyor. Bu psikoloji tahlile muhtaçtır. Kadın
hala tereddüt içinde cinayetin aydınlanmasına karşı. Hanımefendi, eşini
katleden hainlerin yaşamasını istemeyeceğine göre, niçin tereddüt ediyor ki?
Oysa bırak katiller bulunsunlar ve cezalarını çeksinler. Millet, gerçek
hainlerin kimler olduklarını bilsinler, görsünler. Millete kan ağlatanlara kan
kusturulsun işte daha ne isteyebilir ki bir insan? Aydınlar, kahpelerin kiralık
kurşunlarına kurban gitmesinler. Meydan kapitalizmin maşası olan ama aydın diye
geçinen züppelere kalmasın. Daldan dala konan, muz peşinde koşan maymunalara
kalmasın meydan. Bırakınız hanımefendi, eşinizi katlettirip, üzerinden rant
elde edenleri millet görsün ve kirli, karanlık suratlarına tükürsün. Bu
vatanın, milletin, devletin ilerlemesinin önünde handikap teşkil edenler açığa
çıksın. İşledikleri cinayetleri Müslümanların üzerine yıkıp sizleri aldatan ve
Müslümanlara zulmeden şerefsizler, şeytanın köpekleri alenileşsinler.
Karanlık cinayetlere kurban giden Sol tandanslı
şahısların mütemadiyen canlı tutulması ise küresel basının Truva Atından başka hiçbir
özelliği olmayan yerli maskeli yabancı basının marifetidir ve ardında rant
durumu vardır. Bu millet sağıyla, soluyla akıllanmalıdır, gerçekleri
görmelidir. Kimler tarafından yönlendirildiklerini fark etmelidirler.
Bu ülkede, Raif Karadağ’ın, Remzi Oğuz Arık’ın, Gün
Sazak’ın, Metin Yüksel’in, Adnan Kahveci’nin ve benzerlerinin katliamları asla
diğerleri gibi yankı bulmamış, gündem olmamış ve hatırlanmamıştır. Keza, 12
Eylül denilen karanlığın üzerimize çöreklendiği kanlı tarihte sadece Sol
tandanslı gençler katledilmemişti ama nedense bu ülkenin gündemini daha çok
onlar meşgul etmişti ve etmeye de devam etmektedir. Çünkü basın yerli değildir
bu ülkede. Siyonist Protokollerinde ne deniliyordu? Basını ele geçiriniz! Bunların
tümü Sol’u yüceltmek, yükseltmek ve insanları Sol yöne doğru kanalize etmek
içindi. Zira bir ülkede ancak Sol’u kullanarak o ülke için olumsuz emellerinize
ulaşabilirdiniz. Çünkü yerli olana muhaliftiniz ve yerli olana muhalif olanla
ittifak edebilir ve yerli olanı diskalifiye edebilirdiniz. Keza, yukarıda
isimlerini andığımız şahsiyetlerin millet üzerinde ki etkileri Sol’a nazaran
daha kesifti ve güçlüydü. Binaenaleyh, diğerleri gibi bitevi dillendirilmeleri,
anımsatılmaları tehlikeli olabilirdi. Çünkü bu insanlar yerliydi ve güçlerini
milletten alıp, yine millet için kullanıyorlardı. Bu milletin evlatlarını
yobaz, mürteci, faşist diye itham etmiyorlardı. Bu milletin çocuklarıydılar ve
bu milletin çocukları için çalışıyorlardı, aldatılmamışlardı ve aldatmıyorlardı.
Bu yüzden millet, katledilenlerin hep Sol olduğunu düşünmeliydi ve Sol’un
aydın, ilerici olduğunu düşünmeliydi, ancak Sol’un bağımsızlık, özgürlük,
adalet için savaşabilecek tek güç olduğunu düşünmeliydi ve Sol tandanslı
şahsiyetlerin bu sebeplerden dolayı öldürüldüklerini düşünmeliydi ve bu yolla
diğer kesimler zımnen ezilmeliydi psikolojik olarak. Ve millet güya ilerici,
aydın, özgürlükçü, adaletçi Sol’a kaymalıydı. Tabi Sol’lar bile bunu yani kendi
insanlarının hakikaten bu nedenlerle katledildiklerini sanmaktadırlar ne yazık
ki. Oysa bu bir tezgâhtır. Raif Karadağ’ın Petrol Fırtınası isimli kitabı var,
mutlaka bulun, alın ve okuyun sevgili dostlar. Niye şehit edildiğini de
anlayacaksınız. Şeytan, insanlar arasında ki düşmanlıktan beslenir. Bu yüzden
düşmanlığın bitmesini asla istemez. İsteyenleri de yaşatmaz, yaşatmamak adına
elinden geleni yapar. Aldo Moro bu sebeple katledildi. Çünkü klikler arasında
ki barış, toplumsal barışı tevlit edecektir, toplumsal barışta gerginlikleri,
çatışmaları sonlandıracaktır ama şeytanın çatışmaya ihtiyacı vardır, bilakis
kanlı ve kirli yollardan para kazanamayacaktır. Barış, yerel ve küresel
kompradorların Azrail’idir. İsveç’in katledilen başbakanını, Olof Palme’yi,
düşünün lütfen. Barış için mücadele ediyordu. Küresel şeytanilerin çıkar
çarklarına çomak sokuyordu yaptığı her işle. Katilerle, uyuşturucu baronlarının
maşası olan bir kişinin, Sigge Cedergren’in, ilişkisi vardı ve katliamda ki
mermiler bu maşanın evinde bulunmuştu. Ne gariptir ki, bir gün sonra o da yok
edildi. Detaylara muhtelif kaynaklardan ulaşabilirsiniz. Aklımızı başımıza
almak zorundayız! Hakikatleri öğrenmek ve bilmek zorundayız! Bilakis,
mütemadiyen kullanılacağız ve miadımız dolunca çöplüğe atılacağız. Yazık!
Bu toprakların çocuklarını katledenler ya da
katledilmesine yardım edenler Siyonizm hesabına çalışanlardır. NATO bünyesinde
kurularak ülkelerin topraklarına sızdırılan kirli, kanlı ve karanlık örgütler
eliyle katledilmiştir katledilenler. Kirli, kanlı ve karanlık bir zihniyet, güya
vatanı, milleti, devleti düşündüğü için öz evlatlarını katletmiştir. Oysa bir
insan, artı bir değerdir, din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet adına.
Her bir çocuğumuz, gencimiz, üzerinde ömrünü geçirdiği toprakların sahibi ve
mensubu bulunduğu insanlık ailesinin şerefli bir üyesidir. Velakin maksat ne
dindi, ne devletti, ne vatandı, ne milletti, ne ümmetti ve ne de medeniyetti.
Münhasıran Siyonizm’in çıkarlarıydı. Bu milletin evlatları arasında devasa
uçurumlar açtılar. Köprüleri paramparça ettiler. Sürgit bir düşmanlık
ürettiler. Siyonistler ve kiralık maşaları, bu ülkenin asıl çocukların asla
acımadı, müsamaha göstermedi. Birbirilerine düşman kıldı, topraklarına tefrika
tohumları ekti. Çünkü Siyonist şeytana göre hayat bir çatışmadır ve ancak çatışarak
var olunabilir. Öyleyse insanlar çatışmalıdırlar, gerekiyorsa
çatıştırılmalıdırlar. Artık bu oyunu, kuranların başlarına geçirmeliyiz. Tek
bedende milyonlarca can olmalıyız. Kuklaları deşifre etmeliyiz. Sözümüzü
bilmeliyiz, kendimize gelmeliyiz, özümüze dönüş yapmalıyız. Kısır kavgalardan
kurtulmalıyız. İdeolojilere hastır çekmeliyiz.
Birazcık tefekkür edelim güzel insanlar! Acaba niçin
gerçeğin, barışın, adaletin ve ahlakın elçileri katledilirler? Barışçılar,
ahlakçılar, adaletçiler, gerçekçiler, Komünizmin, Kapitalizmin ve Faşizmin
düşmanlarıdırlar da ondan. Yani Siyonizm’in düşmanlarıdırlar. Çünkü insanlık
toprağında barışın çiçeklenmesi, adaletin kendini hissettirmesi, gerçeğin ses
vermesi, ahlakın kiri temizlemesi bu üçlü şebekenin eceli olacaktır, bunların
eceli Siyonizm’in eceli olacaktır. Zira bunların egemenliği ile kanlı, kirli ve
karanlık rant kapıları kapanacaktır. Karanlık adamlar aciz düşecektir. Şöyle
bir detaya dikkat edelim lütfen, her klikte ki arayıcıların sonuna bakınız, bir
de kapatanların sonuna bakınız. Arayanlar yok edilmişler, kapayanlar ise
yaşamışlardır. Çünkü arayan insan tehdittir, tehlikedir şeytan için. Zira
birgün hakikati keşfedecek ve kendini kullanılmaktan kurtaracaktır,
kullanılmamak ise baronlar için kötüdür. Çarkın dönmesini zayıflatır. Tabi
hiçbir canın alınmasını arzulamayız ve yaptığımız da tenakuza parmak basmaktır.
Düşünelim, düşünmek iyidir! İyi olmasaydı, Allah, düşünmeyi emreder miydi?
Madımakta ki katledilenler niçin katledildi hiç düşündük
mü? Hem katledilmeleri gerekiyordu, karanlık güçlerin çıkarları adına tehdit ve
tehlike arz ettikleri için. Hem Sünni-Alevi düşmanlığı yaratılması gerekiyordu
ve Alevi kardeşlerimiz PKK cephesine kaydırılmak isteniyordu yani Müslüman Türk
Milletine muhalif cephe kinlendirilerek kuvvetlendirilmek isteniyordu. Hem bu
ülkede yaşayan ama dışarıya çalışan cephe genişletilmeliydi. Hülasa, bu
topraklarda kardeşlik çiçeği asla yeşermemeliydi. İslam olan Türk Milleti asla
dost olarak bilinmemeli ve daima düşman olarak görülmeliydi. Nasıl Kürt
kardeşlerimiz PKK denilen örgüte teslim edilmek ve onların inisiyatiflerine
terkedilmek isteniyorsa, Alevi kardeşlerimiz de Alisiz Alevilik peşinde
koşanlara teslim edilmek ve onların inisiyatiflerine terkedilmek isteniyordu. Madımakta bir barış adamı olan Nesimi Çimen
vardı. Ne garip ki, savaş dini olduğu kadar barış dini de olan İslam’ın
müntesipleri, güya barış adamını katletmişlerdi. Buna kargalar bile gülerdi
oysa. Bu şeytani katliam Müslümanlara hamledilmeye yeltenildi ve buna maalesef
Alevi kardeşlerimiz içinde de alet olanlar oldu. Ve hala da aynı şey yapılmaya
çalışılıyor ne hazindir ki. Çünkü birileri kardeşlik istemiyorlar, kavga
istiyorlar ki, rantları eksilmesin. Çünkü çatışmadan, kavgadan kazanıyorlar.